süleyman hilmi tunahan HZ

kady

Üye
Katılım
17 Eki 2006
Mesajlar
52
Tepkime puanı
1
Puanları
0
buyrun

sanırım bu sekılde daha kolay olur saol arkadasım
 

boyabat

Üye
Katılım
30 Eki 2006
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ilgine teşekür ederim

sagol be kardeşim ilgi ve ala kana
 

Naile

Üye
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
allah sizlerden razi olsun... cok güzel
 

iskender

Üye
Katılım
4 Ocak 2007
Mesajlar
62
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ALLAH rahmet eylesin. bizlere inşallah şefaatçi olur.
 

yenibeyin

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
712
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.yenibeyin.com
allah kendi yolundan yürüyenlere rahmet etsin

allah bizi peygamberin şefaatine nail eyler inşallah zira şefaat edecek olan yalnız odur allahın izni ile
 

cafer67

Üye
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
. ALLLAH RAZI OLSUN KARDEŞ SON ZAMANIN MUCEDDIDI OLAN SULEYMAN HILMI TUNAHAN EFENDI HAZRETLERININ EVLATLARINA BUYUK BIR IYILIK YAPTINIZ :shake2[1]: ELINIZE SAGLIK
 

gumus_Tesbih

Paylaşımcı
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Konum
van
ULEMANIN GÖZÜYLE SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HAZRETLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi

Süleyman efendi’nin yakın talebelerinden muhterem Mehmed Emre hocaefendi anlatıyor: “Sivrihisar’da vazifeye başladığım sırada ziyaretime gelen Emirdağ Müftüsü Mehmet Oral’a iade-i ziyarette bulunmak üzere Emirdağ’a gitmiştim. Bahsi geçen zat beni birkaç gün misafir etti.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bu ilçede bulunduğunu öğrenince Kur’an Kursu öğreticisi Hafız İbrahim ile birlikte üstadı ziyarete gittik.Bu muhterem zatın ikamet ettiği ev, Kur’an Kursu’nun tam karşısındaydı.Sokak kapısından içeri girince elle yazılmış bir kağıdın kapısının arkasına raptedildiğini gördüm. Ve merak saikasıyla yaklaşıp okudum.

Üstadın ifadesiyle kaleme alınmış bulunan yazıda şöyle deniyordu: “Ben yaşlı ve hasta bir Said’im. Beni ziyaret etmek isteyenler kitaplarımı okusunlar.Böylece daha çok istifade ederler.”

Üstad Hazretlerinin hizmetinde bulunan Zübeyr, bizi görünce aşağı indi ve maksadımızı öğrenince kapının arasındaki kağıdı gösterdi. Ben “O yazıyı siz gelmeden önce okudum. Buna rağmen ziyaret etmek istiyorum. Kabul etmezlerse geri gideriz” dedim. Yukarıya gidip geldi ve üstadın huzuruna kabul edileceğimizi haber verdi, sevindim.

Odadan içeri girdiğimizde üstad,oturmakta bulunduğu karyolanın üzerinde iki dizi üzerine gelerek boynuma sarıldı. Ben de elini öpüp oturdum. Said Nursi hazretleri kendine mahsus şivesiyle ;
“Müftü deyince yaşlı,ihtiyar bir kimse tasavvur ediyordum. Sen gençmişsin. Kimde okudun?” dedi. Ben: “Süleyman efendi hazretlerinde” cevabını verdim. Bunun üzerine; Üstad, “Ben kendini görmemişem. Fakat manen tanırım. Ulema-i su İslam dininin şerefini ayak altına düşürdüler. Fakat o bunu minarenin şerefesi gibi yükseltti. Onu ve talebelerini okuduğum evradın sevabına ortak kılıyorum.” dedi.

Pırıl pırıl parlayan gözleri,zekasındaki fevkaladeliği yansıtmaktaydı. Bakışlarındaki maveralara uzanan bir ruh hasleti müşahede olunuyordu. Kemalatını aynelyakin müşahede ederek yarım saat kadar huzurunda bulunduktan sonra duasını ve müsaadesini talep ederek ayrıldım.”

(Mehmed Emre-Hatıralarım.s:55-56-Erhan yay.)

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur şöyle bir hatıra nakletmektedir:

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı?” diyerek dikkatle sordu. “Evet üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti?” Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla
“Kardeşim, Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. Allah rahmet eylesin.”

(Prof.Ahmed Akgündüz-Arşiv belgeleri ışığında Süleyman Hilmi Tunahan-Osav yay.)

Süleyman efendinin bendelerinden Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001'de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır;
"Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı.Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman efendi hazretlerine "Biz Said Nursi'yi nasıl bileceğiz?" diye sordum. "Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye'de en sevdiğim zattır" dediler.Yanından bir zat çıkıyordu,onu kast ederek "Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş.Ayağa kalkarak: "Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum" dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik:"Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz."

...Yine Arif beyin nakline göre Süleyman efendi şöyle buyurmuş: "Said Nursi'ye makamını bizzat Resulullah vermiştir.En yüksek dereceye çıkmıştır.Hz.Allah'ın ilham ettiği şekilde yazacak,onun hizmeti de öyle..."

...Halen Hollanda'da bulunan Abdullah Tekin hocaefendi de şöyle bir hatıra naklediyorlar: "Risale-i nurları okumakla birlikte çeşitli hocaefendilerimizden dersler de alıyorduk. Hacı Süleyman efendi hazretlerinden de uzun zaman ders aldık. Merhum bizim nurlarla irtibatımızı biliyordu.Bir gün yakın talebelerine; "Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleriyle aranızda zerre miktar bir ihtilaf çıkarırsanız huzur-u ilahide iki elim yakanızdadır...Abdullah evladımız iki yerden feyiz alıyor.Bediüzzaman hazretleri o vazife ile tavzif edilmiş, biz de bu vazife ile tavzif edilmişiz." buyurdu.
 

cafer67

Üye
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Haz. Üstazdan Malumat

Hasan Arıkandan
Ya abdellah u'budullah diye mersinden duyuyor.
Hz. mizin sesi gelince kulağına, gözleri yaşarmış. Hazretimiz İstanbuldan seslenivermiş Abdullah amcada alıyor. Bilahare İstanbul'a geldiğinde Efendi hazretleri buyurmuşki "Bazen sesleniveriyoruz, gelirmiş " "Geliyor efendim "diye boynunu bükmüş.
Öğretmen Ali efendinin okumasına Hazretimiz sebep olmuş. Bir Ramazan köylerinde kalkmışlar vaaz etmişler. Çok Feyizli olmuş. Bayram olmuş, cemaat bırakmak istemiyor "Ne olur bir kaç gün daha kalın "demişler. Bir kaç gün daha kalmışlar.
Efendi Hazretleri bir gün de çocukları toplamış. "Çocuklar, okuyun demiş" demiş. "Bakın biz okuduk Hoca olduk, Geldik köyümüze program yaptık, camiye cemaat doldu, babalarınız, amcalarınız hep geldi. Sermahvel kısmında anneleriniz, geldiler, dinlediler, memnun oldular. Anneleriniz börekler yaptı, çörekler yaptı. Tavuklar pişirdi bize gönderdi, ikram ettiler İşte okuyanlara böyle iltifat edilir. (Äöyle sağ cebinede vurarak) cebimizxde parayla doldurdular demiş. Okuyun çocuklar: Okuyanlara böyle dünya ahiret itibar edilir" buyurmuş. Teşvik etti. Bende o teşvik üzerine anneme ısrar ettim, ben okuyacağım" dedim diyor. Ali Efendi. Hoca olmuş, güzel hizmetler veren birisi olmuş. hatib, natuk bir hoca olmuş. 1944'de Kominist rejim gelince bir gün bir polis gelmiş, bir kağıt vermiş, Ali efendiye. Diyormuşki" Din afyondur, bundan sonra dinden hiç bahsetmeyeceksin, dini merasime hiç katılmayacaksın, dini faaliyette bulunmayacaksın. Ve sana bu tebligatımı kimseye söylemeyeceksin" demiş kapıda imzalatmış, geri götürmüş. Milletin, halkın haberi yok. Merasimler olurmuş.
Düğün, sünnet, mevlit merasimleri olur, Sohbetli, Ali efendiye oranın tanınan, bilinen hocası olunca onu götürürlermiş.
Bir kaç gün sonra bir at arabası ile gelmişler "Ali efendi, sünnet merasimimiz var. İşim var, suyum var desemde yok olmaz "dediler. Arabaya bindirdiler. Götürdüler diyor. Halkın haberi yok. Başlamış idareden bahsetmeğe işte idare şöyle idare böyle ona itaatdan, ona karşı gelmemekten bahsetmiş. Adamlar bilmiyorlar "yahu dinden imandan bahset demişler. Döndüm, hemen tevkif ettiler diyor. Geldiler hapise götürdüler diyor. Bir hafta orda kaldık. Mahkeme toplanmış. Birde türk varmış o müdafa etmiş" zorla götürdüler" demiş. "idareye karşı gelmeyin" demiş diye müdafa etmiş ve bırakın demiş bıraktılar. Kominist rejim geldikten sonra çok büyük kuraklık olmuş. Dini faaliyetleri de yasaklıyorlar. Kuraklık olduğu zaman, mevla rahmet indirsin diye yağmur duasına çikilir öyle kuraklık ki ekinler sararmış, solmuş eğer yağmur yağmasa Bulgaristan ambarlarına bir şey girmeyecek. Müslümanlar, bizlerden çok sıkışıklığa düştük. "Ya biz eskiden yağmur duasına çıkardık, şimdi müsade etmiyorlar.
zorlamışlar idareyi. "Müsade edin yağmur duası edelim "demişler. Hadi etsinler diye bir defalık müsade etmişler. İzin vermişler, kıra çıktık, onbinlerce müslüman dua ettik, önce istigfar getirdik. Giderken bulgar Popof, avukat varmış. Onu tanımıyordum, dükkanının yanında geçiyordum diyor. çekirdekten koministmiş. Yağmur duasına gittiğimizi görünce olaylı konuştu diyor. Güneşli havada yağmurlu olur yahu"dedi. Biz şemsiye filanda aldık diyor. bugar Popof oda gelmiş sonradan seyretmek için, Derken hocalarımız tevbe, istigraf getirtti. Hep beraber dua ettik, yalvardık. "Amin" dedirtmek için, höparlör yok, deynekle idare ediyoruz diyor Deyneği elimde kaldırıyorum, indiriyorum "Amin" diyorlar. Değneyi yukarı kaldırınca uzaktakilerde "Amin" diyorlar. Derken Cenabı Hak bir rahmet ihsan etti. Bulgaristan arazisinin tamamı kana kana suladı diyor. Seller aktı. Bulgar Popof'un dükkanınıda seller basmış. Sararmış buğdaylar yeşermiş mısırlar doğrulmuş milletin yüzü güldü diyor. Bir hafta sonra Bulgar Popof'un dükkanın yanından geçiyordum. Beni görünce "Abe (Abi) gel, gel "diye beni zorla yanına çağırdı diyor. "Abe demiş ben inanmıyordum ama, Allah var. Abe siz haksınız. siz müslümanlar dua ettiniz yağmur yağdı. Abe o telgfraf direği gibi yukardan aşağı kaldırıp indirdiğin şey neydi" demiş. Telgraf direği gibi görünmüş, deynek, "Abe o telgraf gibi şeyi nasıl kaldırıp indiriyordun " demiş. Hiç bozuntuya vermedim diyor. Bizde iman gücü var. "Doğru, doğru" dedi. diyor. "Abe o uzun adamı gördünmü 50 metre uzunluğunda, bacaklarının arasından insanlar geçerdi. Yeşil sarıklıydi "dedim. "O melektir, biz dua ettiğimiz zaman gelir " dedim. "doğru doğru "dedi diyor. "Ben inanmıyordum, ama şimdi inanıyorum Allah var, siz haksınız dedi diyor. Dört döndü diyor dükkanının içinde.
Dua deyip geçmemek lazım. Dua müminin silahıdır "buyurmuş Peygamberimiz.
Hz. Üstazımız "Hatm-i enbiya reddolunmayan dualardandır "buyurdu.
Hz. buyurmuşlardır ki "Biz evladımızın bütün müşkillerini hallederiz. yol üzerinde tereddüt kabul edilmez. (Eliyle işaret ederek) kesilir atılır". Äükr Allah'a tereddüdümüz yok.
Usulu fıkh okuyormuşsunuz. Mubarek Hazretimiz hep anlatırdı. Hazretimiz İstanbul'a okumağa gelirken, Osman Dedemiz üç nasihatta bulunmuş. Babası üç şey kavsiye etmiş, bizede nisahetdır. Birisi, İstanbul da parasız kalmak, ahirette imansız kalmak kadar zordur". Dina enaleyn (o kurusa olacağın birşeyi S kuruşa olmağa gayret et. tasavvufli ol, ölçülü ol. Diri bu. diğeri "ilminde kuvetli olmak istersen ilmi mantığa iyi çalış dininde kuvvetli olmak istersen usulü fıkh'a iyi çalış". osman dedemizin nasihatları.
hazretimiz bize öyle buyururdu. "Yarabbi bize ilim ver, feyz ver, nur ver. verdiğin ilmi ve feyzi kullarına yaydır yarabbi "diye isteyin buyururdu.
1952 senesinde Kısıklı da müsafirhanede Hz. Üstazımız bizi okuttuğu zamanlar, müsafir hanedeki sergi kıl kilimde. halı değildi.
Efendi Hazretleri umumiyetle sabahleyin Kısıklı camine çıkar, imam Hazretimizi görünce, cübbeyi sarığı tutarda. Umumiyetle hazretimiz kıldırır. bazende evladlarından ehil, münasib olan olursa onu geçirirdi. Namazdan sonra evlad, şerif okurdu, Avlad şerifi okurken önüne toplamak isterdik. Ona müsade etmedi. Herkes olduğu yerde iştirak eden, amin der. Dikkat çekmesin diye, Evrad-ı şerif okur. Gün doğmuş olur artık. Çıkarken bize derdik:
izhebu uhade mevhade sunae mesna Dire ikişer gidin, toplu camiden çıkıp birer ikişer gelirdik. Diğer binadaki arkadaşlarımızda gelir, müsafirhanede Hazretimiz derse başlatırdı. Umumiyetle saat bire kadar devam ederdi. Sabah yemeği yemeden. Bazende erkenden kalkar zeytin ekmek ne varsa, yahut çay içtiğimiz olurdu. Bazen geç kalmışızdır, oda mümkün olmaz. Saat bire kadar derse devam ederdi. Birden sonra öğle namazını kılardık. Namazdan sonra Hazretimizin Hane-i seadetlerine geçerlerdi. İkindiden sonra gelip yine okuturlardı. Akşam olmak üzereyken eve giderlerdi. Akşam namazından sonra yine teşrif eder, derse tekrar başlatır. Onbire, onikiye kadar devam ettiği olurdu. İşte Hazretimiz böyle geceleri gündüzleri okuturdu. 1952 de Hazretimizin yaşı 64'dü. O yazlarda ne azim ne gayret.
1954'de Hazretimiz beni Beypazarına gönderdi. Ali Erol Abinin yanına yardımcı olarak 40 kişi vardı o zaman Feizli günlerimiz geçti. Dersleri okurken saat 11'e kadar devam ederdik ihvandan birisi vardı Hacı Sofu diye. İstanbula alışveriş için geldiği zaman Hazretimizide ziyaret Efendi Hazretleri sormuş: "Hasan okutuyormu. "Evet, okutuyor hemde gece okutuyor efendi Hatta 11'e kadar okutuyor efendim demiş. Hazretimiz3 öyle gördüler, öyle yapacaklar" buyurmuşlar.
Hazretimiz bizleri 11'e kadar okuturdu. Hatta onikiye kadar okuttuğu olurdu. Hiç boş zaman geçirmezdi. Boşa harcaman harcatmazdı. Bizi ziyarete gelenler olurdu. Dersimizi bırakmazdı. Gelir, otururdu. "Hoş geldin, buyururdu, otururdu. Dersi bırakmazdı. Ders bittikten sonra onlarla konuşurdu. Zamanımızı zayi etmemek lazım. Onu en iyi şekilde değerlendirmek gerekir.

