Silahlı Peygamber Hakikatine Sımsıkı Bağlı Said Nursî Hz. Kaç Kişiyi Öldürdü?

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0

ÖNEMLİ NOT: KONU AĞIR GELEBİLİR. AMA ALLAH (CC) RIZASI İÇİN TÜM NURCULAR OKUSUN VE DERS ALSINLAR. Fİ EMANİLLAH


tek kutuplu dünya insanlığı liberal demokrasiye zorluyor. gelenek ve değerleri nedeniyle buna (liberal dmokrasiye) karşı çıkılması durumunu da huntington un medeniyetler çatışması tezi ile özetliyor. şimdi bizdeki birileri medeniyet çatışması tezine medeniyetler diyaloğu olarak kavramlaştırılabilecek ve arka planında dinlerarası diyalog felsefesi içeren bir alternatif geliştiriyorlar. bu göründüğü kadar saf bir proje değildiir. islamın dişlerinin sökülmesi, protestanlaştırılması projesidir. islamın protestanlaştırılmasına karşıyız. batı işine yaramayan hiçbir oluşumu desteklemez.

siz bilmiyorsunuz ya onlardansınız ya da onlara düşman. kuranı kerim ne güzel özetlmiş; "Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (BAKARA, 120)


not: islamı batı medeniyetinin ürettiği demokrasi, cumhuriyet, laiklik, vb kavramlarla açıklayamazsınız. bunu açıkklama cehaltini gözteririseniz oryantalist bir bakışı ortaya koyarsınız. en tehlikeli durum da budur.

not2: batıda çokça yaşamış olan "aydın takımı" batı medeniyetini o kadar özümsüyorlar ki, döndüklerinde bu değerler ile islam medeniyetini açıklamaya çalışıyorlar. misal yusuf kaplan isimli yazar; adam islam medeniyeti eksenli yazılar yazıyor. kendince fikir geliştiriyor. kullandığı argümanların %80 i batı menşeli. matruş haline, kravatına kostümüne bakıyorsunuz tam batı medeniytini yansıtıyor. malesef lisanı hali islam medniytini yansıtmıyor. ayrıca batı kibrini de yanında getirmiş.
(okuyorsa yusuf kaplana bir soru hediyemiz var. madem islam medeniyetini anlatma yoluna çıktınız ve "kafa patlatıyorsunuz", o zaman şu soruya cevap verin; sakal adetmidir? alametmidir? araştırın bakalım. tüm diplomalarımı yırtttım demekle diploma yırtılıyor mu? düzene başkaldırıyorsanız lisanı halinizle bunu gösterin. bizde samimi olduğunuza mutmain olalım.)
30_Agustos_2010_14_41_48_3485834003.jpg

not3: bu aydıncıklarla hiçbirşey olmaz.

not4: söylenmesi gerekenler çoktan söylendi. biz bize emanet edilen mukaddesatı ceketimizin astarı içinde kaybettik. marka müslümanları olduk. şimdi felsfe yapmanın zamanı değil. bizim için yol ve rehber peygamberi zişan efndimizdir. üstadın ifadesi ile de sünneti süniyyenin menbaı üçtür. peyhaberi zişan efendimizin akvali, efali ve ahvali.

not5: örnek alınması gereken tek kişi, güzel peygamberimizdir.

not6: bu yazı özellikle diyalogcuların ne büyük fitne içinde olduklarını ortaya koymak için yazılmıştır. lütfen bu fitneye yardımcı olmayın. dönün!!! BAKIN BÜYÜK BİLDİKLERİNİZ DE SİZİ KURTARAMAYACAKLAR. ANLADIĞIM KADARI İLE ÖNCE ONLAR GİDECEK ZATEN.






