Said Nursi'nin talebelerinden Gülen'e mektup

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0


daha yazdığımı anlayamamış edepten bahseden eşhas..

bu lafım Muhterem ağabeyimiz M.Sungur için atılan iftiracılaradır..

yazdıklarımı iyi okuyun lütfen.. eğer alınganlığınız üzerinde ise ve her söyleyene kendi üzerinize alıyorsanız bilmem.. laf oyunlarına tevessül etmeniz bile karakteriniz ve şahsiyetinizi göstermektedir... selamlarımla..


"şahıs" deyince türkçe, "eşhas" deyince osmanlıca olacak değilmi?

yani sen osmanlıca kelimeleri kullanmayı biliyorsun?

yani bilgilisin? ya...




bari sus da cahilliğin belli olmasın. ben "eşhas" değilim


"temel düzey (elementary) ingilizce bilmek" diye bir tabir var. ben de bunu değiştiriyorum sana diyorum ki; temel düzeyde bile risalelere vakıf değilsin? bilmiyorsun. kulaktan dolma bilgilerle burada ahkam kesiyorsun.

işin aslı birşey de bilmiyorsun.

f gülen i savunurken kullandığın aargümana bak; "hoca haberdar değilmiş" wah wah wah yazık
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
bu konu çok önemli.

yazıcılar grubundan bir kardeşimle konuştum. onların mustafa sungur ve bekir berk le ilgili itirazları olduğunu farkettim. (itirazlarını burada dillendiremem)

ben

"Farzdan evvel farz, ilimdir.
Farz içinde farz, ihlastır.
Farzlar içinde en önemli farz, ittihad-ı islamdır.

şimdi ittihad-ı islam zamanıdır. bir olalım, birlik olalım."


demiştim. ancak burada tüm türkiye yi ve tüm islam alemini kastedmiştim.

şimdi bu sözümü değiştiriyorum. itthadın önce nur dairesinde tesis edilmesi gerekir. nur dairesinde ittihad sağlanmazsa, islam aleminde birlik sağlayalım diye yola çıkmak boşa kürek sallamaya benzer.

bütün abilerin bir araya gelmesi ve ihtilafları gidermesi gerekmektedir. zaten mezar kapısının eşiğine kadar geldiler. onlara hak vaki olursa bunu halletmek öok daha zor olacaktır. muhterem abilerimizin bunu yapmaları bence çok önemlidir.

ittihad-ı islam önce nur dairesinden başlamalıdır. vesselam.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
bu konu çok önemli.

yazıcılar grubundan bir kardeşimle konuştum. onların mustafa sungur ve bekir berk le ilgili itirazları olduğunu farkettim. (itirazlarını burada dillendiremem)

ben

"Farzdan evvel farz, ilimdir.
Farz içinde farz, ihlastır.
Farzlar içinde en önemli farz, ittihad-ı islamdır.

şimdi ittihad-ı islam zamanıdır. bir olalım, birlik olalım."


demiştim. ancak burada tüm türkiye yi ve tüm islam alemini kastedmiştim.

şimdi bu sözümü değiştiriyorum. itthadın önce nur dairesinde tesis edilmesi gerekir. nur dairesinde ittihad sağlanmazsa, islam aleminde birlik sağlayalım diye yola çıkmak boşa kürek sallamaya benzer.

bütün abilerin bir araya gelmesi ve ihtilafları gidermesi gerekmektedir. zaten mezar kapısının eşiğine kadar geldiler. onlara hak vaki olursa bunu halletmek öok daha zor olacaktır. muhterem abilerimizin bunu yapmaları bence çok önemlidir.

ittihad-ı islam önce nur dairesinden başlamalıdır. vesselam.

Çok güzel bir konuya değinmişsiniz. Gayet isabetli... ayrıca, Ehli Sünnet bir heyetin risaledeki aykırı fikirleri ortaya koyması, yaşayan abilerin de bu aykırılıkları düzeltmesi, gerekiyorsa şerh etmesi gereklidir.
 

