‘sünnetli’ değil ‘sünnetçi’, ‘hadisli’ değil ‘hadisçi’

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Sünnet ve Hadisler Peygamberimizin Kur’an’a dair reyidir.


Ehl-i Rey’in en ünlüsü İmam Azam Ebu Hanife’dir.Ebu Hanife ve arkadaşlarının sünnete bakışı özetle şudur: Sünnet ve Hadisler Peygamberimizin Kur’an’a dair reyidir. Risalet misyonuna dair olanları (nebevi örneklik anlamında) sünnettir, risalet misyonu dışında kalanları içtihattır.

Ebu Hanife mümeyyiz bir aklı temsil etmektedir. Ona göre sahabe hepsi de planyadan çıkmış bir topluluk değildir. İçlerinde dinde derin anlayış sahibi olanlar olduğu gibi olmayanlar da vardır. Bu ikincilerden gelen rivayetler, “nakleden sahabe fakih değildir” gerekçesiyle göz ardı edilebiliyor.


Ebu Hanife hadisleri Kur’an’a arz ediyor. Tıpkı “Bir mü’min, bir kâfire karşılık (kısasen) öldürülemez” rivayetinde olduğu gibi. Bu tür tasarruflara karşı yapılan itirazları Ebu Hanife; “Kur’an’a aykırı hadisi red Nebi’yi red değildir” diye cevaplıyor.


Ehli Reye saldirilar

Ebu Hanife’nin bu tavrı Hanefi usulcülerince şöyle formüle edilmiştir: Sünnet hadise tercih edilir, kıyas haber-i vahide tercih edilir, istihsan (alimin kendisini ikna eden şahsi kanaati) kıyasa tercih edilir. Bu formülün kendi içinde hayli cesur olduğu su götürmez. Ebu Hanife bu yüzden iftiralara uğrar. Ona en çok iftira atan da hadisi ideolojileştiren hadisçilerdir. İbn Ebi Davud, “Ebu Hanife’yi kötüleme hususunda ulemanın icmaı vardır” diyebiliyor. Tabi ki onun “ulema” dediği, hadis ideolojisi taraftarı olan hadisçiler.

Bunun çevrisi şudur: Ebu Hanife iktidarın tezini savunmadı, zalim yöneticilerin çanağını yalamadı ve bu yüzden de işkencelere uğradı ve sonunda zulmen öldürüldü.

Bilindiği gibi Ebu Hanife Mansur’un zindanına diri girmiş ölüsü çıkmış, şehid edilmiştir. Hadisçi Süfyan es-Sevri’nin onun şahadetine tepkisi şöyle olmuş: “Elhamdülillah! O İslam’ı ilmek ilmek çözen birisiydi! İslam’da ondan daha uğursuz biri doğmamıştır”.

Bildiğiniz bilmediğiniz hadisçilerin hemen tamamının onu itibarsızlaştırma korosuna katıldığını görürsünüz. Hepsini nakledersek sayfalar tutar. Hadisçi İbn Ebi Şeybe, hızını alamamış olacak ki, “Onun bir Yahudi olduğu kanaatindeyim” der.

Ebu Hanife’ye hadisçi kininin nerelere kadar çıktığını hadisçi Ukayli’de görüyoruz: “Yalancı, güvenilmez, sahtekâr, küfre düşen biri”… Sunu söyleyeyim de gerisini anlayın: Bir hadisin sahih olup olmadığı ideolojik tarafgirlikle kantarlarının topuzu hepten kaymış olan bu gibi cerh ve tadil ulemasının koyduğu ölçülerle sabit oluyor. Eğer ‘hadisler vahiydir’ diyenlere inanırsanız, bir sözün vahiy olup olmadığını, insaf ve adalet ölçüsünü kaçırmış olan bu gibi isimler belirliyor.

Ebu Hanife’nin hadis ideolojisinin ve taraftarlarının iç yüzünü bildiğini, İbn Ebi Hatim’in onu karalamak için Kitabu’l-Cerh’inde naklettiği şu sözden anlıyoruz. Ebu Abdirrahman el-Mukri’den: “Ebu Hanife bize hadis rivayet eder, sonunda da bu duyduğunuz şeylerin hepsi herzedir” derdi (VIII, 450). Büyük İmam ne güzel demiş. Uydurduğu herzeleri Allah Rasulü’nün ağzına koyduklarını ima etmiş. Bu yerinde tesbitle kendilerine çekidüzen vereceklerine, onu taşlamaya çalışmaları, hatayı hıyanete dönüştüren bir tavırdır. Aynısını ondan 12 asır sonra gelen Akif’imiz de söylüyor: “Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk / Nebiye atf ile binlerce herze uydurduk”.


Hadisci ideoloji

Bunlar Ebu Hanife’ye yapılan hadisçi saldırılarının zekatı değil. Merak eden, yine hadis ideolojisinin bir müntesibi olan Bağdadi’nin Tarihu Bağdad’ındaki ilgili bölüme bakabilirler.
Nebevi örnekliğe bakış sorunu başlığı altında Ebu Hanife’ye hadisçilerce yapılan bu itibarsızlaştırma, hakaret, aşağılama, tadlil ve tekfirleri niçin naklettim?