"
"Sünnet-i Seniyye Edeptir"Bediüzzaman Said Nursi
01.gif
Sırat-ı müstakim şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülasasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki:Tagayyür, inkılap ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskan edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin, birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye, ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye, üçüncüsü, nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.Lakin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Mesela, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddi ve ne manevi hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.Ve keza, kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder.
02.gif
İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi havidir. Mesela, halk-ı ef’al meselesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza, itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.İşârât’ül-İ’câz, 29-30.Yedinci NükteSünnet-i Seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
03.gif
Yani, “Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.”
Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, katiyen anlar ki, edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder.
04.gif
kaidesine mâsadak olur, hasâretli bir edepsizliğe düşer.
Sual: Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey Ondan gizlenemeyen Allâmü’l-Guyûba karşı edep nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler Ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür, mucib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâmü’l-Guyûba karşı tesettür olamaz.Elcevap: Evvelâ, Sâni-i Zülcelâl nasıl ki kemâl-i ehemmiyetle san’atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celb ediyor. Öyle de, mahlûkatını ve ibâdını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Lâtîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilâf-ı edep oluyor. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelâlin esmâlarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır.Saniyen: Nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir, hilâf-ı edep denilmez. Belki, edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabip, recüliyet ünvanıyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz, ona gösterilmesini edep fetvâ veremez. Ve o cihette ona göstermek hayâsızlıktır. Öyle de, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsı var; herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ, Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını iktiza ettikleri gibi, Cemîl ismi de çirkinliği görmek istemez. Lâtîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esmâ-i cemâliye ve kemâliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esmâ-i cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve ruhanî ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edepleriyle göstermek isterler. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işaretidir ve düsturlarıdır ve numuneleridir.Lem’alar, 106.On Birinci NükteBirinci Mesele: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.Farz ve vâcip kısmında ittibâa mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir.Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve büyük hatadır.Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve neviye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mu’cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.İkinci Mesele: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîmde
05.gif
ferman eder. Rivâyât-ı sahiha ile Hazret-i Aişe-i Sıddıka (r.a.) gibi Sahabe-i Güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tarif ettikleri zaman,
06.gif
diye tarif ediyorlardı. Yani, Kur’ân’ın beyan ettiği mehâsin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Ve o mehâsini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehâsin üstünde yaratılan odur.
İşte böyle bir zâtın ef’al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin (Sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.Üçüncü Mesele: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat’î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir.Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
07.gif
emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat’î bir surette görünüyor. Meselâ kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabâvet ve cerbezeden müberrâ olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, âzamî mâsumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ, bütün sünen-i seniyyesinde, ahvâl-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde hadd-i istikameti ihtiyar edip, zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinap etmiştir. Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinap etmiştir. Bu hakikatin tafsilâtına dair binlerce cilt kitap telif edilmiştir.
08.gif
sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifâ edip, kıssayı kısa keseriz.
Lem’alar, 109, 110.Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.Emirdağ Lahikası, 369.“Biz görüyoruz ki: Dinsizlerin veya sahih bir dini olmayanların ahvalleri muaddele ve munazzemedirler.”Elcevap: O adalet ve intizam, ehl-i dinin ikazat ve irşadatıyladır. Ve o adalet ve faziletin esasları, enbiyanın tesisleriyledir. Demek enbiya, esas ve maddeyi vaz etmişlerdir. Onlar da o esas ve fazileti tutup, onda işlediklerini işlediler. Bundan başka nizam ve saadetleri, muvakkattır. Bir cihetten kaime ve müstakime ise, çok cihattan mâile ve münhaniyedir. Yani, ne kadar sureten ve maddeten ve lâfzan ve maâşen muntazamadır; fakat sîreten ve mâneviyaten ve mânen faside ve muhtelledir.Ey birader! İşte sıra üçüncü cihete geldi. İyi tefekkür et. Şöyle:Ahlâktaki ifrat ve tefrit ise, istidadatı ifsad ediyor. Ve şu ifsad ise, abesiyeti intaç eder. Ve şu abesiyet ise, kâinatın en küçük ve en ehemmiyetsiz şeylerinde mesalih ve hikemin riayetiyle âlemde hükümfermalığı bedihî olan hikmet-i İlâhiyeye münakızdır.Vehim ve tenbih:“Meleke-i mârifet-i hukuk” dedikleri her fenalığın maddeten zararını ihsas ede ede ve efkâr-ı umumiyeyi ikaz etmekle hâsıl olan “meleke-i riayet-i hukuk” dedikleri emri, şeriat-ı İlâhiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve şeriatten istiğnaları bir tevehhüm-ü bâtıldır. Zira dünya ihtiyarlandı. Öyle birşeyin mukaddematı da zahir olmadı. Bilâkis, mehasinin terakkisiyle beraber mesâvî dahi terakki edip daha dehşetli ve aldatıcı bir şekle giriyor.Evet, nasıl ki nevâmis-i hikmet, desâtir-i hükûmetten müstağni değildir. Öyle de, vicdana hâkim olan kavanin-i şeriat ve fazilete eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtır. İşte, şöyle mevhume olan meleke-i tâdil-i ahlâk, kuvâ-yı selâseyi hikmet ve iffet ve şecaatta muhafaza etmesine kâfi değildir. Binaenaleyh insan bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nafiz olan mizan-ı adalet-i İlahiyeyi tutacak bir Nebi’ye muhtaçtır.Muhakemat, 125-126.