ukubat
Profesör
- Katılım
- 9 May 2007
- Mesajlar
- 1,942
- Tepkime puanı
- 103
- Puanları
- 0
- Konum
- istanbul,fatih
- Web sitesi
- www.ismailaga.org.tr
Saadet partisi genel başkanını istifaya davet etmek haddini bilememektir
SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANINI
İSTİFAYA DAVET ETMEK
HADDİNİ BİLEMEMEKTİR
Saadet Partisi herhangi bir parti değil, Millî Görüş’ün temsilcisidir. Millî Görüş ise hakkı üstün tutan, hakkı hâkim kılmayı amaç ve hedef edinen, hakkı temsil eden görüş, düşünce ve inanç demektir. Diğer bir ifade ile Millî Görüş katıksız, katkısız, eksiksiz ve ilavesiz salt İslam demektir.
Peki, Yüce Allah’ın hak dine bizzat verdiği İslam ismi yerine neden Millî Görüş?
Bunun birçok nedenleri var, sadece birkaçını kısaca özetleyelim. Çünkü asıl konumuz başka.
Bir kere Erbakan’ın Millî Görüş hareketini başlattığı dönemde dini isimle ve nitelikte parti kurmak şiddetle yasaktı, açılamazdı; açılması halinde ise kapatılırdı. Ayrıca suçtu, müeyyideleri vardı, ağır cezalar gerektirirdi.
Nitekim Refah Partisi iktidarda bulunmasına rağmen hakkında kapatılma davası açılıp sonra kapatılırken gerekçelerinden biri başörtüsünün serbest olmasını istemesiydi.
Açıkçası Millî Görüş, 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam Medeniyetine beşiklik etmiş ve asırlarca Hilafete merkezlik yapmış Türkiye’de irtidat, ihanet, küfür ve inkâr temelinde paganist ilkelerle kurulmuş bir zorba ve despot rejimin en güçlü ve en aman vermez zifiri karanlık günlerinde Anadolu’nun ortasında doğmuş İslami tecdid hareketi olarak kendini bir süre kamufle etmek zorundaydı. Böyle bir süreç İslam’ın ilk döneminde Mekke’de de yaşanmıştı.
Bir de günümüz dünyasında İslam adına pek çok farklı anlayış ve kavrayış sergileniyor. Her kişi, cemaat veya grup birtakım kayıtlar, şartlar koyarak ve kendine göre ilaveler eksiltmeler yaparak bir farklı İslam profili ortaya koyuyor.
Bu yüzden Müslüman’ım demek kişiyi ya da toplumu tarif etmeye, anlamaya yetmiyor. Millî Görüşçü demek; yalın, salt, ilavesiz, eksiksiz, fazlasız, karışıksız bir şekilde sadece İslam’ı istiyorum, içinde İslam da olan bir karışım, sentez, kokteyl istemiyorum anlamına geliyor, dost da düşman da böyle anlıyor.
Erbakan, 1978 yılında Ankara Yukarıayrancı’da inşaatı tamamlanmış, fakat hizmete sokulmamış bir mağazada yapılan Millî Selamet Partisi seminerine katılan mensuplarına hitap ederken konuya ilişkin şöyle diyordu:
Millî Selamet Partisi herhangi bir parti değil; Şeriatı hâkim kılmak için yapılan çalışma ve faaliyetlerin karargâhıdır. Diyeceksiniz ki peki, ama neden adı İslam değil ve niçin siyasi parti olarak kuruldu?
Nasıl ki Hz. Muhammed (SAS) Mekke’de mücadele ortamını, şartlarını kendisi belirlemiyordu, Ebu Cehil ve şürekâsının hâkim olduğu ortam ve toplumda, o günkü cahiliye kuralları içerisinde hareket etmek zorunda idi. Tıpkı onun gibi biz de şimdi Yahudi tarafından kurulmuş düzen ve konulmuş kurallar içerisinde hakkı hâkim kılma mücadelesini yürütmek durumundayız.
Eğer levhaya Millî Selamet Partisi değil, Şeriat Kurmaya Çalışanların Karargâhı yazsaydık, şimdi bu toplantıyı yaparken rejimin taharetsiz bir görevlisi gelir hepimizin eline kelepçe vurup tutuklatırdı.
Peki, neden dernek değil, başka bir kuruluş değil, siyasi parti kurduk?
Türkiye’deki mevcut rejimde gizli toplantı yapabilme hakkı yalnız siyasi partilere tanınıyor. Şu toplantıyı bir dernek adına yapsaydık hükümet komiseri şimdi burada hazır bulunacaktı, biz bunları konuşamazdık.
Yasak nedeniyle İslam yerine Millî Görüş adı ile temsil ediyoruz. Fakat bu uyduruk değil Kur’an’da sözü edilen bir isimdir. Millî Görüş’ün açılımı “Millete İbrahime Hanifa”nın görüşü demektir. Bir Arapça sözcük olan millet din demektir; millî de İslami anlamına gelir.