Hazretimiz öyle buyururdu"

Zaman tahsili uzatma zamanı değil, zaman sürat zamanıdır".
Zaman kaçıp kurtulacak zaman olmadı. buyuruyor. Ayeti kerimede Hz. allah. burayı izah ederken Hazretimiz öyle buyurdular:
Zaman uzun tahsil zamanı değil, belki zamanda sürat vardır. "Çünkü küfr yangını etrafı kasıp kavuruyor. Bir an evvel yetişip, o yangını söndürmek ve cevap vermek zamanıdır.
Hazretimizin en büyük kerametlerinden biri de ilim kerametidir. Eskiden bir alim 20 - 30 senede yetişirmiş. Ama Hazretimiz bir senede yetiştiriveriyor. Yine Hazretimizin himmetiyle öyle devam ediyor. Kısa zamanda 1 senede 2 senede din alimi yetişiyor. Çırpanlı Hocamızın tahsili 6 ay. Hatta daha az zamanda okumuş ama, akıl tartamaz diye söylüyemiyoruz işte Hazretimiz kısa zamanda ölmek üzere olan bir milletin elinden tutmuş, ihya etmiş.
Eskiden icazet iki alime dayanırmış. Hazretimizden önce, Bir zamanlarda alim azalmış, İkik Hoca efendi icazet verir olmuş. biri konya Hadimde muhammed Hadimi Hazretleri. Diğeride İstanbul'da Saçaklı Hoca Efendi. Bu ikisi yüzlerce, binlerce yetiştirmiş ve icazet vermiş. Üstazımıza kadar gelen ulemanın icazet kökü yâ Hadimdeki Muhammed Hadimi Hazretleri yada saçaklı Hoca efendiye dayanıyor. Üstazımızdan sonra ise hep Hazretimize dayanıyordu.
Saçaklı Hoca denmesinin sebebini hHazretimiz izah etmiştir. Tam derse başlayacağı zaman talebelerden biri ayağı kalkarmış. birine hürmet saygı gösterircesine Derse başlayacağı zaman hep böyle yaparmış. Birgün Hocasının dikkatini çekmiş. Birazda canı sıkılmış.
"Mehmed neye böyle kalkıyor, oturuyorsun" demiş. Demişki"efendim, Hızır (a.s) teşrif ediyor da, onun için kalkıyorum" demiş. Hızır (a.s) gördüğünü söyleyince, hocası demişki, "Hızır (a.s) sor, sen görüyorsunda, ben niye göremiyorum sormuş. Hızır (a.s.) demişki."Hocan derse geleceği zaman, aynasının karşısına geçer, sarığını şöyle düzeltir, böyle düzeltir. Ondan sonra derse giriyor. benim ona görünmemem için onu bu hal: kâfidir" demiş. Ondan sonra bir daha aynanın karşısına geçipte düzeltmemiş öyle giymiş. sarık saçak saçak olmuş. tel tel sarkmış. Ondan sonra kendisine saçaklı hoca efendi demişler. ben Hazretimizden bunu dinledim.
Hazretimize kadar gelen ulemanın icacet kökü ya konya'daki muhammed Hadimi Hazretlerine yada Saçaklı Hocaya dayanırmış. Hz. Üstazımızdan sonrada bütün ulemanın icazet kökü Hazretimize dayanıyor.
Gurur, benlik diye bir şey yoktur. Çok Mahfiyetli idiler. ben her ikisininde kerametine şait oldum. Konyalı Kamil Evliya (torun) eski konya ulemasından alim Fazıl bir zatdı. Müderrislik yapmış. medreseler kapandıktan sonra, Manifatura dükkanı açmış İstanbul'a aliş veriş için gelmiş. Dönerken trende çırpanlı Hoca efendi ile Refik Akçalıoğlu Abiye rastlıyor. aynı kompartımanda iki gençler o zaman. Kamil Evliya yaşlı. bu gençler kendi aralarında konuşuyorlarmış. İlmi mevzulara gidiyorlar. Çok derin mezulara giriyorlar. Gayet güzel hallüfası edip çıkıyorlar. Kamil evliyada kulak misafiri olmuş merak etmiş. Yaşlarına başlarına bakmış, genç, Fakat okudukları ilim 20 - 30 senelik ilim, bu yaşta bunlar bu ilmi nasıl elde ettiler diye, uzun müddet merak etmiş. En sonunda dayanamamış, "Ben" demiş" konya ulemasından kamil torun, sizi bir hayli zamandır dinliyorum. Çok derin mevzulara giriyor, çok güzel hallediyorsuinuz. Gerçekten alim olmuşsunuz. Ama bu yaşta bu ilmi yereden aldınız ben bunu merak ettim" demiş. "biz sizin müzakere ettiğiniz ilmi 30 senede okuduk "demiş Çırpanlı hoca efendi demişki:" bizim Istanbul'da üstazımız var, manevi bir zattır. Himmetleriyle, teveccühleriyle bizi okuttular. deyince, "İşte bu olur " diyor. bu manevi bir himmet işidir. "Bana da tarif edin. o zatın adresini verin. Gideyim bende intisab edeyim" demiş. veriyorlar adresi Kamil Evliya Afyondan trenden geri dönmüş Kamil efendi orada Konyalı arkadaşlarına "benim eşyalarımı evime götürün, ben burdan dönüyorum" demiş. Doğru dönmüş gelmiş Hz. üstazımıza Arzuhalde bulunuyor, intisab ediyor. Teslimiyet külliye ile teslim olmuş. Tereddüd etmeden, yutkunmadan, Hazretimiz ço memnun olmUş. Ne olsa da Zahiri ilim ihsana gurur verir. Bir şey bilmiyorum diye bir varlık gelebilir. Ama Kamil Evliya tam bir mahfiyetle teslim olmuş intisab ettiği anda evliyalık verilmiş. O gece Hazreti Üstazımız tüm rühaniler tebrik etmişler. Tüm turuku aliyye mensupları. Mevleviler, Rüfailer, kadiriler ilk Ali baba varmış. O sabahleyin erkenden Hz. Üstatazımıza gelmiş. "efendim ne var" demiş. hazretimiz "ne var Ali Baba "demiş bilmez gibi Ali Baba demişki "Ben bu gece gördümki bütün turuku aliyye mensupları seni ziyaret ediyorlar, tebrik ediyorlar. Yedi kat hane-i seadetinin etrafını çevirmişler. Sana bir şeyi tebrik ediyorlar, neydi O"demiş. Hazretimiz "Konya Ulemasından Kamil torun geldi, bize teslimiyeti, külliye ile teslim oldu. Ben ona evliya derim Ali Baba"buyurmuş. "Bende evliya derim "demiş Ali Baba Ondan sonra evliyalık verilmiş.
Eski arkadaşlarından imam İsmail Efendi vardı. Hazret onu okuturken biz geldiğimizde sizde o Arpacılar Camiinde imamdı buyurmuşki: Hazretimiz "hadi seni Fatih'e imam yaparız "buyurmuşlar. belki Hafız İsmail'in içinden geçmiştir. Fatih nerede, ben nerede, çünkü o zaman Fatih'e ezkiden kalan kurralar Hafızlar var. Selatin Camiilere herkesi imam vermezler. Neyse oradan zaman geçiyor. 10 sene sonra Fatih'e imam olarak tayini çıkıyor. Ve Hazretimize gelimş, hayretle "Efendim Fatih'e imam yaparız buyurmuştunuz, zaruretli. Fatih'e imam tayin olundum "deyince, Hazretimiz buyurmuşlar "daha evvel olacaktı ama, senin teslimiyetin biraz zayıfta, onun için 10 sene bekledim " buyurmuşlar.
Abimiz öyle buyurur "Bizim yolumuzda mutlak teslimiyet ve itaat esastır".
Hazretimiz "bu yolda ana baba dinlenmez buyurmuş. Hazretimiz İsmail şanlı hhocayı Urfa'ya göndereceği zaman, babası oğlum biz yaşlandık artık, yanımızda yakınımızda olsanız "demiş İsmail şanlı hocada Hazretimize "efendim babam böyle diyor "deyince Hazretimiz oğlu, bu yolda ana baba dinlenmez". Ve gitti Urfa'ya. Babası öyle diyor diye Hazretin verdiği emri ihmal edemezdi, etmedide, Bize her nerede vazife verirlerse koşarak gedibildikmi, kazandık.
Nitekim Hazretimiz birara Tekamül grubu Kardeşlerimizi Cumayerinde toplamıştı. benide orada vazifelendirmişti. İstanbul'dan haber gönderirdi. Hazretimiz. "Hasan Rize4ye bir talebe göndersin". Göndeririz "Afyon'a, Dazkırıya bir talebe". Göndeririz Maraş'a Afşine" Göndeririz her nereye denirse.
Gelen kardeşlerimizde sevinerek gidiyor. Gittikleri yerde aylık, maaş yok. talebeyle beraber yiyip, içerek talebeyle yatıp kalkacak. Biletini alıyor gönderiyoruz köyün ağası vardı. Hacı Ahmet diye. Okuduğumuz binayıda Overmişti. O binada kurs devam ediyordu. Benim haberim yokken, o giden kardeşlerimizi birer birer yoklamış demişki "Sen Rize'ye gidiyorsun amasen konyalısın. Buğday ekmeğine alışmışsınız. Orda mısır ekmeği yiyeceksin "mısır ekmeğide yerim, çavdar ekmeğide olsa. Nereye gönderirlerse giderim demiş. Birine demiş "Sen şorka gidiyorsun "şark olsun garb olsun giderim". Öbürüne sen köye gidiyorsun "Köy olsun, şehir olsun giderim Hazretimiz vazife vermiş, ne multu " diye koşa koşa gidiyorlar. Hacı Ahmet hayret etmiş, Kardeşlerimizin bu bağlılığına ve itaatına. Efendi Hazretleri teşrif buyurmuşlardı. Hazret teşrif ettiği zaman, hacı Ahmet hayretini izhardan kendini alamamış. Hazretimiz akşam onun evinde müsafir kaldı: " Efendi hazretleri: ben hayret ediyorum, senin evladların sana bağlılığına "dedi. "Sen İstanbul'dan emir gönderiyorsun, Hasan bir talebe göndersin Rize'ye, gönderiyor. şuraya gönder diyorsunnuz, gönderiyor.Hasanın haberi yokken ben gönderdiği talebelerle birer birer konuştum, onları yokladım, dikiz ettim. Sevinerek, koşarak gittiler. Ben senin evladlarının sana bağlılığına hayret ettim. "deyince, Efendi Hazretlerinin gözlerinden yaşlar boşaldı: "Elbette" dedi. "Bizim evladlarınız bizleri annelerinden, babalarından daha fazla dinlerler. Anne ve babaları onların dünyaya gelmelerine sebeb-i zâhiri oldu. Biz ise onları bu âlemden aldığımız gib, âlem-i Berzahtan, mahşerden, sırattan geçirip, cennet ve cemâl-i ilâhiyeye kadar götüreceğiz" buyurmuşlar. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı. İşte bu sözler bir teminattır, garanti belgesidir. Yolumuz çok bükyük, biz küçüğüz.
Bir ara usul okuyorduk. Miratül usul okutuyordu. Efendi Hazretleri bir ara dersi kesti ve "evladlarım, okuduğunuz bu kitapların musannıflarının eczâ-i asliyyesi, atomları toprak altından, cühleri âlem-i berzaktan sizle nâzırdır. ayağınıza denk olun. Pek büyük envara mazhar olacaksınız." bu yurdu. Yanarak, eriyecek konuştu. Hazretimiz hep manevi büyük zatların eserlerini okutmuştur. Hepsi birer evliya kitabıdır. şu talebeler bir an evvel yetişsin diye sizlere nazırlar.
Kaemine yüz binlerce şükürler olsun. Hazretimiz yeri gelir, Allah'a teşekkür saaedinde şöyle derdi "Zâtının, sıfatının, esnasının, efalinin hududsuzluğunca şükürler olsun." Sadace diller şükr kafi değil. Bazen teşükkür namazı kılmalı.
Necip fazıla büyük doğuyu Hazretimiz çıkartırmış. Valide Sultanımız ki: İzmirin bergama kazasından bir Çerkez beyinin kızıymış. imkanları olan birisimiş. Kadıköyde bir evi varmış. satmışlar. 6000 lira ya, o zamanın parasıyla Nacip Fazıl'a vermişler, Büyük Doğu Gazetesini çıkartmak için. Hz. Hatice Validemiz Peygamberimizin yolunda bütün servetini harcadığı gibi o da bu yolda herşeyini harcamış.
Nacip Fazıl Abdülhakim Arvâsiye bağlıydı.
Bir gün babam şunu anlattı. Gece rüyamda, Resülullah Efendimizi gördüm. Resülullah Efendimizin ayağının biri kopmak üzereydi. Vucuduyla çok cüzi bir irtibatı vardı. Resulullah böyle bir hastalığın verdiği izdivaçla hasta vaziyette yatıyordu. Hemen çöktüm, kopmak üzere olan yaralı bacağını dilimle yalamayabaşladım. Ben yaladıkça Resulullah efendimizin yarası üzerinden gitmeye, ayağı iyileşmeye başladı. Nihayet Resulullah ayağı kalttı. Benim bu çalışmamdan, o kadar memnun olduki, Resulullah efendimiz beni bir dertten kurtardın diyerek, bana iltifat etti diyor buyuruyor.
Sonra Hazreti Üstazımız bu rüyasını anlatarak, Resulullahın kopmak üzere olan ayağının Asırlarca İslam'a bayraktarlık yapan Türkiyeyi teksil ediyor. Nerdeyse bu bacak kopmak üzereydi. Yani türkiye İslam âleminden kopup, bir İslam dıyarı değilde, bir küfr diyarı olacaktı. Ama çalışmalarımız, gayretlerimizle Türkiye Küfr devleti olmaktan kurtuldu. Bir İslam devleti olarak devam etti. Bu şekil izah ettişler. İşte biz böyle bin Vatan toprağı üzerinde bulunuyoruz.
Hazreti Üstazımız bir gün bir evladına "gel evladım, ehâvâtımızdan birisi vefat etti. Taziye için evlerine gidelim "buyurmuşlar. Edirnekapı tarafından bir eve taziye için gitmişler. Taziye meclisinde şöyle buyurmuş: "Bu kızımız daha önce bize haber göndermiş, ne olur Efendi Hazretleri teşrif buyursunlar, ısrarla... Bende geldim. Bana şöyle bir şey anlattı: "Efendim ben bir rüya gördüm ısrarla sizi istememdeki sebebde buydu. Rüyamda gayet berrak birgün yaşıyordum. Güneş gayet parlaktı. Fakat güneş birden kayboldu. kısa bir süre sonra kaybolan güneş geri geldi. Bu arada sizde Yedi tane kandil yaktınız Tesiri altında kaldığım böyle bir rüya gördümdedi. Bende güzel bir rüya gördüğünü söyledim. Esasında onun görmüş olduğu rüya şuydu diyerek, orada tabirini yapmışlardı. Dünya hayatında iken o, gönüller âleminin şemsi hakikisi olan merkezi muhammediyyeye irtibatlı olarak dünya hayatını yaşadı. Fakat o güneş battı, yani o dünya hayatı bitti. İkinci güneş ise onun ahiret hayatıydı. Ahiret hayatı dünya hayatından daha berrak ve çok daha güneşli. (Bu arada siz yedi kandil yakmışdınız diye) Bize mensud olan bütün evladlarımızın bu âlemden göndermeyiz "buyurmuş Hazretimiz. "O evladlarımızında bir kandillerini yakıpta gönderdik" buyurmuş. Letaifleri nurlandırarak, letaifler gerekli sermayesini olarak gidiyor. Mazhar olduğumuz büyük biri sermaye, büyük bir var.
Yine gönderilen Ablamızın sohbetinin arasında Rahmetli Ali Dayımızın Hazreti Üstazımızı nasıl bulduğunu anlatıyor. Ablamız, Ali Dayı bir kitap okumuş. O kitapta Mehdi alehi'e-selamın vasıflarını okumuşlar. kolunun çok uzun olacağını okumuşlar. Zihni bununla meşgul olmuş. Uzun kollu Hz. mehdi aramağa başlamış. Eminönün'deki Yeni Camii de Hazreti Üstazımızı dinlemişler. Üstazımız vaazdan sonra çıkarken Ali Dayıya Mehdi alehi's-selimın kolun uzun olacak değilmi diye" bir söz söyleyerek oradan ayrılmışlar Ali Dayımız sonradan farkına varıyor. Benim Ali Dayı olduğumu nereden biliyor. Ve benim zihnimin bununla meşful olduğunu nereden biliyor, diyor ve bunda bir iş var diyerek, Hz. Üstazımızı aramaya başlıyor. Ve nihayet bir kardeşimiz ona aradığını göstereyim diyerek, Kasımpaşa'daki büyük Piyale camiine götürüyor. Ve Hazretimiz Ali dayı Ali Dayı bizim tasarrufumuz dünyanın öbür ucuna kadar uzanacaktır." İşte Hazretimizin tasarrufu kasdedilerek, kolunun uzunluğu ifade ediliyor.
Eminönü'nden Üsküdar'a gelecekler. Fakat araba vapurları saat itibariyle müsaid olmadığı için, bir motora Fakat motorda motorcuyla beraber, Hazretimizin yanında bir başka kişi var. şöyle motor denize biraz açıldıktan sonra, üçüncü şahıs, çıkarmış bir çalgı, hem çalmağa hemde söylemeğe başlamış. Hazreti Üstazımızı tanıyan motorcu bir hayli mancup olmuş. Demişki: "yanında bir hoca Efendi var, bırak, söylemeyi "diye. Adam söylemeğe ve çalmağa devam etmiş İkinci defa yine ikaz etmiş. Yine devam etmiş. Üçüncü defa yüksek perdeden çalınca, tekrar ikaz etmiş. bunun üzerine Hazretimiz motorcuya müdâhale etmiş. "evladım yok yok, sen kendini sıkıntıya verme! Bizim âlemlerimiz başka. alemimizdeyiz, oda kendi aleminde" buyurmuş.
