Rasim Özdenören / Ben ve Hayat ve Ölüm

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
Müslümanca düşünme üzerine denemeler


ucuncuyol_kitap_ozdenoren.jpg
Gündemimizin geri planına sıkıştırdığımız ve yüzleşmekten kaçındığımız sorunlara, toplumsal bağlamda Müslümanların çürük bir zemine oturttuğu bilincin yerine Asr-ı Saadetin " teslimiyetçi" ruhuyla bezenmiş kalbî, zihnî ve fiilî bir yapılanmanın şemasını çizen Rasim Özdenören, eserinde problemleri netleştirici ve çözümleyici bir yönteme başvurmuştur.

İslam geniş ve kapsamlı bir din olması hasebiyle Müslümanlık da büyük ve özel bir mesuliyeti barındıran iddialı bir seçimdir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler; bir " Müslüman" olarak dünyevi ve uhrevi bakış açılarımızı sorgulamamız babında gerçekçi hatırlatmalarda bulunan bir eserdir.

İnsanı kendisine "ecnebî" kılan, "ben" 'i dürtükleyip "acziyet" şuurundan koparan, insanın "kendisine tapmak" şiddetinde bataklaştığı bir devri soluyoruz. Hele ki Müslümanın böyle bir dönemde bilime, sanata ve hayatın her kademesine yaklaşımındaki niyetlerini sık sık sigaya çekmesi gerekmektedir.
Rasim Özdenören eserinde bilhassa kavramlar kargaşasına dikkat çekiyor. Mesela " … kaypak zemin üzerinde herkesin rahatlıkla kullanabildiği bazı ortak kelimeler var: Milliyetçilik, hürriyet, demokrasi vs…" ( syf.16)

"Şifreli" diye nitelediği bu kavramların herkes için apayrı anlamlar barındırdığının altını çiziyor. Fakat bu kaypaklığın sadece kelimelere mahsus bir oyun olmadığına tanıklık etmekteyiz. Bir hareketin farklı mecralara çekilebileceği, kişilerarası farklı anlamlara ve niyetlere bağlanabileceği tespitine varmak yerindedir. En sağlıklısı müslümanın damağını bozacak bu tür kavramlardan kaçınmasıdır.
Müslüman'ın ziyana uğradığı bir diğer durum da "din dışı" tasavvuru kendine özgü kılması, İslam'ın mümessili olma hissiyatını temkinli bir şekilde taşıyamaması veyahut İslam kisvesi altında gittikçe ( batı zihniyetiyle) üryanlaşması…
Tesettürlü bir bayanın gayri meşru bir hayat yaşaması, namaz kılan veya hacca gitmiş birinin faizli sistemin ekmeğine yağ sürmesi ve bunun benzeri örneklerde görüldüğü gibi bir taraftan İslam'ı temsil eden müslümanın ferdî mesuliyetlerinin ehemmiyetini tam algılayamamış oluşunu ifşa edebiliriz. Yani şekle indirgenmiş bir İslam algısından öteye geçmeyen bir Müslümanlık… Diğer taraftan da bu gayri ciddi hal "İslam'a bakışı" tırmalamakta, sarsıntıya uğratmaktadır. Mamafih; Özdenören bir nevi bu bozulmalara işaret ederek "Şimdi, çağımız Müslümanlarında da, İslam'a Müslümanca bakış yerine bir müsteşrikin profan bakışı yerleşmektedir." ( syf.23) vurgulamasını yapıyor.

Yazar "Dini görev, dini ibadet vs…" ayrımına da yerli yerinde bir çözüm getiriyor:
"Bilime, fenne, ahlaka her şeye dinin bize kazandırdığı zihniyetle bakmak ve bu bakışı hâkim kılmak başlıca görevimiz sayılmalı." ( syf.33)

"İnsancıl" kavramı kof mesajların sıkıştırıldığı bir teorik hastalıktır. Bu kavram bırakın belli çevrelerin entelektüellerini, müslüman aydın kesiminde dahi kronikleşmiştir. İslam insanı üstün kılan, insana "halife" olduğunu vurgulayan bir din… Bu bağlamda hiçbir müslümanın "hümanist" taklidine ihtiyacı yoktur.
Ayrıca İslam'ın öngördüğü insan-tabiat ilişkisinde dahi eşsiz hassasiyetler mevcuttur: "Her şeyin insan için yaratılmış olduğu anlayışı, İslam'da tabiatın himayesine, insanın tabiatla ahenkli bir ortamda yaşamasına yol açarken; Batıda, hemen hemen aynı kelimelerle dile getirilen bu anlayış, ilkin faydacılığa (J.S.Mill), sonra pragmacılığa( W. James) ve giderek tabiatın tahribini sonuçlandıran günümüzün teknolojisi ile ilgili genel bir dünya görüşünün gündelik hayatta yaşanmasına yol açmıştır." ( syf.142)

Yazar; kitabında kapitalist sistemi tafsilatıyla tanımlayıp İslamî seçeneğin bu yapıyı reddettiğine dair belirtmelerde bulunmuştur. Fakat müsteşrik oyununa karşın, sorunların takdimi dışında müslümanın tavrı biraz muğlak bırakılmış, "Düzeni nasıl değiştirmeli?" sorusuna etkin, somut bir çözüm sunamamıştır. Okuyucu olarak tatminkâr bir perspektifle karşılaşamadığımızı ifade edebiliriz.