Şu anda uzaydan yeryüzüne bir insan gelse sorup öğrenmekle mükellef olduğu ilk şey “İnananların karargâhı neresidir?” hususudur. Çünkü bir insan şu yeryüzünde ya Millî Görüş’ün askeridir, ya Yahudi’nin; bunun bir diğer şıkkı yoktur. Yahudi insanları -bilmeleri şart değil- farkına varmadıkları halde kendine asker yapar.
Bu nedenle Millî Selamet Partisi dışındakilere oy veren Müslümanların, İngiliz ordusunda asker olarak Çanakkale Savaşında Osmanlı Devletine karşı gelip savaşmış olan Anzak Müslümanlarından farkları yoktur!
Erbakan’ın, tüylerimi diken diken eden, adeta hafızama kazıyıp neredeyse aynen aktardığım bu sözlerini dinlerken ilk aklıma gelen şu oldu: Bu adam ya çok yalancı, sahtekâr, şarlatan biri olmalı; ya da Beklenen Mehdi! Bunun ortası olamaz. Sarf ettiği sözler eğer büyük bir yetki, görev ve sorumluluk gereği değilse; bu dehşet verici bir istismar, demagoji ve sorumsuzluk olabilir ancak.
Tam 3 gün devam eden seminerde, yoklamada 105 kişi oldukları belirlenen katılımcılar içerisinde kimsenin bu dehşet verici sözlerin pek de ayırtında olmadığını gözlemledim. Bu nedenle, o zamanlar kendimden genç bir partili olarak şüphelenmeye başladım “bana mı böyle geliyor, şu dinleyenler mi çok şuursuz” diye. Ancak artan Erbakan’a hayranlığımdı şüphelerim değil…
Sonra Elazığ’a döndüğümüzde olayı saygı ve güven duyduğum Bediüzzaman Hazretlerinin en önemli talebesi Hulusi Yahyagil Efendiye anlatıp konuya ilişkin kanaatini öğrenmek istedim.
O sırada büyük çoğunluğu Adalet Partili olan bir cemaat tarafından etrafı sarılmış bulunan son derece ileri yaşlardaki Hulusi Efendiyi yalnız görmem, anlatmam imkânsızdı. Dershane’de herkesin içinde sormanın istismar, fitne ve kargaşaya yol açacağını düşündüm.
Gözleri artık zor gördüğü için, Erbakan’ın sözlerini iri harflerle bir kâğıda yazıp zarfa koyduktan sonra iki kişinin kollarında Dershane’ye yakın evine götürülürken pardösüsünün cebine koydum. Maalesef bir cevap alamadım.
Sanırım mektubu okumasına ve cevap vermesine bir şekilde engel olundu. Akıbetini soramadım. Sohbetlerindeki sözlerinden bir anlam çıkarsamaya çalıştım. Onları burada paylaşmanın önemli olacağını düşünmüyorum.
Ancak bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı üzerine yoğunlaşarak Mehdiyet konusunu enine boyuna okudum, inceledim, araştırdım, irdeledim. Çok kısa zamanda Erbakan’ın beklenen Mehdi olduğuna kesin kanaat getirip iman ettim. Bu inanç ve düşüncemi bir mektuba yazıp bunu paylaşan 3 arkadaşa imzalattıktan sonra Mamak askeri mahkemesi önünde beklerken Erbakan’a verdik. Alıp pardösüsünün cebine koydu. Daha sonra Mamak askeri mahkemesi önünde çok kez yan yana geldik, herhangi bir cevap vermedi.
Fakat bir grup arkadaşla birlikte yakından temas kurabilmek için yoğun bir çaba içerisine girip Erbakan’ı izledik. Bütün toplantılarına, mitinglerine ve konferanslarına katılmak için gayret sarf ettik.
Ne var ki fazla yakınlaşıp özel ilişki kurmamız imkânsızdı. Kendisi de bu fevkalade ilgi ve alakamızı hep gördüğü halde daima mesafeli davranırdı. Bizi, özellikle yanında kimse olmadan tek başına kabul etmiyordu. Randevu verdiğinde mutlaka yanında rahat konuşamayacağımız şekilde bir görevli ya da tanık bulunduruyordu.
Seminerlerine katılabilme imkânı, 1977 seçiminde milletvekili sayısı 48’den 24’e düştükten sonra MSP’nin trendi aşağılara doğru yöneldiğinde etrafı bir hayli boşaldığı için elimize geçmişti.
Daha sonra 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Bu süreçte etrafı tamamen boşalan Erbakan sadece birlikte yargılandıklarından bazıları ile Aşağıayrancı’daki evinin altında bulunan ofisinde sıkça bir araya geliyordu. Bizler de fırsatı ganimet bilerek Erbakan’ı sıkça ziyaret etme imkânı bulabiliyorduk…
Ne var ki bu kez Şevket Kazan bizi fark etti ve engellemeye başladı. Biz bu tuhaf yaklaşımı büyük bir şaşkınlıkla ve içimiz kaçarak izledik hep. Ama giderek Erbakan’ı, ailesini, yaşam şeklini, ilişkilerini daha yakından izleyip öğrenme imkânı buluyorduk. İnancımız ve hayranlığımız sürekli artıyordu.