Enfüsî

Asistan
Katılım
4 Nis 2012
Mesajlar
314
Tepkime puanı
7
Puanları
0
BAŞLIĞIN ÜSTÜNDE BİR KAVRAM

Yanlış bir vakıaya da neden olan bir cemiyet veya hiyerarşideki en büyük hata, belki de,
İnsanların "kalplerinin ısındırılması" VB. için onlara maddi yerine manevi varlık verilmesi;
Vazifeler verilmesi, sonuçta işlerin ehillerine verilmemiş olması ve dairenin yanlış şekilde, "kabuk bağlayarak genişlemesi"dir.
Öyle kabuk ki içine -önceden girenler dışında- daha ehil olan Allah'ın kullanırının girmesi de azalmıştır/zorlaşmıştır.

Halbuki, bir müessesede hiçbir zaman görevlilerin
ivmeyle artırılması, elzem ve gerekli değildir. Her kim fazlaca lazımlığını iddia eder ve artırırsa bilsin ki niteliğinden ve asaletinden olur. Onun doğuracağı sorunlar hafif olmaz, ele ayağa dolaşıcıdır. İvme düzenleyici gerekiyor. O nedir? yukarıda söyledik(emanet ve ehliyyet!).

(Emanet ve ehliyet buudu kadar veya daha öncelikli olabilecek bir konu, "zahirperestijite bağlamlar" olmakla beraber oralara girilmeyecektir.)

Biliyorum ki benim gözlemlerim dışarıdan olduğu için "fazla bir anlamı yok". Ama bizi diyeceklerimiz "dışarıan içeriye" değil, "dışarıdan dışarı taşanlara" dair olacaktır.


BAŞLIĞA VEYA CEVAPLARA DAİR BAZI DEĞERLENDİRMELER

1.Sadeleştirme mütalaa ve müzakere anlamında kesinlikle gerçekleşmelidir. Şeklinde bir sonucu isteyenler çıkarabilir. Said nursinin hayatı bu manada "risale i nuru sadeleştirmek, açıklamak"la gerçekleşmiştir. sorun sadeleştirme kavramıyla başlamamaktadır. "Nasıl"da düğümlenmektedir!

2.Sorun sadeştimenin yazıya aktarılması kısmındadır. Yukarıda belirttik. "Said nursi" ve "Risale i nur" kelimeleri ve "çeşitli bölümler"in isimleri müstakîlen, sözümona sadeleştrileceği varsayılan kitap-cıkları kapağında ve isminde bulunamaz; reklamları yapılarak kitap basılamaz. bu durumlara itiraz edilebilir. hatta fikrimizce yetkili bir vicdanın buna itiraz etmemesi, uzun vadede "eser cinayetine davetiye"dir.

3. Sadeleştrime, madeleştirme. her anılışında "aman ne demek istiyorlar amanın" gibi İsme takılmamak, demek isteneni önce anlamak lazım.

Kendi gözlemimize göre, bir tür "sadeleştime" işi yapan, fakat kitaplarında kendi isimleri ve başlıklarını taşıyan "parlak insanlar" da vardır ama onları kimse "sadeleştirdiler" diye tartışmıyor çünkü çeviri veya şerh için gerekli usulü bilen insanlardır.


NÜKTELİ AMA CİDDİ BİR İLÂVE:

risalelerin de bir harfi değiştirilemez
Allahım ya rabbim! Bu ne kadar "ligt" bir ifade! bu kadar derin yanlış bir cümle olaiblir mi? olmaz! Bırakın risale i nur'u! Adalete geliniz! Hiçbir kimsenin yazısı, bir vigülle dahi değiştirilemez! O işin adı yalanın ve yanlışın ta kendisidir!

ÖRNEK verelim: bir kuş ötse ve ötüşünün melodileri notalara verilse fakat yanlış yansıtılsa, bu değiştirme dahi Allahın sevmediği olan yalandır! Ancak! Referansları gösterici, itiraz görmemeye kafi derecedeki şerhlerle "notalara aktarma prosesi" gözler önünde (bir şekilde) olduğunda birdenbire inanılmaz şekilde münasiplik arzeder! [İnanılmaz çünkü onun vazifesi çok defa bilin(e)memektedir.] Burada önemli bir husus, kitabın üstüne eser sahibinin "ben" yaz-ma-ması en büyük yanlışlık olacaktır. Yazmaması, enaniyetinin kaviyetinden ve kişinin kendini beğenmesinden olacaktır.

Her kim "ben" yazmamayı mutlaka doğru olan sanarsa yine aldanmıştır. vesveselerin içinde yanılmıştır. Bir sebebi "doğru, hoş ve güzel sözleri vird edinmek"tir. çok konuşmaktır. muhabbettir.

