MelanKoli_
Üye
Sükutum Dağlar Kadar !
İpekten daha hüzünlü şiirler dokudum, ölmem için ferman kesen bakışlarından. Hatırlıyorum hüzünbaz bir yağmur altından geçiyordum.
Saatimi cennet vakitlerine ayarlamıştım. Kutsal bileğin bükülmeyeceğine çoktan inan kalbim, ünlem halinde yaşıyordu hayatın bütün kertelerini…
Dudaklarında kekre gülüşler… İki yanı da keskindi senin bıçaklarının. Öyle mağrur edayla savuruyordun eteğinden, kasılmış, boz dualarını.
Seni heceleyememem bundan ötürü.
Ucuz rüyalar görüyordun belki benden yana. Kim bilir hangi harami ruhlu hayırsıza anlatacaksın.
Ellerimi kırdım bak yüzünün soğuk girdaplarında.
Geleceksin diye bir gün açmadım kimselere kalbimin pencerelerini.
Bulup bulup yitirdiğim, emekleyen dualarıma tutunarak gezindim.
En güzel şarkıları senin için seçtim.
Güllere kanımı sunarken ay karanlık gecede
Kaygan dünyaya bin defa daha bıçak biledim.
- Sükutum dağlar kadar...
Demek bunca sonra gidiyorsun zambakları ezerek.
Demek kalbimi isyan mevsimlerinde sınanmaya koyuyorsun.
Deniz diplerine batan gemileri bulmaya mı gidiyorsun yoksa.
Kızıldeniz den geçerken düşürdüğün yüreğini bulmaya mı?
Git öyleyse.
Üzülmeyesin diye sen, o nazlı cümlenin düğümünü çözmedim
Sitemkar akşamlarda nice sustum.
Ve reddettim.
Ardından ağlayacak İstanbul değildir.
Aklında tutup da bırakmadığın bir isim ağlayacak bundan sonra.
Gece yarısı filtresiz sigaralara ayarlandı şimdi ellerim.
Güneşin altında gezinmek yok.
Bir selam daha yollamak serçe kuşlarla,
Ellerini tutmak bulut niyetiyle,
Tuhaf tuhaf ağlamak yok.
- ağlamak mı? Artık kabil değil ki!..
Sen orda, denizin berraklığında yaşayıp duracaksın her şeye rağmen.
Bir o kadar muammasın benden yana.
Fakat ellerin var.
Ellerini bilirim. Kuşlar kadar tedirgindir.
Vefalı bir İstanbul kadar güzel.
Acımıyor değil kalbim.
Toprağa düşen kandan da beterim.
Çünkü kötürüm hülyalara bağlamışım dilimi.
Seni sevdim üstüne üstlük.
Katlime ferman yazdı ya hallerin
Şimdi dillendir bu katli, her tarafa tellallarını sal.
Hüzün sarayında kendimi
Bir dönüşsüz sefere adadım!..
Mustafa Meriç
İpekten daha hüzünlü şiirler dokudum, ölmem için ferman kesen bakışlarından. Hatırlıyorum hüzünbaz bir yağmur altından geçiyordum.
Saatimi cennet vakitlerine ayarlamıştım. Kutsal bileğin bükülmeyeceğine çoktan inan kalbim, ünlem halinde yaşıyordu hayatın bütün kertelerini…
Dudaklarında kekre gülüşler… İki yanı da keskindi senin bıçaklarının. Öyle mağrur edayla savuruyordun eteğinden, kasılmış, boz dualarını.
Seni heceleyememem bundan ötürü.
Ucuz rüyalar görüyordun belki benden yana. Kim bilir hangi harami ruhlu hayırsıza anlatacaksın.
Ellerimi kırdım bak yüzünün soğuk girdaplarında.
Geleceksin diye bir gün açmadım kimselere kalbimin pencerelerini.
Bulup bulup yitirdiğim, emekleyen dualarıma tutunarak gezindim.
En güzel şarkıları senin için seçtim.
Güllere kanımı sunarken ay karanlık gecede
Kaygan dünyaya bin defa daha bıçak biledim.
- Sükutum dağlar kadar...
Demek bunca sonra gidiyorsun zambakları ezerek.
Demek kalbimi isyan mevsimlerinde sınanmaya koyuyorsun.
Deniz diplerine batan gemileri bulmaya mı gidiyorsun yoksa.
Kızıldeniz den geçerken düşürdüğün yüreğini bulmaya mı?
Git öyleyse.
Üzülmeyesin diye sen, o nazlı cümlenin düğümünü çözmedim
Sitemkar akşamlarda nice sustum.
Ve reddettim.
Ardından ağlayacak İstanbul değildir.
Aklında tutup da bırakmadığın bir isim ağlayacak bundan sonra.
Gece yarısı filtresiz sigaralara ayarlandı şimdi ellerim.
Güneşin altında gezinmek yok.
Bir selam daha yollamak serçe kuşlarla,
Ellerini tutmak bulut niyetiyle,
Tuhaf tuhaf ağlamak yok.
- ağlamak mı? Artık kabil değil ki!..
Sen orda, denizin berraklığında yaşayıp duracaksın her şeye rağmen.
Bir o kadar muammasın benden yana.
Fakat ellerin var.
Ellerini bilirim. Kuşlar kadar tedirgindir.
Vefalı bir İstanbul kadar güzel.
Acımıyor değil kalbim.
Toprağa düşen kandan da beterim.
Çünkü kötürüm hülyalara bağlamışım dilimi.
Seni sevdim üstüne üstlük.
Katlime ferman yazdı ya hallerin
Şimdi dillendir bu katli, her tarafa tellallarını sal.
Hüzün sarayında kendimi
Bir dönüşsüz sefere adadım!..
Mustafa Meriç