Şevket Kazan ise huysuzlaştıkça huysuzlaşıyor, bizi engellemek için her yola başvuruyordu. Önceleri “Ne olacak; düzenin yetiştirdiği adamlar, Erbakan bunlardan iyisini mi bulacak, mecburen bu yaramaz adamlarla çalışıyor” diye düşünerek pek önemsemeyip altından bir şey aramadık.
Erbakan’ın Mamak askeri Mahkemesindeki istisnasız bütün duruşmalarına bizler Elazığ’dan gidip katılarak izledik. Bu süreçte Erbakan’ın çevresi ile ilişkilerini, askeri mahkemedeki durumunu çok farklı şekilde anlayıp idrak etmeye başladık.
Şevket Kazan’ın tutumu, davranışları giderek şüphemizi üstüne çekiyor ve düşmanlığı artıyordu. Ancak Erbakan ne bizleri ona ezdirdi ve ne de ondan yeterince korudu. Sadece yakından tanımamız, anlaşılamaz ve izah edilemez davranışlarının mahiyetini kavramamız için olsa gerek, sıkça yollarımızı kesiştirip sürtüşmemize vesile olacak şekilde birtakım görevler veriyordu.
Eninde sonunda, Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk’ün sistem -hile rejimi ve köle düzeni- tarafından, daha doğrusu azınlıkçı Sabetayist Yahudi oligarşisi eliyle Millî Görüş partilerine gözlemci, provokatör ajan, mutemet işbirlikçi olarak konulduğunu; deneme yanılma yöntemiyle, Erbakan’ın da bu yönlendirmeleri ve zımnen tasdiki nedeniyle kesin bilgi ile anlayıp kanaat getirdik.
Şevket Kazan bizlerin Refah Partisi Elazığ il teşkilatına sokulmamamız için inanılmaz şekilde isim listemizi çıkartıp, kapıya astırdı. Bizler Erbakan’a bu durumu Aşağıayrancı’daki ofisinde anlattık.
Erbakan yapılacak bir şey yok havası verip önemsemiyor gibi hareket etti ve fakat inadına Elazığ’da yerine getirmemi istediği bir görev verdi.
Elazığ’a döndüğümüzde arkadaşları şahit gösterip İl Başkana söylediğimde “Şevket Kazan talimat verdi, Erbakan da dese sizin görev yapmanıza müsaade etmemem gerektiğini tembih etti.”
İl başkanının bu sözlerini arkadaşlarla birlikte gidip Erbakan’a aktardık. Erbakan yerinden kalktı, bizzat gitti Beşir Darçın’ı alıp getirdi ve bana demin söylediklerini tekrar et dedi. Ben de dediğini yaptım. Sonra Beşir Darçın’a sen gidebilirsin dedi. Bize döndü ve ben çağırıp bir görev vermedikçe kimseden bir görev istemeyin dedi ve bizi de gönderdi.
Erbakan sonra Elazığ’da kongrede il başkanı seçilmesi için Nadir Yumakgil’i destekleyip yardımcı olmamızı istedi. O sıra Erbakan Refah Partisi Genel Başkanıydı. Bizden böyle bir yardım istemesi anlaşılır gibi değildi. Ama bir hikmeti vardır deyip nedenini sormadan geldik çalıştık.
Elazığ il kongresine Erbakan ile birlikte Şevket Kazan ve Ahmet Tekdal da gelip iştirak ettiler. İstişareler yapıldı ve sonuçta Erbakan’ın dediği isim değil bir başkası il başkanı adayı yapıldı ve seçildi. Bir şey anlayamadık. Aradan bir süre geçti Erbakan’ın bizden desteklememizi istediği Nadir Yumakgil şu ibret verici olayı anlattı.
“Erbakan ‘Nadir Bey bize yarın sabah kahvaltı hazırla, misafiriniz dedi… Ben yazlık bahçemde kahvaltı hazırlattım… Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal ve ben masada kahvaltı yapıyoruz… Erbakan bana döndü ‘Sen niye aday olmadın?’ dedi.
Ben şaşkınlıkla kendilerine bakıp ‘Hocam Şevket Beyle Ahmet Bey bana Zatıâlinizin aday olmamam için emir buyurduğunuzu söylediler!’ diye cevap verdim… Ve ortalık buz kesti. Erbakan artık orada hiçbir şey demedi. Sonra ne dedi, ne yaptı bilmem”
Bunları Millî Görüş camiası ile yeniden paylaşma ihtiyacını niçin hissettim?
Erbakan işte bu şartlarda Millî Görüş mücadelesini yürüttü anlaşılsın diye.
Şevket Kazan’ın Adalet Bakanı iken ne ihanetler yaptığı Vakit Gazetesinde bir miktar yayımlandı. Ama onlar sadece devede kulaktı.