İşte, imân-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ı içtimâiye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile, sâirleri kıyas edilse, anlaşılır ki, hakikat-i haşriyenin tahakkuku ve vukuu, insaniyetin ulvî hakikati ve küllî hâceti derecesinde katîdir. Belki, insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delâlet ve şehâdetinden daha zâhirdir ve daha ziyâde tahakkukunu bildirir. Ve eğer, bu hakikat-i haşriyenin neticeleri, insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini ispat eder. Beşerin idare ve ahlâk ve içtimâiyâtı ile çok alâkadar olan içtimâiyyun ve siyâsiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın. Gelsinler; bu boşluğu ne ile doldurabilirler? Ve bu derin yaraları ne ile tedâvi edebilirler?Sözler, 93.Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.Sözler, 216.İnsanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.Mektubat, 37.Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Kur’ân’dan sonra en büyük mucizesi kendi zâtıdır. Yani, onda içtima etmiş ahlâk-ı âliyedir ki, herbir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyorlar. Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali, mükerreren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın arkasına iltica edip tahassun ediyorduk.” Ve hâkezâ, bütün ahlâk-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye mâlikti. Şu mucize-i ekberi Allâme-i Mağrib Kadı İyaz’ın Şifâ-i Şerif’ine havale ediyoruz. Elhak, o zat, o mucize-i ahlâk-ı hamîdeyi pek güzel beyan edip ispat etmiştir.Mektubat, 179.Hem o mu’cizât-ı bâhire sahibi olan vahdâniyet dellâlı ve saadet-i ebediye müjdecisi, kendi zât-ı mübarekinde öyle ahlâk-ı âliye ve vazife-i risaletinde öyle secâyâ-yı sâmiye ve tebliğ ettiği şeriat ve dininde öyle hasâil-i galiye vardır ki, en şedit düşman dahi onu tasdik ediyor, inkâra mecal bulamıyor. Madem zâtında ve vazifesinde ve dininde en yüksek ve güzel ahlâkları ve en ulvî ve mükemmel seciyeleri ve en kıymettar ve makbul hasletleri bulunuyor. Elbette o zat, mevcudattaki kemâlâtın ve ahlâk-ı âliyenin misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır. Öyleyse, zâtında ve vazifesinde ve dininde şu kemâlât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir nokta-i istinaddır ki, hiçbir cihette sarsılmaz.Mektubat, 190.Bütün ihtilâlât ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve membaı, tek iki kelimedir.Birinci kelime: “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne.”İkinci kelime: “İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.”Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devâsı var ki, o da vücub-u zekâttır. İkinci kelimenin devâsı hurmet-i ribâdır. Adalet-i Kur’âniye Âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müthişini yemeden dinlemeli.Mektubat, 456.Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı Islâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki:Ey gazeteciler! Edipler edeplí olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onlann sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yâni taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrup·a’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz. Ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira; elif-bâ okumayan çocuğa felsefe-i tabîiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu karı libâsı yakışmaz: Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz. Akvâmın ihtilâfı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve muktezâ-yı hali düşünmemekten çıkar.Divan-ı Harb-i Örfi, 25-26.Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.Divan-ı Harb-i Örfi, 28.Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.Münazarat, 100.Bütün zîhayatlar hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o zât-ı Vacibü’l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki, demiş:
09.gif
Yani, rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, demiş:
10.gif
Yani, “Benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemim ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.”
Hutbe-i Şamiye, 25-26.
11.gif
Kur’ân, sâlihat’ı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Neviden nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mâhiyeti değişir.Meselâ, cesaret, sehavet, erkekte gayret, hamiyet ve muavenete sebeptir. Kadında, nüşuza, vakahate, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir. Meselâ, zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur.Meselâ, bir ulü’l-emir, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hânesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur.Meselâ, tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir; meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir.Meselâ, fert, mütekellim-i vahde olsa; müsamahası, fedakârlığı, amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maa’l-gayr olsa hıyanet olur.Meselâ, bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.Herbirinde birer misal gördün; istinbat et.Madem ki, Kur’ân, bütün tabakata, bütün a’sârda, kâffe-i ahvâlde şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsün, hayır çoktur. Sâlihat’taki ıtlakı, beliğâne bir icâz-ı mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniş bir sözdür.***
12.gif
Âkıbet, ikaba delildir; hadsen onu gösteriyor. Mâsiyetin ekseriya dünyada olan âkıbeti bir emare-i hadsiyedir ki, cezasında bir ikab vardır. Çünkü herkes hususî bir tecrübeyle hadsen görüyor ki, hiçbir münasebet-i tabiiye olmadığı halde, mâsiyet bir netice-i seyyieye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs’atle tesadüf olamaz. Eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara alınırsa, görünür ki, nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı mâsiyettir ki, cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, mâsiyetin lâzım-ı zâtîsidir.
Madem ki dünyada filcümle bu lâzım, sırf tabiat-ı mâsiyet için terettüp ediyor. Elbette, bu dârda terettüp etmeyen, başka dârda terettüp edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş ki, ‘filân adam fenalık etti, belâsını buldu.’Sünühat, 19-21."

