şefaat nedir
SİZİN İNANDIĞINIZ ŞEFAAT NEDİR?
Cevap: Her ne kadar şefaatin sonucu hususunda gö-rüş farklılığı sergileseler de, İslâm fırkalarının hemen hepsi Kur'ân ve hadislere uyarak şefaati İslâm'ın kesin ilkelerinden biri olarak kabul ederler. Şefaatin hakikati, Allah'ın yanında değeri ve saygınlığı olan bir insanın yü-ce Allah'tan bir başka bir insanın günahlarını bağışla-masını veya makammi yukseltmesini istemesidir. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Bana beş şey verildi: .ve bana şefaat veril-di, onu ümmetim için sakladım."1
Şefaatin Sınırlılığı
Kur'ân, mutlak ve kayıtsız şartsız şefaati kabul et-mez. Kur'ân'a göre şefaat, şu kayıtlarla sınırlıdır:
1- Şefaat edecek olan kimse, Allah tarafmdan şefa-at etme yetki ve iznine sahip olmalıdır. Dolayısıyla ancak manevî anlamda Allah'a yakın olmanın yanında, bu iş için Allah tarafmdan izni olan kimseler şefaat edebilirler. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Rahman'in katında bir ahit almış olanlardan başkaları, şefaat yetkisine sahip de-ğildirler."2
1- Müsned-i Ahmed, c.l, s.301; Sahih-i Buharî, c.l, s.91, Mi-sir bas.
2- Meryem, 87
Başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır:
"0 gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şe-faati fayda vermez."1
2- Şefaat edilecek kimse, şefaatçi aracılığıyla ilâhî feyzi elde etme liyakatine sahip olmalıdır. Yani Allah Me iman bağı kopmamış, şefaatçi ile manevî bağlantısı ke-silmemiş olmalıdır.
Dolayısıyla Allah ile aralarında iman bağı olmayan kâfirler ile, şefaat edecek kimselerle manevî bağlantısı kesilmiş olan bazı günahkâr Müslümanlar -örneğin na-maz kılmayanlar ve adam öldürenler gibi- şefaate nail olmayacaklardır.
Kur'ân, namaz kılmayan ve yeniden diriliş gününü inkâr eden kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez."-
Kur'ân, zalimler hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Zalimlerin ne içten bir dostu, ne de sözü din-lenecek bir şefaatçisi olur."3
Şefaatin Hikmeti
Şefaat, tıpkı tövbe gibi, sapkınlık ve günah yolunun yarısında günahları terk edip, ardından ömrünün geri ka-lan bölümünü Allah yolunda tüketebilecek kimseler için bir ümit ışığıdır. Çünkü günahkâr bir insan, sınırlı koşul-larda şefaatçinin şefaatine nail olabileceğini hissedecek olursa, bu sınırı korumaya ve daha ileri gitmemeye çalı-şır.
l-Tâhâ,109
2- Müddessir, 48
3- Mü'min, 18
Şefaatin Sonucu
Müfessirler, şefaatin sonucunun günahların bağış-lanması mi, yoksa derecenin yükselmesi mi olduğu hu-susunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Ancak Hz. Pey-gamber'in (s.a.a), "Kıyamet gün benim şefaatim, ümme-timden büyük günahlar işleyenler içindir."1 şeklindeki sözünü dikkate aldığımızda, birinci görüşün daha ağır bastığını söyleyebiliriz.
1- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.583; Müsned-i Ahmed, c.3, s.213; Sünen-i Ebî Davud, c.2, s.537; Sünen-i Tirmizî, c.4, s.45
Şefaat Dilemek Şirk Midir?
GERÇEK ŞEFAATÇİLERDEN ŞEFAAT DİLEMEK ŞİRK MİDİR?
Bu soruyla ilgili açıklama yapılırken şöyle deniyor: Şefaat, tümüyle Allah'a mahsustur. Nitekim Kur'ân-ı Ke-rim, bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Şefaat, tümüyle Allah'ındır."1
0 hâlde Allah'tan başkasından şefaat dilemek, Al-lah'ın mutlak hakkını kulundan dilemek olur ki böyle bir dilek, gerçekte Allah'tan gayrisine ibadet etmek olup, ibadet boyutundaki tevhide ters düşer.
Cevap: Şüphesiz burada sözü edilen şirkten maksat, yüce Allah'ın zatı veya yaratıcılığı veya tedbiri hususun-daki şirk değildir. Maksat, Allah'a ibadet ve tapınma hu-susundaki şirktir.
Açıktır ki, bu konunun açıklığa kavuşması, ibadet ve tapınmanın dakik bir tanımının yapılmasıyla mümkün-dür. Hepimizin bildiği gibi ibadet, tanımı bize bırakılan bir kavram değildir. Dolayısıyla, bir mahluk karşısında gösterilen her türlü huzuyu veya bir kuldan istenen her türlü dileği, ona ibadet etme olarak algılamamalıyız.