Ya Oğuzhan Asiltürk’ün İçişleri Bakanı iken İslami cemaatleri Millî Görüş partilerinden uzaklaştırmak için çevirdiği dolaplar? Neyse, şimdi onların sırası değil…
Erbakan bu ve daha bazı sıkıntılar yüzünden Millî Görüş partileri ile daha çok söylemlerini ve düşüncelerini topluma yansıttı. Asıl icraatlarını ise ordu içindeki derin devlet yapılanması sayesinde ANAP, AKP iktidarlarında gerçekleştirdi. Millî Görüş partilerine yerleştirilen işbirlikçi provokatör ajanlar da başka türlü imkân bırakmıyordu.
Erbakan Millî Görüş hareketini geri dönülmez noktaya getirdikten sonra aramızdan ayrılırken biri maddi diğeri manevi iki türlü siyasi miras bıraktı.
AKP iktidarı Erbakan’ın maddi siyasi mirasıdır. Yetiştirdiği en yetenekli talebeleri AKP iktidarı ile ülkeyi Millî Görüş doğrultusunda yönetiyorlar... Ancak hazıra dağ dayanmaz denir, bu maddi siyasi miras eninde sonunda tükenir. Bu yüzden AKP iktidarı bu ülkenin bugününü temsil ediyor, gelecek vaat etmiyor, edemez de.
Çünkü AKP de ANAP gibi görüş ve düşünce kısırı bir partidir. Nitekim at ve eşek birleşmesinden doğan katır da çok güçlü olmasına karşın doğurgan değildir. ANAP ve AKP Millî Görüş ile batıcı görüşlerin sentezi partiler olarak uygun konjonktürde meydana geldiler ve güçlendiler.
Erbakan’ın asıl önemli olan manevi siyasi mirası ise Millî Görüş’ün temsilcisi Saadet Partisi’dir. Saadet Partisi ülkemizin ve milletimizin geleceğidir. Bu nedenledir ki Türkiye İslam Âlemine ve tüm insanlığa Millî Görüş’ün Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya vizyonu ile hitap edip öncülük edebilir.
Bu bilindiği içindir ki Millî Görüş’ün gerçek düşmanı olan Siyonizm AKP’den çok Saadet Partisi ile ilgileniyor. Çünkü Millî Görüş’ün 40 yıllık mücadelesi sayesinde hile rejimi ve köle düzeni despotizmi dağıtıldı, Türkiye çağdaş anlamda demokratik ve özgür bir ülke oldu. Millî Görüş önündeki yasal engeller ve yasaklar artık neredeyse hiç kalmadı. Bu kez ancak içeriden ve demokratik yoldan Millî Görüş ele geçirilip Siyonizm’e hizmet ettirilebilir.
Saadet Partisi kongresi bu yüzden fevkalade büyük önem taşıyor. Mevcut konjonktürde en önemli husus Saadet Partisi başına bir Sabetayist Yahudi getirilmesini engellemektir.
Saadet Partisi’nin şu anda meşru Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak Beydir. Onu istifaya davet edecek hiçbir kişi ve merci bulunmamaktadır. Esasen böyle bir hak ve yetki hiç kimseye verilmiş değildir. Kim Mustafa Kamalak Beyi Genel başkanlıktan istifaya davet ederse yetkisini, haddini aşmış olur.
Millî Görüş de elbette ki çağımızın yaygın yönetim şekli olarak demokrasiyi benimsemiştir. Ancak demokrasi uygulamasını Millî Görüş konsepti içinde tanzim edip İslami anlayışa uygun hale getirmiştir. Millî Görüş demokrasi anlayışında halk ve toplum nereye biz oraya şeklinde bir uygulama asla olamaz. Hak ve hakikat sokakta aranmaz.
Bir Millî Görüş partisi temel ilkeleri çerçevesinde bir program ve siyasi söylem belirler ve buna halkı davet eder. Halkı demokratik yöntemlerle ikna etmeye çalışır. İkna edebildiklerinin Millî Görüş politikalarına oy ve destek vermesini sağlayarak iktidara gelme çabasına girer.
İç mekanizmaları ise istişare ve meşveret ile İslam’ın temel kuralarına uygun şekilde çalıştırılıp yürütülür.
Böyle bakıldığında, mevcut Genel Başkan Mustafa Kamalak Bey istişare ile yerine bir ehil kişi aday gösterildiği takdirde ancak görevini bırakabilir. Bu sen önce bir istifa et gerisini sonra düşünür hallederiz anlayışı olmaz. Bu, sakat müşrik kafasının demokrasi anlayışıdır ki asla kabul edilemez.
Millî Görüş’te istifa ederek bırakıp gitmek sorumsuzluk ve şuursuzluk diye telakki edilir. Mustafa Kamalak Beyi böyle sorumsuzca düşünceyle hareket etmekten tenzih ederiz. Onu istifaya çağıranı ise kendine gelmeye, aklını başına devşirip ne yaptığının farkına varmaya davet ederiz.
Şayet yapılan cahillik ve densizlik değil de art niyetli, tertipli bir yaklaşım sonucu ise Millî Görüşçüleri bu münasebetsizliğe seyirci kalmayıp gereğini yapmaya, ilgilinin ağzının payını vermeye davet ederiz. Kimse meydanı boş, Millî Görüş davasını sahipsiz zannetmek gibi bir yanlış hesap yapmasın.