kaynak:
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=34
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
bu giriftar denen herifle zamaninda 11 eylül olaylarini tartismistik,11 eylül olaylarini müslümanlar yaptigina inanan,müslümanlara en büyük zarari veren islami terör savunucusu el kaidaci dengesizin biri.
Eklemis oldugu yazilarda kendi gibidir...:)
Oysa Bediüzzaman Şapka inkılâbına karşı çıkmış, millete batıcı laik bu uygulamanın meşru olmadığını dile getirmiş kendisi ise bir kez bile başına şapka koymamış sarığını kafasından çıkarmamıştır. Hatta kendisine zamanın valisi Nevzat TANDOĞAN tarafından zorla şapka giydirilmek istenir. Ancak Bediüzzaman kafasındakini işaret ederek; “Bu külah ancak bu baş ile birlikte çıkarılır” şeklinde cevap verir. Teferruat hesabı bütün bir milletin namusuyla oynayan BOP hocaefendileri ve kuyrukçuları bu mânâ çerçevesinde Bediüzzaman düşmanı olduklarını bir daha deşifre
ederler.
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
bu giriftar denen herifle zamaninda 11 eylül olaylarini tartismistik,11 eylül olaylarini müslümanlar yaptigina inanan,müslümanlara en büyük zarari veren islami terör savunucusu el kaidaci dengesizin biri.
Eklemis oldugu yazilarda kendi gibidir...:)
Kör gözle bakmakta olandan başka nesinki sen.
Kim olduğumu hiçbir şartta saklamadımki,şaşkın herif.
Büyük Doğu -İbda fikriyatı bağlısı bir Müslümanım.
Müslümanım,Ehl-i Sünnetim,Nakşiyim,Abdülhakim Arvasi hz,Necip Fazıl ,Salih Mİrzabeyoğlu ve Mahmud Hoca bağlısıyım...
El Kaide de dahil,Hamas,Taliban ve bütün ehl-i küfre karşı savaşan mücahidlerden yanayım...
Fikre fikirle karşılık ver...
KİM ALLAH VE RESUL DİYORSA BİZ ONDANIZ,ODA BİZDEN...
Vesselam...
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0