Hazreti Üstazımız öyle buyurmuş" Bazı ahmaklar vardırki, sivrisinek misalidir. sivrisinek çınar ağacının yaprağına konardı, dermişki: "ben olmasam bu çınar ağacı yıkılır. Çınar ağacını ben tutuyorum" dermiş. Hizmetlerde bize ölçü olarak söz. Ben sizlere tasarrufla alakalı Hazretimizden bir hatıra nakledeyim. Hz. Üstazımızı takibler birini vazifelendirmişler. Bir subay takib ediyor Hz. Üstazımızı birgün" gideyimde erken Süleyman efendi Hz.lerini dinleyeyim" demiş. Konuşmalarını güzel not alayım demiş. Gelmiş camiye Hz. üstazımız vaaz ediyor. Eyvah yine geç kaldım" demiş.
Biraz sonra sohbet bitmiş. Namaz kılınmış. Hazreti Üstazımız camiden çıkıyor. subay arkasından devam ediyor. Hazretimiz Edirnekapı şehitliğine geliyor, subay arkasından geliyor. subay öyle bir manzara ile karşılaşışorki, muazzam bir meclis, dünyada o meclisde bulunan insanlar gibi insanlar germemiş. Ama birini takiple vazifeli. Onu takip edecek, öyleysealdığı emrini yerine getirecek. O mecliste konuşmalar devam ediyor, kararlar alınıyor. Divanı Salihiyn toplanmış. Bir ara Hazretimiz birden celallenerek "Hidlere hadini bildirmenin, dur demenin zamanı geldi" buyurmuş. Oradan ayrılmışlar. şehitlikten dışarı çıkınca bakıyor, Subay arkasından geliyor." Subayım, bubayım raporlarını güzeltut. Dünyayı sizmi idare ettiğinizi zanneduyordunuz." Dünyayı kimlerin idare ettiğini anladınmı" diyor, subay titremeğe başlıyor."Aman Efendi bugüne kadar sizinle alakalı en küçük aleyhinize rapor tutmadım. Hakkınızdaki bütün raporlarım müsbettir" der. bu subay albaylık devresinde yayınlanan bir gazetede Hz. üstazımızın ismini vedmeden bütün gördüklerini orada yazarak başlığınada "Dünyayı biz idare ediyor zannederdik."
Abimiz öyle buyururlar" bu yolda yorulmadan, terlemeden üzülmeden himmet alırım diyen, bol bol hava alır" diyorlar. Demekki bu yolda yorulacağız, terleyemeceğiz, üzüleceğiz, bütün bu gayretler neticesinde himmet olacağız Himmet bizimle olacak.
Çatalcada müezzinlik yapmış Muhiddin amca var. O anlatmış."Ahmet Efendi gidelim, Hz üstazı ziyaret edelim" demiş. "Gidemiyeceğim Muhiddin Efendi, Hz. üstaza selam söyle demiş. Muhiddin Amca gelir, Hz. Üstazımızı sorar" Muhiddin evladım, Efendi oğlu Ahmed evladım ne yapıyor" "Efendim davet ettik, gelemiyeceğini söyledi, mazeret beyan etti.
"Evladım ona selam söyle,o,30 senede bizimle irtibat kurmasa da , biz onu bırakmayız evladım, bırakmıyacağımızı ona söyle" buyurmuş
Bur gün mübarek Peygamberimiz efendimiz çok üzgün ve hasta olduğu halde bir yerde oturuyormuş. Sonra babam içeriye girmiy ve Peygamber efendimizin dizinin dibine oturmuş:" Ya resulullah, neyiniz var, niçin böyle üzgünsünüz" diye sorduğu zaman Peygamberimiz:" Oğlum, çok hastayım" diyerek dizini işaret ediyor. Babam Peyfamberimizin dizini açıp, birde bakıyorku, dizinden aşağısı kopmak üzere, Sadece bir deri tutuyor, o derece incelmiş. Babam bunu görünce çok üzülüyor Ve Hemen şu dili ile yalamaya başlıyor. Ve diliyle yalaya yalaya Peygamber Efendimizin o kopmak üzere olan dizini aynen eski haline getiriyor. Sonra Peygamberimiz" aferin evladım, beni eski helime sen getirdin, şimdi çok iyiyim artık" buyuruyor.
İşte babam, bu rüyasını anlattıktan sonra
"anladınızmı kızım" deyince, bizde" Eveanladık ama babacığım, birde siz anlatırmısınızş dedik. şöyle anlattı:" Peygamberimizin bütün vucudu islamiyeti teşkil eder. O kapacak olan dizi de türkiye idi. O zamanlar burası artık İslamiyetten ayrılmak üzere idi. İşte babam dizini yalaya yalaya yani okutu dizini iyileştirdiği gibi, Türkiye'yide eski haline getirdi.
Eskiden ben şurdan hatırlıyorum. Birgün babamla bahçede Kur'an-ı kerim okuyorduk. Sonra bir baktık, evimize polisler geldileri. Meğer karşımızdaki komşu buzi ihbar etmiş." evde Kur'an-ı kerim okuyorlar diye, Yaptığımız bir suç olsa hem etrafdaki çocukları toplasakta okutsak hadineyse oda suç değil ama, bir babanın kızını okutması yasak. Hiç kimseye zararımızda yok.
Babamın çok ilmi vardır. İki üniversiteyi bitirdi.
Babamın okuttuğu yeri göreceksiniz. şimdiki şehzadebaşı camiinin iki iki pencereli bir oda vardır. Orada okuturdu. İçerisi rutubetli, kenarlardan sular damlıyor, işte burada okutuyordu. Evde okutması mümkün değil. Zaten Kur'an-ı kerimi okumak bile yasak değildi arapça. İşte o odada bir çok talebe okuttu.
Oraya giderken hergün" babacığım, bugün yorgunsunuz, hasta gibisiniz, gitmeyin babacığım. Hem sizi şikayet ederler, yakalarlar" dedikte, o yumuşak huylu olan babam, işte bu mevzuda sertleşir ve" Hayır, ben bu manevi görevle vazifelendirildim, hiçbir kimse buna mani olamaz" der ve yine giderdi.
Giderken bazen hasta ve ateşli olurdu. Ama döndüğünde hiç bir şeyi kalmazdı." Aa babacığım! siz çok ateşliydiniz, ne oldu size" deyince," benim bir şeyim yok, oraya gidince iyi oldum" derdi.
Babam" ileride her yer kız talebeler ile dolacak kızım" derdi. İşte şimdide öyle oldu.
Babam ben küçükken 20 sene ömrü kaldığını söylemişti. Ben ağlamaya başladım. O kadar çok ağlıyorum ki, babam beni susturmağa çalışıyor. Bana" kızım aranızdan ayrılacağım ama seni bırakmayacağım, nereye gidersen senin yanındageleceğim" dedi. Ben" hayır, inanmıyorum. Oraya gidince bizi unutursun, beni teselli etmek için böyle söylüyorsun" diye ağlamayadevam ettim. Babam yemin etti" her yerde senin yanında olacağım. baba dediğin anda geleceğim" dedi. şimdi öyledir. Her zaman yanımdaş Otururken, yerken, içerken, gezerken bile onlarla beraber olurum. Yediklerimden hep onlara da veririm. Biryere gideciğimde gidelim, gitmeyelim diye konuşurken babam hemen gelir, daha gitmeyecekmiyiz" diye önüme çıkar. İşte böyle hep beraberiz.
Ben babamın çok kerametlerine şahit oldum. Babam evde iken dünyanın dört bir yanındaki savaşları takip ederdi. Radyolardan ne olmuş" diye dinlerdi. "Babacığım, ne yapacaksın oradaki savaşları" derdim. "Olurmu kızım, orada müslümanlar savaşıyor derdi.
Hiç unutmam, babam o sıralar Endonezya savaşını takip ediyordu. Birgün dışarıda Gazeteci bir gazete getirdi. Birinci sahifesine bir baktım ki, Endonezya savaşı sonuçlanmış ve müslümanlar kazanmış. Liderlerin resimlerini koymuşlar. En başta babamın resmi var. Hemen içeriye girdim ve gazeteyi anneme gösterdim. Annem de çok şaşırdı. Sonra babama götürdüm. Babam baktı ve o gazete ortadan koyboldu. Babama "babacığım, gazeteyi okumamıştım, şurasına bakacaktım" diye sordum. Babam, ama bulamadan Halbuki o gazeteyi saklayacaktım.
İşte babam böyle manen savaşlara giderdi. Bir gün yine sabah kahvaltı yapacaktık. Annem, babamı yukarıdan çağırmamı söyledi. Çıktım ama babamı, bulamadım. Anneme" anneciğim babam yukarıda yok"dedim. Annem" kızım oradadır, gağir" derdi.Amam babam odasında olmazdı. Biraz sonra baktıkki babam üzeri param parça, toz toprak içerisinde geldi. "baba, buhalin ne, ne oldu sana" dedim. babam" Kızım bu se1fer küffar öyle azmışki, onları yeninceye kadar bu hale geldim" dedi.
Babama çok müsafir getirdi. Hepsine hizmeti ben yapardım. Onların çaylarını verirdim. Onlar geldiğinde babam beni çağırırdı." Ferhan gel kızım, bugün müsafirlerimize çay vermeyecekmisinş" derdi. Bende" kaç kişilik" diye sorardım. Kaç kişilerse ona göre çay doldururdum. Babam bana eli ile çayları nereye koyacağımı işaret eder. Bende tek tek önlerine koyardım. Hep üçer bardak içerlerdi, ne bir, ne iki, hep üç. Tabi ben onları göremezdim, ne olursun bir defa göreyim' diye. babam da "çokmu istiyorsun, peki o zaman gör" dedim. Bende ogün onları görürdüm. Babam görmeden, onları göremezdim. Ama onların gelişini hissederdim. kapıdan girerlerken bir rüzgar gibi geçerlerdi. Oradan kaç kişi girdiğini bilirdim.
Babam bazen müsafirleri ile aşağıda veya başka yerlerde buluşurdu. Bende" babacığım bugün müsafirleri görmeyecekmiyimş" dediğimde "bugün şurada görüştük" derdi. Bende bugün onlara hizmet edemediğim için çok üzülürdüm." babacığım onları bir dahasında yukarıya çıkarda ben isez hizmet edeyim, çok seviniyorul" derdim. babam" öylemi kızım, Peki yarın buraya gelirler, sende hizmet edersin" derdi ve sonra" sen onlara hizmet ettin, bütün dünyada sana hizmet etsin kızım" dedi.
İşte bakın biriniz çayımı, biriniz meyvemi getiriyorsunuz, Evet sevdiğin bir kimseyi hizmet etmenin ne kadar güzel olduğunu bende biliyorum. Çünkü onu bende tattım. Allah razi olsun kardeşlerimizden.
İşte ben bütün büyüklerimizin çoğunu hatta hepsini gördüm. Aynen sizleri şu anda nasıl görüyorsam onları da aynı öyle gördüm. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir efendimizi, Hz. Musa, Hele Hızır (a.s) o artık kapımızdan hiç eksik olmazdı. Peygamber Efendimiz hepsini gördüm diyebilirim.
babam bir şeyi söylerken sanki bir sinema şeridi gibi önünden geçer, okuyarak söylerdi.
Her Ramazan-ı şerifte Mehmet'in ve Gülderen'in hatimleri olur, Onları yaparız. Bu Ramazan da da Gülderen'in ki kadir gecesinde oldu. Mehmet'in ki kalmıştı. Onlarda çocukluktan beri hep dualarını hep bana yaptırırlar." Oğlum sizde biliyorsunuz, siz yapın" derim. "Hayır anne, seninki gibi olmuyor" diye hep bana yaptırırlar. İşte o son günde hatimi yapalımmı, yapmayalımmı diye konuşuyorduk. Daha konuşurken yanımıza gelmeğe başladılar.Halka doluverdi. Annem, baba, ablam daha kimler kimler, Neyse hatime başladık. Amane hatim, ne hatim, Her yer dolup taşmıştı. Onlar görmüyorlar tabi. sHatim bitti, hepsi dağıldılar. Amam Babam, annem, ablam halkadan kalkmıyorlar. Pepimiz oturduk, kaldık. Sonra Mehmet benim birşeyler hessittiğimi anladı. Ve "anne namaz olmuştur herhalde, kalkalım mış dedi. Bende" tabi evladım kalkalım dedim. ve namaz durduk. Önde imam yerinde mehmet, arkasında ben, sağında şermin, solumda da Ali Han namaza başladık. Biz tam sünnetini kılıyorduk. torunu Fatih'te vardı. Daha 3 yaşında. Biz namaz kılarken oda etrafta dolaşıyordu. Sonra arkamdan bir sesler duydum. Meğer bizim Fatih arka tarafta sürgülü bir çekmece vardır. Ben bile onu açamam, onu açmağa çalışıyor. Sonra açtı ve içinden tam dört tane seccade çıkardı. Birini Mehmet'in sağına birini soluna, birinişermin'in yanına, diğerini de Ali Han'ın yanına serdi. Ama nasıl, bir seriyorki kağıt gibi, o kadar düzgün. Bunları yapan 3 yaşındaki bir çocuk. Sonra biz namazın sünnetini bitirdik. Birde baktım ki Mehmet'in bir yanına babam geldi, durdu. Diğer tarafında genç bir delikanlı, 15-16 yaşlarında. Ama çok güzel. Arkadan kim olduğunu bilemedim. şermin'in yanına annem, Ali Han'ın yanına da ablam geldiler. Ben o genç delikanlıyı merak ediyordum. Selvi boylu çok güzel biriydi. Sonra biraz bana doğru tebessüm ederek arkasına döndü. Bir de ne göreyim, tıpkı annem, neredeyse "anne3 diyecektim. Bizim Faruk büşümüşte o gelmiş. Birdenbire mehmet'e "oğlum yanında (büyümüş de gelmiş) dayın var" demişim. O da "Aa! diyerek baktı, çok şaşırdı çocuk. İşte o gün hep beraber teravih namazını kıldık. Namazımızı tamamladık, ama hâlâ yerimizden kalkamıyoruz. O ne muhteşem namazdı. torunum Ali han bile bana" bu namazı tekrar kılsak olmazmı, kalkasım yok" dedi.
İşte böyle muazzam bir namaz kılmıştık ki hiç unutamam.
Muhtereme Ablamızın sohbeti.
Yine Bir defasında "görüyoruz ki bazıları vazife aldığı halde hizmetlerine, vazifelerine devam edemiyorlar. Bundan çok korkuyoruz. Devamı için ne yapmak lazım diye" sormuşlardı. Cevâben öyle buyurdular"evladım bu kolay değildir, ancak gecelerde icabet saatleri var. O saatlerde çok iltica edersiniz" buyurarak, bunun iltica ile mümkün olacağını ifade buyurmuşlardı.
Efendi Hazretlerimizin hayatında yakınen muttali olduğum gece hayatını görmek bize nasip olmuştur. 1957 yıllarında Ankara'da 10 gün beraber kaldık. Beypazarında Hacı Baha Bey Abimiz Hazretimizi davet buyurmuştu. O davete üstazımızla beraber gitmiştik. İki gece evinde beraber kaldık. efendi Hz. nin gece hayatına muttali olmak nasib oldu. Bizler evladı olarak Hazretimizin gece hayatını bir sünneti olarak kabul eder, gereğini yapmamızda Fayda vardır. Ben öyle muttali oldumki saat yarımdan sonra istirahata geçilmişti. Fazla uyuduğumu tahmin etmiyorum. Gözümü açtığım zaman Efendi Hazretlerimizin namazla meşgul olduğunu gördüm. Bizde kalktık, abdest aldık, teveccüd namazını kıldık. Vazifeyi okuyoruz. Sabaha kadar murakabe halinde kaldılar. İkinci akşam yine yataklar hazır olmuştu§. "Evladım ben ihtiyarım, uyuyamıyorum siz istirahatınızı yaparsınız" buyurmakla yine istirahata geçmiştik. Gözümü açtığım zaman yine meşgul olduklarını gördüm. Talimata uymak arzusuyla hayli muhasebe ettim. Neticede bizde kalktık vazifemizi okuduk. O günde yine sabaha kadar beraber kaldık. Efendi Hazretlerinin bizleri bu şekilde beraber tutmasındaki himeti sonra anlamış olduk. Evladım Nusret gece hayatımızıgörsünde, bizi görmüyen evladlarımıza bu hayatı anlatsın diye bize beraber tuttuğunu tahmin ediyorum. Öyle olması lâzımdır.
