Sadıklarla beraber olun ayeti hakkında

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
Marifetullah ehli Allah-u Teâlâ’nın tayin ettiği muallimlerdir. Onlar ilmi Rablerinden alırlar, Hakk’ın talebeleridirler. Allah-u Teâlâ onlara ne öğrettiyse onu bilirler, ne gösterdiyse onu görürler. Hakk’ın öğrettiklerini halka öğretirler. Sırları ancak onlar çözer ve çözdürmeye çalışırlar.

Allah-u Teâlâ kendi talebelerine emrediyor ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre Rabbânîler olunuz.” (Âl-i imran: 79)

Bu Âyet-i kerime bâtınîdir, zâhir ehline ait değildir. Allah-u Teâlâ kendi talebelerine bu emri veriyor.

“Rabbânî olmak” demek; “Rabb’e hâlis kul olun, Rabb’e mensup ilim erbâbı olun, kalp kulakları ile işiticiler ve gayb gözleriyle bakanlar olun.” demektir. Bu iç âlem işidir.

Bu nokta değişti şimdi. Onlar “Kafa gözü ile kafa kulağı ile” bunlar ise “Kalp gözü ile kalp kulağı ile” alırlar.

Bunlar Allah-u Teâlâ’nın tasarrufundadırlar, bunları O idare eder ve kendi katından ilim ihsan eder.

Bunlar Hakk’ı bilir, Hakk’tan olduğunu görür, kendilerini bilmez. Bunlar Hakk’ta fâni olanlardır. Zira bunlar Mârifetullah ehlidirler.

Rabbânîlerin gerçek mânâsı şudur ki; onların özünde Allah var. Sözleri de sadece Allah ve Resulullah’tır.

Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler hakkında Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Allah dilediğini yardımıyla destekler.” (Âl-i imran: 13)

Bunlar doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla desteklenen kimselerdir. Onların yalnız suretleri var, gerçekte ise içlerinde Allah ve Resulullah mevcuttur.

Zahirde kafa gözü ve kafa kulağı mevcuttur, bunlarla dış âlem idrak edilir. Dış dünya çok küçük ve gayet cüz’idir.

Allah-u Teâlâ bir de kalp gözü ve kalp kulağı halketmiştir. Dilediği zaman bir kulunun kalp gözünü açarsa, gayb âlemi görülür.

Hakikat gözü ile bakabilen, Allah-u Teâlâ dilerse âlemleri de seyreder, Levh-i mahfuz’daki esrarı da dilerse ona okutur. İç dünya, âlemleri içine alır.

Kalp kulağını açarsa, ona istediğini duyurur. Gerçek duyma budur.

Hakikatı duyurdukları kadar duyulur. Gayb âlemini müşahede ettirdikleri kadar görülür.

Sana ne duyurulursa sen onu duyarsın. Kalp gözünü açarlarsa, ne gösterirlerse onu görürsün.

Allah-u Teâlâ’ya yakın olan Mukarreb kulların her işi Hakk iledir, onların yaşayışları mânevîdir, içtendir. Çünkü onların içinde Hakk var.

Herşeyin bir özü vardır. Dağların özünde elmas var, Kâbe-i muazzama’nın özünde Hacer-i esved var, insanın özünde ise Hazret-i Allah var.

İnsan-ı kâmil’in âlem-i ekber oluşunun sebebi budur.

Onun içindir ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Sâdıklarla beraber olunuz!” diye emir buyurmaktadır. (Tevbe: 119)

Bu emr-i şerif’te çok büyük esrar vardır..

Gerçek Mürşid-i kâmil, mürşid-i hakiki olan Allah-u Teâlâ’yı bilir, kendisinin bir resimden ibaret olduğunu da bilir. Bir paçavradan ibaret olduğunu hem gözü ile görür hem bilir. Allah-u Teâlâ murad ederse o paçavrayı kullanır, dilediğinin gönlünü siler.

Bir maskeden ibaret olduğunu hem görür hem bilir.

Bunlar Hakk’ı bilenlerdir. Onlardan başka bunu bilen ve gören olmaz.
 
S

SIRK_DOKTORU

Guest
hirahos demişsin ki ;
Bak Fahrettin Razi savaş meydanlarına çıkması emredilmeyen sadıklardan da bahseden bir tefsirde bulunuyor Surenin devamında.. Evet 122. Ayet'e bakalım:

"Bununla beraber mü'minlerin hepsinin topyekün savaşa çıkmaları münasip değildir. O halde onların her sınıfından yalnız birer zümre savaşa gitmeli, kimide -din ve şeriat ilimlerini iyice Öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine geldikleri zaman onları uyarmaları için- gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki bu suretle mü'minler aykırı hareketlerden kaçınırlar" (Tevbe. 122),


Müslümanların bir kısmı tarafından düşmanın şerri def edilirse cihad farz-ı kifaye , def edilemezse farz-ı ayn olur
Evvela şunu bilesin ki cihad iki hüküm (çeşit)dür . farz-ı ayn cihad , farzı kifaye cihad .

“Allah-u Teala’nın … kavl-i kerimi ilh….” Cihadı emreden ayeti kerimeler şu tertip üzere indirilmiştir:

Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir.” (Hicr 94) buyurmuştur.
Sonra İslam dinine güzellikle ve tatlılıkla davet emredilmiştir. Nitekim Allah-u Teala :

(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et ! Onlarla mücadelenin en güzelini yap.” (Nahl 125) buyurmuştur.
Bundan sonra savaşa izin vermiştir. Nitekim Allah-u Teala :
Kendilerine karşı harb açılan Müslümanlara zulme uğradıkları için cihada izin verilmiştir.” (Hac 39) buyurmuştur.
Daha sonra düşman harb açtığında onlara karşı koymakla emrolundu.Nitekim Allah-u Teala: “Düşmanlar sizi öldürürlerse siz de onları öldürün” buyurmuştur .

Bundan sonra haram olan aylar geçmek suretiyle cihad emredildi. Nitekim Allah-u Teala :

(Dokunulması) haram olan aylar çıktığı zaman , artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün” (Tevbe 5) buyurmuştur.

En son bütün zamanlarda ve bütün mekan (yer)larda cihad farz kılındı . Nitekim Allah-u Teala: “Size harb açanlarla Allah yolunda siz de muharebe edin .Fakat aşırı gitmeyin . Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 190) buyurmuştur.Bu bahsin tamamı Es-Siyerü’l Kebir şerhindedir.

“Müslümanların bir kısmı tarafından bu cihad yapılırsa ilh…” Yani cihad ölüyü yıkamak , kefenlemek, cenaze namazını kılmak ve selam almak gibi farz-ı kifayeler. Mükelleflerin hepsine birden farz kılınmıştır.Bundan dolayı farz-ı kifaye bir kısım Müslümanlar tarafından yapıldığı takdirde diğer Müslümanlardan düşer.Çünkü farz-ı kifayeden maksad yapılmasıdır. Mükelleflerden hiç biri bunu yapmazsa , bunu bilen ve mükellef olan bütün Müslümanlar günahkar olur.
Farz-ı ayın böyle değildir.Çünkü farz-ı ayın mükellef olan Müslümanlardan her biri üzserine ayrı ayrı farz kılınmıştır.Bundan dolayı farz-ı ayın bir kısım Müslümanlar tarafından yapıldığı takdirde diğerlerinden düşmez.Bunun için farz-ı ayın , farz-ı kifayeden efdaldir.
Düşman İslam memleketine hücum ederse ilh…” Yani düşman İslam beldelerinden bir beldeye ansızın girerse , cihad farz-ı ayn olur . Bu hale “nefir-i amm” denilir. “İhtiyar” adlı kitabta : “Nefir-i amm ; bütün Müslümanlara muhtaç olunmasıdır” diye tarif edilmiştir.
“Bütün Müslümanların cihada çıkması ilh ….” Yani kadınlar kocalarından , köleler efendilerinden ,borçlular alacaklılarından izinsiz çıkarlar.