Yapılması doğru olan, müzakere ve mütalaa oldukları her yerinden belli olması gereken(isterseniz sadeleştirme deyin ister madeleştirme) kitaplardır. Hatta bunların reklamı yapılmamalı. Okuyanlarının yaptıkaları/yapabilecekleri tanıtımı yeterli görmeli. çünkü o, insan grubunun doğru(cihanşümul) veya yanlış(cihanşümul), fakat doğru(aynen) görüşüdür.

Ehli Sünnet bir heyetin risaledeki aykırı fikirleri ortaya koyması, yaşayan abilerin de bu aykırılıkları düzeltmesi, gerekiyorsa şerh etmesi gereklidir.
Şerh olmadan hizmet veya cemaatten bahsetmek abesle iştigal ve aldanmaktır. Tekrar ve taklitten tahkik kavramına yükselmemektir. BOŞ İNSAN demektir. Şerh, saldırı veya tam olarak tenkit demek de değil. Olmamalı. Müzakere ve anlayış usulünün bir başka ifadesidir! Başka bir ifadeyle şerh, bir tür sadeleştirme, "sözkonusu malzeme ile bir düşünce, bir enfusi bakışçık elde etme" demektir.

Meseleye dair bildiğim az olduğu için bu kadar. Vesselam.
 

yusufsaid

Profesör
Katılım
17 Şub 2011
Mesajlar
873
Tepkime puanı
407
Puanları
0
Konum
Ankara


Biliyorum ki benim gözlemlerim dışarıdan olduğu için "fazla bir anlamı yok". Ama bizi diyeceklerimiz "dışarıan içeriye" değil, "dışarıdan dışarı taşanlara" dair olacaktır.



dışarı taşanlar her halde dışardakilerin değil içerdekilerin sorunudur gibi bişey mi bu?
için kendi dışına taşandan sorumluluğu kendine iken; dışardan bir için dışa taşmasına burun kıvırmak yanlıştır gibi mi?
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0


dışarı taşanlar her halde dışardakilerin değil içerdekilerin sorunudur gibi bişey mi bu?
için kendi dışına taşandan sorumluluğu kendine iken; dışardan bir için dışa taşmasına burun kıvırmak yanlıştır gibi mi?

Zeka düzeyimi mazur görün.Cümlenizden hiç bir şey anlamadım.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
fetulah bey diyor ki;

risaleleri kastederek (bir kısım yerleri ile ilgili); "keşke noktalanmasına virgüllenemsin dokunulsaydı. bugün ben düşünüyorum bunu. elimden gelse yapayım bunu. bu yapılmayınca millet doğru okuyamıyor. millet mevzuya hakim değil, yanlış okuyor... doğru düzgün noktalanmamış, virgüllenmemiş. hazreti bediüzzaman yapamazdı bunu. bunu etrafındaki insanlar yapacaktı. .... birileri naturel olarak kalsın diyorlar. ... rafine etmek lazım bunu... "



bu videodan da fetulah beyin sadeleştirme taraftarı olduğu, açıkça anlaşılmaktadır.

videonun 04:50 saniye ve sonrasına bakılabilir.

Fethullah Gülen: Risale-i Nurları doğru okuma adına tavsiyeler
http://www.youtube.com/watch?v=EwpnRCu0NN0

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
fetulah bey diyor ki;

risaleleri kastederek (bir kısım yerleri ile ilgili); "keşke noktalanmasına virgüllenemsin dokunulsaydı. bugün ben düşünüyorum bunu. elimden gelse yapayım bunu. bu yapılmayınca millet doğru okuyamıyor. millet mevzuya hakim değil, yanlış okuyor... doğru düzgün noktalanmamış, virgüllenmemiş. hazreti bediüzzaman yapamazdı bunu. bunu etrafındaki insanlar yapacaktı. .... birileri naturel olarak kalsın diyorlar. ... rafine etmek lazım bunu... "



bu videodan da fetulah beyin sadeleştirme taraftarı olduğu, açıkça anlaşılmaktadır.

videonun 04:50 saniye ve sonrasına bakılabilir.