Esas problemlerin menşei hayatı "teslimiyetsizce" teneffüs edişimizdir. Yazarın da belirttiği üzere "Ebu Talipvari" bir yürüyüş sergilemekteyiz.
İşittiğimiz ve tasdik ettiğimiz hükümleri uygulamakla mükellef iken, rızık kaygısından tutun, zahirî ve batınî israflara kadar sakat anlayışları besliyoruz kursağımızda. Tabi "teslimiyet" formülü verilip uygulanan bir deney de değil. Teslim olmayı deneyemeyişimizin bilinçaltında "dünyacılığımız" var. Müslüman olarak; küresel değişimlere ve modernleşmeye rağmen korunamıyorsak, sağlıklı çözümler bulamıyorsak; sonuç olarak biz başından beri sahte bir İslam dini yaratmışız kendi atmosferimizde…
Hz. Ömer (r.a) yüzyıllar öncesinde dememiş miydi: İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.

Gözden kaçırdığımız bir diğer husus da şudur: "Dindar", "Muhafazakâr" , "İslamcı" etiketlerinin üremesi ve belli kitlelere yapıştırılması… Bu belli kitlelerin içlerinde bu ithamları büyük bir onur duyarmışçasına kucaklayanlar (sözüm ona müslümanlar) korkunç bir oltaya takılmış vaziyettedirler.
Rasim Özdenören için bu tür virüs kelimeler yaygınlaşmış durumda. Bizi birbirimizleyken parçalamaya kalkışan bir amaç güdülüyor oysa.
Biz ne dindarız, ne muhafazakâr, ne de İslamcı… "Müminler bir vücut gibidir" hadisi kafi gelmelidir bize.
"Müslümanım" itirafının yerine "özgürlükçüyüm, demokratiğim, çağdaşım, dinciyim, sağcıyım, solcu müslümanım(!)" gibi kimi sloganik, kimi içi boşaltılmış söylemleri neden tercih ederiz acaba! Hatta kendimize bu yakıştırmaları hangi amaçla yaptığımızı sorgulamadan, kimliğimize damgaladığımız kavramın manasını bilmeden neden aynı söylemleri geveleyip dururuz! Heyhat!
Kavramlarla etkileşimin elbette bir tarihi süreci de vardır. Peygamberi dost edinenler için birilerinin "yemi" değil, daima birilerinin "hidayeti/dirilişi/uyanışı" olmaya yönelme ve istikametten ayrılmama mantığı özümsenmiştir.

Müslümanca düşünmek, Müslümanca yürümek ve Müslümanca dirilmek temennisiyle…


Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak,
Sen, bütün kolların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak!

( Necip Fazıl Kısakürek – Çile)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
[FONT=Verdana, Geneva, sans-serif]1940’ta Maraş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Maraş, Malatya, Tunceli gibi Güney ve Doğu şehirlerinde tamamladı. İ.Ü. Hukuk Fakültesini ve İ.Ü. Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalıştı. Bir ara araştırma amacıyla ABD’nin çeşitli eyaletlerinde, 1970-1971’de iki yıl kadar kaldı. 1975 yılında Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevine geldi. Aynı bakanlıkta bir yıl da müfettişlik yaptı. 1978’de istifa ederek ayrıldığı devlet memurluğuna bir süre sonra tekrar döndü.
"Özdenören Denize Açılan Kapı adlı eseriyle 1984 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Hikayecisi Ödülü'ne layık görülmüştür. İki Dünya adlı deneme kitabı da 1978'de Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından fikir dalında Jüri Özel Ödülü'nü kazanmıştır." Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme adlı hikayeleri ayrıca TV filmi yapılmış, bunlardan Çok Sesli Bir Ölüm, Uluslararası1977 Altın Prag TV Filmleri Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı. Bu ödül de, TRT Televizyonu’nun ilk ödüllerindendir.
[/FONT]​
rasim2.gif
[FONT=Verdana, Geneva, sans-serif]Rasim Özdenören' in iki hikayesi 1977 yılında uyarlanarak televizyon filmi olarak çekildi. 50 dakika olan filmler, siyah beyaz olarak Maraş’ta filme alındılar.
Çok Sesli Bir Ölüm” ve “Çözülme” Şaban Karataş döneminde TRT bünyesinde ilk defa kurulmuş olan Drama Ünitesi tarafından meydana getirilmiş eserlerdi. TRT’de yapılan dramalar ve uyarlama eserler arasında en çarpıcı, en özgün yapımlardır.
[/FONT]​


Eserleri

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

Kafa Karıştıran Kelimeler

Müslümanca Yaşamak

Yaşadığımız Günler

Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı

Çarpılmışlar

Çözülme

Çok Sesli Bir Ölüm

Gül Yetiştiren Adam

Hastalar ve Işıklar

Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti

Ruhun Malzemeleri

Ben ve Hayat ve Ölüm

Yeniden İnanmak

Denize Açılan Kapı

Red Yazıları

Acemi Yolcu

İpin Ucu

Çapraz İlişkiler

Kent İlişkileri

Yüzler

İki Dünya

Kuyu

Köpekçe Düşünceler

Hışırtı

Ansızın Yola Çıkmak

Eşikte Duran İnsan

Yazı, İmge ve Gerçeklik

Aşkın Diyalektiği

Toz

Düşünsel Duruş
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
19556.jpg


"Kapıya gelen yolculara bak. hepsi de birbirine dayanıp yoldaş olmuş, gelmişler!
Her zerreye ayrı bir kapı var; şu halde her zerreden ona başka bir yol var!
Sen ne bilirsin hangi yola gideceğini: hangi yolla o kapıya varıp ulaşacağını?
Onu apaçık ararsan işte o zaman gizlenir... gizliliklerde ararsan açığa çıkar!
Açıkta aradığın zaman gizlidir, gizlide aradığın zaman meydanda!
Onu, onunla tanı, kendinle değil. Yol, ondan başlar, ona gider: akıldan başlamaz!"

