Suskunluğun Kıyısında Ayrılık

su damlası

Asistan
Katılım
14 Tem 2010
Mesajlar
230
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Karanlık mahkeme salonunda birikmiş dâvâ dosyaları... Mübâşirin çağırdığı iki kişi; biri kadın, diğeri erkek içeri girdi. Dosya hâkimin elinde... Yaşlı hâkim, gözlüklerinin üzerinden bakarak; sevecen bir tavırla adama:

"–Evet!.. Anlat bakalım!"

50-55 yaşlarındaki adam, terden ıslanmış saçlarını eliyle düzeltti, mavi gözlerini kıstı, ceketinin önünü ilikleyip ayağa kalktı.

"–Hâkim Bey! Bu hanımla, 25 senedir evli bulunmaktayız. Şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmak istiyorum."

Bir an durdu, içinde sanki yıllardır uyuyan yılgın bir at şahlandı; ona yöneldi kendince... (25 yıl ha... Söylemesi ne kolay! Hey gidi be! Ben bu kadına ömrümü vermişim!)

"–Hanımefendi, söylenenleri duydunuz. Ne diyorsunuz?" diye sordu hâkim.

Güzel bir yüzü vardı kadının. Ama yorgun görünüyordu. Günlerce ağladığı göz kenarlarından ve zoraki tebessümünden anlaşılıyordu.

"–Hâkim Bey! Evet, 25 senedir evliyiz. Ben de boşanmak istiyorum."
Hâkim şaşırmıştı. Gençler pek sık geliyordu; ama bu çift?..
Dile kolay, çeyrek asır!

"–Peki, niye anlaşamıyorsunuz? Hep mi böyleydiniz?"

Boğuk bir sesle cevap verdi;

"–Hâkim Bey, biz... Anlaşamıyoruz."

Susuvermişti bir anda. Düşünüyordu her şeyi. Mahkeme salonu, mübâşir, hâkim, oturduğu sanık sandalyesi, kocası, aah evet kocası... Yüreğinde çınlamaya başladı kırık bir ses...

(Ne işim var burada benim, ne işimiz var aah! Anlaşmak... Niye anlaşamıyor muşuz? Ne anlattı ki, anlayayım? Neler anlattım, dinlemedi. Anlaşmak...

Biz aynı dili mi konuşuyoruz hey?! Oysa sevmiştim seni be adam! Şimdi, orada, o koltukta oturan sen misin, deli denizim benim! Nerdesin?..)


"–Beyefendi, niye anlaşamıyorsunuz?"

"–Hâkim Bey! Aslında... Ne diyeyim; biz ayrı dünyaların insanıyız. Yıllarca sabrettim bu kadına. Hep şikâyet eden, hiç susmayan; bir kere bile «sevdim» demeyen bu kadına!"

Yine çarptı yüreği...

(Niye bu kadar zor ki, sevdiğini söylemek! Ne gururlu kadınsın sen; ne inatçısın; ben bilirim. Hâlbuki bir ömür adadım sana; güzel kadınım! İstesen yine verir miyim ki? Veririm! Billâhi bir 25 yıl daha veririm. Ama...

Çok geç, değil mi? Sus, hey yorgun adam! Sus da, otur izle, hayatını karşı pencereden. Karşı pencere mi? Bu kadar mı uzaklaşmışız? Yıllar... Yıllar...)


Söz yine kadındaydı. Şikâyet etmekle, beğenmemekle suçlanıyordu yine. Yıllardır söylenenler, yine tekrar ediliyordu.

"–Neyi beğenseydim ya Hâkim Bey? Ben kaç kere takdir edilmişim ki? Kadınız ya; anlamazmışız bir şeyden! Hep «He!..» de, onayla!.. «Sevgi»den anladığı bu işte bu adamın... Sevmek bu mu Hâkim Bey?"

(Sevgi neydi? Sevgi emekti... Can damarına düşmüştü bir filmden aklında kalanlar. Eskiden üzüldüğünde, suskunlaştığında, derdini dinleyen, hâlinden anlayan, başını koyup saatlerce ağlarken o; omuzlarını dağ gibi, kadınına sığınak yapan adam, buydu işte!

Karşısında duruyordu. Çok zaman olmuştu yüzüne uzun uzun bakmayalı. Çökmüş, yaşlanmıştı. Gözlerine değdi bakışları. "Hani huzur bulduğum deniz gözlerin nerede?" Bu şarkıyı, bir mahkeme salonunda içli içli okumak da varmış kaderinde. Kader... Kader işte! Derler ya; adına "koca" demişler. Güzel bir şey olsaydı "gonca" derlerdi.
tongue.gif
msm Boşveeer! Bitti artık.)