Fethullah Gülen: Risale-i Nurları doğru okuma adına tavsiyeler


http://www.youtube.com/watch?v=EwpnRCu0NN0



ancak ne gariptir ki aynı fetulah bey, başkalarına ait eserlerin sadeleştirilmesi gerktiğininin altını çizerken kendi yazdığı kitabın sadeleştirmesine (anlaşılır hale getirilmesine) karşı çıkmaktadır.. bu kibir değilmidir?


lütfen daha önce yazdığımız aşağıdaki mesaja bakınız;

http://forum.misawa.de/showthread.ph...Ftirme-tepkisi

"Kalbin zümrüt Tepeleri" ile ilgili yine kendilerinin bir sohbette sorulan “Anlamakta zorlanıyoruz. Nasıl anlamalıyız?” mealindeki bir soruya “Belki, bugünün nesli, Kalbin Zümrüt Tepeleri’nin çoğunu anlayamayacak; lâkin yirmi beş sene sonrakiler onu çok iyi idrak edip yaşayacaklar; ihtiyaç doğduğu an, Kur’an ve Sünnet çizgisinde bir eseri hazır bulacaklar” şeklinde cevap vermiştir.

özetlersek; fethullah gülen kendi yazdığı “Kalbin zümrüt Tepeleri” isimli kitapla ilgili bir ropörtajında, muhabirin kendisine sorduğu ““Anlamakta zorlanıyoruz. Nasıl anlamalıyız?” sorusuna “25 sene sonraki insanlar ihtiyaç duyduğunda bulacakları ve anlayacakları bir eser!” şeklinde cevap vermiştir.



Yani fethullah gülen kendi yazdığı kitabının anlaşılmamasından rahatsız değil (kendi kitabının sadeleştirmesine karşı da denebilr) ama anlaşıldığı kadarı ile risalei nurun sadeleştirmesine karşı değil.
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Bediüzzaman Hazretleri’nin Feryadı:

Bediüzzaman Hazretleri bu münafıkları Allah-u Teâlâ’nın izniyle gördü, bildi ve söyledi. Söylediklerini size beyan edeyim.
Fakat ilâhi takdirin önüne kimse geçemez. Çünkü imtihan sahnesindeyiz. Herkes imtihanını verecek ve gideceği yere gidecek.
“Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye vaktim bile yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmet olsa.” (Bediüzzaman Said Nursi: Eşref Edip; sh. 16)
Uyan be kardeş! Bu feryat senin içindir. Senin imanın için feryat ediyor. Dost ve düşmanını tanı artık! Koyun postuna bürünen kurtlardan sakın artık!
Bu mübarek zât nasıl da bu münafıklıkları görmüş ve ne kadar üzülmüş. Artık bu feryadın karşısında uyanmanız lâzım.
Uyan be kardeş! Düşmanını tanı! Bunlar daha evvel de kazancınızı aldılar, kanlarınızı emdiler, sizi imanınızdan ettiler.
Bir bak, ipin ucu kimin elinde! Küfür diyarından kumanda ediyor, küffara yaranmak için peşkeş çekiyor. Din-i İslâm’dan ve güzel vatanımızdan seni mahrum etmek için çalışıyor.
Dinini, imanını, güzel vatanını kurtarman için; bombasını keşfet artık ve başına patlat.
Aslında her bölücü din-i İslâm’a düşmandır. İmanın kâmil ise, düşmanını dost eyleme.
Deccal’den daha beter ve daha tehlikeli olan münafıkları bil artık!
İçten türediler, kurt gibi iman gövdesini kemiriyorlar. Eğer harekete geçmezsen; mânen istilaya uğrarsın, nedametin çok olur, hem vatanın, hem de imanın elden gider.
Şu dostluklarına bir bak! Vatana ihanetlerini gör ve bil artık! Düşmanını içeride ara. Bunlar dışarıdakinden daha tehlikeli.

Said-i Nursi Hazretleri’nin Feryat ve Tarifi:


“Ecnebilerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle (tabiat fenleriyle) dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin (lânet) ve teessüfler!
Ey bu vatan gençleri! Frenkleri (Avrupalıları) taklide çalışmayınız! Âyâ (acaba) Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten (düşmanlıktan) sonra, hangi akılla onların sefahet (akılsızlık) ve bâtıl efkârlarına (fikirlerine) ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok yok! Sefihâne (akılsızca) taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip (dahil olup) kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz (yok ediyorsunuz).
Âgâh (uyanık) olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe (uydukça), hamiyet (iman ve İslâm’ı savunma) dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibânız, milliyetinize karşı bir istihfattır (küçük görmedir) ve millete bir istihzâdır (alay etmedir).
(.......)
İşte muzır (zararlı) kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler (akılsızlar), Cenâb-ı Hakk’ın hayvanâtından bir nevi habistirler (pistirler).” (Lem’alar)
Narcılar bu Âyet-i kerime’ler karşılarına çıkınca şaşırdılar, içyüzleri ortaya çıktı diye. Oysa bu bir iman ve küfür çarpışmasıdır. Onlar küfrü savunmaya çalışırken biz de imanı savunmak zorundayız.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tahrim: 9)

