Referandum süreci ve sonrasındaki konumumuz üzerine

thetevhit

Üye
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
76
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Referandum süreci ve sonrasındaki konumumuz üzerine

Türkiye, geçmişiyle hesaplaşma sürecine doğru hızla ilerlemekte. Totaliter sistemler yerine artık liberal özgürlükçü sistemler inşa edilmektedir. Zira sisteme yeni kan gereklidir bu kan da elbette geleneksel, muhafazakar müslümanlardan oluşan bir kitlenin kanıdır. Fizikteki etki-tepki prensibini göz önünde bulundurursak geçmişteki sistemler müslümanları ha bire dövmekteydi. Bu durum etkiye karşı bir tepki doğurarak müslümanların kendilerini savunacak yeni hamleleri beraberinde getirmekteydi. Zamanla bu yöntemin sistemi güçsüzleştirmekten başkaca bir işe yaramadığını farkedenler sisteme taze kan pompalamak adına devletin müslüman halkıyla barışmasını sağlayacak yeni hamleler yapmasına sebep oldular. Zira devir medeniyetler çatışmasının olduğu bir devir olarak kabul edilmekteydi ve ideolojilerin artık sonlandığı tek ideolojik düzenin protestan batı kültürü olduğu gerçeği ilan edilmişti. Amerikan dış siyasetini inşa edenlerden Fukuyama ve Huntington hazretleri böyle buyurmuşlardı. Elbette böylesi bir dünyada fundamentalist İslam’ı hortlatmak yerine kavramları iğdiş edilmiş, taleplerinden arındırılmış, geleneği savunan ve Allahsız, kitapsız bir adalet anlayışını dillendiren güdükleştirilmiş bir İslam’ı yaşatmak ve toplumsal bir taban bulması için devlet eliyle desteklemek daha elzem bir konu haline gelmeliydi. Bunun için kulluk yerine özgürlüğü dillendirerek işe başladılar. Allah’a kul olmayı tartışmak yerine daha fazla bireyleşmek, dünyevileşmek, hedonist olmak gündem edildi. Müslümanlar meseleyi bir bütün olarak değerlendirip ilkesel bazda düşünerek yürüdükleri yolu görmeleri gerekirken parçalar içinde boğularak ilkesellikten hızla uzaklaşmaya ve akabinde savrulmaya başladılar. Geçmişinde tevhidi akideye çok büyük emekleri geçmiş müslümanların nerdeyse sistemi herkesten daha çok savunur hale gelmeleri şaşılacak bir durum meydana getirmiştir.
Daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük isteyerek savrulma sürecine giren bu kimseler red yoluyla hiç bir şey kazanılmayacağını dillendirerek uzlaşı yolunu tercih etmek gerektiğini vurgulamaktadırlar. Oysa İslam Adem’den Muhammed (as)’e kadar “La ilahe illallah” ilkesini dillendirmiştir. Yani öncelikle red sonrasında ise yalnızca tek ilahı kabullenmek esası üzerine vahyi bina etmiştir. Müslüman öncelikle neyi reddettiğini ve neyi kabul ettiğini iyi bilmelidir ki savrulmasın. Elbette ki Allah’ın arzu etmediği herşeyi reddederek yola devam etmek zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Bu, inen ilk suredeki “yaratan rab adına okumak” ayetinin bir gereği ve zorunluluğudur. Zira yaşadığımız her anı onun terbiyesine ve otoritesine uygun bir şekilde yaşamak zorunda olduğumuzu bilmemiz şarttır. Bizim taleplerimiz vahyin bizden istedikleri dışındaki değildir. Egemenliği, içinde sekülerliği olmazsa olmaz şart olarak koşan demokrasiye yani halkın iradesine teslim eden bir anlayış yerine Allah’a teslim eden bir anlayışı kabul etmek durumundayız. Allah’ın mescitlerini nasıl ki kafirlerin onarmaya hakkı yoksa müslümanların sorunlarının da kafirlerce çözülmesinin mantığı yoktur. Örneğin 12 eylüldeki referandumda başörtüsü oylanacak olsaydı ve sorulsaydı ey halk başörtüsü açılsın mı yoksa örtülsün mü ne dersiniz diye. Evet mi denmeli hayır mı denmeli? Ben yine aynı kararlılıkla diyorum ki müslümanları ilgilendiren bir durum değildir. Evet ya da hayır demek bizim işimiz değildir. Çünkü yaratan başörtüsünü bir emir olarak müslüman hanıma vermişse halka dönüp Allah bu emrivermiş ama doğru mu demiş yanlış mı demiş ey halk hele bir de siz birşey söyleyin demektir. Ve bu durum açıkçası yaratana karşı müstağnileşmek ve kendini tanrı yerine koymaktır. Belki yine hümanizm adına, özgürlük adına, insan hakları adına söylediklerime karşı çıkılacaktır ama Allah’ın vahyi bize yalnızca kendisine teslim olmamızı ve tağutun tüm hilelerine karşın uyanık olmamızı bize şart koşmaktadır.