Bizden hatırlatması.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>O<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
El-Aziz...
SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANINI
İSTİFAYA DAVET ETMEK
HADDİNİ BİLEMEMEKTİR
Saadet Partisi herhangi bir parti değil, Millî Görüş’ün temsilcisidir. Millî Görüş ise hakkı üstün tutan, hakkı hâkim kılmayı amaç ve hedef edinen, hakkı temsil eden görüş, düşünce ve inanç demektir. Diğer bir ifade ile Millî Görüş katıksız, katkısız, eksiksiz ve ilavesiz salt İslam demektir.
Peki, Yüce Allah’ın hak dine bizzat verdiği İslam ismi yerine neden Millî Görüş?
Bunun birçok nedenleri var, sadece birkaçını kısaca özetleyelim. Çünkü asıl konumuz başka.
Bir kere Erbakan’ın Millî Görüş hareketini başlattığı dönemde dini isimle ve nitelikte parti kurmak şiddetle yasaktı, açılamazdı; açılması halinde ise kapatılırdı. Ayrıca suçtu, müeyyideleri vardı, ağır cezalar gerektirirdi.
Nitekim Refah Partisi iktidarda bulunmasına rağmen hakkında kapatılma davası açılıp sonra kapatılırken gerekçelerinden biri başörtüsünün serbest olmasını istemesiydi.
Açıkçası Millî Görüş, 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam Medeniyetine beşiklik etmiş ve asırlarca Hilafete merkezlik yapmış Türkiye’de irtidat, ihanet, küfür ve inkâr temelinde paganist ilkelerle kurulmuş bir zorba ve despot rejimin en güçlü ve en aman vermez zifiri karanlık günlerinde Anadolu’nun ortasında doğmuş İslami tecdid hareketi olarak kendini bir süre kamufle etmek zorundaydı. Böyle bir süreç İslam’ın ilk döneminde Mekke’de de yaşanmıştı.
Bir de günümüz dünyasında İslam adına pek çok farklı anlayış ve kavrayış sergileniyor. Her kişi, cemaat veya grup birtakım kayıtlar, şartlar koyarak ve kendine göre ilaveler eksiltmeler yaparak bir farklı İslam profili ortaya koyuyor.
Bu yüzden Müslüman’ım demek kişiyi ya da toplumu tarif etmeye, anlamaya yetmiyor. Millî Görüşçü demek; yalın, salt, ilavesiz, eksiksiz, fazlasız, karışıksız bir şekilde sadece İslam’ı istiyorum, içinde İslam da olan bir karışım, sentez, kokteyl istemiyorum anlamına geliyor, dost da düşman da böyle anlıyor.
Erbakan, 1978 yılında Ankara Yukarıayrancı’da inşaatı tamamlanmış, fakat hizmete sokulmamış bir mağazada yapılan Millî Selamet Partisi seminerine katılan mensuplarına hitap ederken konuya ilişkin şöyle diyordu:
Millî Selamet Partisi herhangi bir parti değil; Şeriatı hâkim kılmak için yapılan çalışma ve faaliyetlerin karargâhıdır. Diyeceksiniz ki peki, ama neden adı İslam değil ve niçin siyasi parti olarak kuruldu?
Nasıl ki Hz. Muhammed (SAS) Mekke’de mücadele ortamını, şartlarını kendisi belirlemiyordu, Ebu Cehil ve şürekâsının hâkim olduğu ortam ve toplumda, o günkü cahiliye kuralları içerisinde hareket etmek zorunda idi. Tıpkı onun gibi biz de şimdi Yahudi tarafından kurulmuş düzen ve konulmuş kurallar içerisinde hakkı hâkim kılma mücadelesini yürütmek durumundayız.
Eğer levhaya Millî Selamet Partisi değil, Şeriat Kurmaya Çalışanların Karargâhı yazsaydık, şimdi bu toplantıyı yaparken rejimin taharetsiz bir görevlisi gelir hepimizin eline kelepçe vurup tutuklatırdı.
Peki, neden dernek değil, başka bir kuruluş değil, siyasi parti kurduk?
Türkiye’deki mevcut rejimde gizli toplantı yapabilme hakkı yalnız siyasi partilere tanınıyor. Şu toplantıyı bir dernek adına yapsaydık hükümet komiseri şimdi burada hazır bulunacaktı, biz bunları konuşamazdık.
Yasak nedeniyle İslam yerine Millî Görüş adı ile temsil ediyoruz. Fakat bu uyduruk değil Kur’an’da sözü edilen bir isimdir. Millî Görüş’ün açılımı “Millete İbrahime Hanifa”nın görüşü demektir. Bir Arapça sözcük olan millet din demektir; millî de İslami anlamına gelir.
Şu anda uzaydan yeryüzüne bir insan gelse sorup öğrenmekle mükellef olduğu ilk şey “İnananların karargâhı neresidir?” hususudur. Çünkü bir insan şu yeryüzünde ya Millî Görüş’ün askeridir, ya Yahudi’nin; bunun bir diğer şıkkı yoktur. Yahudi insanları -bilmeleri şart değil- farkına varmadıkları halde kendine asker yapar.