"–İki taraf da hemfikir... Peki, tazminât, nafaka ister misin?"
"–Ben... Hayır; istemem, hiçbir şey istemem. Bitsin, kurtulayım, yeter!"

(Tazminât mı? Neye tazminât? Kaybettiğim tüm güzelliklerin, umudun, hayat neşesinin bedeli olur mu hiç? Hangi ücret uzak tutar, içimdeki yalnızlığın sefâletini?

Hem bu paragöz adamın içine işler, gitsin, yeni karısıyla harcasın... İçi titredi. Yeni karısı! "Erkeğin karısı ölmez!" derdi annem. Tabii ya, evlenir bu adam. Bana çektirdiklerini, ondan çeker elbet! Adl-i İlâhi... Evlenir mi gerçekten? Belki de evlenmez! Kim bilir?)


"–Ben istediği tazminâtı vermeye hazırım. Nafaka isterse onu da..."

(Yıllarca "cimri" deyip kızdın durdun. Doymadın, yazık ki! Şimdi şaşıyorsun değil mi? Madem dönüşü yok, madem bıktın, madem kurtulmak istiyorsun, o hâlde bundan sonra ferâh yaşa.

Bıktın ha! Yapma; bu kadar acıtma canımı! Ben senden sonra n'aparım? Yalnızsın oğlum! Bundan sonra yapayalnızsın... Ama Allah'ım! Nerede hata yaptım?)


"–Hanımefendi, iyi düşünün! Bakın dosyada yazdığına göre iki de çocuğunuz varmış. Onlar büyümüş; evlenip giderlerse sana kim bakacak?""–Ben bu adamdan para istemem Hâkim Bey! Başımın çaresine bakarım. Hem, çocuklarım babaları gibi vefâsız değiller!.."

(Yavrularım... Kocaman oldular. Kendi durulmayan dünyamızda, bu keşmekeşin arasında çok şükür kaybetmedik. Hep mâsum kalsınlar Allah'ım! Babalarına benziyor ikisi de; çok sevmişim bu adamı çok! Beni affederler mi ki?

Ama yıllarca onlar için dayandım. Çocuklarım, üvey ana eline bakmasın, dedim, sabrettim. Artık gerek yok! Şimdi geriye tek hâtıran olacak çocuklarım, duyuyor musun koca adam, eski sevgilim!)

"–Duydun! Tazminât, nafaka istemiyor hanımın!.."

"–Duydum Hâkim Bey!"

(Canım oğlum, güzel kızım! Babaların evlâtlarına bıraktığı en büyük miras tecrübeleridir. Bize bakmayın; beceremedik işte! Off!.. Tükendim; tükettim; bitti işte!)

"–Son olarak söyleyeceğin bir şeyler var mı?"

"–Yok Hâkim Bey! Yok.."

(Kadınım! Sona geldik, görüyor musun? Artık ne kaldı ki söylenecek? Ezilmiş yüreğim pişmanlık sahralarına erdiği gün, çoktan kaybolmuş olacaksın belki de... Hakkını helâl et!)

"–Hanım! Senin diyeceğin var mı?"

"–Her şey söylendi işte Hâkim Bey! Daha fazla uzatmayayım..."

(Her şey söylendi ha? Kendimi kandırıyorum yine. Yine onca çığlığı gömüyorum içime. Ama bu son... Bir daha ne çığlık atmak için sebebim olacaksın ne de hüznümün mâkesi... Yine de hakkını helâl et.)

"–O hâlde; şiddetli geçimsizlik sebebiyle, iki tarafın da rızâsıyla, boşanmanıza karar verildi!"

On dakikada paramparça olmuş camdan hayatlar... Mahkeme salonunun ortası kırıklarla dolu... Son bakışlar, son defa buluşuyor gözler...

(Senden çaldığım huzuru yeniden bulmanı istiyorum şimdi. Ben, yapayalnız yaşayacağım artık. Olmadı işte güzel kadınım! Ömrümü adardım istersen; yeniden... Bilirim ki, artık çok geç... Elveda, deli dalgalarımı görüp götüren eski rüyam... Elveda!...)

(Mavi gözlerine son kez bakayım! Söyleyecek çok sözüm vardı, senelerce birikmiş; içimde zehir olmuş. Yine sustum! Çoğaltmadık birbirimizi, bitirdik, yitirdik. Artık yalnızım! Elveda; gençliğimi heybesine alıp götüren adam... Elveda!...)

Kübra Akbey
 
Üst