El Kaide de dahil,Hamas,Taliban ve bütün ehl-i küfre karşı savaşan mücahidlerden yanayım...
Fikre fikirle karşılık ver...
KİM ALLAH VE RESUL DİYORSA BİZ ONDANIZ,ODA BİZDEN...
Vesselam...
Bir yandan ehli-küfrün islam ülkelerini isgal etmesine HAKLi olarak tepki gösteriyorsun,isgalin sona ermesi icin mücadele edenleri destekliyorsun...
Diger yandan "islami terör" faaliyetleriyle ehli-küfrün taseronlugunu yaparak islam ülkelerinin isgal edilmesine alet olanlardan yana oldugunu söyüyorsun...

Bu 1. celiski...

Bir yandan ehli-küfrünün taseronlugunu yapan bu radikal "mücahidlere" "ALLAH VE RESUL DİYORSA BİZ ONDANIZ,ODA BİZDEN" diyerek sahibleniyorsun...

Diger yandan ehli-küfrünün taseronlugunu yaparak islam beldelerinin isgaline,dolayisiyla yüz binlerce müminin katledilmesine,binlerce bacimizin tecavüz edilmesine gayri islami bir cihad metoduyla alet olanlari elestirenlere "light" damgasi vuruyorsun,birdaha isgal olmasin diye altyapiya agirlik verenlere kin besliyorsun.

Buda 2. celiski.

Eger sen ehli-küfrün isgallerine karsiysan ehli-küfrün oyunlarina alet olmayacaksin.
11 eylül olaylari afganistana girmek icin,müslümanlara zarar vermek icin bizzat ehli-küfür tarafindan düzenlenmistir ama sen, "yok hayir,bunu bizim mücahidler düzenlemistir,onlar kahramandir" diyerek ehli-küfrün ekmegine yag sürmüs oluyorsun

Bukadar ahmak olunmazki!

"Rabbimiz bizi zalim kavim icin fitne kilma" manasinda ayet var yunus suresinin 85. ayetinde.
Müfessirlerin beyanina göre zalim ve kafirlere fitne olmak 3 cesittir:
1.islamiyetin tatbikatindan imtina etmek sebebiyle kafirlerin müslümanlara musallat olmalari ve azab vermeleri...
2.kafirlerin ve zalimlerin birtakim yaldizli sözlerine kapilmak...
3.Hak ve gercek yol üzerinde olmak zanniyla kafirlerin serlerine maruz kalmak,yahud onlara avci olmakla dini-mübini onlara av yapmakdir (nitekim ebu miclez,ebu-d-Duha ve bircok müfessirlerin sözüde budur)


Fitneye sebebiyet vermemek icin hertürlü tedbiri almak...cihaddan önce cihaddir....
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yeni Osmanlı namlı hiç Osmanlıyla alakası olmadığını düşündüğüm kişi,
HİÇMİ HIRSIZIN SUÇU YOK...
İslam coğrafyasını işgal eden emperyalist-işgalci kafirlere karşı canlarıyla müdafa yapmamalılarmı...
İşgalci köpeklere gülmü sunulmalı...
Şunu iyice kafana sokki, KURDUN KUZUYU YEMESİ İÇİN BAHANESİ ÇOKTUR,NİYE SUYU BULANDIRDIN DİYEBİLİR YANİ...
Yani sıra herkese gelebilir...
O zaman da direnişçi Müslümanlara attığın iftiraların altında ezilirsin...
FİTNE ODUR Kİ,İŞGALE VE İŞGALCİYE ILIMAN DAVRANMAKTIR...
Allahcc, muhafaza buyursun bütün İslam milletini...
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Dün Said-i Nursi bugün Salih Mirzabeyoğlu.. ,
İktidarlar değişir İnsanlar gelişir rejim hep aynı rejim... Zulüm hep aynı zulüm.. Dünün Üstad'ına sahip çıkamadık bugünümüze bugünkü Üstad'ımıza sahip çıkalım...