-Feridedin-i Attar
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
90223.jpg


Çağdaş Türk hikâyeciliğine yepyeni bir çehre ve yerli bir boyut getiren Rasim Özdenören, hikâyelerinde bireyin bilinçaltı derinliğine inerek ruhsal çözümlemelerde bulunurken, susturulmuş ve bastırılmış duyguların dış dünyanın gerçekliğiyle çakışmamasından kaynaklanan insanlık trajedilerini, olayın sosyolojik, tarihsel, ekonomik temellerini de vererek doyumsuz bir üslûpla anlatır. Kesin ve köklü bir kültür değişiminin yaşandığı ülkede, bu değişimin kuşaklar arası iletişimsizliği nasıl derinleştirdiği, giderek nasıl kopma noktasına gittiği işlenirken insan olgusu sadece dış yapısı ve davranışlarıyla ele alınmaz; onun bilinçaltı boyutu ve zihinsel macerasının topografyası da ortaya çıkarılır.

İmkânsız Öyküler, yazılış tarihi, biçim ve içerik olarak, kısacası her anlamıyla yeni öykülerden oluşuyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Rasim Özdenören / Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

Resim_1274799573.jpg
getimageV3.asp
tn_%7BD0E16D34-D325-4BEF-8E5A-A6AA82714E8F%7D_urun_buyuk_resim.jpg


Kapıya gelen yolculara bak. hepsi de birbirine dayanıp yoldaş olmuş, gelmişler! ~Her zerreye ayrı bir kapı var; şu halde her zerreden ona başka bir yol var! ~Sen ne bilirsin hangi yola gideceğini: hangi yolla o kapıya varıp ulaşacağını? ~Onu apaçık ararsan işte o zaman gizlenir... gizliliklerde ararsan açığa çıkar! ~Açıkta aradığın zaman gizlidir, gizlide aradığın zaman meydanda! ~Onu, onunla tanı, kendinle değil. Yol, ondan başlar, ona gider: akıldan başlamaz! ~-Feridedin-i Attar
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Çok sesli ölüm

ÖLÜMSABAHKANÇATIŞMA=4
21900.jpg

Yaşamın içinde atıyor ölümün kalbi!
Rasim Baba'nın dört öyküden oluşan Çok Sesli Bir Ölüm'ü 37 yıl geçmesine rağmen ürperticiliğini, sahiciliğini, derinliğini devam ettiriyor..

30 Kasım 2010 Salı 17:50
Rasim Baba'nın dört öyküden oluşan Çok Sesli Bir Ölüm'ü 37 yıl geçmesine rağmen ürperticiliğini, sahiciliğini, derinliğini devam ettiriyor. Mezradan, köyden kente... bitmeyen hesaplaşmalar.
21901.jpg

Kitapta sadece dört öykü var. Ama 143 sayfadan oluşan Rasim Özdenören’in bu eserini okuyunca ‘çok sesli’ bir coğrafyanın insanlarının ‘çatışma’larının en karanlık ve ifade edilmesi zor derinliğine gömülüyoruz.
İlk baskısı 1974’de yapılmış olan çok sesli bir ölüm’ün beşinci baskısı İz Yayınları’ndan. Kitaba ismini veren ilk hikâyede 17 yaşındaki Kamber’le mezradan kente doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Beygirin üstünde babası Şehmuz var. Çok hasta. Baygın. Ölmek üzere. Hatiç anne gerilerde kalmış. Doktora yetişmemiz gerekiyor. İkinci defadır kalbi sıkışmış babanın. Doktora yetiştirilmezse ölebilir. Bakaç Ali öyle demişti.
Onyedisinde ve çok korkuyor
Onyedi yaşındaki acemi bir genciz bu hikayeyi okurken. Yabanıl, acımasız topraklar üzerinde içimize bir gariplik duygusu, anlaşılmaz bir korku düşüyor bu yüzden. Karanlık bastırmak üzere. Kent gözükmüyor. Sonra şimşekler çakıyor. Bir iki yağmur damlası… ‘Umutsuz boşluk’ yağmurun bastırmasıyla koyulaşıyor. Beygir kuduruyor karanlık ve yağmurla birlikte. Çıldırıyor ve tepinmeye, kaçışmaya başlıyor. Beygirin üstünde iplerle bağlanmış ve ancak öyle durabilen, bilincini yitirmiş baba mahvoluyor. Artık yapılacak bir şey yok. Kamber çarpılmış sanki. Sağanak kesiliyor lakin artık kente gitmek anlamsızlaştı.
Kırkbeşinde ve korkuyor
Sabah aralığı’nda jandarmadan kaçan Halil ve karısı. ‘Tanrının varlığına aldırmayan insanların yaşadığı yerde, eninde sonunda’ kendisini de hırsın bürüdüğünü söyleyen Halil, kırkbeş yaşlarındadır. O da tıpkı ilk hikâyedeki Şehmuz gibi ekmeğini bu çorak topraklardan binbir zorlukla çıkarmıştır. Ama oğulları onu terketmiştir. Şimdi bir jandarma katili olarak aranmaktadır. O bunu yapmamış olsa bile.
(+)Sessizliğin sesini işitmek
Özdenören’in öykülerindeki betimlemeler çok güçlü. Köy, insanları, taşlık arazi, ‘çorak ülke’, dağların yalçınlığı… Fakat insanların ruh hallerini, gelgitlerini, çelişkilerini, anlayamadıkları durumlarını anlatırken okuyucuyu öyle kuvvetle ve yetkinlikle maceraya dahil eder. Ki okuyan bütünleşir o öykünün iç damarıyla. Bu iki özelliğin yanında çok önemli bir başarısı daha var Rasim Baba’nın. Sesin, seslerin çok iyi kullanılması. Pek çok öykücü sesi bir hayatiyet olarak hikâyelerine yediremediği için Özdenören denli yazdıklarını ‘can’landırmayı başaramıyor. Oysa onun öykülerini okurken sessizliğin içinden bile yükselen tanımsız sesler işitiriz.
Bir oğlun var ve evden kaçıyor
Üçüncü öyküde Zeynel’in akmayan Kan’ı var. Topraktan ‘sıcağın uyandırdığı o tuhaf hareketsizlik, bezginlik tütmeye’ devam ediyor. Yoksulluk, yoksunluk, zorluk, sıkıntılar bu sefer daha fazla. Karısı Fatik üç çocuk doğurmuş. Üçü de ölmüş erkenden. Dördüncüsü Şahin yaşamış ama hiç sevmemiş o taşlık arazileri. Zaten bir süre sonra temelli terkedip gidecek oralardan. Gerçekten topraklarından kopmak o kadar kolay mı, kader buna izin verecek mi? Bu hikayede nesiller arası farklılaşma, çatışma günyüzüne çıkmaya başlıyor. Zeynel’in annesiz, babasız olarak büyü(yeme)mesi öykünün beslendiği nirengi noktası. Zaten Özdenören çoğunca insanın bilinmezliklerine, anlaşılması zor yönlerine tutuyor ışıktan kelimelerini.
O silah patlayacak!
Dördüncü ve son hikayede Şermin’in elinde bir çekiçle babasının odasına girdiği o ‘an’da bu tanımlanamaz, bilinçsizce sürükleniş somutlaşıyor. Kentteyiz artık. Şermin babası ve halasıyla yaşamakta. Bir kez aldatılmış. Konfeksiyon mağazasında çalışıyor. Sadık’la tanışıyor. Onunla görüşmeye başlıyorlar. Halası engel olmaya çalışıyor. Bir süre sonra babası da bu ilişkinin bitmesini istiyor. Kentte geçmişle bugün arasındaki mesafe büyümüş, köklerden kopuş barizleşmiş. Mesela baba abdest almak için şadırvana yanaşır ama üşeneceğini anlar.
Sonra inancının olmadığını, hayır, bir alışkanlığı yitirdiğini, yenilenmeyen inancının kendisini bıraktığını düşünür. ‘Onu yakalayabilmek için güçsüzdü ve galiba yakalamak için hevesi de yoktu, böyle düşününce tövbe etmesi gerektiğini anımsadı, bilinçsizce ‘’tövbe ya rabbim’’ diye mırıldandı.' Halası adanmış bir ülkeden bahsediyor. Kendisinin ulaşamadığı ama çocuklarının ulaşmasını istediği bir geçmiş zaman ülkesi. Sadık onu anlamaya başlıyor. Şermin babasından ve halasından kurtulmak istiyor, onlara karşı çıkıyor. Babası bilinçsiz de olsa bir şeyleri korumak istiyor. Konuşmayı da nerdeyse unutmuş. Bu yüzden mi silahını temizlemeye başlıyor?
Rasim Özdenören insanı, insanın binbir çeşit ölümünü, karanlığını, yalnızlaşmasını, tarjedisini anlatmaya devam ediyor. Tazeliğinden, etkileyiciliğinden hiç bir şey yitirmeyen bir dil ve ruhla yazmış çünkü. Otuzyedi yıl geçmesine rağmen bu böyle.