1954 yıllarında Kısıklıdaki Çamlıca Palas inşaatımız devam ediyordu. Bizde o inşaatda çalışıyorduk. Çalışmak zamanında çok hallere müttali olduk. O inşaatın devamında bazı kardeşlerimiz "biz okumağa geldik, çalışmağa gelmedik" diyerek, çalışmaktan imtina etmişlerdi. Çalışanlar içinde Muhterem Abimiz "efendim talebeleri çalıştırmayalım, haricen işçi getirelim" diye teklif ettiği halde, Efendi Hazretleri "çalışacaklar feyz alacaklar" buyurarark, feyz almanın vesilesi olduğunu ifade buyurmuştu. Son betonu atmıştık. Talebeler yine çalışıyor sabahleyin 9.30 civarında, Efendi Hazretlerinin müsafirhanede oturduğunu gördüm. İçerimden huzuruna girmek iştiyakı doğdu. Huzuna girdim. Yarım saat kadar huzurunda kaldım. O kalışımda o inşaatın hangi hikmete mebni yapıldığını bana anlatıyorlardı. Buyurduları "evladım bizi tanımayanlar, anlamıyorlar böyle bir arzumuzun olduğunu tahmin ederler. Oysa bizim atırımızdan böyle bir şey geçmiyordu. Düşünmüyorduk. Ferhan ablanızın rüyasına Mahmud-u Hüdâ-yi Hz.'leri geliyorlar ve binanın resmini gösteriyorlar, "Kızım babana selam söyle, pirandan bu kendisine hediyyedir, bunu yaptırsınlar. Ablamız anlatıyorlar bu rüyayı ancak devir buhranı olduğu için tehir ediyorlar, Gördümki buyurdular, bina vucut bulmuş, piran çatıyı kapatıyorlar. Ali Dayı da onlara destek veriyor. Bunun üzerine karar aldım. Temele kazmayı vurdunu, 93 günde bu hale geldi. Bu bina çok hizmetler verecek. Ve bugün çalışmayanlar, elbet o gün ağlayacaklar" buyurmuşlardı. Çalışanlar imtihanda muvaffak oldular, onlar hizmette hayat boyu kalırlar diye buyurmuşlardı. Biz bunu gördük. O gün çalışmayanlar hizmetten uzak kaldılar. O günlerdeki o hayat aynen Peygamberimizin Mekke-i Mükerreme devri gibiydi. Nice sıkıntılı anlar geçiyordu. Hatta bir defasinda fırında aybaşı hesabı verilecek, bunu verecek imkân olmadığı için Konyalı Mustafa Efendiye - Lezzet Lokantası-ona kadar gidiliyor. Ve bir masada görülüşüyor. İkinci masada yemek yiyen bir müşteri var. Orta yaşta bir zat. O da duyuyor, dinliyor konuşmayı. Neticede Mustafa Bey Efendim yarın hallederim" diye cevap verince, o ikinci masada oturur, dinleyen müşteri:" Hoca Efendi kabul buyurursanız bu ay masraflarınızı ben vereyim" diye teklif edince, efendi Hazretimiz ağlamışlardı.
Müsafirhanede ders okuduğumuz günlerde idi. kapı açıldı. biri geldi, ayakta bekliyordu. Alakalarını verdi: Üstazımız" oğlum Mustafa ne haber" diye sordu. Orda cevaben" sizlere ömür Efendim" diye cevap verdi. Adapazarında hasta bir kardeşimiz vefat etmiş, onun vefat haberini getirmişti." Gel bakalım otur da anlat bakalım, durumu nasıldı" dedi. Oda şöyle ahlattı:" efendim evvelsi gün öğle namazı vakti olmuştu. Kardeşimiz Efendi Hazretleri teşrif etti, abdest alıp, namaz kılacağım dedi. Abdest aldırıldı, oturarak namazını kıldı. Dün de vefatından biraz önce efendi Hazretleri teşrif ettiler, bana beraat vazıp verecek diyerek kalem ve kağıt istedi. Kalem ve kağıt verildikten sonra beratlarımı yazdı, bana verdi, kendileri ayrıldılar diye konuştular. Ve biraz sonra da vefat eylediler, diye anlatınca, mübarek gülümsedi" o gördüğü biz değiliz" buyurdu. "O Resulullah efendimiz dir" dedi. "kardeşlerimizin son anında teşrif ederler, üç beraat yazarda verirler. Beraatın birisi son nefeste şeytan al musallat, o beraat onun silahıdır.
şeytan yaklaşması, o tehlikeyi böylece anlatmış olur. İkinci beraat ise kabre konulduğuda, melekler suale geldiğinde, onlarla tanışmak için beraatın, ibraz eder, onlar dost olurlar. O andaki muamele kolaylıkla hallolur. Üçüncü beratta sırattan geçme anında lazım olacak buyurdu. Orda çift nöbetçi vardır. Onlara beraat ibraz eder. Onada kapılar açılır. Salimen sıfatı geçer. bu üç yerde beraat lazımdır. Bunu dinlediniz. Bu böyledir buyurdular.
biz talebelik günlerimizde, ali okur vardı. Karamanlı, yazlı bir zât. O Efendi Hazretlerinin bir kerametini görmeyi çok istermiş. Esasen bu yolda büyük keramet olmazki. Bu arzu ile günlerini geçiriyor. Bir gün ders okurken Üstazımız öyle buyurdular" Evladlarım huzurumuzda edebinizi muhafaza edin, sizin görmediğiniz müsafirlerimiz geliyor. Onlara karşı mahçup olmayalım" diye bizi ikaz ederdi. "Hatta gelendelrden bir tanesini Ali Okur gördü" buyurdu." Ve ders sonunda size anlatsın" buyurdu. Başbaşa kaldığımızda anlatırdık. Çarşamba günü akşam hatim esnasında, Pabıta anında, kapının açıldığını, uzun boylu bir zatın geldiğini Hazreti Üztazımızdan oturmak için müsade beklediğini, musade ile oturduğunu, hatimden sonra, müsade ile ayrıldığını haber verdiler. Bende birini gördüm dedi. Ertesi gün Üstazımız "Ali gördüğünü anlattımı" buyurdular. "Evet anlattı" diye cevap verince, "O gördüğü Hızır (a.s)Dır. Hatimlerde bile gelirler" buyurdu. Ondan sonra şunu izah ettiler. Üç gurup aynı akşam üç yerde hatim okuyorlar. Üçünden birine bulunuyorlar. Hızır (a.s) bulunduğunu işaret etti.
Bir hatiramı anlatmak isterim1957-58 senelerinde İzmir'de kur'an mualimi idim. Üstazımızın zamanında, Bayçova'da Kur'an mualimi idim. Hz. üstazımız müsafir kaldılar. Akşamleyin. Bu müsafir kaldığı eve İzmir'in ileri gelen esnafı ziyarete gelmişlerdi. O ziyarete gelenlerin içerisinde o gün İzmir'de ağır ceza seisliği yapan Abdullah Arı isimli bir beyefendi de vardı. Memleketin adaletini temsil eden, adaletin üst makamını temsil eden bir adalet yetkilisi Hz. üstadımızı ziyarete gelmişlerdi. O gece öyle esrarlı sohbetlerde bulunduki Üstazımız, Sonki gök yere iniyor, yer göğe çıkıyor, bir başka alemde.
Bir ara öyle cezbe olduki, Ağır ceza reisi Abdullah Bey'e dönerek "Abdullah Bey, Abdullah Bey biz bu dine nasıl hizmet ediyoruz, biz bu kitabullah'ı nasıl okutuyoruz. Abdullah Bey'le ilk defa buluşuyorlar. Daha evvel tanışmış değiller. İlk defa o akşem konuşuyorlar. Abdullah Bey'de" bilmiyorum Efendim" diyor. Üstazımız bizi göstererek" işte biz böyle evladlarımızı okuturuz, Anadolunun herhangi bir şehrine göndeririz. Anadolunun o şehrinde, sizin gibi muhterem bid zâtın oğlu Kaymakam olur ve O Kaymakam olan oğlu evladlarımıza gittiği yerde yardımcı olur. Kurs açar, talebe toplamasına vesile olur ve orada hizmetleri başlatırız. Ve orada hizmetler gelişir." Burada bir keramet zuhur ediyor. Sonra araştırdık ki o zatın oğlu kaymakammış. Tekin Arı isminde. Kaymakam olduğu yerde bu davaya hizmet ettiğini işittik.
Ve Üstazımız devam ettiler. " Abdullah Bey, Abdullah Bey, bir kişinin hidayetine vesile olmanın sevabını bilirmisin" buyurdu. Devamlı sizin geceleri kalkıp okuduğunuz kitap varya, (düşünebiliyormusunuzş ilk defa gördüğü bir zatın geceleri kalkıp kitap okuduğunu söylüyor) lütfen zaman o kitabı açınız, onun şu sahifesinde bir hadis-i şerif meali göreceksiniz" Bir kimse delalete giden birisinin hidayetine vesile olursa, Cenabı Hak o kimseye bu dünyenin on misli büyüklüğünde cennet verecektir" buyuruyor. O gece Hazreti Üstazımız. Fevkalade güzel sohbetler yaptı, gönüllere nur verdi. Feyiz verdi
Rabıta hepsinin başıdır. Hz. Üstazımız öyle buyururdu" Rabıta var, herşey var. Rabıta yok hiç bir şey yok." Ben rabıta yapamıyorum, feyz alamıyorum, muvaffak olamıyacağım mış diye düşünmek, bu da doğru değil. Devam etmeli. Efendi Hazretleri bir defasında öyle söyledi: "Biz herkese dörtyüz dirhem veririz. Rabıta-i şerifede feyz alamıyorsan kabahati kendinde ara" buyurdu. Onbeş dakika yapacağına, yirmi dakika, yarım saat, kırk dakika, bir gün, iki gün, üçgün devam et. Dikkat ettikten sonra muvaffak olur. Hz. Üstazımız bize Kudûriyi okuturken buyurdu ki, çok büyük evliyâullahdanmış, Kudûri-i şerifin musannıfı. Tasarrufunu terk etmemiş, tasarrufu devam eden evliyâullahdan birisi. Buyurdularki Üstazımız "bihakkın talebelik gayesiyle Kudûri-i şerifi okuyan ve okutanlara şefaat edecektir."
Alman kralı II. Kaiser Vilhem'e yakınları," görüştüğünüz devlet adamları hakkındaki kanaatiniz nedirş" diye sorduklarında, diyorki: "Fransız kralı ile görüştüm, kendimden aşağı buldum. Japan imparatoru ile görüştüm, basit buldum. İngiliz Kralı ile görüştüm, kendi ayarımda buldum. Ne zamank Osmanlı Sultanı Abdülhamit Hân ile görüştüm, heybeti, zekâsı ve nezâketi karşısında beni bir titreme aldı "diyor.
Kaiser Wilhem iman etmiş gizliden. Ben bunu Hz. Üstazımızdan duydum. Ve döndüğü zaman Berlinde de bir cami yaptırıyor. Hitlerde imanlı insanlardanmış. Hz. Üstazımız "sizin kardeşinizder" demişti. Gizlice mülümanmış. Mağlub olmasının sebebide ikinci cihan harbinin islama faydası oldu. Panı Hitlerin faydası oldu. Pakistan, Hindistan v.s. müslüman mamlakatlar bu harp vesilesiyle istiklâline kavuştu. Gittiği yerdede müslümanlara zararı olmamış. Mağlub olmasının bir sebebide, İngiliz casusları Hitleri cephede namaz kılarken, gizlice fotoğrafını çekmişler. Alman general ve paşalarına fotoğrafı dağıtmışlar. Paşaların Hitlere bağlılığı gevşeyi veriyor. İşte sizin itaat ettiğiniz müslümandır falan diye.
Hitler çok ateşli konuşurmuş. sert. Hatipmiş. Alman orduları Lenin Grad'a yaklaşmış, üç gün ardarda Radyodan söylüyor: "Cenab-ı Hak kendine isyan edenleri te'dip, onlara sû-i azap ile tazib için her asırda bir şahsiyeti gönderir. Bu asırlarda da Cenab-ı Hak kendine isyan edenleri te'dip onlara su-i azap ile tazik için beni gönderdi"diyor. Üzgün arkası arkasına Radyo da beyanet veriyor. Bu bir ayet mealidir. Cenabı Hak (Araf suresinin, 167, ayeti celilesinde)
Kıyamete kadar isyan edenleri te'dip, onlara su-i azap ile tazip için bir şahsiyeti gönderir". Ayet bu. Hitler ayet okuyorum demiyor.
Tarihi Bilmek lazım. Hz. Üstazımız: "Tarihi bilmek farzdır" buyururlardı.
Kitabıda bagrına basarak tutardı. koltuk altında değil. Elinde ders okutacağı kitablar olurdu. Girerken selam verirdi.
Sonra da hal hatır sorardı. şu üç kelimeyle, mütebessim bir çehreyle" nasılsınız, iyimisiniz, afilette misinizş"
Hazret-i Üstazımızın da bir kaç defa yağmur duası var. birinde konya Ereğlisinde, bir de bulgaristan da var. Hazret bulgaristanda artık Türkiye'ye pasaportunu almış, bir daha gitmemek üzere oradan ayrılacak. Yine kuraklık olmuş. Yağmur duası için ricada bulunmuşlar. Efendi Hazretleri bir dua edivermiş. Mevla öyle bir rahmet ihsan etmişki, o zamanki Bulgar idaresi hayran olmuş Hezrete. Hazret Pasaportunu almış gidecek" sen gitme, burda kal". Gavurda olsa seviyor. telefon etmiş, gecikmeyeceksiniz diye. "Yarın Süleyman Hilmi Tunahan gelince gecirtmeyeceksiniz" diye. hazret akşamdan geçmiş. böylece orda alıkoyamamışlar. Allahın sevgili kulu mübarek. Cenab-ı Hak sevdiğini sevdirir. Gavurda olsa muhabbet besliyor, bırakmak istemiyor. Üstazımızın üstazı Mevlana Siracüddin Hazretleri öyle buyurmuş" sen her nerede olursan ol, herkes sana hürmet eder, saygı duyar." "Türkü çağırsan başkalarının hoşuna gider."
Yine bir defasında Hazretimiz gemiyle Bulgaristan'a gidiyormuş. İngiliz Vapuruyla. Güvertede, insanların arasında bir taneside Hazretimiz Kaptan köşkünden İngiliz Kaptan görmüş. Güvertede kalabalığın içerisinde birisi var, ama Muhterem bir insan, âli cenab. Hali tavrı okunuyor. Yanındaki hizmetçisini çağırmış. "bakşu zatı gördünmü, onu buraya davet et" demiş. Gelmiş kaptanın hizmetçisi "efendim sizi Kaptan çağırıyor" diyor. Varıyor Hazretimiz. İngiliz Kaptan demişki." senin yerin orası değil, burasıdır" demiş. "Sen gideceğim yere kadar benim müsafirimsin demiş. Hazretimiz ayrılırken" sana bir dua edeceğim" demiş. "Sende amin diyeceksin" buyurmuş. Acaba müslümanmı ol diyecek diye endişelenmiş.
Fakat, arasında anlatayım, babama Efendi Hazretleri3 Çocukları getir" demiş. Babam bizleri götürmekte biraz gecikmiş. Alanyada rüyasında zuhur etmiş üstazımız. "Çocukları geciktiriyorsun, dersler gecikiyor, mesuliyet sana ait" demiş. babam hemen kalktı. Bize elbise yaptırmağa götürdü, rüya gördüm dedi. Müsafirhanede Cuma günü. Kuşluk vakti. Hazretle müşerref olunca, Aynı şeyleri babama yine söyledi. babam ne diyeceğini şaşırdı. Ondan sonra elini öptük. Baba isimle hitap etti. "hoşgeldin Hasan" diye. Bilahare babamla beraber İstanbul'a çıkarken, körüklü çantası vardı. sarığını ona koydular, bere giydiler.
şunu anlatacaktım. Sarıyerdeki doktora ekmezeden tedavi oluyormuş. Tedavisi faydelı da olmuş. Ayrılacağı zaman doktora Hazret "Sana bir dua edeceğim" demiş. "Ama amin deyin3 demiş. Doktor müslüman ol diyecek diye heyecanlanmış. Kızı varmış, oda koşmuş gelmiş. Babama ne diye dua edecek diye, müslümanların hocası ne diyerek diye merak etmişler. Hazreti Üstazımız" Allah sizi sevdikleriyle hasr eylesin" buyurmuş. "Amin" demişler. Gene müslüman ol demektir bu. Müslüman ol dese, ama mübarek Üstazımız ne edip. "Allah sevdikleriyle beraber hasreylesin" buyurmuş. Hazretimiz bazen derste bize buyururlardıki" et-tekraru hıasen velev kâne yüsseksen: Tekrar güzeldir. Velevki yüzseksen defa tekrar edilsin yine güzeldir. Olurki 179. cusunda anlamazda 180. cisinde onlar" buyurmuşdu.
Osman Eslek'e "mutluluk nedir" diye sormuş. "Efendim insanın imkanı olur, istediğini alır, istediğini giyer, istediğiniyer, demiş. Hazret "sakın haa: çok şeylere sahip olursan. yiyemezsin, yersin çıkaramazsın. Mutluluk o değildir. Mutluluk: ben bir insana iyilik yaparım. sYaptığım iyiliğin sevinci dalga dalga onun yüzünde belirir, işte ben o zaman mutlu olurum" buyurmuş.
Hazretimiz bir gün giderken bir'ama, iki gözü görmeyen birisi, elinde baston yola geçecekmiş. Geçemiyor, korkuyor. Hazret rastlayıvermiş. "Nereye gidiyorsun" Karşıya". sHemen geçirivermiş." Ne tarafa gideceksin3 "Vezneciler". "Oraya yönlendirmiş" Hadi şu kenardan, buradan sen devam edersin" buyurmuş. Ama bir memnun olmuş, bir dua etmiş. "Allah seni rahat yaşatsın, sana sıkıntı göstermesin" böyle dua etmiş. Bundan evveli de var. Hazretimize bir tebligat gelmiş. Bu iyiliği yapmadan evvel. Fatihte kirada oturuyormuş. 25 Mart'a kadar herkes evini tahliye etsin, istimlak sahasıdır. Hazretimiz ev arıyor. İstanbul kanzan ben kepçe ev arıyorum. Üsküdar, kadiköy, Fatih, Eminönü ev arıyoruz. Çocuğu çoksa kiraya vermezler bir de hocaya vermek istemezler. İstanbul kazan biz kepçe ev arıyoruz buyurmuş. Daha bedia ablamız iki buçuk yaşındaymış. Çadır kursak olmaz Soğuk oMart ayı. İşte ev araken bir amaya rastlıyor. Hazret onu çevirivermiş. Ama Dua etmiş" Allah sana sıkıntı göstermesin. Allah seni rahat yaşatsın diye. Biraz sonra Hazretimiz giderken birisi sırtına el etmiş" efendim ben sizin vaazlarınızı dinliyorum. Geçen hanımlada geldik, bizi irşad ettiniz, bizi ihya ettiniz.Benim iki dairelik konağım var, bir dairesinide size tahsis etsem de orada otursanız, benim çocuklarımıda okutsanız olmazmı" demiş. Hazret" biz kimseye huhusi ders veremeyiz. Gelsinler biz Camii odasında onları okuturuz. "çok küçükler, Biri ilkokula gidiyor, biri ortaokul, nolur lütfen kabul edin." 7-şer odadan 14 odalı bir dairesini,, kapısı yoldan tarafa , bir tarafını size tahsis edeyim, ne olur kabul edin". Hazrette ev arıyor. Ve kabul ediyor. Oda kimmiş biliyormusunuzş Kemal Bey Abimizin babaları Halil Bey Amca. şimdi arası istimlak edilmiş. İstanbul Büyükşehir Belediye sarayı oraya yapıldı. Konak oradaymış.
