ukubat
Profesör
- Katılım
- 9 May 2007
- Mesajlar
- 1,942
- Tepkime puanı
- 103
- Puanları
- 0
- Konum
- istanbul,fatih
- Web sitesi
- www.ismailaga.org.tr
Her şeyİn ölçüsü Şeriattır
Müslüman olunca; nefsanî ve şeytanî işlere paydos denmesi gerekecek, fakat nefsimiz bu paydostan hoşlanmıyorsa ne olacak? Elbette İslâm’a leke, pislik ve çamur atacak.
Ey insan bil ki; الله’ın dinine, mukaddesatına attığın o pislik ve çamurlar, o lekeler hep sanadır.
Zina yapacaksın diye, istediğinle flört edeceksin diye, nikâhsız gayr-i meşru hayat yaşayacaksın diye, çıplak, âşifte gezeceksin diye, şarap içecek, kumar oynayacaksın diye, hırsızlık edip rahat yaşayacaksın diye, haksız yere insan öldürüp zulmedeceksin diye, namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, kadın isen kapanmaktan, haremlik-selamlıktan hoşlanmıyorsun diye, doğruluk ve hak gözüne batıyor.
Eğrilik ve zulümden hoşlanıyorsun diye, üç-beş günlük dünyada şeytanlığı icra edeceğim diye... الله’ın dinine, الله’ın kitabına, الله’ın peygamberine iftira atma.
Zulmetme. Zalim olma...
Sabırlı olalım. الله Celle Celaluhu herkese zevk hakkı vermiştir. Fakat haddi, hududu aşmayalım, dünya imtihan yeridir. Burada nefsanî oyalanmak bile imtihanı kaybettirir. Esas hayat, ebedi hayat önümüzdedir, ahirettedir. Esas her istenilen zevkler, hadsiz ve hudutsuz zevkler oradadır. Dünya zevklerinden bir şey çıkmaz. Dünya zevklerinin sonu; yorgunluktur, pişmanlıktır. Öbür dünyanın zevkleri, hep zevktir. Zevk üstüne zevktir. Hidâyet, yani الله Celle Celaluhu’nun sevdiği yolu bulmak ve orada sebat etmek yine الله-u Teâlâ’dan istenilmelidir.
Çünkü hidâyeti ancak O yaratır. Akıl, mantık, kültür, ilim ise hidâyet yaratamaz, ancak hidâyet yollarını bulmada katkıda bulunabilirler. Nice insanlar vardır ki, hidâyet yolunu bilirler, hidâyetin ne olduğunu öğrenmişlerdir, fakat kendileri hidâyette değillerdir. Hidâyet, henüz onlar için yaratılmamıştır. الله-u Teâlâ onlara, henüz hidâyeti nasip etmemiştir.
Sebep; hidâyet olunmayı الله-u Teâlâ’dan istememişler, biz, kendi işimizi kendimiz görürüz zannetmişlerdir. الله’a tenezzülsüzlük yok. Muhtaç olduğumuzu الله-u Teâlâ’ya ikrar var. الله’a karşı büyüklenmek yok, الله’tan dilenmek var.
“Eğer dileseydik, herkese hidâyetini verirdik...”
(Secde sûresi, 13. âyet-i kerîme.)
“Ey Resûlüm! Sen, o kâfirlerin hidâyet bulmalarına çok istekli isen (de çare yok), الله, delalette bırakacağı kimselere hidâyet vermez...”
(Nahl sûresi, 37. âyet-i kerîme.)
Dikkat edilirse anlaşılır ki, peygamberler bile bir kimsenin hidâyetini arzu etse, o insan için hidâyet yaratamaz.
Hidâyet ancak الله’tan istenilirse ve الله da dilerse, o kimse için hidâyeti yaratır. Peygamberler ve sâir mürşidler ancak hidâyet yollarını gösterirler ve bununla memurdurlar. Kendisine hidâyet yolu gösterilen insanda, o gösterilen doğrultuda الله’tan hidâyetini isteyecektir. Ehl-i Sünnet’in yolu budur.
“الله kime hidâyet ederse, o doğru yoldadır...”
(İsrâ sûresi, 97. âyet-i kerîme.)
Dünyadaki birbirini sevmemeler, dinsizlikten doğuyor. Din ne kadar kuvvetli yaşanırsa, insanlar da o kadar çok birbirini sever ve erdemli olurlar. İnsanın şu dünyada mesut ve bahtiyar olması, sadece para ve makam sahibi olmasıyla gerçekleşmez. Bahtiyarlık kalp genişliğiyle olur. Nice dar gelirli ve mevkî sahibi olmayan insanlar vardır ki, mesut ve bahtiyarlardır. Ama yine nice insanlar vardır ki; zengin ve mevkî sahibi oldukları hâlde maalesef mesut ve bahtiyar olamamışlardır. Izdırap, sıkıntı ve stres içindedirler.