 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Dün Said-i Nursi bugün Salih Mirzabeyoğlu.. ,
İktidarlar değişir İnsanlar gelişir rejim hep aynı rejim... Zulüm hep aynı zulüm.. Dünün Üstad'ına sahip çıkamadık bugünümüze bugünkü Üstad'ımıza sahip çıkalım...
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Müslümana zulüm yapan bir devlet liderine karşı isyan var mıdır? Demokratik yolların açık olduğu bir ortamda silahlı isyana girmek fitnenin ta kendisidir. Aklınızı kullanın. Günümüz statükosunu geçmiş hadiselerle kıyas edemezsiniz. Allah akıl vermiş ama kullanan yok ki, adama bugün olmaz diyorsun, o salak kalkıyor geçmişten ''falan zat bunu yapmış, fişman kişi böyle etmiş'' diyor. Bir meseleyi tarihten örnek alırken salt o meselenin kendisini paketleyip günümüze taşıyamazsınız. O paketin etrafını, içinde bulunduğu ortamı, atmosferi velhasılı etkileyici tüm faktörlerle birlikte değerlendirmeniz gerekir. Nolacak böyle bilmiyorum, ümmet acaip çapsızlaşmış. En âllamesinden tutun en sözü geçer adamına kadar bi çapsızlık almış başını gidiyor yahu. Bunlar yobaz da değil. Yobaz adam, kendine yontan adamdır ve ne yaptığının farkındadır. Bunlarda o da yok. Ortalık bildiğiniz düpedüz aptal adamlar deryasına dönüştü. Ben anlamıyorum gıdalara bir şeyler mi katıyorlar, suyumuza mı katıyorlar bir türlü çözemedim arkadaş.

''İslamın mücadelesi, İslami olmayan tüm düzenlerdir'' derken müslümanlar bunu ''Şeriatle yönetilmeyen tüm düzenlerdir'' şeklinde anlıyor. Bunun sebebi ''Şeriat İslamdır'' algısı. Bu algıyı yıllarca hangi p...nkler oluşturdu bimiyorum ama kasıtlı yapıldığını sanıyorum. Belki yapanlarda farkında değil, aptallığının kurbanı, bir şey demiyorum ama başı çeken bir merkez var. Burada tekrar tekrar yazdım. Din İslamdır, şeriat değil. Dolayısıyla şeriat islam değildir. Eğer siz ŞERİAT İSLAMDIR diye bir algı kurarsanız bu algının üstüne ''islamın mücadelesi şeriat olmayan tüm düzenlerdir'' şeklinde bir yorumla terörde yaptırırsınız, bomba da patlatırsınız. Oysa Kur'an'ın her yerinde gözümüzün içine sokulan bu ince ayrımı kimse farketmiyor çünkü Kur'an okunmuyor, okurken tefekkür edilmiyor.

Sonuç: İslamın mücadelesi şeriat olmayan nizamlarla değildir. İslamın mücadelesi zulme karşıdır. İslam şeriatiyle yönetilmeyen bir yerin zulüm olması şart değildir. İlk hicretin yapıldığı Habeşistan şeriatle yönetilmediği halde Allah Rasulü ''Necaşi adil bir hükümdardır'' demiş, sahabe oraya hicret etmiştir. Adalet ve Zulüm mefhumunu şeriatten ayrı tutun. Size söylüyorum Allah adına aldatmak mümkünse Kur'an adına zulüm yapmakta mümkündür. Gözünüzü açın ve İslamı insan merkezli düşünün, kitap merkezli değil. Öyle peygamberler vardır ki kitap verilmemiş ama İslamı tebliğ etmişler. Bu nasıl olyor, oturun iki dakika bi düşünün. Din konusunda şeriat verilen peygamberler var, şeriat verilmeyen var. Onun içindir ki İslam itikadında amelsizlik dinden çıkarmıyor. Bunun niye böyle olduğunu şimdinin âlimleri izah edemiyor, bilmiyor, bağlantı kuramıyor çünkü tefekkürsüz, mantıksız, akılsız bir ezberle âlim olmuşlar. Bu âlimlerden ümmete reçete çıkmaz. Allah'tan ki İslam fıhkı bu ezberci âlimlerin elinde gelişmedi. İş onlara kalsaydı vallahi bugün bize gelen din, Arapça bilmeyeni bile kafir ilan ederdi. Bu eğilimleri zaten bu zavallı zevatta ve takipçilerinde gözlemliyoruz zaten.
 
Üst