Hazretimiz "mutluluk demiş, biz ona seadet diyoruz. Seadet:Ben bir insana iyilik yaparım, yaptığım iyiliğin sevinci onun gözünde belirir, işte ben o zaman mutlu olurum. Bu beşinci nasihat.
EFENDİ HAZRETLERİNDEN K.S.
... Dertlerimiz Çok oldu. şimdi düzeldi, ama bende biraz yoruldum. kusura bakmayın. Yalnız birşey hediye vereyim. dikkat! Evinizden çıktığınız zaman, unutmayın! Çok rica ederim. Lâ ilâhe illellahü vehdehülâ şerikeleh lehülmülkü velahül hamdü yuhyi ve yümit vehüve alâ külli şey-in kadiyr.
Hepinizin bildiği, dikkat edin! Rasulullah Efendimizin Hazretlerinin bunun hakkında buyurduğuna bütün hadis muhaşşilerin telaşa düşmüşler, ne azim bu!
şimdi Bak! (Lâ ilâhe illel lahü vahdehü lâ şerikeleh lehülmülkü velahülhamdü yuhyi ve yümit vehüve alâ külli şey-in kadiyr.) Buhari-i şerifte, müblim-i şerifte bütün muhaddisler hepsi hayran kalırlar buna. Acaba Rasulullah (elfe elfin, elfe elfin) hasenaatin seyyiatdan mahv, elfe elfin deracaatin Milyon demek (elfe elfin) bugünkü Türkçede milyon. Milyonlarca sevab, milyonyarca afv, acaba Rasulullah niçin böyle söyledi diye, herkes, bütün müfessirler, yani hadis müfessirleri, haşiyecileri, şerhcileri hayran olmuşlar. Nihayet şuuruna kail olmuşlar. Bunu evinden çıktığın zaman, kapına, çarşu-yu pazarda - dikkat et! - çarşu-yu pazarda çok feci ve fenâ hâlleri müşâhede edecek ve bunlardan günahlara talip olacak, bu günahları gidermek için şefaat-ı uzma koymuş Rasulullah. En azım şefaatlardan bir şefaat.
Çocuğunuza çoluğunuza, öğretiniz efendiler Deyiniz ki bunu okuyunuz: (La ilahe illallahü vahdehu laşerikeleh lehülmülkü valehülhamdu yuhyi ve yümit vehüve hayyül layemut vehuve ala külli şeyin kadiyr.)
o günkü akşam evine dönünceye kadar olan, kazandığın gözlerinden, kulaklarından, ellerinden, ayaklarından kazandıklarının hepsini Allahü zülcelal merhametiyle affeder. Öyleyse buna dikkat etmek, hepimiz için lazımdır, bir.
ikincisi, hastalıklar dolayısıyla, maalesef Rasulullah Efendimizin hadisesiyle amel etmediği için, gerekse büyük zaruretini defetmek için çıklıktan sonra bizzat (Elhamdü lillahi hillezi ezhebe annel eza) bunu okuyun, bunu okumazsan yarın efendim başlar, tıkanır, nolacak Efendim. şunlarla alınıyor, Efendim prostat oldu, şu oldu, bu oldu. Bunların hepsinin sebebi. Rasulullah Efendimizin haber verdiği bunu, okumuyorlar kardeşlerim. Çok rica ederim.
Sizde ordan çıktığınız zaman (Ezhebe annel eza) benden ezâyı defetti. (veafani minzalik) bunu birbirlerinizden yazınız, ezberleyiniz, bir daha ...............................dua=
Prostal görmessin,... da görmezsin. Bu, Allah'a bir hamddır. Neden'dir, acaba niçin bundada muhaşşiler hayran kalmışlar. acaba bunda bu kadarş
Cenab-ı Hak şu vücuda 384 tane melâke. 85 değil, 83 değil. Bunların iki tanesini senin def'i zaruretin için iki tanesini tahsis etmiş, bunlar tenezzülen bunu kabul ettiği için - dikkat et! - tenezzülen bunu ettiği için, en yüksek rütme vermiş Hz. Allah....
Dinle bak şimdi! Bir daha söyleyeyim: en yüksek, en büyük rütbe melaikesi, sizin zaruretlerinizin def'i için memur olduklarından dolayı, Hazreti Allah onlara en büyük rütbe vermiş. cesediyle, bedeniyle zaruretlerinizin defi için, bu Allah'a şükreksek, hamd etsek, lazımmı, değilmi, söyleyin bana!
.......dua
Bukadar bile okusak.......dua
Ey ulu Allah"ım sana hamdolsunki............
Bizim vucudumuzdan fazla olan ezaları izale eden, yok eden ....dua
bizi bunlardan affeden Allah'a hamdolsun.
Yarabbe'l - alemin! bunları okuyan burada onların derste oturdukları için, bu okunanları onların defterine yazda ilhak eyle ya rabbi! Bu şereften onlara mahrum eyleme ya rabbi! Cümlemizi sıhhatte, cümlemizi afiyette daim eylesin cenab-ı Hak.
buyrun bir Fatiha, üç ihlas-ı şerif Üstazımızın, babalarımızın, dedelerimizin, bütün ecdadlarımızın cümlesinin ruhlarına hediyye olmak üzere bir Fatiha - Fatiha evvel okunur efendiler, ihlas-ı şerif sonra okunur- ... Babalarımızı, dedelerimizi, bütün ecdadımızı afv-ı ilahisine mazhar buyursun Cenab-ı Hak.
EFENDİ HAZRETLERİNDEN K.S.
Hatm-ı Hacegani, bizim yolumuzun bir sırrıdır. Rical,i gayb üçler, yediler, kırklar, kutbiyet makamına yükselmiş büyükler hergün bir memlekette bulunurlar. zikirde ve hatimde halka yapmanın sebebi, bu zevattan biri kimin arkasına oturursun, onun duası makbul olduğu içindir.
Yüz salavat,ı şerife ahkam-ı İslamiyyedendir. yedi Fatiha-i şerifede öyledir. asli adedleri ne fazla nede eksik olur. üç dişli anahtar ne dört, ne de iki dişli olmadığı gibi. Cenab-ı Hak zatının muhabbetinden bu yolu, nakşı yolunu ihsan buyurmuştur. Rasulullah Efendimiz bu yolu zatıhı'l, azhar efendimize talim buyurdu. Üçgün kaldılar. belki üçyüz yıl kaldılar. Cenab-ı Hak zaman içinde halkeder
Nakşi mensublarının etrafını yetmişbin melaike-i kiram çevirir. Hızır (a.s) bu hale hayran olarak Rasulullah Efendimize müracatla bu karikata kendisinden bir armağan verilmesini tarikata kendisinden bir armağan verilmesini diledi. Rasulullah efendimizde mevlaya niyaz ve müracatta bulundu. Ve hatm-ı haceganı, Ab dülhalık Guncdüvanı Hz.leri zamanırda, nakşi yolundakilere hızır (a.s.)'ın hediyesi olarak verildi.
Hızır (a.s.) birgün Abdülhalik Guncdüvanı hazretlerinin eteğini çekerek" Ya İmam! bu tarikatta ila yevmil tıyame nice yüzbin Hızır vardır" buyurmuş.
Divan-ı salihiyn: salihler, veliler cemiyete hergün hususi ile Cuma günü akşame bir memlekette Kutbul aktabın risaletinden toplanırlar. Rasulullah Efendimizin ruhaniyyeti teşref ederse o riyaset eder, kutub muavin olur. ve arapça konuşurlar. Rasulullah efendimiz terif etmezse Kutub reis olur. Ve süryanice konuşulur.
İmam-ı Rabbanı müceddid-i Elf-i Sani Ahmed-i Faruk,ı serhendi Hazretleri Hindistanda son derece ilerlemiş olan şiilği imha etti. İnşaallah onun evladları da küfrü imha eder, yıkarlar.
İmam-ı Rabbanı Hazretlerinin Medine-i münevverede medfun bulunan mahdum,ı alileri muhammed masum Hazretlerinin binlerce ruhaniyyeti vardır. Saliklerden Rabitayı bırakanları Hz. Üstaz'a haber verirler. Değer Piran-ı kiram'da bizimle beraberdir. Lakin bu zat hususi tahsis olunmuştur.
Hz. Üstaz, çocuk iken kendisine tebessüm ederek:" öğlum, bu sana ve senden sonrakine verilen, önce geçen pirana verilmemiştir." Aktab,ı Kiramdan Abdülhak Dehle'vi hazretleri yalnız cuma günlüri, ka'be-i Muazzamaya yüzüne peçe çekerek çıkardı. Eğer peçesiz yüzünü açarsa yüzünün nurundan ve ruhaniyetinden herkes "Allah" deyip önüne doğru yürürler, kendiylerini yerlere atarlardı. bu zat Kar'an-ı Kerimdeki ......dua
ayet-i celilesinin tasarrufunu Hz. Üstaza hediyye etmişlerdi.
şu bağazdan geçen aktab-ı Kiram üzerindeki olan emanetleri vermeden geçmediler. Bunları hazırladık, kullanmadık. Bunları daha siza vermeyecektim. Bunları daha size vermeyecektim, ama bunlar bbunlar benimle kara topraklara gitmesin diye veriyorum. siz kullanın. tasarruf talimat istikametinde yürür. (1954)
Üstazımızın Mele-i Â'lâda ve pirân yanında vasfı......................... dır. Merkezlerimizden Belâ-gerdân şah-i Nakşibend Muhammad Bahâuddin Hazretleri çok büyük bir zâttır. Abdülkadir Geylânî âzretleri 11 yıl güneşin doğduğu tarafa doğru Rabıta yapmış. Müridleri etrafından dağılmış. "Galiba bizim şeyh sapıttı" demişler. Hiç aldırış etmemiş. 11 yıl sonra kendisine bağlı sadık müridleri demişler ki, "Üstazımız, bunun bir hikmeti vardı, nedirş" demişler. Cevabında "Horasan tarafında bundan 300 yıl sonra zuhur edecek olan Muhammmed Bahâuddin şah-ı Nakşi bend isimli zâtın nûrunu müşâhede ediyorum. Ondan istifâde etmek için, o tarafa râbıta yapıyorum" buyurmuşlardır. İşte bizim pîrânımız böyle büyük zâtlardır.
şah'ı Nakşibent Hazretleri hacca gittikleri zaman, oranın fakih halkı kendisinin çok büyük tasarrufunun olduğunu bildiklerinden, yalvarmışlar. O da Altınoluğu indirerek parça parça oradakilere dağıtmış," evet dağıttın, ama kabe Alytınoluksuz, kaldı" diyenlere "o kalaysız kazanlardan bakırları kaynatmaya başlayın" buyurmuş. Cebinden çıkardığı tozu kaynayan bakırların üzerine dökünce altın olmuş. Ve Hazırlanan Altınoluk kalıbına dökülmüş." Haydi çıkarın, yerine koyun" deyince" aman efendim kaç yüz kilodurveya okka, biz kaldıramayız" deyince" öyleyse biz kaldırırız" buyurarak Antınoluğu tutup yerinden atmış, tam yerine oturmuş. Oradakiler" şah-ı Nakşibend3 demişler. "nakş etti, bend etti. yerine yerleştirdi" demişler. Fakat hıtabı izzet vaki olmuş." Bu kerameti göstermemiş olsaydın sana öyle bir rütbe ihsan etmiştim ke, bir hıristiyan kabrinde" biehakkı Muhammed Bahauddin beni tekrar hayata döndür" dese idi, döndürürdüm" buyurmuş.
MUHTEREM AĞABEYİMİZDEN (Viyana-94)
Hz. Üstazımız hapishanede iken bir gün hapishanenin bahçesinde (aramızda beş metre vardı) bana hitab etmiyordu, ama bende duyuyordum. "şeyrü sülukumuzdan şöyle şöyle oldu..." buyurdular. O gece gökte iki ay gördük. Hapishanedeki diğer mahkulmarı da gördüler. Ben" herhalde havaya bir balon uçmuş" dedim. Az sonra ruhaniler beni ikaz ettiler. bu sözümden dolayı çok mahçup oldum ve üzüldüm. bu görünen iki ay hapishaneye doğru, hatta Üstazın hücresine bakıyordu. Ve sonra peş peşe giderek birlikte kayboldular. Daha sonra Hazreti Üstazımız o ikinci ayın Ravza-yı Mutahharadan kendilerin insanların şerrinden korumak için gönderilen bir muhafız (koruyucu7 olduğunu bildirdi ve " bundan sonra insanlardan bir zarar gelmeyecek" buyurdu.
Yine bir gün hapishanede Hazreti Üstaz'a "bunca Alam-u ekdar (elemler ve kederler) arasında bir de ervah-ı haebise muballat oluyor" dedim. Hazreti Üstaz sadece dinledi. Hiç bir şey söylemedi. Büyükler böyledir. Bir şey söylemezler ama yapacaklarını yaparlar. Ondan sonra bir daha ervah-ı habise musallat olmadı.
Yine hapishanede birgün başgediklinin odasında otururken Hazretimiz başgedikliye "Kemal çok üzülüyor; Ama bu günlerden dolayı ahirette kendisine verilecek dereceleri bilseydi, "keşke 200-300 gün daha kalsaydık diyecek" buyurmuşlardı. hapishanede 60 gün kaldık. Sonra 8.5 ay da Antalya Hapushanede kalarak 10.5 ayı doldurduk. (300 gün).
Hapishanede iken iri yarı bir adam vardı. Hala hatırımda. Volta atarak (ayağa kalkarak da gösterdi)." Allah Allah! Dışarıda bir türlü öğrenemediğim Kur'an burada öğrendim" diye hayret içinde bir ileri bir geri gidip gelirdi. Hapishanede herkes Kur'an öğrenmişti. hatta Müdür ve bogedikli" hapishaneyi medrese haline getirdi" gemişlerdi. Hapishanede bir alevi dedesiyle Hz. Üstazın ranzaları yanyana idi. Herkes Hazrete ihtiram ederdi.
Hazreti Üstaz" füzüyatı muhammedle alakadar yüzbinlerce insan alacaksınız. ama dikkat! füzüyatı ile alakadar olan!" buyuruyor. Allaha çok şükür seneler önce olduk. Nereye gitsem yüzlerce kardeşlerimizi görüyorum. (en tüçük yerde bile).
Yine Hazreti Üstazımız şöyle buyurdular:" bize gelinceye kadar bütün pıranımız bu alemden giderken emanete kendileri gibi bir başkasına *teslim edip gitmişler. Yalnız bana mahsus olarak, ben bu alemden gittikten sonra 40 sene daha tasarrufumuz devam edecektir." Hesap ederken 1999 yılına kadar. Peki ikibin yılından sonra ne olacak. başka birisimiş Öyle bir şey yok, Benim kanaatim Hz. Üstazımız K. S. gibi birisinin zuhur etmesi mümkün değil. Cenab,ı Hak irşad ve feyiz yolunda en iyi, en sevgibi kulunu gelmez. Eğer dünyanın ömrü var sa yine onutasarrufu devam eder. Hakikaten öyle ise-laf aramızda-2000 yılında dünyanın ömrü biter. benim indimde–ilk defa söylüyorum–Hz. Üstazın ismi Ahm... Ebu'l-Faruk süleyman Hilmi'dir.
Cenab-ı Hakkın öyle kulları, öyle sevgilileri var onlar isterlerse benim Arşımı, kürsümü yıkarlar. Yani onlar isterlerse onlar için Hz. Allah arşını, kürsünü ve bütün kainatı yokeder.
Kör adam bulmuş birisi, mürşidim diyor. Yahuk kör adamdan mürşitmi olur. ben Hazreti Üztazı ilk bulduğum zaman, görüşürken dedimki "Efendim, orada bir ama adam var mürşidim diyor". "Oğlum"dedi. "Bir kıymetli müsafirin gelse eve, evdede 12-20 kahve fincanı olsa, bir tanesinde kenarı kırık veya catlak olsa, o iyi fincanlar varken, çatlak Fincanda o kıymetli müsafirine kahve verebilirmisin" dedi. " sevgili müsafirimize in iyi fincanda veririm efendim" dedim. "Peki Cenab-ı Hakkın" dedi "iyi, temiz kul yaratmaktan acizde kör, topal bilmem ne, bunlardanmı feyzi muhammediyi dağıtacakş bunlarlamı tevzi edecekş Yokmu hiç kul!" buyurdu. Ama nasıl ma'kul, nasıl güzel!. Hiç kör adamdan mürşid olurmu ya! O kadar nuranı yüzlü, Razulullaha tam benzer şekilde kullar varken, onları bırakıpta körden, topaldan, bilmem nedenmi Feyzi muhammediyi tevzi edecek! Bu aklen bile kabul edilmez.
Demekki birinci vasıf tamamen Hazretimizde mevcut. Bak bu gözlerimle gördüğüm. Görmeyenleriniz vardır belki, aynen Rasulullah. Huzuru şerifine vardığımız zaman biz ilk, belki yarım saat konuşamazdık. başımız böyle eğeriz, yarım saat kaldıramayız. Bir haya, bir mahcubiyet kaplıyor, birdoen bire konuşamıyoruz. tam varis-i Rasulullah.
Efendi 120 talebeyi al burdan çık. dediler sen onun talebesinin, biz burda Arapça tutamayız." ben hergün efendi hazretlerine rapor veriyorum. ondan sonra durumu bildirdim.
Sonra, yaşlı bir avukat vardı. Asmalı camiine 120 talebeyi getirdik. Mahfele doldurduk. O mübaregin köşede bir bakkal dükkanı vardı. Yiyeceğimiz, pişireceğimiz Fasulyedir, mercimektir, nohuttu neyse. babasından kalma bir kazan varmış. Kalaylatmış, getirmiş geldi. bize verdi. Odunla çalıyla Caminin avlusunda yemek yapacağız. düşünün 120 talebe Orda bir hafta 10 gün kaldık. cemaat."orda bil var, pire var, talebeler bitlendiler, camiyi berbat ettiler" diye dedikoduya başladılar.
"Hocam burdan talebeyi al"dediler.