İmam Serahsi : “Nefir-i ammede cihad edebilecek baliğ olmayan çocukların cihada çıkıp savaşmalarında her ne kadar ana–babaları razı olmasalar bile - bir beis yoktur “ demiştir “Cihadın vacib olması için ilh…” Yani bir kimseye cihadın vacib olması için silah kullanmaya kudretinin bulunması , erzaka ve gideceği yer sefer müddeti kadar olursa bineğe malik olması şarttır. Harb olduğunu bilmesi de şarttır. Kadihan , Kuhistani .

REDDÜL – MUHTAR ALE’D –DÜRRİ’L – MUHTAR
Müellifi : İBN-İ ABİDİN

CİLT 8 SAYFA 374 - 381



CİHAD ve NEFİR

Bazı alimler : “Cihad , düşman topluluğu saldırmadan önce , nafile ; düşmanlar saldırdıktan sonra ise, farz-ı ayn ‘dır” demişlerdir.
Alimlerin ekserisi ise : “Cihad , her halde , fazdır : Düşmanın saldırmasından önce, farz-ı kifaye ; saldırmasından sonra ise , farz-ı ayın’dır. “ demişlerdir. Sahih olan kavil de budur.


NEFİR NEDİR?

Nefir : Istılahta , bir beldede bulunan Müslüman halkın ; canlarına , mallarına , çoluk ve çocuklarına saldırmak üzere , düşmanın gelmekte olduğundan haberdar edilmesidir.

Böyle bir haber alınınca , o belde halkından , gücü cihada yeten her şahsa , cihad etmek üzere çıkması farz olur.

Böyle bir haberden önce , kişinin cihada çıkmaması hususunda , ruhsat ve genişlik vardır. Böyle bir haber gelince de , şarktan garbe , bütün İslam alemine , cihad farz-ı ayn olmaz. Bu durumda ancak , düşmana en yakın olan ve cihada gücü yeten Müslümanlara , cihada katılmaları farz-ı ayın olur.

Bu durumda , düşmana uzak olanlara ise , cihad farz-ı kifaye olur; farz-ı ayın olmaz. Bu gibi kimseler için , cihadı terk etme genişliği de vardır.

Fakat , düşmana yakın olanlar , -cihaddan – aciz olur ve düşmana mukavemet edemezlerse veya tembellik ettikleri için , diğer Müslümanların cihada katılmalarına ihtiyaç hasıl olursa ; bu durumda , bunlara yakın olanlara ve bu sıra ile , şarkta ve garbte İslam aleminin her yanında bulunan Müslümanlara , cihad , , farz-ı ayın olur.

FETAVAYİ HİNDİYYE

Tercüme : MUSTAFA EFE
Cilt 4 Sayfa 137- 138 – 249 Akçağ yayınları

,

Eğer cihad , (fetih yada islam toprağını savunma) müslümanların bazısı ile hallolunacak ise herkesin cihada katılması farzı ayn olmaz. Cihad emirinin seçtikleri müslümanlar üzerine farz-ı ayn , diğer müslümanların üzerine farz-ı kifayedir. Cihad sevabı kazanmak isteyen müslümanlar dilerse cihada katılabilirler.
İşte bu gibi müslümanların üstün oldukları farz-ı kifaye cihadda cihada gitmeyen müslüamanların bir kısmının ilim çalışması yapması gerektiğini Allah şöyle bildirmiştir :
"Bununla beraber mü'minlerin hepsinin topyekün savaşa çıkmaları münasip değildir. O halde onların her sınıfından yalnız birer zümre savaşa gitmeli, kimide -din ve şeriat ilimlerini iyice Öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine geldikleri zaman onları uyarmaları için- gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki bu suretle mü'minler aykırı hareketlerden kaçınırlar" (Tevbe. 122),

Bu durum farz-ı ayn cihadda söz konusu değildir . Bedir , uhud , tebük cihadları böyledir. katılmayanlar münafıklık damgası yemişlerdir. !!
Farzı ayn olan Tebük seferinden kalan samimi 3 müslüman biz ilim çalışıyorduk diyememişlerdir !!!!!



MUHAMMED SURESI 20-
İman edenler: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur.

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle Nebi’ye (s.a.v) soruldu:
Allah yolunda cihad etmeye denk ne var?”
“Güç yetiremezsiniz” dedi. Üçüncüsünde :
“Allah yolunda cihad edenin misali , Allah yolunda cihad edenin , evine dönünceye kadar gündüzleri oruçla , geceleri de ibadet ve kıyamla geçiren adamın misali gibidir” dedi
.
(Müslim, İmare: 29 ; Tirmizi , Cihad : 1)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Güzel, kendi görüşünü gayet güzel açmış; delillendirmişsin..

Yahu dedik ki senin söylediğin haktır.. Bu da manalardan biridir.. İtiraz etmedik ki..

Gerek kendi naklin olan tefsirlerde, gerek benim naklettiğim tefsirlerde geçen diğer manaları ise yine es geçmişsin.. Bu bir kasıt değilse görüşün kısa demektir.. Yok kasıt ise sen iyi niyetli değilsin..

Mesela Razi, Tevbe 119. dan "İcma-i Ümmete" dahi bir delil olduğunu bildirmiş..

Mesela icma-i ümmet bir cihad konusunda mı olur? Başka konularda İcma olmamış mıdır?

Diğer manaları yok kabul ediyorsan; tartışma burada bitmiştir..

Senden alacağımız daha fazla bir şey yok..

Zira;

"Kur'anın manaları tükenmez"

"Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa Rabbinin kelimelerini tüketemezler"

Bunlar Ayet-i Kerime mealleridir.. Meallere bakabilirsin..
 
S

SIRK_DOKTORU

Guest
Şu anda dünya müslümanlarına cihad farz-ı ayndır .
Farzı aynı terk eden , terk etmekle kalmayıp içinde bulunduğu küfür nizamından razı olan , ona dua eden , onun küfrü kanunlarının altında dergah işleten , İslamın rizikosuz sünnetleriyle amel eden, müslümanların ırzına , vatanlarına canlarına geçilirken çeçenistanın afganistanın nerede oldugunu dahi bilmeyen kişiye ne kadar Allah dostu desenizde REDDEDİYORUM !!!
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Şu anda dünya müslümanlarına cihad farz-ı ayndır .
Farzı aynı terk eden , terk etmekle kalmayıp içinde bulunduğu küfür nizamından razı olan , ona dua eden , onun küfrü kanunlarının altında dergah işleten , İslamın rizikosuz sünnetleriyle amel eden, müslümanların ırzına , vatanlarına canlarına geçilirken çeçenistanın afganistanın nerede oldugunu dahi bilmeyen kişiye ne kadar Allah dostu desenizde REDDEDİYORUM !!!