Kendilerini sünnetin yılmaz savunucusu ilan eden hadis ideolojisi mensuplarının (böyle olmayan hadis ehli başım gözüm üstüne), hadisini naklettikleri Rasulullah’ın ahlakıyla ahlaklanmak, âlemlere rahmet olanın rahmetinden pay almak gibi bir dertlerinin olmadığını göstermek için.

Sünnet ve hadisi ideoloji haline getirmek böyle bir şeydir. Sünneti yaşamanın yerini sünnetin propagandasını yapmak alır. Bunu yapan da ‘sünnetli’ değil ‘sünnetçi’, ‘hadisli’ değil ‘hadisçi’ olmuş olur.


Aklı din için istihdam eden ehl-i reyin önderi İmam Azam’ı itibarsızlaştırma yarışına giren kadim sünnetçilerin günümüzdeki halefleri, daha da zavallı duruma düşmüş bulunuyorlar. İnsanların imanı hakkında hüküm veren bu tipin hiçbir insaf ve adaletinin, standart ve ilkesinin olmadığını yaşadıklarımızdan öğrendik. Bu sünnetçi-hadisçi tipinin doğru-yanlışlığından önce dürüstlüğü ele alınmalıdır.
Din insan içindir, insanın kerametini korumak ve yüceltmek içindir. Bir dindarlık çeşidi ki, amacı insanın kerametini korumak ve yüceltmek olan dini, insanın kerametini yok etmek ve izzetini ayaklar altına almak için kullanıyorsa, veyl olsun o dindarlığa, veyl olsun o ‘dinci’ye.


Hadisle Kuranin yaristirilmasi

Hadis ideolojisi mensupları, Sünnet ve hadisi Kur’an’la yarıştırmaktan özel bir haz duyarlar. Şu soruyu hep sormuşumdur: Okuyan insanı hayrete düşüren ve Kur’an hakkında şaibe uyandıran rivayetler nasıl sahih addedildi, nasıl en muteber hadis kitaplarına girebildi?

Hadis araştırmalarım ilerlediğinde, buna kendi içimde şu cevabı verdim: Bu hadis ideolojisi mensuplarının klasik numaralarından biri. Onlar hadisi vahiy ilan ederek Kur’an’ın ortağı yapmak istiyorlar. Bunun için hiçbir fedakârlıktan (!) çekinmiyorlar. Fakat “Hadis neden korunmadı, neden hadise şaibe karıştı?” sorularına cevap veremiyorlar. Kur’an’a şaibe bulaştıran bu rivayetleri nakletmekle, zımnen, “Bakın hadis için söyledikleriniz Kur’an için de geçerli, onun için ağzınızı açmayın” demeye getiriyorlar. Belli ki bununla Kur’an’ı zayıflatmayı değil, hadisi güçlendirmeyi hedefliyorlar. Fakat yaptıkları iş tam tersi bir sonuç veriyor.

Ehl-i hadisten Yahya b. Ebi Kesir’in şu sözüne bakar mısınız: “Sünnet Kur’an’ın yargıcıdır, fakat Kur’an sünnetin yargıcı değildir (es-sunnetu kâdıyetun ‘ale’l-Kur’an ve leyse’l-Kur’an bi kâdın ‘ale’s-sunne) (Darimi, Muk., 49) İktidar adına muhalif alimlere ölüm fetvası vermesiyle ünlü Evzai bunu nakleder. Bu ne cür’et! Bunu söylemenin cüretkarlık olduğunu, Ahmed b. Hanbel de fark etmiş olmalıdır ki, şöyle söyler: “Ben bunu söylemeye cesaret edemem, fakat sünnet kitabı tefsir eder derim” (İbn Abdilberr, Cami, II, 1194) Evzai bu sınarda da durmaz, bu cüretkar söze bir cüretkar söz de kendisi ekler:

“Sünnetin Kur’an’a ihtiyacından daha çok Kur’an’ın sünnete ihtiyacı vardır.” (Age, II, 1193-94) Esasen bu söz Mekhul’ün sözüdür ve muhtemelen Hz. Ali’nin İbn Abbas’ı Haricilere gönderirken söylediği bağlama benzer bir bağlamda kullanılmıştır. Kendi bağlamı içinde anlamlı olabilir. Evzai bu sözü Mekhul’e atıf yapmadan kullandığı için, kendisine mal edilmiştir.

Bu zihniyet Kur’an’ın yetersizliği önyargısına dayanmaktadır. Allah’a ait sıfatları başkalarına yakıştıranların sorunu Allah’ın yetersizliği önyargısıdır. Onun için Allah’a ortaklar bulmuşlardır. Kur’an’ın yetersizliği önyargısına sahip olanlar da Kur’an’a ortaklar aramışlar, sünnet ve hadisi Kur’an’ın ortağı ilan etmişlerdir. Allah’a ortak koşmak bunu yapanı müşrik kılar, fakat Kur’an’a ortak koşmak bunu yapanı müşrik kılmaz elbet. Fakat bu durumun savunulacak bir yanı da yoktur.



http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_2129_24_sunnet-tasavvurumuz.html
 
Üst