Mustafa Nezihi Pesen
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Bir insan düşünün ve bir köpek
18 Aralık 2010 - 19:49:04

Dünyaya bir insan olarak köpeğin gözünden bakabilmek mümkün mü?

Köpekçe düşünceler ismini işittiğinizde, pekte nahif olmayan duygulara gark olabilirsiniz; lakin Köpekçe Düşünceler 21.yüzyıl insanının fikriyatını çok farklı ferasetlerle yine 21.yüzyıl insanına aktarıyor. Aslında insansızlaşan insanlara aktarıyor.
Baktığınız zaman köpek isminin ve düşünce kavramının yan yana olmasıyla içine düştüğünüz anlam sıkıntısının, kitabın sayfalarını açıp ilk yapraklarını okuduğunuzda sizi tebessüm ettiren ve düşündüren engin düşünce tarzına ve ince fikirlerin varlığına yerini bıraktığını görüyorsunuz. Rasim Özdenören kitabındaki bu isimle kimseye ve kimsenin düşüncesine bir hakaret amacı taşımıyor. Bunu da özellikle belirtmiş Özdenören. Çünkü edebiyatın kelime kökünün edepten geldiğini, bu bilincin tahakkuk ettiğine yazarda bizzat şahit oluyoruz.

Bir insan düşünün ve bir köpek. Düşünen o halde var olan insan ve hiç bir şekilde düşünmeyen, hayata kırmızı bir dürbünden bakan köpek.

İnsanın varlığına bahşedilen düşünme özelliği, bu düşünmenin getirdiği felsefik ve ontolojik bir takım paradigmalar. İnsan düşündükçe varlığına özüne dönebilir. Bu öze dönüşte insanın kendi iradesine verdiği icazet neticesinde, zirvelerden bir uçurum sığınağına köpek gibi bakmanın adıdır “Köpekçe Düşünceler”. Bunu bir aşağılayış, alçalmak olarak görebilirsiniz. Ama görmeyin. Sebeplerini düşünerek, bu kitabı idrak ederek anlayabilirsiniz.