Bunlar senin zanların.. Hatta iftiraların.. Bugüne kadar kaç dergahta vakit geçirdin de oralarda dediklerini yapanlarını gördün!

Biz zanlara değil; İlme itibar ederiz..

Tevbe 119.un tefsirini yanlış yapıyorsunuz dediniz.. Yanlış olmadığını Tefsirlerden gösterdik.. Yoksa Tefsir ilmiyle uğraşmış olanlarda mı Tasavvuf Ehliydi! Hadi Tasavvuf Ehli olsunlar; insanları aldatmak için ayetlere yanlış manalar mı verdiler toptan!

Sizinki ancak bir cinnet hali olabilir.. İnsan, kendi inandığı dinin ilmine ve alimlerine dolaylı da olsa bu iftirayı atamaz.. Kendi bindiği dalı kesmektir.. Zira sizin anladığınızı da yazmakta o eserler, o alimler.. Onlara olan bu imanız, onları toptan güvenilmez sınıfına sokar ki bu bütün söylediklerini iptal etmeye yeter.. Yani sizin söyledikleriniz de güvenilmez sınıfına ait olur!

İşte bu cinnettir.. Bu, kendini, bilenlerden üstün ve akıllı görmektir.. Bu alimleri ve ilmi hafife almaktır..

Bu garezdir.. Bu nefsani bir kin ve düşmanlıktır..

Bak kardeşim en azından şu tefsiri düşmanlığını bir kenara atarak oku:

Tefsirul Munir:

Tevbe 119.

Bu ayetlerin konusu genel olarak tevbe ve sadakattir.

Tevbenin kabulü bu zorlu savaşa veya asıl ismiyle Tebuk Gazvesine katılan herkese şamil oldu. Bu, savaşın bütün safhalarında çektikleri sıkıntılardan sonra Allah'ın onlara bir lütuf ve rahmeti idi.

Cabir (r.a.) diyor ki: Bu savaşta üç sıkıntı yani binek sıkıntısı, yiyecek sıkıntısı, su sıkıntısı birlikte yaşanmıştı.

"Allah Peygamberin... Muhacirler ve Ensarın tevbelerini kabul etti." (Tevbe, 9/117) ayeti hakkında Zamahşeri şöyle diyor:

Bu ayet, "... Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın." (Fetih, 48/2), "Günahın (kusurun) için istiğfar et." (Gafir, 40/55) ayetleri gibi müminleri tevbeye teşvik içindir. Hiçbir mümin yoktur ki tevbe ve istiğfara muhtaç olmasın. Hatta Peygamber, Muhacirler ve Ensar bile... Ayrıca Allah katında tevbenin fazilet ve derecesi, "tevbe edenler" vasfının peygamberlerin vasfı olduğu beyan edilmektedir.[331]

Bu tevbenin kabulü bu gazveden geri kalan, münafıklardan geriye bırakılıp haklarında hüküm verilmeyen üç kişiyi içine almıştır. Münafıkların tevbeleri kabul edilmemiş, içlerinden bir kısmı özür beyan etmiş ve özürleri de kabul edilmişti. Peygamberimiz (s.a.) bu üç kişiyi geriye bırakmış, nihayet onlar hakkında ayet nazil olmuştu.

Buharî ve Müslim'in rivayetlerine göre doğru olan da budur. Müslim'in rivayetinde Ka'b şöyle diyor:

Biz üç kişi, Rasulullah (s.a.)'ın mazeretlerini kabul ettiği yemin eden o kişilerden geri bırakıldık. Rasulullah (s.a.) onlar için istiğfar ettiği halde bizim durumumuzu geciktirdi. Nihayet Allah bu husustaki hükmünü bildirdi. Bu sebeple Cenab-ı Hak "Geri bırakılan üç kişi" ifadesini kullandı. Allah'ın zikrettiği, bizim savaştan geri kalmamız değil, Rasulullah'm bizim durumumuzu değerlendirmeyi tehir etmesi, yemin edip özür beyan ettiğimiz halde bizi özürlerini kabul ettiği o kişilerden geri bırakmasıdır.

Kur'an'ın tavsif ettiği üç vasıf onların tevbelerinde sadık olduğuna delildir. Bunun içindir ki Allah Tealâ bu vasıflardan sonra sadık olmayı emretti. Bu Allah'ın bütün müminlere hitabıdır ve burada sadıkların metoduna ve yoluna tabi olmayı emretmektedir.

Bu ayet sadakati farz kılmaktadır. Kendilerini münafıkların derecelerinden uzak kılan sadakatin faydasını bizzat gören üç kişinin kıssasından sonra bu emir güzel bir tebliğdir. Bu ayet sadakatin üstünlüğünü ve derecesinin yüceliğini göstermektedir.

Şüphesiz şartlarına uygun olarak yapılan tevbe sadakatin hususi bir halidir. Akıllı ve güvenen bir kişi için doğru sözlülük, amellerde ihlâs, davranışlarda saflık esaslarına sarılmaktan başka yol yoktur. Kim bu vasıfları taşırsa Allah'ın "ebrar" (gerçek manada Allah'tan korkan) kullarıyla beraber olur, çokça mağfiret eden Rabbimizin rızasına lâyık olur.


Meydanlarda cihaddan gayrisini tanımam dedin de bir tutturdun..

Yukardaki ifadelere bak, cihaddan başka neler var:

1- Sadakat: ("bu vasıflardan sonra sadık olmayı emretti." "Bu ayet sadakati farz kılmaktadır.")

2- Tevbe: ("şartlarına uygun olarak yapılan tevbe sadakatin hususi bir halidir.")

3- Doğru sözlülük..

4- Amellerde ihlâs..

5- Davranışlarda saflık..

6- "Ebrar" (gerçek manada Allah'tan korkan) kullarıyla beraber olmak..

Hadi diğer Tefsirleri bir kenara koyduk; yukardaki örnekteki bir Tefsir aliminin çıkardığı 7 manadan birisi var gerisi yok diyorsunuz yani..

Yaptığınız işten kendinize dahi hayır geleceğini sanmıyorum.. Kaldı ki insanlar doktorluğunuzdan faydalansınlar..

Çünkü siz, göz göre göre Tefsir ilmini saptırıyorsunuz..

Size katılmak için aklını yemiş olmak lazım..
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
Şu anda dünya müslümanlarına cihad farz-ı ayndır .
Farzı aynı terk eden , terk etmekle kalmayıp içinde bulunduğu küfür nizamından razı olan , ona dua eden , onun küfrü kanunlarının altında dergah işleten , İslamın rizikosuz sünnetleriyle amel eden, müslümanların ırzına , vatanlarına canlarına geçilirken çeçenistanın afganistanın nerede oldugunu dahi bilmeyen kişiye ne kadar Allah dostu desenizde REDDEDİYORUM !!!