Üsküdar, Kuzguncuk, Çelgelköy, Beylerbeyi, Rumeli Kavağı her tarafı dolaştım. Bir ev bulur, bu talebeleri yerleştireceğim. Akşam olunca Hazretimize bilgi veriyorum. Netice de Bulgurlunun altında kırklar dediğimiz bir ev var. 300 dönüm tarlası var. çiflik Elektirik yok. önünde bir kuyu var. O kuyudan talebe bir sabah namazında su çekiyor. Abdest alacak kadar, su kalmıyor. şimdi arayı tutacağız. Mecburuz, başka yer yok. adama gittim. Kuzguncutqkta oturuyoruz. Dedim" beyefendi ben evi istiyorum." Yahu ben sana evi verirsem, bu tarlayı kime vereyim" tarlayı icarla tutacak alana evlazım. adam ailesini getirecek, makinasına koyacak, yemini koyacak. tohumunu koyacak. Binaenaleyh araziyi tutmazsanız, evi veremem. "Ne istiyorsun 4000 lr". Geldim efendi Hazretlerine" efendim vaziyet böyle". Oğlum, git ver'dedi. çıkardı 4000 lirayı verdi. Getirdim o adam a verdim. Kontrat yaptım benim üzerime. O 300 dönüm tarlayla, evi icarladık. 120 talebeyi getirdik O binaya yerleştirdik. Elektirik yok, su yok, 120 talebe. 30 talebede Yedilerde. Çilehane camisinin orda daha evvelden toplanmış Oldu 150 talebe. Birinci sene 180 talebe oldu.
İyi ama yağyok, yiyecek yok. bütün yük Hazretimizin omuzunda. bakkal dükkanını gösterdi. bir talebeye bir ekmek. Bir 11'de yiyoruz. Birde akşam üstü yiyoruz. Yarımını akşam, yarımı sabah yiyecek. 3.5 ekmek fazla aldırıyorum. bir müsafir gelri diye iyi ama pişirecek bir şey yok. Adapazarından 60 çuval patates geldi. İki kursa takdim ettik. Kırklar'a daha Fazla bıraktım.
Tabi sabah patates, akşam patates öğle yemeği yok. Öğleyin 11'de dersden Sonra yiyoruz. Öğlen patates, akşam patates tam 25 gün böyle devam etti. Hatta Erzurumlu Seyfi diye mukallid bir talebe vardı. Öyle derdi. Sabah patates, akşem patates, yengirmi yaa Rasulullah". Gülüştük. "oğlum ne yapalım. Bir darlığın, bir bolluğu olacak.
Ondan sonra talebeler bir ay okuduktan sonra venicamiye, Rüstempaşa Camiine tahtakale camilerine sağa sola talebeler: götürdük. Hazretimizin emriyle.
Mehmet Arıkan Rüstempaşa câmiine çıkardım. O zaman 13 yaşında. Boyuda kısa bir kafası görülür. Kürsüde cayır cayır vaaz yapardı. millet bakar" yahu bu ses nerden geliyor" derdi.