Herkesin Anlayabileceği
Bir Ayırım Noktası:


Allah-u Teâlâ Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyurduğu halde;
Bunlar gerek himmet geceleri, gerek iftar ziyafetleri ve gerekse ayrı ayrı olmak üzere çeşitli toplantılarda tuzaklar tertip ediyorlar. Balığı tutmak için olta attıkları gibi, gelenleri oltaya takıyorlar. Cazgırlar: “Şu kadar şu verdi, şu kadar şu verdi!” diyerek yalan söylüyorlar ve gelenleri utandırıyorlar. Yanında parası olmayanı mahçup etmek suretiyle halka senet imzalattırıyorlar. Bu senetleri günü gelince ödemeyenleri icraya veriyorlar, bir tek evi bile olsa evini, arabasını ve arsasını dahi elinden alarak tahsil ediyorlar. Hiçbir şeyini bırakmıyorlar. Yani halkı kaz yerine koyuyorlar.
İlâh edindikleri adam düzenini böyle kurdu. Bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti ve müslümanların kanını böyle emdi. Bu küfürdür, alenen Hazret-i Allah’a karşı gelmektir. Bu adam bu yaptıklarını hangi kaynaktan alıyor. Ben de şimdi onlara küfürlerinin kaynağını soruyorum.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Onlara de ki: ‘Ben sizden bir ücret istersem eğer, o ücret sizin olsun. Benim ücretim Allah’a âittir. O herşeye şâhiddir.” (Sebe: 47)
Kim ki bunlara para verirse, dahil olursa; Resul-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Fâsıka ikram eden İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvi)
Onlara yardım eden çok iyi bilsin ki İslâm dini’nin yıkılmasına çalışmış olur.
Hadis-i şerif’te:
“Onların dinleri para olacak.” buyuruluyor. (Münâvi)
Kim ki bunlara yardımda bulunursa onlardandır, küfrü hoş gören narcılardandır. Doğrusu, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanıdır. Eğrisi de halkın zannıdır. Elhamdülillah müslümanım. Bunun içindir ki bizce makbul olan Hakk’ın kelâmıdır. Cevap vermek isteyenler, önlerine serdiğim bu Âyet-i kerime’lere cevap versinler. Lâf katiyyen kabul edilmez.
Sakın ha! Önünüze sürdüğüm bu Âyet-i kerime’ler Allah kelâmıdır. “Bize münafık veyahut kâfir diyor.” demeyin, bana uluhiyet isnad etmeyin. Ben Hakk Teâlâ’nın aciz, hükümsüz, değersiz bir mahlûkuyum. Hazret-i Allah’ın dostu ile dostum, düşmanı ile düşmanım. İmanın en sağlam kulpu budur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebu Dâvud)
Gayem iman ile küfrü ayırt etmek, Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları muhafaza etmek, münafıklara ve kâfirlere fırsat vermemektir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri II. Mektubunda; para toplayan nurculara da şöyle sesleniyor:
“O mezkûr ve malûm talebesinin hediyesine karşı cevaptan bir parçadır.
Bana bir hediye gönderdin, gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim.
Şöyle ki:
Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in, senin bu biçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’i bir istiğna değil, belki dört beş ciddi esbaba istinat eder.
Birincisi; Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-ı cer etmekle itham ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lazımdır.
İkincisi; Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakim’de, Hakkı neşredenler “Benim mükafatım âlemlerin Rabbine aittir.” (Yunus: 72, Hud: 29, Sebe: 47) diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sûre-i Yasin’de “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, ancak onlar doğru yoldadırlar.” (Yasin: 21) cümlesi, meselemiz hakkında çok manidardır.
Üçüncüsü; Birinci sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lazımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir, kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakkiye ait şükrü, senâyı zâhîrî esbaba verir, hatta eder.
Döndüncüsü; Tevekkül kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zülcelale yüz binler şükrediyorum ki küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
Beşincisi; Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’i kanaatım oldu ki, halkların malını hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor, belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.
Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lazım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak bana nâhoş geliyor.
Altıncısı; Ve istiğna sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: “Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”
İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer -hâşâ- ben kendimi salih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem ahirete müteveccih a’mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.”
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Mektupta sadeleştirilme çalışmalarının durdurulması istendi