Allah-u Teâlâ’nın veli kullarının cümlesine hürmet edip sevgi beslemelidir. Zira onlar Hakk’ın sevdiği ve muhabbet için seçtiği kullarıdır.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz.” (En’am: 83)

İşte bunlar bu derecelere yükselttiği kullardır. Gerçek bahtiyar insan bunlardır.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Bize kendi katından bir veli ver, bize kendi katından bir yardımcı ver.” (Nisâ: 75)

Bazı zevât-ı kiram bu Âyet-i kerime’yi:

“Bize senden sana gitmemizi gösterecek, bize kılavuzluk edecek bir veli ver.” şeklinde mânâlandırmışlardır.

Duâlarında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in:

“Ey Allah’ım! Bana kendi sevgini, seni sevenlerin sevgisini ve beni sana yaklaştıracak olanların sevgisini nasip eyle.” (Tirmizi)

Buyurmaları, bu sevginin çok mühim olduğunu ifade etmektedir.

Allah-u Teâlâ bir kulu hayra yöneltirse, o hep iyileri sever. Bu, hukuk-u peygamberiye gereğidir. Hakk’ın dostlarını sevmek ve onların sevgisini kazanmak büyük bir nimet, dünya ve ahiret sermayesidir. Onlara Allah için gönülden bağlı olanlar, ahirette de onlarla beraberdirler. Onların gönüllerine girenler onlara ilhak olurlar.

Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Sâdât-ı kiram ve Pirân-ı izam Efendilerimiz hakkında besleyebildiğim cüz’i bir muhabbetten başka bir sermayem yoktur.” buyurmuşlardır. (31. Mektup)

Yusuf Aleyhisselâm’ın bir peygamber olduğu halde:

“Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da ahirette de benim yârim yardımcım sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat.” (Yusuf: 101)

Diye duâ ettiğini Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde haber veriyor.

O, bu dilek ile ahirete intikal etmiştir. Gerçekten Allah’a gönülden bağlı olanların can atacakları arzu ve gaye işte bu sondur.

Evliyâullah’a yakın olan, feyz ve berekete nâil olur. Bir istekte bulunurken, bu gibi zevât-ı kiramın yüzü suyu hürmetine istemek çok faydalı olduğu gibi, onları vasıta yaparak Allah-u Teâlâ’ya sığınmak da çok mühimdir.

Suçlu bir çocuğun, kabahati anında babasının çok sevdiği bir dostuna sığınması ve kendisini affettirmesi gibidir.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah’tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” (Nisâ: 64)
 
S

SIRK_DOKTORU

Guest
Allahın veli kulları kimlerdir sorusunu kendinize sormanız lazım !!

Velide aranan şartlar nelerdir hele bir yazınız !!

Bakalım tasavvufçuları nasıl buraya sokuşturacaksınız ...
 
Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.ehlisunnet.biz
Yüce Allah’ın Gerçek Dostları ve Onlara Benzemeye Çalışan Allah Düşmanları