Bu nedenle Millî Selamet Partisi dışındakilere oy veren Müslümanların, İngiliz ordusunda asker olarak Çanakkale Savaşında Osmanlı Devletine karşı gelip savaşmış olan Anzak Müslümanlarından farkları yoktur!
Erbakan’ın, tüylerimi diken diken eden, adeta hafızama kazıyıp neredeyse aynen aktardığım bu sözlerini dinlerken ilk aklıma gelen şu oldu: Bu adam ya çok yalancı, sahtekâr, şarlatan biri olmalı; ya da Beklenen Mehdi! Bunun ortası olamaz. Sarf ettiği sözler eğer büyük bir yetki, görev ve sorumluluk gereği değilse; bu dehşet verici bir istismar, demagoji ve sorumsuzluk olabilir ancak.
Tam 3 gün devam eden seminerde, yoklamada 105 kişi oldukları belirlenen katılımcılar içerisinde kimsenin bu dehşet verici sözlerin pek de ayırtında olmadığını gözlemledim. Bu nedenle, o zamanlar kendimden genç bir partili olarak şüphelenmeye başladım “bana mı böyle geliyor, şu dinleyenler mi çok şuursuz” diye. Ancak artan Erbakan’a hayranlığımdı şüphelerim değil…
Sonra Elazığ’a döndüğümüzde olayı saygı ve güven duyduğum Bediüzzaman Hazretlerinin en önemli talebesi Hulusi Yahyagil Efendiye anlatıp konuya ilişkin kanaatini öğrenmek istedim.
O sırada büyük çoğunluğu Adalet Partili olan bir cemaat tarafından etrafı sarılmış bulunan son derece ileri yaşlardaki Hulusi Efendiyi yalnız görmem, anlatmam imkânsızdı. Dershane’de herkesin içinde sormanın istismar, fitne ve kargaşaya yol açacağını düşündüm.
Gözleri artık zor gördüğü için, Erbakan’ın sözlerini iri harflerle bir kâğıda yazıp zarfa koyduktan sonra iki kişinin kollarında Dershane’ye yakın evine götürülürken pardösüsünün cebine koydum. Maalesef bir cevap alamadım.
Sanırım mektubu okumasına ve cevap vermesine bir şekilde engel olundu. Akıbetini soramadım. Sohbetlerindeki sözlerinden bir anlam çıkarsamaya çalıştım. Onları burada paylaşmanın önemli olacağını düşünmüyorum.
Ancak bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı üzerine yoğunlaşarak Mehdiyet konusunu enine boyuna okudum, inceledim, araştırdım, irdeledim. Çok kısa zamanda Erbakan’ın beklenen Mehdi olduğuna kesin kanaat getirip iman ettim. Bu inanç ve düşüncemi bir mektuba yazıp bunu paylaşan 3 arkadaşa imzalattıktan sonra Mamak askeri mahkemesi önünde beklerken Erbakan’a verdik. Alıp pardösüsünün cebine koydu. Daha sonra Mamak askeri mahkemesi önünde çok kez yan yana geldik, herhangi bir cevap vermedi.
Fakat bir grup arkadaşla birlikte yakından temas kurabilmek için yoğun bir çaba içerisine girip Erbakan’ı izledik. Bütün toplantılarına, mitinglerine ve konferanslarına katılmak için gayret sarf ettik.
Ne var ki fazla yakınlaşıp özel ilişki kurmamız imkânsızdı. Kendisi de bu fevkalade ilgi ve alakamızı hep gördüğü halde daima mesafeli davranırdı. Bizi, özellikle yanında kimse olmadan tek başına kabul etmiyordu. Randevu verdiğinde mutlaka yanında rahat konuşamayacağımız şekilde bir görevli ya da tanık bulunduruyordu.
Seminerlerine katılabilme imkânı, 1977 seçiminde milletvekili sayısı 48’den 24’e düştükten sonra MSP’nin trendi aşağılara doğru yöneldiğinde etrafı bir hayli boşaldığı için elimize geçmişti.
Daha sonra 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Bu süreçte etrafı tamamen boşalan Erbakan sadece birlikte yargılandıklarından bazıları ile Aşağıayrancı’daki evinin altında bulunan ofisinde sıkça bir araya geliyordu. Bizler de fırsatı ganimet bilerek Erbakan’ı sıkça ziyaret etme imkânı bulabiliyorduk…
Ne var ki bu kez Şevket Kazan bizi fark etti ve engellemeye başladı. Biz bu tuhaf yaklaşımı büyük bir şaşkınlıkla ve içimiz kaçarak izledik hep. Ama giderek Erbakan’ı, ailesini, yaşam şeklini, ilişkilerini daha yakından izleyip öğrenme imkânı buluyorduk. İnancımız ve hayranlığımız sürekli artıyordu.