Peki dünyaya bir insan olarak köpeğin gözünden bakabilmek mümkün mü? “Köpekçe düşünceler” isminin okuru antropomorfizme(insana ait niteliklerin hayvanlara izafe edilmesi) götürdüğü bir gerçek. Yazar da zaten buradan hareketle bütün bu izafe edişlerin insanı yanlışa sürüklediğini anlatmak istiyor. Köpek ve düşünce kelimesinin yan yana gelmesinin doğurduğu sıkıntıyı bildiği halde meramını anlatmakta da başka bir seçeneği olmadığını söylüyor.
Kitaptan bir örnek verecek olursak:”Yargıtay sitelerde köpek beslenemeyeceğine dair bir mahkeme kararını onaylıyor. Bunun üzerine insanlar ikiye ayrılıyor. Bu kararı benimseyenler ve benimsemeyenler. Yargıtay’ın bu kararını benimseyenler, benimsemeyenlere “hayvan sevmez” olarak bakıyor, kendilerini de” hayvan sever” olarak nitelendiriyor. Burada kullanılan ölçü hayvanların “ev içlerinde beslenmesi” oluyor. İşte tam burada da “Köpekçe Düşünce”nin ne olduğu araya giriyor.
Acaba insanlar arasındaki bu küskünlük, ayrım, ithamlar karşısında köpeklerin tavrı nedir? Bu duruma köpekler ne diyor? Ne düşünüyor? Hiç. Elbette hiç. Çünkü köpeğin bu olanlardan bir haberi yoktur. Onu haberdar etmemiz için de elimiz de bir imkân bulunmamaktadır. İnsanların kendilerinde olan düşünceleri hayvanlara izafe etmesinden doğan bu sıkıntılı durumu, yani antropomorfizmi(insana ait niteliklerin hayvanlara izafe edilmesi), Rasim Özdenören çok güzel bir açısıyla sanat ve edebiyat düzleminde ele alıyor. Bunu da yazar ve sanatçıların sanat ve edebiyatta da yaptıklarından dolayı yanlışa düştüklerini belirtiyor.
Kitaptaki denemelerin enginliği ve önemi, yazarımızın hikmetli düşünceyi dert edinmiş, kavramlara ışık veren birisi olmasıyla açıklanabilir.
Düşünmeler. Hem de köpekçe
Bir kitabı okuduğunuzda düşünerek yoruluyorsanız ve bu yorgunluk size mutluluk hissi veriyorsa, bu iyi bir şey olsa gerek. Düşüncelerin derinliğinde ve kavramlara olan bakış açılarının yoğunluğunda kaybolmuyorsunuz. Aksine artık “adlandırılmış” düşüncelerin açıklamalarıyla, örneklerle anlatılan bakış açılarıyla rahatlıyorsunuz. Kitabın bende iz bırakan en önemli özelliklerinden birisi de budur. Adlandırmak. Evet. Düşünce ve kelimelere hak ettikleri anlamları, yükleme kaygısıdır.

Tahayyüle hacet olan hayaller
Kitaptaki denemelerden birini numune olarak gösterelim.
Hayal kurmak, yani bir hayale sahip olmak, insanın en güzel özelliklerinden birisidir. Aslında hayalin özel olması, yani hayallik kavramını karşılaması da hayalin gerçek dediklerimizin sınırlarına hapsolmamasıyla anlaşılabilmektedir. Benim anladığım ve beğendiğim, Rasim Özdenören’in bugün maddeye ram edilmiş ve adeta köleleştirilmiş insanların hayallerinin, insan zihnine verilen modernlik aşısıyla süründürüldüğünü belirtmesi bölümüydü. Tamamen özgürlük adıyla fark edemediğimiz sınırların hapsinde kaldığımızı fark ediyor, hayallerimizin de o sözde modern sınırların dikenli tellerine takıldığını görüyoruz.
Kolaylığın zorluğu
Biliriz ki adı konmamış düşünceler bizi rahatsız eder. Yazar bu konuda olgun bir bakış açısıyla aydınlatılmış düşüncelerin adeta “ yapmak” sorumluluğuna bırakıyor sizi. Yazar tarafından ustaca açıklanmış düşünceler, artık yapılması gereken bir sorumluluk olarak aklınızda, zihninizde ve de kimliğinizde yer buluyor kendine.
Bu yazıda kitabın içeriğinden çok işlevinden bahsetmek bana uygun geldi. Çünkü kitaptaki düşünceleri anlamak, kavramların kimliğini bulmak için o açıdan bakmaya çalışarak, bu üsluba kendinizi bırakmanız gerekiyor. Yani okumanız ve kitabın siz de sizden bir yer edinmesi gerekiyor.
Yeni bir başlangıç için bitmek
Bu kitaptaki denemelerde ele alınan mevzuların, yazarın verdiği çok güzel örneklerle anlaşılması kolay bir hale büründüğünü söylemeliyim. Yazarın anlatımındaki ve üslubundaki ustalığı, çarpıcı seçimleri, anlaşılır örnekleri, sakinliği okurun zihin dünyasını sayfa sayfa aydınlatıyor.
Kitabın bittiği yerde, siz, yeni bir yazıya başlar, yeni bir düşünce edinirsiniz.
Biterken başlar, başlarken de artık yaşarsınız, en azından bunun sorumluluğu artık yer etmiştir içinizde.
Rasim Özdenören’den zihinlerin süzgecine tezahür edip, hayali gerçeklerin nazarına girmeniz arzusuyla…

Necip Şahin
 

Okyanus

Profesör
Katılım
11 Şub 2008
Mesajlar
1,317
Tepkime puanı
163
Puanları
0
Kafa karıştıran kelimeler
Bu kitaba 'Kavramlar' adını vermek de mümkündü, nitekim başlangıçta böyle tasarlamıştık. Ancak böyle bir başlık kitabın semantik bir çalışma olduğu hususunda yanlış bir izlenim vereceğinden, onun yerine kitabın şimdiki adını tercih ettik. Kitap boyunca elle tutulur bir amacı gerçekleştirmeye çalıştık: geçmişinde İslam'ı yaşamış ve Türkçe konuşulan bir ülkede, Batılılaşma süreciyle anlam kaymalarına uğrayan kelimelerin, kavramların kafa karıştırıcı niteliklerine değinerek onları İslam'ı düşünce yönünden irdeleme. Bu kitap aslında, Müslümanca düşünmenin, düşünebilmenin bir başka veçhesine ışık tutma niyetini taşıyor; kullandığımız kelimelerin, kavramları ışık tutma niyetini... Bir tasarruf sahibi olmadıkça ortaya çıkabilecek müessif hataların ve karışlıkların önlenemeyeceğine işaret ediyor. Kitapta yer alan yazıların, tümüyle, bize bir düşünme yöntemi teklif ettiği kanısını taşıyorum. R.Ö.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
9789753550383.jpg