Yüce Allah gerçek dostlarının kim olduklarını açıkladığı gibi kendileri ile onlara benzemeye çalışan münafık ve günahkâr olan Allah düşmanlarını da birbirinden ayırt etmiştir. Bu hususta şu âyet-i kerimeler yeterli açıklamaları ortaya koymaktadır:
“De ki Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran, 3/31)
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse... kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir...” (el-Mâide, 5/54)
“Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63)
Bundan sonra ise ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten ve şeriatı koruyanlardan olduğunu iddia eden kişilerin büyük çoğunluğu evliya olan kimselerin rasûllere uymayı terk etmelerinin kaçınılmaz olduğunu, rasûllere uyan kimselerin ise evliyadan olamayacağını, cihadı terk etmenin kaçınılmaz olduğunu, kim cihad ederse onlardan olamayacağını, imanı ve takvayı terk etmenin kaçınılmaz olduğunu, kim iman ve takvayı sürekli göz önünde bulunduracak olursa onlardan olamayacağını ileri sürecek hale geldiler.
Rabbimiz biz senden affını ve esenliğini dileriz. Şüphesiz ki sen duaları işitensin.
Yüce Allah’ın velileri (gerçek dostları) ona iman eden, ondan sakınan, dini üzere dosdoğru yürüyen kimselerdir. Onlar yüce Allah’ın: “Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63) buyruğu ile nitelendirdiği kimselerdir.
Dolayısıyla Allah’ın velisi (dostu) olduğunu ileri süren herkes veli demek değildir. Aksi takdirde Allah’ın veliliğini herkes iddia edebilirdi. Fakat velilik iddiasında bulunan herkes ameli ile bu iddiası ölçülür. Eğer onun yaptığı ameller iman ve takva esasına dayanıyor ise o kimse bir velidir. Aksi takdirde veli değildir. Böyle bir kimsenin velilik iddiasında bulunması kendisini temize çıkarması demektir. Bu da yüce Allah’a karşı takvalı olmaya (O’ndan korkup, sakınmaya) aykırıdır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Artık kendinizi temize çıkarmayın. O kimin takvalı davrandığını en iyi bilendir.” (en-Necm, 53/32)
Bir kimse kendisinin Allah’ın velilerinden olduğu iddiasında bulunacak olursa, kendisini temize çıkarmaya çalışmış demek olur. O vakitte bu kişi Allah’a isyana ve Allah’ın kendisine yasakladığı şeyin içine düşmüş olur, bu da takvaya aykırıdır. Allah’ın gerçek dostları, velileri böyle bir tanıklıkta bulunarak kendilerini temize çıkarmaya çalışmazlar. Onlar Allah’a iman ederler, O’ndan korkarlar, sakınırlar. O’na en mükemmel şekliyle itaatin gereklerini yerine getirirler. İnsanları Allah’ın yolundan saptırsınlar diye böyle bir iddia ile kandırmazlar, aldatmazlar. Kimi zamanlar kendilerinin seyyid, kimi zaman evliya olduğunu iddia eden bu gibi kimselerin insan gerçek hallerini dikkatle inceleyecek olursa, velilikten, seyyidlikten en uzak bir yerde olduklarını göreceklerdir. O bakımdan Müslüman kardeşlerime öğüdüm şu ki: Velilik iddiasında bulunan kimselerin hallerini yüce Allah’ın dostlarının niteliklerine dair naslarda varit olmuş buyruklar ile kıyaslamadıkça o kimselere aldanmasınlar.
Müellif Allah’ı sevmek ve Allah’ın veliliğinin alametlerine kaydettiği âyet-i kerimelerle işaret etmiş bulunmaktadır:
Kaydettiği ilk âyet-i kerime Al-i İmran Suresinde yer alan: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 3/31) âyetidir. Bu âyet-i kerime mihnet yani imtihan âyeti diye adlandırılır. Çünkü bazıları yüce Allah’ı sevdiklerini iddia etmişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah da bu âyet-i kerimeyi indirmişti. Kim Allah’ı sevdiğini ileri sürecek olursa, biz de onun ameline bakarız. Eğer o Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’a uyan bir kimse ise doğru sözlü bir kimsedir, aksi takdirde o kişi bir yalancıdır. İkinci âyet-i kerime ise yüce Allah’ın el-Maide Suresinde yer alan şu buyruğudur:
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah... kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir...” (el-Maide, 5/54)
Bu iki âyet-i kerime ile yüce Allah gerçek dostlarını birtakım nitelikler ile söz konusu etmektedir ki bunlar da Allah’ı sevmenin belirtileri ve sonuçlarıdır:
1- Bu gibi kimseler müminlere karşı alçak gönüllüdürler, onlarla savaşmazlar. Karşılarında durmazlar ve hiçbir şekilde onlarla çatışmazlar.
2- Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Yani onlara karşı güçlüdürler, onları yenik düşürürler.
3- Allah yolunda cihad ederler yani Allah’ın adı en yüksek olsun diye Allah düşmanları ile savaşmak uğrunda bütün gayretlerini, imkanlarını ortaya koyarlar.
4- Allah yolunda kınayan kimsenin kınamasından çekinmezler. Yani Allah dininin gereklerini yerine getirdiklerinden ötürü herhangi bir kimse onları kınayacak olursa, onun bu kınamasından korkmazlar. Bu da onların Allah’ın dininin gereklerini yerine getirmelerine engel olmaz.
Üçüncü âyet-i kerime Yunus suresinde yer alan şu âyet-i kerimedir:
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63)
Yüce Allah, Allah dostlarının bu iki niteliğe sahip kimseler olduklarını açıklamaktadır: İman ve takva. İman kalptedir, takva ise bedenin azaları ile ortaya çıkar. Bu iki niteliğe sahip olmadığı halde Allah dostu (velisi, evliyası) olduğunu ileri süren bir kimse yalancıdır.
Daha sonra müellif artık işin ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten şeriatı muhafaza eden kimselerden olduğunu ileri sürenlerin çoğunun nezdinde işin tam aksi bir hal aldığını açıklamaktadır. Böyle bir kimseye göre veli peygamberlere uymayan, Allah yolunda cihad etmeyen, O’na iman etmeyen, O’ndan sakınmayan kimsedir.
Burada Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin “el-Farku Beyne Evliyai’r-Rahman ve Evliyai’ş-Şeytan”[25] adlı risalesinde yazdıklarını aktarmak ve mümkün olan bölümlerini burada iktibas etmek yerinde olacaktır. Müellif şunları söylemektedir:
Şanı yüce Allah kitabında ve Rasûlü de sünnetinde Allah’ın insanlar arasından birtakım velilerinin (dostlarının) şeytanın da birtakım dostlarının bulunduğunu açıklamış bulunmaktadır. Rahmanın dostları ile şeytanın dostları arasında fark olduğunu belirterek yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır. Onlar için dünya hayatında da, ahirette de müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu en büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yunus, 10/62-64)
Yine yüce Allah şeytan dostlarını da sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
“Kur’ân’ı okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Doğrusu iman edip, yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah’a ortak koşanlar üzerinedir.” (en-Nahl, 16/98-100)
O halde Allah ve Rasûlü nasıl her ikisi arasında fark gözetmiş ise bu iki kesimin arasında da gerekli farkın gözetilmesi gerekir. Allah’ın dostları mümin ve takva sahibi olan kimselerdir... Onlar, O’na iman eden, O’nu dost bilen, O’nun sevdiğini seven, nefret ettiği şeylere nefret eden, O’nun razı olduğu şeylerden hoşnut olan, O’nun gazablandığı şeylere gazablanan, O’nun emrettiğini emreden, yasakladığını yasak bilen ve yasaklayan, verilmesini sevdiği hususları veren, engellenmesini alıkonulmasını sevdiği şeyleri de engelleyip, alıkoyan kimselerdir... O halde ona (peygambere) ve onun getirdiklerine iman eden, zahiren ve batınen O’na uyan kimselerin dışında hiçbir kimse Allah’ın velisi olamaz. Allah’ın sevdiğini, Allah’ın velisi olduğunu iddia etmekle birlikte, ona yani Rasûle tabi olmayan bir kimse Allah’ın dostlarından değildir. Aksine kim ona muhalefet ederse, o Allah düşmanlarından, şeytanın dostlarından olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 3/31)
İnsanlar iman ve takva bakımından üstünlüklerine göre Allah’ın velisi olmak bakımından da birbirlerinden üstündürler. Aynı şekilde küfür ve nifaktaki ileriliklerine göre de Allah’ın düşmanlıkları bakımından biri diğerinden ileridirler...
Allah’ın dostları iki tabakadır: Sabikun (ileri geçenler) ve mukarrebun (yakınlaştırılmış olanlar) ashab-ı yemin ise orta halli olanlarıdır. Yüce Allah onları kitab-ı azizinin birkaç yerinde sözkonusu etmiştir. el-Vâkıa suresinin başında ve sonunda, el-İnsan suresinde, el-Mutaffifîn ve Fâtır surelerinde... Cennette biri diğerinden çok büyük çapta üstün dereceler halindedir. Allah’ın mümin ve takva sahibi dostları ise bu derecelerde iman ve takvalarına göre yer alacaklardır.