Şevket Kazan ise huysuzlaştıkça huysuzlaşıyor, bizi engellemek için her yola başvuruyordu. Önceleri “Ne olacak; düzenin yetiştirdiği adamlar, Erbakan bunlardan iyisini mi bulacak, mecburen bu yaramaz adamlarla çalışıyor” diye düşünerek pek önemsemeyip altından bir şey aramadık.
Erbakan’ın Mamak askeri Mahkemesindeki istisnasız bütün duruşmalarına bizler Elazığ’dan gidip katılarak izledik. Bu süreçte Erbakan’ın çevresi ile ilişkilerini, askeri mahkemedeki durumunu çok farklı şekilde anlayıp idrak etmeye başladık.
Şevket Kazan’ın tutumu, davranışları giderek şüphemizi üstüne çekiyor ve düşmanlığı artıyordu. Ancak Erbakan ne bizleri ona ezdirdi ve ne de ondan yeterince korudu. Sadece yakından tanımamız, anlaşılamaz ve izah edilemez davranışlarının mahiyetini kavramamız için olsa gerek, sıkça yollarımızı kesiştirip sürtüşmemize vesile olacak şekilde birtakım görevler veriyordu.
Eninde sonunda, Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk’ün sistem -hile rejimi ve köle düzeni- tarafından, daha doğrusu azınlıkçı Sabetayist Yahudi oligarşisi eliyle Millî Görüş partilerine gözlemci, provokatör ajan, mutemet işbirlikçi olarak konulduğunu; deneme yanılma yöntemiyle, Erbakan’ın da bu yönlendirmeleri ve zımnen tasdiki nedeniyle kesin bilgi ile anlayıp kanaat getirdik.
Şevket Kazan bizlerin Refah Partisi Elazığ il teşkilatına sokulmamamız için inanılmaz şekilde isim listemizi çıkartıp, kapıya astırdı. Bizler Erbakan’a bu durumu Aşağıayrancı’daki ofisinde anlattık.
Erbakan yapılacak bir şey yok havası verip önemsemiyor gibi hareket etti ve fakat inadına Elazığ’da yerine getirmemi istediği bir görev verdi.
Elazığ’a döndüğümüzde arkadaşları şahit gösterip İl Başkana söylediğimde “Şevket Kazan talimat verdi, Erbakan da dese sizin görev yapmanıza müsaade etmemem gerektiğini tembih etti.”
İl başkanının bu sözlerini arkadaşlarla birlikte gidip Erbakan’a aktardık. Erbakan yerinden kalktı, bizzat gitti Beşir Darçın’ı alıp getirdi ve bana demin söylediklerini tekrar et dedi. Ben de dediğini yaptım. Sonra Beşir Darçın’a sen gidebilirsin dedi. Bize döndü ve ben çağırıp bir görev vermedikçe kimseden bir görev istemeyin dedi ve bizi de gönderdi.
Erbakan sonra Elazığ’da kongrede il başkanı seçilmesi için Nadir Yumakgil’i destekleyip yardımcı olmamızı istedi. O sıra Erbakan Refah Partisi Genel Başkanıydı. Bizden böyle bir yardım istemesi anlaşılır gibi değildi. Ama bir hikmeti vardır deyip nedenini sormadan geldik çalıştık.
Elazığ il kongresine Erbakan ile birlikte Şevket Kazan ve Ahmet Tekdal da gelip iştirak ettiler. İstişareler yapıldı ve sonuçta Erbakan’ın dediği isim değil bir başkası il başkanı adayı yapıldı ve seçildi. Bir şey anlayamadık. Aradan bir süre geçti Erbakan’ın bizden desteklememizi istediği Nadir Yumakgil şu ibret verici olayı anlattı.
“Erbakan ‘Nadir Bey bize yarın sabah kahvaltı hazırla, misafiriniz dedi… Ben yazlık bahçemde kahvaltı hazırlattım… Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal ve ben masada kahvaltı yapıyoruz… Erbakan bana döndü ‘Sen niye aday olmadın?’ dedi.
Ben şaşkınlıkla kendilerine bakıp ‘Hocam Şevket Beyle Ahmet Bey bana Zatıâlinizin aday olmamam için emir buyurduğunuzu söylediler!’ diye cevap verdim… Ve ortalık buz kesti. Erbakan artık orada hiçbir şey demedi. Sonra ne dedi, ne yaptı bilmem”
Bunları Millî Görüş camiası ile yeniden paylaşma ihtiyacını niçin hissettim?
Erbakan işte bu şartlarda Millî Görüş mücadelesini yürüttü anlaşılsın diye.
Şevket Kazan’ın Adalet Bakanı iken ne ihanetler yaptığı Vakit Gazetesinde bir miktar yayımlandı. Ama onlar sadece devede kulaktı.
Ya Oğuzhan Asiltürk’ün İçişleri Bakanı iken İslami cemaatleri Millî Görüş partilerinden uzaklaştırmak için çevirdiği dolaplar? Neyse, şimdi onların sırası değil…
Erbakan bu ve daha bazı sıkıntılar yüzünden Millî Görüş partileri ile daha çok söylemlerini ve düşüncelerini topluma yansıttı. Asıl icraatlarını ise ordu içindeki derin devlet yapılanması sayesinde ANAP, AKP iktidarlarında gerçekleştirdi. Millî Görüş partilerine yerleştirilen işbirlikçi provokatör ajanlar da başka türlü imkân bırakmıyordu.