İnsanın, toplumsal hayatı gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir dünyada “Müslümanca düşünme”nin imkan ve yöntemi nedir? İslam konusunda yeterli “malumat”a sahip olmak, Müslümanca düşünmek için yeter mi? İslam'ın özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan bilginin, düşünme etkinliğini oryantalist bakış açısına mahkum etmesi kaçınılmaz olmayacak mı? Edebiyat ve özellikle öykü alanındaki başarılı ürünleriyle de tanınan Rasim Özdenören, bu önemli sorunları kuşatıcı bir perspektifle gündeme getirmekte ve sahip olduğu zengin birikimini başarıyla işleyerek, tartışılmaktadır. (Arka Kapak)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Rasim Özdenören / Hışırtı

120701.jpg


Özdenören hikayesinde, ülkemizin yaşadığı keskin ve köklü bir kültür değişiminin kuşaklar arası iletişimsizliği nasıl derinleştirdiği, giderek nasıl kopma noktasına gittiği işlenirken insan olgusu sadece dış yapısı ve davranışlarıyla ele alınmaz; onun bilinçaltı boyutu ve zihinsel macerasının topografyası da ortaya çıkarılır. Hışırtı bu karakteristik öğelerin yer aldığı hikâyelerden oluşuyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
120699.jpg


Nisan 2011

Edebi kişiliğinin yanı sıra, Müslümanca düşünmek ve yaşamak meselesi etrafındaki özgün yaklaşımlarıyla da tanınan Özdenören elinizdeki kitapta demokrasi, küreselleşme, yeni dünya düzeni, liberalizm, insan hakları ve laiklik kavramlarının Müslümanca bir eleştirisini yapıyor. Ülkemizin tartışma gündemini çeşitli dayatmalarla işgal eden bu kavramlar karşısında İslami düşünüş gereken fikri ve ahlaki tavrı ortaya koyan yazar, kitabı boyunca ısrarla "yükselen değerlerin" sefaletini vurguluyor
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
BEN OKUYORDUM AMA
20993.jpg

Şimdi okuma, büyüyünce oku!
Müslümanlık önüne konulanı sorgulamak, reddedeceğini Müslümanca reddetmek. Bakmasını bilen için…


Rasim Babanın üslubu onu daha önce okumamış veya ciddiyetle okuma zevkine ulaşamamış birisi için garip gelebilir. Lise yıllarımda Müslümanca Düşünme Üzerine Denemelerini okurken tam idrak edememiştim. Kendi kendime ‘bu kitabı şimdi okuyorum ama büyüyünce birkaç kere daha okumam lazım’ demiştim. Ve büyüdüm.. Bu süre zarfında bir çok kitabını okudum Rasim Babanın. Kimisi baş ucumda durdu, çevirip çevirip tekrar okudum. Her gün yanımda gezdirdiğim çantamda dolaştılar uzun süre. Ama bir tanesi var ki çalışma masamda bir süredir durur, 1988 yılında basılan ilk baskısı olması hasebiyle ayrı bir değeri olan kitap. Öyle ki arkadaşlarımın KPSS sınavına çılgınlar gibi hazırlandığı şu sıralarda, bir önümdeki teste bir de kitaba bakıp ‘Bu testi çözene kadar kim bilir kaç sayfa okurum bundan deyip bir solukta bitirdiğim kitap, Red Yazıları…

27203.jpg


Elalem çıktı fezaya laf anlatamadık Rıza’ya

Müslümanca düşünme ve Müslüman’ın günümüzdeki fikriyatı nasıl olması gerektiği üzerine birçok kitap yazmış olan Rasim Babanın bu kitabı gündelik hayatta hangi tarafta olduğumuzu sorgulamamız ve ona göre tavır takınmamız gerektiğini anlatan bir örnekle başlıyor. İstesek de istemesek de bir şekilde ucundan kıyısından dahil olduğumuz, dahil olmak durumunda kaldığımız modern hayat içerisinde karşılaştığımız her olayda kendimizi yoklamamız gerekiyor. Günlük hayatta bizler Müslüman olarak karşılaştığımız sorunlara karşı seyirci olduğumuz durumlarda seyirciliğimizin, oyuncu olduğumuz durumlarda oyunculuğumuzun farkında olarak hareket etmemiz gerektiğidir beni en çok çeken nokta. Rasim Hocanın bu konudaki yorumu ise olayı tamamen özetleyecek şekilde:
“Türkiye’de ‘Elin oğlu aya giderken biz hala şöyle böyle yapıyoruz’ tekerlemesi var. Kendimizi hem o dünyanın dışında kabul ediyoruz, hem o dünyanın içindeymişiz gibi bir muameleye tabi tutulalım istiyoruz. Müslümanların problemlerinin çoğu da Müslümanlara ait problemlerin çoğunda seyirci mi oyuncu mu olduğumuzu ayırt edemememizden kaynaklanıyor olmalı.”

27204.jpg


Hangi gözlüğü kullandığınızı unutmayın

Makro ve mikro perspektif dendiğinde biri uzağı biri yakını gösteren kocaman gözlükler canlanır zihnimde. Bu perspektifleri birbirine karıştırmaksa uzak gözlüğüyle yakına bakmaya çalışmak kadar komik bir durumu oluşturur. Hani çoğu zaman karşılaşmışızdır, başına kötü bir olay gelen birinin insanlıktan eser kalmamış diye feryat figan ederken buna mukabil bir iyilikle karşılaşan birinin de insanlık daha ölmemiş diye sevindiğini. Bu iki insanın dediğinde de haklılık payı var ancak burada gözden kaçırdığımız mikro perspektifle elde edileni makro perspektife direkt uygulamanın insanı birçok konuda yanlışa sevk edeceği gerçeğidir.
Üstadın birkaç sayfada anlattığı her bölümü sayfalarca anlatmak örneklemek geliyor içimden ama böylesine muhteşem bir şekilde anlatılmış bir kitap varken bunu yapmak da az önceki makro-mikro perspektif açısından yanlış bir davranış olur. En iyisi ve en doğrusu Red Yazıları’nı almak okumak ve feyz almak bence…

Burak Gültekin Reddihakim ideoloji iddiasında bulunarak yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
28149.jpg


KÖPEKÇE DÜŞÜNCE DE NE!