Yüce Allah’a yakınlaşmayan, iyilikleri işleyip, kötülükleri terk etmeyen bir kimse hiçbir zaman Allah’ın dostlarından olamaz... Bilhassa bu husustaki delili kendisinden işitilen bir mükaşefe yahutta bir tür tasarruftan ibaret olan kimselerin kendilerinin Allah’ın velisi olduklarına inanmaları hiç kimse için caiz olamaz... Bir kimsenin Allah’ın velisi olduğuna dair sadece bunları delil diye sürmesi caiz değildir. İsterse o kimsenin Allah’ın velisi olduğunu çürütecek herhangi bir hali bilinmemiş olsun. Hele onun Allah’ın velisi olmakla çelişecek bir hali bulunursa, durum ne olur? Mesela böyle bir kimsenin zahiren ve batınen peygambere tabi olmanın farziyyetine iman etmiyorsa, aksine kendisinin batini hakikat bir tarafa, zahiri şeriata uyduğuna inanıyorsa yahutta Allah’ın veli kulları için peygamberlerin getirdiği yolun dışında özel bir yollarının olduğuna inanıyor ise... Buna göre her kim veli olduğunu ortaya koymakla birlikte farzları eda etmiyor, haramlardan uzak durmuyorsa, aksine bazen bunlarla çelişecek işler yapıyor ise hiçbir kimsenin böyle birisi hakkında bu Allah’ın velisidir demek hakkı yoktur... Allah’ın veli kullarının mubah işlerden zahir olanlarında insanlardan kendilerini ayırt edebilecek hiçbir özellikleri yoktur... Allah’ın velisinin hata yapmayan, yanlışlık yapmayan masum bir kişi olması şartı da yoktur. Aksine bu kimsenin şeriatın bazı bilgilerini bilememesi mümkün olabildiği gibi, dinin bazı hususlarının içinden çıkamaması da mümkündür... İşte bundan dolayı Allah’ın veli kulunun yanlışlık yapması mümkün olabildiğine göre, insanların Allah’ın velisinin söylediği bütün sözlere inanması gerekmez ki bir peygamber olarak görülmesin... Bunun yerine onun bütün hallerini Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’ın getirdiklerine arz edilmesi, sunulması gerekir. Onlara uygun düşeni kabul eder, onlara aykırı olanı kabul etmez. Şâyet uygun mudur, değil midir bilemeyecek olursak o takdirde bu durum hakkında da hüküm vermez.
İnsanlar bu hususta üç gruba ayrılmışlardır. İki uç nokta ile orta yol. Bunlardan kimisi bir kişinin Allah’ın velisi olduğuna inanacak olursa, kalbinin kendisine Rabbindendir diye sezdirdiği her bir hususta o kimseye büsbütün muvafakat eder ve bütün yaptıklarının doğru olduğunu kabul eder. Kimileri de şeriate uygun olmayan herhangi bir iş yaptığını ya da bir söz söylediğini görecek olursa, tamamıyla Allah’ın velisi olmanın sınırının dışına çıkartır. İsterse bu kimse hata eden bir müçtehit olsun.
Ancak işlerin en hayırlıları onların orta yollu olanlarıdır. Bu da böyle bir kimseye masum (asla günah işlemez, hata etmez) nazarıyla da bakmayacak, hata eden bir müçtehit olduğu takdirde de günahkar görmeyecek, bütün söylediklerinde ona uymayacak, içtihat ile bir iş yaptığı takdirde onun kâfir ya da fasık olduğuna hüküm vermeyecek. Çünkü insanlar hakkında vacip olan da Allah’ın Rasûlü ile gönderdiği şeylere uymaktır.
Ümmetin selefi ve imamları Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem dışında herkesin sözlerinin bazısının anılacağını, bazısının da terk edilebileceğini ittifakla kabul etmişlerdir. İşte bu peygamberler ile diğerleri arasındaki farklardandır. Peygamberlere yüce Allah’tan aldıklarını haber verdikleri bütün hususlarda iman etmek gerektiği gibi, verdikleri bütün emirlerde de onlara itaat etmek gerekir. Evliyalar ise böyle değildir. Onlara verdikleri bütün emirlerde itaat vacib olmadığı gibi, haber verdikleri herşeye iman etmek de icab etmez. Aksine onların durumları ve haberleri kitap ve sünnete sunulur. Kitaba ve sünnete uygun düşenin kabul edilmesi gerekir. Kitab ve sünnete uymayan ise red olunur. Eğer bu söz ve halin sahibi Allah’ın evliyasından olmakla birlikte müçtehit birisi ise söylediklerinde mazur olur, içtihadı dolayısıyla da ecri vardır, fakat kitab ve sünnete muhalefet etmiş ise hata etmiş olur ve bu eğer elinden geldiği kadarıyla Allah’tan sakınmış ise bu hatası da bağışlanır...
Allah’ın velilerinin kitap ve sünnete sımsıkı sarılmaları gerekir. Onlar arasında kitap ve sünnet göz önünde bulundurulmaksızın kalbine doğan her şeye uymayı gerektirecek şekilde günahtan korunmuş (masum) bir kimsenin varlığı ne onlar arasında söz konusu olabilir, ne de başkaları arasında. Bu da yüce Allah’ın gerçek dostlarının ittifak ile kabul ettikleri bir husustur. Bu hususta muhalefet eden kimse ise Allah’ın kendilerine uymayı emretmiş olduğu Allah dostlarından olamaz. Aksine böyle bir kimse ya kâfir birisidir, yahutta cahillikte aşırı giden birisidir... Çoğu insanlar bu hususta yanlışlık yapmakta, bir şahsın Allah’ın velisi olduğunu ve Allah’ın velisinin söylediği herşeyin kabul edilmesi gerektiğini zanneder, söylediği her şeyini kabul eder, yaptığı her şeyi kabul eder. Şâyet kitaba ve sünnete aykırı hareket ederse, onun bu halini de uygun görür. Allah’ın Rasûlü ile gönderdiklerine de muhalefet eder. Oysa Allah bütün insanlara Rasûlünün haber verdiği hususlarda tasdik edilmesini, verdiği emirlerde ona itaat edilmesini emretmiştir. Onu gerçek dostları ile düşmanlarının ayırıcı çizgisi cennet ehliyle cehennemliklerin, bahtiyar kimselerle bedbahtların arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır. Kim ona uyarsa, Allah’ın takva sahibi velilerinden, onun kurtuluşa eren askerlerinden ve salih kullarından olur. Kim de ona uymazsa Allah’ın hüsrana uğrayan ve günahkar düşmanlarındandır. Allah Rasûlüne muhalefet etmek ile böyle bir şahsa muvafakat etmek her şeyden önce kişiyi bid’ate ve sapıklığa sonunda da küfre ve münafıklığa kadar sürükler... Bu gibi kimselerin çoğunun böyle birisinin Allah’ın velisi olduğuna dair inanışlarındaki dayanak noktalarının ondan bazı hallerde birtakım keşiflerin sadır olmasını yahutta olağan üstü birtakım tasarruflarının varlığını gösterdiklerini görürsünüz... Halbuki bütün bu hususlar arasında bu işleri yapanın Allah’ın velisi olduğuna delalet eden hiçbir şey bulunmaz. Çünkü Allah’ın velileri ittifakla şunu kabul etmişlerdir ki bir kimse eğer havada dahi uçsa yahut suyun üzerinde yürüyecek olsa, Allah Rasûlüne tabi oluşuna, onun emir ve yasaklarına uygun hareket edilmesine bakılmadıkça bunlara aldanmamak gerekir. Allah dostlarının kerametleri bu hususlardan daha büyüktür. Bu olağanüstü hususları gösteren şahıs eğer Allah’ın velisi ise mesele yok, fakat bunları gösteren bir kimse bir Allah düşmanı da olabilir. Çünkü bu gibi olağanüstü haller birçok kâfir, müşrik, kitap ehli ve münafıklar tarafından da gösterilebilir. Bid’at ehli olan kimseler de, şeytanlar da böyle şeyleri gösterebilirler. Dolayısı ile bu hususlardan herhangi birisini ortaya koyan bir kimsenin Allah’ın velisi olduğu asla zannedilmemelidir. Aksine Allah’ın velileri kitab ve sünnetin delalet ettiği nitelikleriyle, fiilleriyle ve halleriyle bilinirler. Onlar iman ve Kur’ân nuru ile imanın gizli hakikatleri ile İslam şeriatının açık hakikatleri ile bilinirler... Ümmetin selefi, imamları ve sair Allah’ın veli kulları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberler kesinlikle peygamber olmayan velilerden daha üstündürler. Yüce Allah kendilerine nimet ihsan olunmuş bahtiyar kullarını dört mertebe olduklarını belirtmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle birliktedirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” (en-Nisa, 4/69)
Bu gerçek velilerin Allah’ın takva sahibi velilerini kendileriyle taltif ettiği birtakım kerametleri vardır. Allah’ın velilerinin en hayırlılarının kerametleri ise ya dine dair bir delil ortaya koymak içindir, yahutta Müslümanların ihtiyacı dolayısı ile olur. Tıpkı onların peygamberlerinin mucizelerinin bu maksatla ortaya çıkması gibi. Allah’ın velilerinin kerametleri de esasen Allah’ın Rasûlüne tabi olmanın bereketi ile ortaya çıkar. Dolayısıyla bu kerametler gerçekte Allah Rasûlünün mucizeleri kapsamı içerisindedir... Bilinmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Kerametler bazen kişinin ihtiyacına göre ortaya çıkabilir. Eğer imanı zayıflığı dolayısıyla keramete ihtiyaç duyarsa yahutta buna ihtiyaç duyan bulunursa, imanını pekiştirecek ve ihtiyacını karşılayacak şekilde kerametler ona ihsan edilir. Bununla birlikte Allah’a velayet mertebesi ondan daha mükemmel derecede olan bir diğerinin ise buna ihtiyacı bulunmayabilir, bundan dolayı mertebesinin yüksekliği ve ona ihtiyacı olmadığından dolayı -yoksa velilik mertebesi eksik olduğundan ötürü değil- benzeri bir hali de olmayabilir. İşte bundan dolayı tabîin arasında bu gibi hususlar ashaba nispetle daha fazla görülmüştür. İnsanları hidayete iletmek ve onları ihtiyaçları dolayısı ile olağanüstü birtakım haller gösteren insanların durumundan farklı idiler. İşte onlar derece itibariyle daha büyüktür. Olağanüstü haller hususunda insanlar üç kısımdır:
Kimileri peygamberlerin dışındaki şahısların bu gibi halleri göstermelerini yalanlarlar. Bazen icmali olarak bunları tasdik etmekle birlikte kendisince Allah’ın veli kullarından olmadığı için insanların çoğu hakkında kendisine anlatılanları yalanlayabilmektedirler.
Kimisi de bir tür olağanüstü bir hale sahip olan herkesi Allah’ın velisi olduğunu zanneder. Halbuki her iki yaklaşım tarzı da yanlıştır... Bundan dolayı bu gibi kimselerin müşriklerin de, kitap ehlinin de Müslümanlara karşı savaşlarında kendilerine yardımcı olan yardımcılar olduğunu ve bunların Allah’ın veli kullarından olduklarını söylediklerini görebiliriz. Bunlar bu gibi kimselerle birlikte olağanüstü hali bulunan kimselerin olacağını kabul etmezler.
Doğru olan ise üçüncü görüştür. O da şudur: “Onlarla birlikte Allah’ın dostlarından değil de kendi cinslerinden kendilerine yardım edecek kimseler bulunur...”