Erbakan Millî Görüş hareketini geri dönülmez noktaya getirdikten sonra aramızdan ayrılırken biri maddi diğeri manevi iki türlü siyasi miras bıraktı.
AKP iktidarı Erbakan’ın maddi siyasi mirasıdır. Yetiştirdiği en yetenekli talebeleri AKP iktidarı ile ülkeyi Millî Görüş doğrultusunda yönetiyorlar... Ancak hazıra dağ dayanmaz denir, bu maddi siyasi miras eninde sonunda tükenir. Bu yüzden AKP iktidarı bu ülkenin bugününü temsil ediyor, gelecek vaat etmiyor, edemez de.
Çünkü AKP de ANAP gibi görüş ve düşünce kısırı bir partidir. Nitekim at ve eşek birleşmesinden doğan katır da çok güçlü olmasına karşın doğurgan değildir. ANAP ve AKP Millî Görüş ile batıcı görüşlerin sentezi partiler olarak uygun konjonktürde meydana geldiler ve güçlendiler.
Erbakan’ın asıl önemli olan manevi siyasi mirası ise Millî Görüş’ün temsilcisi Saadet Partisi’dir. Saadet Partisi ülkemizin ve milletimizin geleceğidir. Bu nedenledir ki Türkiye İslam Âlemine ve tüm insanlığa Millî Görüş’ün Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya vizyonu ile hitap edip öncülük edebilir.
Bu bilindiği içindir ki Millî Görüş’ün gerçek düşmanı olan Siyonizm AKP’den çok Saadet Partisi ile ilgileniyor. Çünkü Millî Görüş’ün 40 yıllık mücadelesi sayesinde hile rejimi ve köle düzeni despotizmi dağıtıldı, Türkiye çağdaş anlamda demokratik ve özgür bir ülke oldu. Millî Görüş önündeki yasal engeller ve yasaklar artık neredeyse hiç kalmadı. Bu kez ancak içeriden ve demokratik yoldan Millî Görüş ele geçirilip Siyonizm’e hizmet ettirilebilir.
Saadet Partisi kongresi bu yüzden fevkalade büyük önem taşıyor. Mevcut konjonktürde en önemli husus Saadet Partisi başına bir Sabetayist Yahudi getirilmesini engellemektir.
Saadet Partisi’nin şu anda meşru Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak Beydir. Onu istifaya davet edecek hiçbir kişi ve merci bulunmamaktadır. Esasen böyle bir hak ve yetki hiç kimseye verilmiş değildir. Kim Mustafa Kamalak Beyi Genel başkanlıktan istifaya davet ederse yetkisini, haddini aşmış olur.
Millî Görüş de elbette ki çağımızın yaygın yönetim şekli olarak demokrasiyi benimsemiştir. Ancak demokrasi uygulamasını Millî Görüş konsepti içinde tanzim edip İslami anlayışa uygun hale getirmiştir. Millî Görüş demokrasi anlayışında halk ve toplum nereye biz oraya şeklinde bir uygulama asla olamaz. Hak ve hakikat sokakta aranmaz.
Bir Millî Görüş partisi temel ilkeleri çerçevesinde bir program ve siyasi söylem belirler ve buna halkı davet eder. Halkı demokratik yöntemlerle ikna etmeye çalışır. İkna edebildiklerinin Millî Görüş politikalarına oy ve destek vermesini sağlayarak iktidara gelme çabasına girer.
İç mekanizmaları ise istişare ve meşveret ile İslam’ın temel kuralarına uygun şekilde çalıştırılıp yürütülür.
Böyle bakıldığında, mevcut Genel Başkan Mustafa Kamalak Bey istişare ile yerine bir ehil kişi aday gösterildiği takdirde ancak görevini bırakabilir. Bu sen önce bir istifa et gerisini sonra düşünür hallederiz anlayışı olmaz. Bu, sakat müşrik kafasının demokrasi anlayışıdır ki asla kabul edilemez.
Millî Görüş’te istifa ederek bırakıp gitmek sorumsuzluk ve şuursuzluk diye telakki edilir. Mustafa Kamalak Beyi böyle sorumsuzca düşünceyle hareket etmekten tenzih ederiz. Onu istifaya çağıranı ise kendine gelmeye, aklını başına devşirip ne yaptığının farkına varmaya davet ederiz.
Şayet yapılan cahillik ve densizlik değil de art niyetli, tertipli bir yaklaşım sonucu ise Millî Görüşçüleri bu münasebetsizliğe seyirci kalmayıp gereğini yapmaya, ilgilinin ağzının payını vermeye davet ederiz. Kimse meydanı boş, Millî Görüş davasını sahipsiz zannetmek gibi bir yanlış hesap yapmasın.
Bizden hatırlatması.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>O<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
El-Aziz...