28150.jpg

Köpekleşen düşüncelerin karşısında!
Reşit Güngör Kalkan, isminden başlayarak sarsıcı bir kitap olan "Köpekçe Düşünceler"i yazdı.



Bryan Magee dostumuz, “Felsefenin Öyküsü”nde, ‘ne kadar büyüleyici bir iş olsa da, kavramların aydınlatılması felsefenin sadece yüzeyidir. Büyük filozoflar bundan çok daha derine inmiş, varlığımızın ve yaşantımızın en temel yönlerini sorgulamışlardır’ kaydını düşer. Düşer de, Rodin, öz malı ‘düşünen adam’ın çıplaklığına halel getiren yalnızlığı sorgulamaya pek yanaşmaz. Zira düşünen çıplak bir hayvan olarak engizisyona havale ettiği insanı etliye sütlüye bulaştırarak kifaf-ı nefs eyler. Varsın eylesin, sözümüz sükûttur şimdilik.​
Bildiririm ki, felsefenin lafı gediğine koyan ‘ampirizm’i ‘bilgelik sevgisi’nden mahrum kalanlara ne kadar boğuntu vermişse, felsefe kelimesine sinmiş bilgelik kuruntusu da merakı kamçılayıcı o kadar önemli bir itki haletine büründürülmüştür. Cümle uzun, fakat felsefeden sadır olacak muradımız henüz meçhul. Meçhulün kurbanı olmak istemem, neme gerek. Fal felsefesi, (dikkat, felsefe geleneği nihayetinde birbirini nakzedici bir tutum geliştirerek serpilmiştir.) Batı’nın bilgiye açılım kazandıran yeni buluşları sayesinde, insanı doğa ile birlikte ontolojik temelde incelemeye tabi tutan yaklaşımın üzerinden henüz ikiyüz yıl geçmemiştir. Tuhaf olan şu ki, falı astrolojinin sınandığı NASA müzesinden ‘araklayan’ ecnebi fikriyatı, felsefeyi Camus’un, Sartre’ın babil kulesinde arama garabeti göstermiştir. Haricen Doğu’nun gizemli levhalarıyla yol alan bir müsteşrik, ontolojik birikimin insan kimliğinde saklı duran ‘inanç’ geni üzerinden değerlendirme eğilimine girmiştir. (Mevlana’nın, Yunus’un diyarında bu halkın vicdanı olamayan yerli müsteşriklere duyurulur!)
Köpekleşen düşüncelere doğru
Dilimde henüz tüy bitmiş değil. Hem tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı halâ 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın ve postmodern darbe girişimlerinin tutanakları arasında duruyor. Bir yürüyüş eyleyelim hele bir; Batı, felsefe geleneğini Hıristiyan eksenli, tanrının buyruğu çerçevesinde tanımlanan boyutuyla Ortaçağa kadar süren bir uyku halinde geçirmiş, sözde ‘aydınlanma felsefesi’ sayesinde Tanrı yeryüzünden kovulmuştur! Peki, gerçekte kovulmuş mudur Tanrı yeryüzünde? Felsefi metinler, kavrayış bütünlüğüyle ‘spesifik’ tanımlar, öznel bildirimler bütünüdür. İnsanlık serüveni dahilinde, ‘mutluluk’ arayışı, ontolojik temelli olarak sanatın, düşüncenin süreğinde bir seyir izlemiştir. Tabiatı kutsayan ve sanatı tabiatın dışa vurumu olarak gören seküler (dileyen laik de diyebilir) bakış, felsefenin devam ettiricisi olarak modernizmi ayakta tutan çeşitli kültür kalıplarını bu bakışın güdümünde sunmaktadır toplumlara. Dolayısıyla toplumdaki anlayış “Köpekçe Düşünceler” olmayıp tersine, köpekleşen düşüncelere evrilmektedir.
Yüzeyden derine
İmdi, felsefe babında tırnağını taştan esirgemeyen fakir, az mürekkep yalamışların dahi sofrasında hikmet arama aşkından bir adım geri durmamış, hele Batı’nın altmışsekiz yutturmacasına tav olup ‘sol’un menbaında gezinen kalemler için az uykusuz kalmamış, çokça sabahlamıştır. Sabahlamıştır da, edebiyat ve sanat üzerine “Köpekçe Düşünceler” (İz Y., 1999) etrafında, esaslı denemeler kaleme alan Rasim Özdenören Usta’nın söylediklerini vird eylemiştir. Erbabı farkına varmış olsa dahi, daireye henüz ayak basmışlara bildirmeli; kardeş, bu yazı kitap tanıtım tembelliğine bel bağlamayan bir yazarın bildik ‘yavelerinden’ olmayıp esasa müteallik fikirleriyle bir nasiplinin hakkını teslim babında söylenmiş hünerli satırlardır. Hüneri şundandır ki, Özdenören Usta’nın “Ruhun Malzemeleri” ile birlikte eleştirilerini topladığı son kayıt içi denemeler olarak “Köpekçe Düşünceler”, nicedir arafta beklemekte, hep beklemektedir.
Fikirperver nefsim demekte ki, insan ontik haliyle sanata dair çabasını sahici kılmak adına sanatın yanlış hamlelerini seçip ucu açık sorular üretebilir. Bu yönüyle eser ve sanatçı arasında vuku bulan her ne ise meselenin insana dönük tarafının çeşitli maskeler eşliğinde kurgulandığını düşünmek büyük bir aldanış olacaktır. Çünkü varlık alanında kültürden bağımsız bir düşünce biçimi ‘marjinal’ olarak adlandırılabiliyor. Oysa kültür, ortaya çıktığı biçimiyle ‘doğru’nun işaretini vermeyebilir de. Yani kendi yaşam tarzının müdahaleye açık tarafını sürekli kapatma endişesiyle hareket eden bir düşünce biçimi aslında saldırıya da yeni adlandırmalar ışığından yeniden maruz kalmaktadır.