Dinde Altı esas adlı kitaptan alıntıdır Bu beşinci esasın açıklamalarındandır.
Yazarı : AbdulAziz bin Baaz
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ah doktor abim ah..

Şimdi de sizin dedikleriniz Veli değildir deyip başka bir kapı açacaksın muhtemelen.. Halbuki önceki açtığın "Tefsir" kapısını hakkıyla örtememiştin..

Allah'ın Velilerini yine Allah bilir..

Dost dostunu bilmesin mi?

İnsanlar arasında gizlemiş Onları..

Herkesi veli bilirsen; gün gelir gerçek bir Allah dostuna rastlarsın.. Ona olan riayetinden Allah sana lutfeder de o hal derdine derman olur..

Ama herkesi veli bileceksin, kendinden üstün göreceksin; tasavvufçular dediklerin dahil..

Bilmem yapabilir misin?
 

MiHRiMaH

Son gülen... :/
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
2,752
Tepkime puanı
769
Puanları
0
Konum
İstanbul...
Allahın veli kulları kimlerdir sorusunu kendinize sormanız lazım !!

Velide aranan şartlar nelerdir hele bir yazınız !!

Bakalım tasavvufçuları nasıl buraya sokuşturacaksınız ...


Ne o işe elemanmı alıyorsunuz?!?!?!? Prezentabl olmalı evliya! Diksiyonu düzgün olmalı! GÜleryüzlü olmalı!!! Kitap mı satacak? Kredi kartı mı???? Kimseyi buraya sokuşturmak gayretine girmeyiz çünkü inanmak zorla olacak birşey değildir... İster inanın, isterseniz inanmayın... Bu ne gaflet ya?!?!?
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
Allahın veli kulları kimlerdir sorusunu kendinize sormanız lazım !!

Velide aranan şartlar nelerdir hele bir yazınız !!

Bakalım tasavvufçuları nasıl buraya sokuşturacaksınız ...




Kim velilerimden (dostlarımdan) birine düşmanlık ederse, şüphesiz ona harp ilan ederim.'' (Kudsi Hadis/ Ebu Hureyre)

Ehl-i İnsaf bir insan(müslüman)
sadece yukarda ki Hadis-i Şerif bile haklarında icma-ı ümmet tarafından Dostları ve Veliler olduğuna şahidlik bulunan
Abdulkadir Geylani(k.s), Imam-i Gazali,İmam-ı Rabbani(k.s), Şahı Nakşıbendi(k.s.), Seyid Ahmed Er-Rufai Hz.(k.s.), Mevna (k.s),Molla Cami(k.s), ve dahi isimlerini burada zikretmekten aciz olduğum onbinlerce ,alimlerin gütmüş olduğu yolu ve onların yaşantısını sirk olarak nasıl iddia edebilir,onlara nasil hice sayabilir

tasavufa,tarikata rabitaya sirk diyenlere;velilere dil uzatanlara söyle bir tarikatlerin tarihine bakin diyoruz
o manevi mesleklerden yetisenlere bakin diyoruz;
Gazaliye,rabbaniye,Geylaniye bakin diyoruz ki o meslek sahibleri vede onlara tabi olanlar a bir bakin
ne diyorlar ne yapiyorlar bir bakin
diyoruzki kur ani kerimin ayeti kerimelerini o zatlar okumadimi bilmiyormu idi hasa ,
diyoruz ki o zatlar hayatlarini dine imana hizmete ve kur ani kerimin emirlerini yasamaya adamislar,
dirdiyoruz ki iste onlarin hayatlari ilmi tahsilleri seviyeleri yasadiklari asirlari
iste BIZLER ISTE ILMI SEVIYEMIZ TAHSILLERIMIZ VEDE ZAMANIMIZIN HALI YAPTIKLARIMIZ
diyoruz ki ilmin unvani olan hassas vede mahrem meseleler hele ehli olmayanlarla konusulmaz,
diyoruz ki ILIM SILAH TIR ONU EHIL OLMAYANA VERMEMEK GEREK
diyoruz ki BIR KONUDA IDDA SAHIBI OLAN BIRI EGER IDDASINA TEK BIR DELIL GETIRSE O MESELENIN DOGRULUGUNU ISBAT EDER
AMMA TERSINI IDDA EDEN DE, ONUN OLMADIGINI ISBAT ICIN O MESLEKLERIN YASANDIGI ZAMANLARI VEDE SAHISLARIN TUMUNU GETIRIP ELEKTEN GECIRIP HER BIRININ TEKER TEKER YANLIS OLDUGUNU ISBATA MECBURDUR,

ZIRA DOGRULUGUNA TEK DELIL YETTIGI GIBI YANLIS OLDUGUNU ISBATA TUM ZAMANLARIN TARIKAT EHLI VEDE TUM ILMI ESERLERI ORTAYA SERILMELIDIRKI O AKSI IDDA ISBAT EDILE,

BUNA BU TARIKATLER VE VELILER HAKKINDA ILERI GERI YAZAN ITHAM EDENLERIN NE ILMI NEDE SEVIYESINE HAKLARI NEDE CAPLARI YETMEZ
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Ayetlerin tefsirlerini çarpıtmayın.