Adım İzzet Tekelioğlu. Sivil polis olarak ankara'da devlet memuru idim. Ailevi sebeplerden dolayı 1956 senesinde 26 yaşlarında iken memurluktan istifa ettim. Hazreti Üstazımı 1956 senesinin 15 haziran günü şükrü Taşkıran Hoca'nın delaleti ile tanıdım. Efendi Hazretleri ile görüşmek üzere istanbula geldim. Kısıklıda fırının önünde şükrü Taşkıran'buluşup huzuruna öyle çıkacaktım. Ama isteğim gibi olmadı. şükrü Taşkıran bir türlü gelmiyordu. Nihayet içeriden uzun boylu ve heybetli bir adam çıktı.Efendi Hazretlerini tanımadığım için acaba bu mu, diye düşündüm. Fakat efendi hazretlerinin fotoğraflarını bize memurken dağıttıklarından biliyorum, sakallı idi. Sonradan öğrendim ki bu zat meşhur yazar Cevat Rıfat Atilhan imiş. Ardından bir zat daha geldi. O da merhum Albay Mevlüt Bey imiş. şükrü Taşkıran hala yoktu. Nihayet çok geçmeden bir zat daha çıktı. Sırtında salta ceket tabir edilen uzun ceketi vardı. Başı açık ve başının ön tarafı saçları hafif dökük idi.. Bana dönerek mütebessimbir tavırla "merhabeyn" dedi. Ben de "merhaba" diye karşılık verdim. "Ne için geldinş" diye sordu. "Çamlıcayı gezmeğe geldim" dedim. "Beğendin miş" dedi. "Beğendim" dedim. "Çok beğendin miş" dedi. "Çok beğendim Efendim" dedim. "Öyle ise benimle gel" dedi. Bu Efendi Hazretleri idi. O önde ben arkada müsafirhaneye geldik. Ali Dayı bizi karşıladı. "Ali dayı bak bir evladımızı getirdim" buyurdu. Ali dayı da "Efendim daha önce bu şahıs buraya iki defa geldi, fakat ben onu kovmuştum" dedi. Efendi Hazretleri "Hiç böyle müsafir kovulur muş" buyurdu. Ben daha nereli olduğumu söylememiştim. Bana dönerek: "Eh akşehirli anlat bakalım Akşehirde ne var ne yokş" dedi. Ben de kardeşlerimizin selamları var dedim. Huzurunda bir müddet kaldım. Tabir caizse adeta kendisine vurulmuştum. Bu ne cazibe bu ne çekicilik ya rabbi sözlere sığmaz. Huzurundan ayrılmak istemiyordum. Giderken elini öptüm ayrıldım. dış kapının yanına kadar varmıştım ki, tekrar döndüm bir daha elini öptüm. Utanmasaydım dönüp bir daha öpecektim. Giderken "Efendim bana vazifeyi tarif eder misiniz" dedim. "Sana tarif edildiği şekilde devam edersin" buyurdular. Ben vazifeyi şükrü Taşkıran hocaefendiden almıştım fakat bunu Efendi Hazretlerine söylemememiştim. Kurnazlık yapıp bir defa da ondan dinlemek istiyordum.
....................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Hazreti Üstazımız bir ramazan günü öğle namazını müteakip Sultanahmet camiinde vaaz ediyordu. O kadar feyizli ve uzun olduki ikindiye kadar devam etti. Vaazın çok uzadığını gören camii görevlileri hoparlöyü kestiler. Hazreti Üstazımız kürsüden onlara "Evladım yapmayın, ümmeti Muhammedin istifadesine mani olmayın. Cenab-ı Hak bize öyle bir cihaz verdi ki onu kullandığımız zaman sizin cihazınıza ihtiyaç kalmaz, dedi. Fakat cami görevlileri cihazı yine de açmadılar. Bunun üzerine Hazreti Üstazımız "Ya Rabbi, ümmeti Muhammedin evlatlarını bunların şerlerinden muhafaza buyur" diye hafif bir sesle dua etti. Ben iki üç saf yakınında olduğum için bu sözünü işitmiş arkada olanların işitebileceklerini zannetmiyordum. En arkadaki cemaate "Benim ne dediğimi duydunuz muş diye sordu. En arkadan biri kalkarak "Evet efendim duyduk. "Ya Rabbi, ümmeti Muhammedin evlatlarını bunların şerrinden muhafaza buyur" dediniz dedi.
O gün çok yorulmuştu. Merdivenden inerken yardım etmek için yaklaştım. Kitabını elinden aldım. Merdivenden inerken yardım edeyim diye telaş edip elimdeki kitap göbeğimden aşağıda kalmıştı. Hemen Hazreti Üstazımız "Evladım, kişi kitabına hürmet ettiği nisbette feyiz alır" buyurarak beni ikaz ettiler.
...........................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Kütahya hapishanesinden döndüklerinde Zeytinburnu Taş camiindeki tek odalı kursumuza geleceğini haber aldık. Biz istasyonda beklerken onun yukarıdan Taş camiine gelmişti. Cami ekseriyeti muhacir idi. Bu muhacir cemaatı göstererek bize buyurdular ki, "bunlar benim hemşehrimdir. Bunlara hürmette kusur etmeyin". Sonra cemaate dönüp bu defa bizi cemaate göstererek "bunlar da benim evlatlarım. Bunlara sahip çıkın. Kurtlar, köpekler benim sürümü dağıttılar. İnşaallah kısa zamanda yine toplayacağız.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Bir gün müsafirhanede Hazreti Üstazımızla birlikteydim. Çorlu müftüsü Süleyman Sırrı geldi. Hazreti Üstazımızdan ramazanlık altı hoca istedi. Hazreti Üstazımız da "Sana altı değil yedi kişi verdim" dedi ve gidecek arkadaşları işaret buyurdu. Müftü "Efendim geçen senekileri aratmasınlar" deyince Efendi hazretleri: "Müftü efendi, bu furun öyle furundur ki, çiğ ekmek çıkarmaz merak etme" buyurdular.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Bir gün Sultanahmet caminde vaaz ederken cemaate "haftaya size ismi azamı öğreteceğim" diye haber verdiler. Bir hafta sonra herkes merakla ismi azamı öğrenmeyi bekliyordu. Vaazın sonlarına doğru geldiği halde hala ismi azamdan bahsetmeyince cemaat unuttu zannetmeye başladı. Tam o sırada Hazreti Üstazımız "beni unuttu zannediyorsunuz, Hayır unutmadım. şimdi sizlere ismi azamı öğreteceğim. İşte şu elimde gördüğünüz Kitabullahtır. Maddi ve manevi, dünya ve ahırette muvaffak olmak isteyen varsa bu kitaba hizmet etsin. Kitabullaha hizmet ismi azamdır." buyurdular.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Topçularda buyurmuşlardı:
"İki defa eser yazmağa niyet ettim birer sebeple vazgeçtim.
1- Eser yazanları ve eserlerini insanlar putlaştırıyor. Ben de eser yazarsam böyle olmasından endişe ettim.
2- Sahaflardan geçerken gördüm: Ecdadımın mum ışığında yazdıkları eserler yerlerde geziyordu. Okuyanı yoktu. Onları okuyacak talebe yetiştirmeyi eser yazmağa tercih ettim.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Kâmil evliyanın hanımı Aişe hanıma manevi ricalin toplantısında "müderrise" sıfatı verilmiş . Bu sıfat, üç sebepten dolayı münasip görülmüş.
1-Talebelere sabah erkenden kapıyı açtığı için.
2-Talebelerin sobasını yanmaya tam hazırladığı için.
3- Yine talebelere ıhlamur çayı hazırlayıp ikram ettiği için
Hazreti Üstazımız Kâmil Evliyaya "Sakın bu kararı Aişe hanıma söyleme, gurur kibir getirir" diye tenbihte bulunmuş.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Hazreti Üstazımız buyurdu ki :
Her şeyin yenisi muteberdir iki şeyin ise eskisi muteberdir.
1- Dostun eskisi
2- Alimin eskisi
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Uykudan bîzardım. Bir gün, topçularda Hazreti Üstazımızın odasına girmiştim. Elmayı dört parçaya bölmüş elma yiyordu. "Efendim dedim, uykudan bîzarım. Ders okurken hep uykum geliyor" deyince önündeki elmadan bir parça aldı ağzına yaklaştırarak Cenab-ı Hakk'ın Hû ismini sıcak olarak üfledi ve bana verdi. Ben de alıp yedim. O günden sonra hiç uykudan şikayetim kalmadı. Yanımda arkadaşım Ömer Tetik vardı. O da "Efendim benim de başım ağrıyor, deyince "Kıskandın değil miş" diye latife ederek ona da aynı şekilde bir dilim elma verdi. Onda da baş ağrısı kalmadı.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Cevat Rifat Atilhan millet vekili seçimleri için Konyaya gelmişti. Bir terzi dükkanında tanıştık. Hazreti Üstazımızdan söz açılınca dedi ki:
"Üç beş kelime ile hizmet edebildiysem feyiz kaynağım o mübarek zattır."
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Mehmed Ali Enver hoca anlatmıştı. Köyde bizim dağa doğru bakarak Telhısdaki Leyla isminin geçtiği şiirleri okumuştum. İstanbul'a Hazreti Üstüzımızın huzuruna vardığımda "Evladım Leyla şiirlerini okuyacağına kaside-i Bürdeden ve Emâlinin beyitlerinden oku."
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Hazreti Üstaz: "İlim kara borsacılığı yapıyoruz."buyururlardı.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Hasan Arıkan abi anlatmış. Hazreti Üstazımız Zeytinburnunda talebe arkadaşlarından birine rastlamış. Arkadaşı onu evine götürmüş, Arkadaşının kızı babasına "baba bu amcaya talebe arkadaşım diyorsun. Sen çok yaşlanmışsın. Arkadaşın ise çok genç" deyince Hazreti Üstazımız "Kızım baban dünyayı sırtına aldı, biz ise dünyanın sırtına bindik" buyurmuş.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Bir gün derse girmeden önce Mehmed Ali Enver iki evlilikten bahsetti. Ertesi günü derse girdik. Dürer dersinde nikah bahsini okuyorduk. Hazreti Üstazımız "mesnâ ve sülâse ve rubaa' ve in hıftüm ella ta'dilû" ayetini okuduktan sonra Mehmed Ali'ye bakarak: "Fevâhıdeten, fevâhıdeten, fevâhıdeten"
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Bir Ramazan sonrasında Trakyada vaaiz olarak kalmış olan bir arkadaşımız kaldığı köyden bir hacı efendiyle birlikte geldi. Hacı efendi arkadaşa kzını vermek istiyordu. Biraz da israr edince Hazreti Üstazımız: "Hacı bey, Hacı bey, siz evlat derdindesiniz, biz ise Ümmeti Muhammed derdindeyiz , buyurdular.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor:
Kuran-ı Kerim'in türkçeye çevrilip ve türkçe okunması meselesi tartışıldığı günlerde idi. Hazreti Üstazımız "Kuran-ı Kerim bir âsârı antikadır. Eski eserleri tamir ederken bir taşının şekli bile değiştirilmiyor. Kuran-ı Kerim de değiştirilmemelidir" buyurdular. İlim Yayma cemiyeti başkanı avukat Seniyyüddin bey yanında bir kişi daha olduğu halde Hazreti Üstazımızın huzuruna geldi. Kapıdan girer girmez yere çömelip dört ayak üzeri hazreti Üstazımızın yanına kadar yaklaştı ve ceketinin ucunu öptü geri çekilip oturdu. "Efendim bu gün size muhtâcız, himmet buyurun" deyince Hazreti Üstazımız "bu gün değil, bize her zaman muhtaçsınız." buyurdular. Eliyle işaret manalı bir işaret yaparak Kur-an'ı Kerim'e bir şey yapamayacaklarını söylediler.
............................
İzzet Tekelioğlu anlatıyor: şşşşşşşşşşş
Konyanın tanınmış evliyasından Hacı Veyissade Mustafa efendinin yanına ziyarete gitmiştim. Bana nerede okuduğumu sordu. "İstanbulda Süleyman Efendinin yanında" deyince şöyle söyledi: "Evladım sen ilmi hayyen an hayyin ehlinden öğreniyorsun. O zat bu asrın kutbudur. Sahibi tasarufudur. Cebeli Ebi Kubeys'deki toplantının da reisidir . Hocanızın kıymetini bilin "dedi. Ben İstanbula gelince Efendi Hazretlerine bunları anlattım ve dedim ki, "Efendim hepsini anladım da Cebeli Ebu Kubeys'deki toplantıyı analayamadım" deyince buyurdular ki, " evladım, evliyanın ruhları Cebeli Ebu Kubeyste toplanmıştı. O gün Resülüllah Efendimiz teşrif buyurmamışlardı da toplantıya vekaleten ben başkanlık etmiştinm. Ondan bahsediyor" diye cevap verdi.
PÎRAN'DAN
HİKMETLER