Örneğin Kur'ân-ı Kerim'in de açıkça belirttiği üzere, melekler Adem'e secde etmişlerdir:
1- Zümer, 44
"Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın. İblis'ten başka bütün me-leklersecde etmişlerdi."1
Fakat bu secde, her ne kadar Allah'm emriyle ol-muş-sa da, mahiyet açısından Adem'e ibadet değildir. Aksi tak-dirde Allah bunu emretmezdi.
Veya Hz. Yakub'un oğulları ve hatta bizzat kendisi, de Hz. Yusufa secde etmişlerdir.2
Eğer böyle bir huzu Yusufa ibadet olsaydi, ne ma-sumluk makamma sahip olan Yakup Peygamber bunu yapardi, ne de çocuklarımn bunu yapmalarına rıza gös-terirdi. Kaldı ki, secdeden daha büyük bir huzu örneği de yoktur.
Buna göre, birine karşı huzu göstermek ve birinden bir şey istemek ile birine ibadet etmek kavramlanni bir-birinden ayirmak gerekir. Ibadetin hakikati, insamn bir varlığı ilâh kabul edip ona tapmmasi veya bir varlığı mah-luk kabul etmekle beraber, âlemi idare etmek veya gü-nahları bağışlamak gibi Allah'a özgü bazı işlerin ona bi-rakıldığını sanmaktır.
Ama eğer biz, kendisini ilâh say-madığımız ve de Allah'a mahsus işlerin kendisine bıra-kıldığını düşünmediğimiz birisi karşısında huzu gösterip eğilirsek, böyle bir huzu ve eğilme, tıpkı meleklerin Ade-m'in önünde ve Yakub'un oğullarının Yusufun önünde eğilmeleri gibi, saygı göstermekten başka bir şey olma-yacaktır.
Sorulan soruyla ilgili olarak da şunu söylemek gerekir: Şefaat hakkının gerçek şefaatçilere tefviz edildiğini (bırakıldığını) ve bunların hiçbir kayıt ve şart olmaksızın şefaat edebileceklerini ve günahları bağışlama sebebi olabileceklerini düşünecek olursak, böyle bir inanış şirke girer. Zira bu durumda Allah'ın işini, Allah'tan gayrisin-den dilemiş oluruz. Ama eğer Allah'ın temiz kullarından
1-Sâd, 72-73 2- Yûsuf, 100
Şefaat Dilemek Şirk Midir?
bir grubun şefaat makamına malik olmaksızın belli bir çerçevede günahkârlar hakkında şefaat iznine sahip ol-duğunu, en önemli şartının da Allah'ın izni ve rızası ol-duğunu düşünecek olursak, şüphesiz Allah'ın salih bir kulundan böyle bir şefaati talep etmek, onu ilâh sayma-yı gerektirmediği gibi ilâhî işlerin ona tefviz edildiği an-lamına da gelmez.
Biz, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatı döneminde, günahkârların mağfiret dilemek için Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğini ve Hz. Peygamber'in onlara şirk isnadında bulunmadığını görmekteyiz. Nite-kim İbn-i Mace, kendi Sünen'inde Hz. Peygamber'in şöy-le bu-yurduğunu nakletmektedir:
"Acaba Rabbimin beni bu ğece hanği iş hu-susunda özğür bıraktığını biliyor musunuz?" Biz (ashap) şöyle arz ettik: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." Peygamber şöyle buyurdu: "0, beni üm-metimin yarısının cennete ğirişi ile şefaati kabul hususunda serbest bıraktı. Ben de şefaati tercih ettim.
" Biz şöyle arz ettik: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile." Peygamber şöyle buyurdu: "Şefaat, her Müslüman i-çindir."1
Bu hadisten açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber'in ashabı da ondan şefaat dilemiş ve "Allah'tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile." diye arz etmişlerdir.
Kur'ân-ı Kerim de bu konudaşöyle buyurmaktadır: "Onlar, kendilerine zulmettiklerinde, sa-na gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ı tövbele-ri kabul eden ve (kullarına) merhamette bulu-nan olarak bulurlardı.2
Başka bir yerde ise Yakub'un oğullarının şöyle dedi-ğini nakletmektedir:
1- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, Bab-u Zikr'iş-Şefae, s.586
2- Nisâ, 64
"Oğulları, 'Ey Babamız! Günahlarımızın bağış-lanmasını dile; şüphesiz biz suçlu idik.' dedi-ler."1
Hz. Yakup da onlar için mağfiret dileyeceğini vadetti ve onları asla şirk ile itham etmedi:
"Yakup, 'Rabbimden sizi bağışlamasını di-leyeceğim; şüphesiz o, bağışlayandır, merhamet edendir.1 dedi."2
1- Yûsuf, 97
2- Yûsuf, 98