haberin linki
http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=139205

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ile ilgili daha önce kamuoyuna açıklama yapan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri konuyla ilgili Fethullah Gülen’e de bir mektup gönderdi.
Mektupta sadeleştirilme çalışmalarının durdurulması istendi.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin vâris, nâşir ve talebesi olan altı kişinin imzasıyla yapılan açıklama ve Fethullah Gülen’e hitaben yazılan mektup şöyle:

Risale-i Nur’ların ‘sadeleştirme’ adı altında tahrif edilerek neşredilmeye başlaması üzerine, Risale-i Nur Külliyatı Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş olan talebe ve vârisleri olarak, bu mevzudaki görüşlerimizi kamuoyuna açıklamıştık.

Alenî olarak ve neşir yoluyla yürütülen bu faaliyete karşı bir taraftan Üstadımızın böyle bir tasarrufa asla müsaadesinin bulunmadığını umumî olarak açıklarken, bir taraftan da, bu teşebbüsü yürüten cemaatin Hocaefendi olarak tanıyıp hürmet ettiği muhterem M. Fethullah Gülen’e de ulaşmak ve görüşlerimizi yazılı olarak kendisine bildirmek istedik. Bu maksatla bir mektup kaleme aldık ve bir kardeşimizi elçi olarak tayin edip kendisiyle görüşmek ve mektubu takdim etmek üzere vazifelendirdik. Fakat bize ulaştırılan cevap, ‘Mektubu İstanbul’daki filân kişiye bırakın’ şeklinde oldu.
Bu durumda, biz de, bahis mevzuu mektubu, efkâr-ı umumiyeye tevdi ederek bu suretle kendilerine ulaştırmayı kararlaştırmış bulunuyoruz. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebe, hizmetkâr ve vârisleri olarak M. Fethullah Gülen’e hitaben kaleme aldığımız mektup aynen şöyledir:

Muhterem Fethullah Hoca Efendi,

Evvelâ; selam ile sıhhat ve afiyetinizi Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.

Saniyen; Ufuk Yayınları namı altında Bediüzzaman Hazretlerinin Lem’alar Risalesi kelimeleri değiştirilerek güya sadeleştirme nâmı altında tahrib edilerek basılmıştır.
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris, talebe ve naşirlerinden 6 kişinin imzası ile Lem’aların bu şekilde asliyeti bozularak neşredilmesinin karşısındayız. Kat’iyyen tasvib etmiyoruz. Risale-i Nurları tahriftir ve tahriptir diye beyanat verdiğimiz halde, bu beyanatımızı görüp okudukları halde, mezkûr yayınevi bu ikazımıza hiçbir değer vermeden neşriyatlarına devam etmekte ve reklamlarını her tarafta ilan etmektedirler. Onların bu tavrı Bediüzzaman Hazretlerinin vâris ve talebelerini ciddi bir surette rahatsız etmiştir. Kendi kitapları olmadığı, vâris ve naşirlerinden izin alınmadığı, ve şer’an da caiz olmadığı halde sırf kanunî boşluktan istifade ederek bu neşriyata madde ve nam için İslâmî hak ve hukuku çiğneyerek pervasızca devam etmeleri hayret ve ibretle takip edilmektedir.

Muhterem Hoca Efendi, Lem’aları tahrip ederek basan bu Ufuk Yayınlarının sizin camiaya dahil olduklarını duymaktayız. Sizin bu tahribattan haberdar olup olmadığınızı bilmiyoruz. Eğer haberdar değilseniz lütfen size haber veriyoruz. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vâris, naşir ve talebeleri bu neşriyattan ciddi surette rahatsızdırlar. Derhal bunları durdurmanızı ve o şekil neşriyata son vermelerini rica ediyoruz. Bu hususta bizim bu mektubumuza da cevap vermenizi hemen rica ediyoruz.

Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Ahmed Aytimur, Salih Özcan, M. Said Özdemir


2012 tarihli bu mektubu hatırlamakta fayda var. fetulahçılar nurcu değildir...
 
Üst