Kardeşler,

Bu konıyu açan ve sonrasında yasaklı bir konuma giren arkadaş, Tevbe Sûresinin 119. ayet-i celilesini zorlama ve indi yorumlarla çarpıtmış ve buraya asmıstır. Şöyle ki, ayette geçen "sadıklar" kelimesi Tebuk savaşına katılanları değil, sıdk ve sadakat (doğruluk) üzere olan bütün müminleri ifade etmektedir. Açıkçası ayetin manâsı, "Münafıklardan sakınıp Hz. Peygamber'in ve ashabının yanında olanların safında yer alınız. Onlar gibi, özü doğru, sözü doğru, işi doğru olunuz. Onlarla beraber olunuz ve onlara uyunuz. " şeklindedir. Bu ayete verilen analam hemen hemen bütün tefsirlerde böyledir. "Savaşa katılanlar" ibaresi düpedüz uıydurma ve çarpıtmadır. Tarikat erbabının bu kelimenin manâ ve ifadesinin yani "sadıkûn" dan maksadın "mürşidûn" olduğunu ileri sürmeleri BAHRU'L-HAKAYIK tefsirinde aynen bu şekilde tefsir edildiğinden dolayıdır. Kaldı ki, Rabbimizin en mümtaz ve biricik velileri olan Allah dostları meşayıhın "sadıkûn" dan olmasında ve sayılmasında herhangi şaşılacak bir durum da yoktur. Eğer, bu zevat-ı kiram "sadıkûn" değilse, ol zaman içimiz "kâzibûn "kaynıyor demektir.
Tasavvufa, tarikatlara ve mutasavvıflara karşı çıkma uğruna işi ve çirkinliği bu şekilde ayetlerin çarpıtılmasına kadar götürenler çok iyi bilsinler ki, onların kendileri yarın mahşer günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacaklardır.
Vesselâm.
 

RIBAT

Paylaşımcı
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
137
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Tevbe suresinin konuyla ilgili olan 117 -118 ve 119 ayetlerinin nüzul sebebi Tebuk seferinden geri kalan 3 ashab içindir.
Bütün muteber hadis kitaplarında böyledir . aksi ise kaynak veriniz o tefsire de bakalım .
Allah cc. bu üç sahabeyi en sonunda affediyor ve Verdiğiniz sözü tutun , sözünü tutarak cihaddan geri kalmayan Rasulullahın he r emrini harfiyyen yerine getiren öteki sahabiler gibi SADIKLARLA BERABER OLUN buyurmuştur .
Bunun böyle olduğu her akıl sahibi için katiidir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Tevbe suresinin konuyla ilgili olan 117 -118 ve 119 ayetlerinin nüzul sebebi Tebuk seferinden geri kalan 3 ashab içindir.
Bütün muteber hadis kitaplarında böyledir . aksi ise kaynak veriniz o tefsire de bakalım .
Allah cc. bu üç sahabeyi en sonunda affediyor ve Verdiğiniz sözü tutun , sözünü tutarak cihaddan geri kalmayan Rasulullahın he r emrini harfiyyen yerine getiren öteki sahabiler gibi SADIKLARLA BERABER OLUN buyurmuştur .
Bunun böyle olduğu her akıl sahibi için katiidir.

Arkadaşım kendi yazdıklarınız dışında yazıları okumadan fikir vermeye kalkışmanız ahlaki ve insani değildir.. Bu tavrınız öğrenmeye değil öğretmeye (!) meraklı olduğunuzu gösteriyor.. Halbuki insan hem öğrenir, hem öğretir.. Ne çekiyorsak zaten öğrenme kanalı tıkalı; öğretme zevki gelişmiş insanlardan çekiyoruz..

Bakın bakalım yukarılarda ne yazıyor.. Hangi Tefsirlerden hangi bilgiler aktarılmış.. Ayetin nüzul sebebinden başka anlamları verilmiş mi verilmemiş mi?

Bu kulakları tıkalı tavrınızı sürdürecekseniz, böyle kürsü vaizi havasında davranmaya devam edecekseniz, kendinize bir blog açıp mümtaz fikirlerinizi oradan neşrediniz.. Burasının bir forum olduğunu idrak etmeniz temennisiyle..

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Tefsir İlmi.

Nuzül bilgisi tefsir için gerekli olan bir bilgidir. Ancak, herhangi bir ayetin nuzül sebebi onların o sebepten başka bir şeye yorumlanamayacağı anlamına gelmez. Tevbe Sûresinin 119. ayeti müteşabih bir ayet de değildir ki, tefsiri için sıyakına ve sıbakına bakılsın. Bilindiği gibi, mücmel ayet-i kerimeler için evveliyatına ve sonrasına bakma zorunluluğu yoktur. Ayrıca BAHRU'L-HAKAYIK adlı tefsirde ve tefsir-i sairede sizin belirttiğinizin yorumların aksine bir tefsir yapılmıştır diyoruz.Siz halâ bize aksi bir kaynak gösterin bakalım diyorsunuz !!!

İyimisiniz siz ?
 

RIBAT

Paylaşımcı
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
137
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Nuzül bilgisi tefsir için gerekli olan bir bilgidir. Ancak, herhangi bir ayetin nuzül sebebi onların o sebepten başka bir şeye yorumlanamayacağı anlamına gelmez. Tevbe Sûresinin 119. ayeti müteşabih bir ayet de değildir ki, tefsiri için sıyakına ve sıbakına bakılsın. Bilindiği gibi, mücmel ayet-i kerimeler için evveliyatına ve sonrasına bakma zorunluluğu yoktur. Ayrıca BAHRU'L-HAKAYIK adlı tefsirde ve tefsir-i sairede sizin belirttiğinizin yorumların aksine bir tefsir yapılmıştır diyoruz.Siz halâ bize aksi bir kaynak gösterin bakalım diyorsunuz !!!

İyimisiniz siz ?

Sana kim dedi ancak müteşabih olursa siyak sibakına ve nüzuluna bakılır diye !
sahi neden siyak sibak ve nüzulunden bu kadar korkuyorsunuz ki ?
ÇARPITAMIYACAK MISINIZ ?
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Tefsir üsulü öyledir. Mücmel ayetlerde sıyak ve sıbaka bakmaya gerek yoktur ki bakılsın .
Asıl çarpıtmak isteyenler en çok sıyak ve sıbaktan bahsedenlerdir. Siz bunu bilmiyor musunuz ? Çünkü, sarih manâ ve anlamın üstü ancak bu şekilde örtülmeye çalışlır. Bizi sizin mezhepsiz hocalarınızın röntgenini dahi çekmiş insanlarız. Bu çarpıtmalarınızı nasıl yaptığınız çok iyi biliriz.
 
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
108
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
34
Ne Yazikki!..

Bu Ayeti Görmezden Gelen Güya Müslüman Kişiler Malesef Bu Ayetin Tersinede Gidiyorlar...ne Mutlu Sadiklarla Beraber Olanlara Allah Hidayet Versin Tek Kalmayi Savunanlara...
 
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
108
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
34
Ayeti Kerime

"bana Yüz Tutanin Yolunu Tut"(lokman Suresi Ayet 15)

...
 
Üst