* Mevlânâ Salâhuddin İbn-i Mevlânâ Siracüddin Hazretleri sâhibi zamana:
"Senin vefâtında cinniler, süfliler ve şeytanlar bayram ederler. Zira sizdeki tasurruf-u küllî onları bağlayıp mâni olmakta."

* Hz. Üstazım "senin için kevn-i küllî bir teveccühten ibarettir" buyurdu. "Bu sırrı ben kırk sene sakladım. Siz az zaman sahip olun, görürsünüz" buyurmuştur.

* Kezâ Salâhuddin İbn-i Mevlânâ Siracüddin Hazretleri: "Sana öyle bir tasarruf verilmiş ki, şu dağa teveccüh etmiş olsan okutursun." buyurdular.

* Hz. Pir buyurdular: Letâiften Hafî'sini çalıştıranlar Velâyet-i Suğra derecesine yükselirler.

* Nefsini öldüren kişinin fermanına güneş dahi tâbi olur.

* Hadis-i şerif: Ümmetimden bir taife devamlı olarak (kıyamete kadar) zaferden zafere koşacak. Kendilerine hile ve desise yapmak isteyenler bir zarar veremeyecek.

* Hatm-i Hâcegân, Hatm-i Kâdirî, 123 Yâsin-i şerif, Âyetü'l Kürsî ve Kasîde-i Bürde'den VELEN TERÂ MİN VELİYYİN ilah... şu silâhlar düşman azdığında, te'sir etmezse bana haber verin, size atom gönderilir; kullanırsınız. O zaman görürler. Bir okka samanda ne kadar duman var...

* İnsanların Atom'u var da, Mevlâ'nın atomu yok muş Atom'dan evvel füzeler var.

* Size taş atarlarsa mukabele etmez de başınızı eğerseniz o, İmam-ı Rabbânî'ye geçer. O'da geri çevirir, harab olurlar. Birkaç kelime söyleyip ödeşiniz.

* MUHÂLİFLERİN EZÂSINA SABREDİP, ONLARI BÜYÜKLERİN BÂTININA HAVÂLE EDİNİZ.

beyti vefkiyle okunursa, milyarlarca melek ve muâvenet zuhur eder. O zaman görürler. Ne zulmet kalır, ne de devlet...

* Biz kimseye dokunmayız, lâkin bizim kılıcımız kınında değil, dokunan zarar görür...

* Sene 1942. Hasan Basri ve Tokatlı Mehmet Emin biraderler beraberken "şimdi üç kişi olduğuna bakmayın; yarın 30, daha sonra yüzbinler olacak. Bu asırda ilim bizim elimizden intişâr edecek. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri, Peygamberân-ı izâm ve Evliyâ-i kirâm'ın kararlarıdır...

* Mehdî bizim usûlumuz üzere gelecek, şimdi o devirdeyiz.

* Harb olur, darb olur, müslim olur, kafir olur, gelir gider, devran döner; bâzısının imtihan sırası gelir, bâzısı sabî iken gider.

* Hz. Hasan R.A. şERİF kolu olup, siyah ve beyaz sarık sarardı.

* Hz. Hüseyin R.A. SEYYİD kolu olup, Yeşil sarık sarardı.

(Sâhibi zamanın peder-i âlileri Hz. Hüseyin, ana tarafları Hz. Hasan sülâlesindendir. Yeşil sarık sarmaları bundan.)

* Mü'min için dünyada zarar yoktur. Çektiklerinin cümlesi mağfiret içindir.

* TESBİH NAMAZI, dünya muvaffakiyetleri için istiğfar-ı tâmme ve hâcet namazıdır...

Senede birkaç kere kılıp üzerinde hakkı olanların ruhlarına hediyye etse bin defa helal ederler.

* Allah dostlarının teveccüh kudretiyle âlemde olmayacak iş yoktur...

* Bizden sonra vâris olmayacak. Bizde son bulacak. Âlem-i âhirette irtihâlimizden sonra kırk sene tasarruf bizde kalacak ve daha kuvvetli olacak. Zira kılıç kınından çıkınca daha kuvvetli keser. Ruhta telsiz sür'ati var. Kırk'ın sonunda tasarruf kesilecek ve âlem de beklenen âkıbeti görecek...
* Sahâbe-i Resülüllah S.A.V 124 bin erkek , 100.bin kadın; cem'an 224 bindir.
* Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icabı ins-ü cin'nin nebi'si, Habib-i Rabbi'l-Âlemin Kur'an-ı Kerim'le gönderilip, âleme safâ verdiği gibi; o Rasulüllah'ın hususi yaratılmış varisleri de, ilâ yevmi'l-kıyâm devam edecek olan Din-i Mübin-i, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.

* Rasûlüllah'ın şerîatına, sünnetlerine din ve kitabına vâris olan zât-ı âlişan, lihikmetin, diğer umûrla berâber emsalsiz belâlarına da vâristir.

Hadis-i şerif: HİÇBİR NEBİ BENİM MARUZ KALDIĞIM BELAYA UĞRAMADI...

* Gelen musîbete rızâ lâzım. Eğer belâdan hâli kalırsak kendimizden şüphe ederiz. "Biz münâfık mıyız yoksa" deriz. Zirâ Rasûlüllah'ın yolunda olmanın îcabı budur.

* Halli müşkilât için: İki rekat namaz kılınıp, Seyyid Abdülkadir Geylânî Hz.lerinin ruhuna hediye edilir. Sonra, güneş doğan tarafa 11 ayak gidilip, son ayakta, 11 fatiha-i şerif okunup "Medet yâ Seyyidi Abdülkadir Ceylanî" veya "Medet yâ bazel eşheb" denilerek Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinin rûhaniyetinden istimdât edilir.

* Sâdıkların adedi ESHÂB-I BEDİR'in adedi kadardır. Anadoluya ilk giren Osmanlıların adedi de bu kadar idi..

* 313 İsmi Âzam'dır. Bir sual üzerine "Sadıkların adedi o kadardır..." buyurdular.

* Bir zaman "Ah bir kırk kişi olabilsek iyi ve güzel hizmetler yaparız." temennisine:
"— Efendim Anadolu'nun her tarafında binlerce kardeşimiz var" denildi. Tekrar gülümseyerek:
"— Ah bir kırk kişi olabilsek." buyurdular.

* Hüsn-ü zan devri kapandı, bu devir sû-i zan devridir.

* Bir vilayete vaiz gönderirken:
"— Korkma, orası mânevî havası güzel bir beldedir. Orada ricâli mânevî seni yalnız bırakmaz" buyurdular

* İmam-ı Rabbâni Hazretleri. İrşad için gönderdiği halifesinden gelen haberde:
"Burada bir müstedric var: Havada uçar, suda yürür, bir anda bir şehirden bir şehire varır. Halk peşinde" diyordu.
Cevap verdiler:
— Havada uçmak marifet ve kerametse, pis sinekler, karga ve çaylaklar da uçuyor. Suda yürümek kerametse, pis kaplumbağalar, yılan ve çıyanlar, hem dibinde, hem yüzünde yürür. Bir şehirden bir şehire gitmek kerametse, iblis ve ifritler de bir anda doğudan batıya giderler.
Böyle şeylerin hükmü yoktur. Hakiki keramet: efrad-ı ümmetin kalbinde nuru imanı tutuşturmaktır.

* Erkeklere karışan kadınlara vaaz kürsüsünden:
— Ayrılınız! Biz buraya günah işlemeye gelmedik. Aksi halde vaazı bırakır giderim. ( Erkekle kadının arası en az bir adam geçecek kadar ayrılmalı.)

* 1950 Mart ayının son haftaları: Halil Bey, Refik Bürüngüz Bey, Süleyman Kuşçulu Bey de yemekte beraberken buyurdular ki;
"Efendiler Efendiler! Dünyada yemeğe, içmeğe itibar etmeyen kimse ararsanız beni bulursunuz... Ben size yemek- içmek için değil, ancak sizler her biriniz birkaç talebe doyurabilirsiniz diye söylemeye geldim.
Memleketlerinizden talebe te'min edin! Okutmak benden, doyurmak sizden olsun.
Bakınız, inanmazsanız okutun. (talebelerine işaretle) Ben bunları okuttum, size göstermek için geldik, yemek- içmek için değil."

* ALLAH GÜNAHLARINI SEVABA TEBDİL EDER. (S. Fürkan 69)
— Sabah namazını kılanın öğle namazına kadar olan küçük günahları affolunur.
— Öğleyi kılanların ikindiye kadar olan günahları affolunur. Büyük günahları da, Gaffâruzzünûb olan Allah Teâla setreder.

* Kul küçük günahların Hasenât'a tedbil edildiğini görünce "Benim büyük günahlarım da vardı; onları, amel defterimde göremiyorum, keşke onlar da hasenâta tedbil olsa!" diye telaşlandığını Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz gördüğünde büyük dişleri görülecek kadar güldükleri olmuştur.

Yasin-i şerif'in 78. Âyet-i celîlesi üç defa Aspirin'e okunup dişe konsa ağrı durur.

Ey insan, nimet ve iyiliklerden sana gelen her şey, Allahü Teâlâ'nın fazl-u kereminden, bela ve zarardan isabet edenler de nefsinin amelindendir. (S. Nisa 79)

"Maarifin kökü, İslam itikadının özü ve hülasası burada."

* "— BİZ İYİ OLURSAK HER şEY İYİ OLUR." diye dâimî telkinleri unutulmaz kelamlarındandır.

* Yeni müntesib bir kadın rüyada gördüğünü Efendiye anlatır, o gün vefat eder.

Rüyada: Güneş öğle vakti karardı, sonra daha parlak doğdu. Pîrim bana yedi lamba taktı, demişti.
Pîrin Tabiri: Güneşin kararması dünyası bitti, ölüme işaret. Parlak doğması ahiret âlemi, lâmbalar letâifin ikmâlidir.

* Halıcı Baba Yugoslavyalı bir tüccarla beraberken ânîden karşılaştığı zâtı bu tüccardan sorar, elini öpmek ister. Tüccar:
"— O rûhaniyyettir. Eğer hürmeten elini öpmüş olsan yanardın... İstanbul'ludur, sonra görüşürsünüz" der. Yedi sene sonra görüşürler.

* Japon İslam dinini tetkik cemiyeti reisi, Eyüp Kütüphanesinde Muhiddin-i Arabi'nin eserini okuyan zâtla görüşmek ister. Hz. Üstazı bulur. Hz.miz:
"—Takip ediliyoruz, arka arkaya oturalım, sorun" der. Öyle yaparlar.
SUAL: Mâdenlerin hâli, aslî yaratılışları mı, yoksa sonradan mı tekâmül ederş
CEVAP: "Arş-ı Âlâ'dan inen emir ve maya ile sonradandır. Yoğurdun mayası gibi" deyince Japon, ALLAH!... diye feryad eder... "Adama bir hal oldu" derler.
Ve" ağırlığınca altın veya platin verelim. Japonya'ya gidelim" diye teklifte bulunur. Lâkin "Hayır; benim vazifem burada" diye cevap alır.

* Kaymazlı Mehmet Ali mânen görürdü, sonra Hafız Mehmet vâsıtasıyla geldi görüştü...
* Birisi "Namazda sıkılıyorum, karanlıkta giderken önümde ışık oluyor, istediğim şey de oluveriyor... Sebebi nedirş" diye sual etti.
CEVAP: Namazda sıkılmak noksanlıktır. Işık ve isteklerin hasıl olması iyiliğinden. Olmayacak bir şeyi istesen de hemen olur. Lâkin Ehlûllah böyle şeyi istemezler; İlâhî irâde'ye teslim olurlar.

* Öğle ile ikindi arasında üç saat var: Bir saat geçerse Cemâli İlâhi, iki saat geçerse Rızâ-i İlâhi kapanır, sırf mağrifet kalır...
Akşamdan yatsıya kadar 1,5 saat var: Yarımşar saat ara ile (gecikmekle) yok olurlar.

 

hgulez1973

Üye
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ALLAH RAZİ OLSUN SAHİB-İ ZAMAN OLAN ZATI VE ONUN NACİZ EVLATLARININ TANINMASINA VESİLE OLMUŞSUNUZ ŞÜKRAN....DAHA FAZLA MALUMAAAT İÇİN
BURADAN BUYURUN
www.tunahan.org
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
s.a
Kur'an ı Türkiyede en güzel ve çok öğreten cemaat dir...
Halk arasında süleymancılar ismi ile çağrılıyorlar...

Kur'an ı ve ilmuhali ortaokul çağlarımda onlardan öğrenmiştim... Allah Razı olsun...

O dönemde bizlerden sır gibi saklanan ve bilenlerin yapmasinin mecbur oldugu Tesbihat ve Rabıta vardı.... Tabi aklımız yetince bunların ne oldugunu da öğrendik... Bu konuda yorum yapmayacağım tasavvuf a bakış açımız bellidir...

Selam ve dua ile..
 

HÜRADAM

Paylaşımcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
117
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
s.a
Kur'an ı Türkiyede en güzel ve çok öğreten cemaat dir...
Halk arasında süleymancılar ismi ile çağrılıyorlar...

Kur'an ı ve ilmuhali ortaokul çağlarımda onlardan öğrenmiştim... Allah Razı olsun...

O dönemde bizlerden sır gibi saklanan ve bilenlerin yapmasinin mecbur oldugu Tesbihat ve Rabıta vardı.... Tabi aklımız yetince bunların ne oldugunu da öğrendik... Bu konuda yorum yapmayacağım tasavvuf a bakış açımız bellidir...

Selam ve dua ile..

Anlaşılan sadece yüzeysel öğretmişler,içine işlememiş ki tasavvufa hakaret ediyorsun.Bak tasavvuf ayrıdır tarikat ayrı.Tasavvuf bir ilim irfan mektebidir.tarikat ise şahıslardan oluşur çeşit çeşittir içlerinde iyler 0lduğu gibi kötülerde vardır.kötüleri seç at iylere laf deme.Süleyman efendi başkadır ,süleymancılar başkadır adamlar kendilerine süleymancı diyorlarda süleyman efendimi oluyorlar.Allah sizden hiç bir ücret istemiyenlere uyun onlar doğru yoldadırlar diyor sizse kuranı öğrettikleri için para toplayan bu süleymancılara uyuyorsunuz.sonrada islam neden bu durumda diyorsunuz.Kurana uyun bırakın süleymancıyı fetullahçıyı erbakancıyı ibni temiyyeciyi.Gerçek mürşidi kamil Hazreti Allahtır.

HAKK YOLUNUN YOLCUSUNU HAKK SEÇER
 

HotFuzz

Üye
Katılım
8 Şub 2008
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yüce Allah´a hakiki kul Peygamberimize hakiki ümmet, üstazimiza hakiki evlat sevdiklerine hakiki kardes eylesin.

son asrin mürsidi kamile silsile-i saadatin son halkasi olan üstazimiz Süleyman hilmi Tunahan hazretlerine saygi gösterene elbet öyle umuyorum ahiret gününde sefaatciolur biiznillah

saygilar ve selamlar
 
Üst