Her gün dünyalıkları arttığı halde sıkıntı ve ızdırapları eksilmemiştir.
“Ve (الله) kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerini birleştiremezdin, fakat الله, onların aralarını bulup kaynaştırdı, çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.”
(Enfâl sûresi, 63. âyet-i kerîme.)
Sevmek ve sevişmek, madde karşılığı olursa geçici olur. Kısır olur. Her an yıkılmaya mahkûm olur. Bugün insanlar birbirlerine bu sevgi ile yanaşıyorlar. Dolaysıyla korkunç sorunlar zuhur ediyor. Maskeli sevgi, hiçbir zaman sevgi değildir. Sevgi istismarcılığıdır ve karşısındakini kandırmaktadır. Bu insanlık değildir.
الله-u Teâlâ’nın önerdiği sevgi ile sevişebilirsek, o zaman bencillik, egoistlik, enaniyetçilik son bulur. Rüşvet kalkar. Yaşam, yaşam olur.
İslâm bütün teferruatıyla önümüze konulmuştur. Tenezzül edip sahip çıkmaz isek suç bize ait olur, İslâm’ın değil.
الله-u Teâlâ, Tevrat ve İncil ehlini kendi kitaplarında indirilen ile amel etmeye davet ediyor.
Zira Tevrat ehli ile İncil ehli kendi kitapları ile amel etselerdi, kitaplarında “ahir zaman nebîsine tabî olun” emrini de görecekler ve dolayısıyla Kur’an’a tabî olacaklardı.
“Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de ismini yazılı buldukları ümmî Peygambere, O Resûle tabî olurlar..., işte bunlar kurtulanlardır.”
(Araf sûresi, 157. âyet-i kerîme.)
“Bir vakit, Meryem’in oğlu İsa, şöyle demişti. Ey İsrailoğulları! Ben size gönderilen الله’ın peygamberiyim. Önümde (benden evvelki) Tevrat’ın tasdikçisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, O peygamberin ismi Ahmed’dir. Fakat o, onlara açık deliller getirince (bu apaçık bir büyüdür) dediler.”
(Saf sûresi, 6. âyet-i kerîme.)
İşte ahir zaman nebîsi Muhammed Mustafa ve O’nun vasıfları hem Tevrat’ta ve hem de İncil’de haber verilmiş iken, zuhur ettiği zaman ona iman edilmesi ve tabî olunması emredilmiş olduğu hâlde ve bunu yapmak Tevrat ve İncil ile amel etmek olacağı vurgulandığı hâlde, bu emirler, Tevrat’ta ve İncil’de tahrif edildi, değiştirildi. Böylece Tevrat ehli ve İncil ehli kendi kitaplarından yüz çevirmiş oldular.
Kur’an-ı Kerîm hepsini haber veriyor. Kur’an okuyan ve anlayan, 104 kitabı okumuş ve anlamış olur.
“Ben mukaddes kitapla (Tevrat, İncil, Zebur) amel ediyorum” diyenler, hiçbir şeyle amel etmiş olmuyorlar, sadece kendi kendilerini aldatmış oluyorlar. Mademki Tevrat’la amel ediyorsun, İncil’le, Zebur’la amel ediyorsun, bu amel ettiğin mukaddes kitaplar seni Kur’ân’a, imana ve amele davet ediyorlar. Hani nerdesin? Demek ki hiç birinde, hiçbir yerde, hiçbir hakikat üzere değilsin.
Bazıları, “Biz الله’a Ruhla tapıyoruz, hakikatle tapıyoruz” diyorlar. Aslını izah etmiyorlar, edemiyorlar. Şu bilinmelidir ki; peygamberlerden, öğrenilmemiş, okunmamış, kopya edilmemiş hiçbir ibadet şekli الله-u Teâlâ‘yı memnun etmez. Bid’attir. Küfürdür. İbadet şekilleri bellidir. Meydandadır. Kendi nefsanî düşüncelerimizi ibadet zannederek putlaştırmayalım. Her şeyin ölçüsü; şeriattır, İslâm’dır.
Bunlardan alınmayan ölçülerle الله’a gidilmez. Sapıklık olur, küfür olur.