Tevhidi akideye bağlı kalarak savrulmadan dimdik duruşunu bozmayan müslümanlar bilmelidirler ki 13 Eylül’den sonraki süreç bizler için daha sancılı geçecek bir süreçtir. Daha fazla özgürlük ve liberalizm anlayışının toplumda yaratacağı duyarsızlık ve ilgisizlik daha fazla olacağı gibi belli talepleri yerine getirilen muhafazakar kesim daha fazla tevhidi akideye sahip müslümanların sisteme karşın önünde tampon görevi göreceklerdir. Kent dindarlığı hızla topluma kabul ettirilecek ve daha ilerisi kişilerin cinsel tercihlerine varıncaya kadar serbestlik tanınacaktır. Demokrasi yoluyla müslümanlar radikal isteklerinden arındırılacak eğer arındırılmazsa geçmiştekinden daha şedid bir şekilde cezalandırılarak istekleri bastırılacaktır. Hem de bunu yaparken sevap kazanma mantığı içerisinde işkenceler tam gaz devam edecektir. Bu söylediklerim ütopya olarak değerlendirilebilir. Eğer böyle düşünüyorsanız bundan 17 yıl önce S. Huntington tarafından kaleme alınan medeniyetler çatışması makalesinin aynı versiyonunun ülkemizde Mehmet Altan tarafından kent dindarlığı olarak yerleştirilmeye çalışıldığına tanıklık edeceksiniz. Öyleyse müslümanların bu referandum sürecini konuştukları kadar referandum sürecinden sonra da neler yapılması gerektiği üzerinde kafa yorması gerekmektedir. Yani yeni bir fıkha gereksinimimiz vardır. Bu fıkhı elbette müslümanlar kendi ölçeğinde değerlendirip hayata geçirmekle yükümlüdür. Vahyin sorumluluğu insandadır. Liberalizm insanı esfele safilin yapmak arzusundadır. Yani insanı hiçleştirmek ve modernizm elinde hazperest bir hale getirerek yok etmek amacındadır. İslam, insanı diriltmenin ve eşrefi mahlukat seviyesine çıkarmanın derdindedir. Sistemler giderek dert sahibi insan bırakmamaktadır. Müslümanların işi giderek daha güçleşmektedir. Çünkü şimdilerin hazperest insanına dert aşılamak için herzamankinden daha fazla efor sarfetmek zorundadır. Bunun için daha fazla sürede vahiyle irtibat ve müminlerin birbiriyle daha yakın alaka kurmasını zorunlu kılmaktadır.
Sistemi red ama daha fazla özgürlük için tağutun getirdiği kısmi düzenlemelere evet diyen kardeşlerimize bulundukları çizgiyi yeniden sorgulamaları gerektiğini hatırlatmak zorundayız. Allah’ın kullarından istedikleri ile sistemin beklentilerini ve işin varacağı nihai noktayı iyi tespit etmek gerekmektedir. Kabe’nin örtüsünü değiştirmek, hacılara su dağıtmak Allah’a iman etmek gibi değildir, ayetini düşünmemiz gerekmektedir. Yapılan kısmi iyileştirmeler bizi bütünü görmekten alıkoymamalıdır. Zira bütün olarak baktığımızda Allah’a savaş açmış, hiçbir yasasını kısmen dahi dine dayandırmayan, laik, milliyetçi ve demokratik değerler üzerine yasalarını bina etmiş bir sistemi görememek Kabe’nin örtüsünü değiştiren müşriklerin tutumuna aldanarak yine bu müşriklerin insanları tevhidi akideden uzaklaştırıp kullara kulluğu süsleyerek toplumu nasıl kıyıma uğrattıklarını, nasıl kast sistemleri inşa ettiklerini, fuhşu nasıl yaygınlaştırdıklarını toplumsal adaletsizliği nasıl inşa ettiklerini görmemeye benzer. İslam, dosdoğru yolu anlatırken o yolda nasıl yürüneceğini de anlatmıştır. Doğal olarak bizim ilkesel bazda vahyin çizgisi dışında kendimize yeni yollar ihdas etmemiz ancak bizi o dosdoğru olan yoldan ayıracaktır.

B.ZERAN
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
çok uzun be kardeşim
bari önemli olan yerleri işaretleseydin.
ana konu filan neydi...
 

reis

Kıdemli Üye
Katılım
15 Eki 2006
Mesajlar
10,901
Tepkime puanı
414
Puanları
0
Konum
Karadeniz
Peh!..
Sanki yazıyı kendisi okudu da..
 

thetevhit

Üye
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
76
Tepkime puanı
2
Puanları
0
evet reis lik yapan kişiye derim ki yazıyı kendisi okudu da diyerek ;1- Mübarek ramazan günde iftira atıyorsun.2- Veya Suizanda bulunuyorsun. Bunlar Müslümanca davranışlar değil...
 
Üst