Her hakikat güneşten daha da parlak iken onu görmemezlikten gelmek, Kur’an gibi bir mucizeyi hiçe saymak ve onu meselelerinde delil kabul etmeyip başka uydurma deliller aramak körlüğün ta kendisidir. الله-u Teâlâ, hakikatleri görmeme körlüğünden bizleri muhafaza buyursun. Hidayetini bizlerden esirgemesin. Amin!
Ey insan bil ki; الله’ın dinine, mukaddesatına attığın o pislik ve çamurlar, o lekeler hep sanadır.
Zina yapacaksın diye, istediğinle flört edeceksin diye, nikâhsız gayr-i meşru hayat yaşayacaksın diye, çıplak, âşifte gezeceksin diye, şarap içecek, kumar oynayacaksın diye, hırsızlık edip rahat yaşayacaksın diye, haksız yere insan öldürüp zulmedeceksin diye, namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, kadın isen kapanmaktan, haremlik-selamlıktan hoşlanmıyorsun diye, doğruluk ve hak gözüne batıyor.
Eğrilik ve zulümden hoşlanıyorsun diye, üç-beş günlük dünyada şeytanlığı icra edeceğim diye... الله’ın dinine, الله’ın kitabına, الله’ın peygamberine iftira atma.
Zulmetme. Zalim olma...
Sabırlı olalım. الله Celle Celaluhu herkese zevk hakkı vermiştir. Fakat haddi, hududu aşmayalım, dünya imtihan yeridir. Burada nefsanî oyalanmak bile imtihanı kaybettirir. Esas hayat, ebedi hayat önümüzdedir, ahirettedir. Esas her istenilen zevkler, hadsiz ve hudutsuz zevkler oradadır. Dünya zevklerinden bir şey çıkmaz. Dünya zevklerinin sonu; yorgunluktur, pişmanlıktır. Öbür dünyanın zevkleri, hep zevktir. Zevk üstüne zevktir. Hidâyet, yani الله Celle Celaluhu’nun sevdiği yolu bulmak ve orada sebat etmek yine الله-u Teâlâ’dan istenilmelidir.
Çünkü hidâyeti ancak O yaratır. Akıl, mantık, kültür, ilim ise hidâyet yaratamaz, ancak hidâyet yollarını bulmada katkıda bulunabilirler. Nice insanlar vardır ki, hidâyet yolunu bilirler, hidâyetin ne olduğunu öğrenmişlerdir, fakat kendileri hidâyette değillerdir. Hidâyet, henüz onlar için yaratılmamıştır. الله-u Teâlâ onlara, henüz hidâyeti nasip etmemiştir.
Sebep; hidâyet olunmayı الله-u Teâlâ’dan istememişler, biz, kendi işimizi kendimiz görürüz zannetmişlerdir. الله’a tenezzülsüzlük yok. Muhtaç olduğumuzu الله-u Teâlâ’ya ikrar var. الله’a karşı büyüklenmek yok, الله’tan dilenmek var.
“Eğer dileseydik, herkese hidâyetini verirdik...”
(Secde sûresi, 13. âyet-i kerîme.)
“Ey Resûlüm! Sen, o kâfirlerin hidâyet bulmalarına çok istekli isen (de çare yok), الله, delalette bırakacağı kimselere hidâyet vermez...”
(Nahl sûresi, 37. âyet-i kerîme.)
Dikkat edilirse anlaşılır ki, peygamberler bile bir kimsenin hidâyetini arzu etse, o insan için hidâyet yaratamaz.
Hidâyet ancak الله’tan istenilirse ve الله da dilerse, o kimse için hidâyeti yaratır. Peygamberler ve sâir mürşidler ancak hidâyet yollarını gösterirler ve bununla memurdurlar. Kendisine hidâyet yolu gösterilen insanda, o gösterilen doğrultuda الله’tan hidâyetini isteyecektir. Ehl-i Sünnet’in yolu budur.
“الله kime hidâyet ederse, o doğru yoldadır...”
(İsrâ sûresi, 97. âyet-i kerîme.)
Dünyadaki birbirini sevmemeler, dinsizlikten doğuyor. Din ne kadar kuvvetli yaşanırsa, insanlar da o kadar çok birbirini sever ve erdemli olurlar. İnsanın şu dünyada mesut ve bahtiyar olması, sadece para ve makam sahibi olmasıyla gerçekleşmez. Bahtiyarlık kalp genişliğiyle olur. Nice dar gelirli ve mevkî sahibi olmayan insanlar vardır ki, mesut ve bahtiyarlardır. Ama yine nice insanlar vardır ki; zengin ve mevkî sahibi oldukları hâlde maalesef mesut ve bahtiyar olamamışlardır. Izdırap, sıkıntı ve stres içindedirler.
Her gün dünyalıkları arttığı halde sıkıntı ve ızdırapları eksilmemiştir.
“Ve (الله) kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerini birleştiremezdin, fakat الله, onların aralarını bulup kaynaştırdı, çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.”
(Enfâl sûresi, 63. âyet-i kerîme.)
Sevmek ve sevişmek, madde karşılığı olursa geçici olur. Kısır olur. Her an yıkılmaya mahkûm olur. Bugün insanlar birbirlerine bu sevgi ile yanaşıyorlar. Dolaysıyla korkunç sorunlar zuhur ediyor. Maskeli sevgi, hiçbir zaman sevgi değildir. Sevgi istismarcılığıdır ve karşısındakini kandırmaktadır. Bu insanlık değildir.
الله-u Teâlâ’nın önerdiği sevgi ile sevişebilirsek, o zaman bencillik, egoistlik, enaniyetçilik son bulur. Rüşvet kalkar. Yaşam, yaşam olur.
İslâm bütün teferruatıyla önümüze konulmuştur. Tenezzül edip sahip çıkmaz isek suç bize ait olur, İslâm’ın değil.
الله-u Teâlâ, Tevrat ve İncil ehlini kendi kitaplarında indirilen ile amel etmeye davet ediyor.
Zira Tevrat ehli ile İncil ehli kendi kitapları ile amel etselerdi, kitaplarında “ahir zaman nebîsine tabî olun” emrini de görecekler ve dolayısıyla Kur’an’a tabî olacaklardı.
“Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de ismini yazılı buldukları ümmî Peygambere, O Resûle tabî olurlar..., işte bunlar kurtulanlardır.”
(Araf sûresi, 157. âyet-i kerîme.)
“Bir vakit, Meryem’in oğlu İsa, şöyle demişti. Ey İsrailoğulları! Ben size gönderilen الله’ın peygamberiyim. Önümde (benden evvelki) Tevrat’ın tasdikçisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, O peygamberin ismi Ahmed’dir. Fakat o, onlara açık deliller getirince (bu apaçık bir büyüdür) dediler.”
(Saf sûresi, 6. âyet-i kerîme.)
İşte ahir zaman nebîsi Muhammed Mustafa ve O’nun vasıfları hem Tevrat’ta ve hem de İncil’de haber verilmiş iken, zuhur ettiği zaman ona iman edilmesi ve tabî olunması emredilmiş olduğu hâlde ve bunu yapmak Tevrat ve İncil ile amel etmek olacağı vurgulandığı hâlde, bu emirler, Tevrat’ta ve İncil’de tahrif edildi, değiştirildi. Böylece Tevrat ehli ve İncil ehli kendi kitaplarından yüz çevirmiş oldular.
Kur’an-ı Kerîm hepsini haber veriyor. Kur’an okuyan ve anlayan, 104 kitabı okumuş ve anlamış olur.
“Ben mukaddes kitapla (Tevrat, İncil, Zebur) amel ediyorum” diyenler, hiçbir şeyle amel etmiş olmuyorlar, sadece kendi kendilerini aldatmış oluyorlar. Mademki Tevrat’la amel ediyorsun, İncil’le, Zebur’la amel ediyorsun, bu amel ettiğin mukaddes kitaplar seni Kur’ân’a, imana ve amele davet ediyorlar. Hani nerdesin? Demek ki hiç birinde, hiçbir yerde, hiçbir hakikat üzere değilsin.
Bazıları, “Biz الله’a Ruhla tapıyoruz, hakikatle tapıyoruz” diyorlar. Aslını izah etmiyorlar, edemiyorlar. Şu bilinmelidir ki; peygamberlerden, öğrenilmemiş, okunmamış, kopya edilmemiş hiçbir ibadet şekli الله-u Teâlâ‘yı memnun etmez. Bid’attir. Küfürdür. İbadet şekilleri bellidir. Meydandadır. Kendi nefsanî düşüncelerimizi ibadet zannederek putlaştırmayalım. Her şeyin ölçüsü; şeriattır, İslâm’dır.
Bunlardan alınmayan ölçülerle الله’a gidilmez. Sapıklık olur, küfür olur.
Her hakikat güneşten daha da parlak iken onu görmemezlikten gelmek, Kur’an gibi bir mucizeyi hiçe saymak ve onu meselelerinde delil kabul etmeyip başka uydurma deliller aramak körlüğün ta kendisidir. الله-u Teâlâ, hakikatleri görmeme körlüğünden bizleri muhafaza buyursun. Hidayetini bizlerden esirgemesin. Amin!