İnsana biçilen rol
Rasim Özdenören Usta, doğrudan söylememiş olsa bile, insana biçilen rol, İslâmî duyuş biçiminin dışında bir görüşle açıklanmaya çalışıldığında bu, başat olarak Batı’nın ne denli sığ bir anlam arayışında olduğuna işarettir. Çünkü felsefe ve mitolojinin insanı tanırken ortaya koymaya çalıştığı doneler, ontolojik kaygı taşıyor olmakla birlikte, bir takım efsanelerin etkisi altında gelişim göstermişlerdir. Eseri ortaya çıkaran akıl, varlığı öznel kimliğiyle deşifre etmedikçe, yani Sisyphe’nin cezasını absürd (saçma) olarak değerlendirdiği oranda insan teki, eserin, düşüncenin özünden uzaklaşmaktadır. Yani, anlam arayışında sırf aklın hakikatına paye biçen görüşler materyalizmle birlikte mitlerin vardığı çıkmazla atbaşı ilerlemektedir. Salt kelimeler üzerinden eşyanın (nesnenin) varlığına, içkinliğine dair eylem biçimleri insan ve inanç gerçeğinden uzaklaşmaktadır. Oysa düşüncenin N. Hartmann’ın ifadesiyle, ‘tinsel’ zenginliği göz ardı edilmektedir.
Şu söylenebilir, bilgi özünde insanın kendisidir. Dolayısıyla bulunduğu şartlar içinde insan, bir arayışın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Özdenören Usta bu durumu hülasa etmekte ki: “Fenafillah makamına ulaşmak kişinin kendinde bulunan bütün bilgilerden boşanmasıyla, dolayısıyla mutlak bilgisiz hale gelmesiyle mümkün oluyor. Ancak bu suretle fenafillah makamına ulaşılanca, yani mutlak bilgisiz olma marifetini elde edince ve aynı anda mutlak bilgiye ulaşılıyor: böylece bilmekle bilmemek bir araya geliyor: kişinin kendisi bilgiye dönüşüyor.” Bilgiye ulaşmak, hayalin mantık sınırları dahilinde, dış dünya algısıyla hareket etme zorunluluğunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bilmek, doğal (yalın) haliyle özneden uzaklaşmak değil, tam tersine hayal ve gerçek arasındaki farklılığın ürünü oldukça kabul edilmektedir. Modern insan, kendi gerçeğini hayallere endekslemekten özellikle kaçındığı için, bugün pozitivizmin hayat bulmasını kolaylaştıracak toplum modeli ortaya çıkmıştır. Masallarına gerçekliğin dışında imkânsız hayaller uyarlayan modern insan, pedogojinin insan ruhu üzerindeki gerçeklik algısını da tartışmaya açmaktadır.
Melekeler
Rasim Özdenören Usta, “Köpekçe Düşünceler”de, düşüncenin merkezinde duran insan için melekelerinin sağlıklı olmasının onun paradokslardan, çelişkilerden arınmış biçimiyle mümkün olduğunu ifade eder. Ancak hissedilen, duyumsanan bu çelişkiler, insanın iradi davranışlarının tanınması neticesinde vuzuha kavuşabilecektir. Aksi ise, düşünceye getirilen yasaklarla burleştiğinde, siyasal yönüyle toplumların değişimlerinde temel dinamikler halinde zorbalıklarını sürdüreceklerdir. Kimliklerin mahiyetine dair önemli ayrımlar üzerinde duran Özdenören Usta, Müslüman düşünüş biçiminin fark yaratma hususunda yoğun olarak çalışmanın gerekliliğini belirtir. Zira, Müslüman kimliği ancak ortaya konulan ürünler üzerinde tecelli edebilir. Nitelik olarak İslâm toplumunun olgunlaşması kimliğin diliyle gerçekleşebilir. Seküler yaşama biçimi aidiyet unsuru olarak pozitivist çerçeveyi işaretliyor olsa bile Müslüman yazar, içinde bulunduğu toplumun (bütün tehditlere rağmen) ayrıştırıcısı, İslâm’ın hayatiyet bulması noktasında taşıyıcı olmalıdır. Yani Batı’nın çizdiği yeni aforizma, yalınkat bir üstünlüğün tek taraflı ilanı anlamı taşımaktadır. “Eğer modern medeniyet (yani Batı medeniyeti) gerçek anlamıyla kendini eleştirebilme yeteneğinden yoksun bulunuyorsa, bunu eleştirinin gerçekleştirilebileceği nesnel ölçütlerden yoksun bulunmasıyla açıklayabiliyoruz. Bu ifadeden ben, Batı medeniyetinin eleştiri zımnında geliştirdiği ölçütlerin gene kendisi tarafından vaz’edilmiş olduğu manasını anlıyorum.”
“Köpekçe Düşünceler”, köpekleşen düşünceler karşısında bilen, bu bilgi eşliğinde edebiyat ve sanat üzerine kalıcı ayrıntılar sunan bir bilgenin, zorlu sınavının hayata sunulmuş cevap kâğıtları olarak tekrar tekrar okunmalıdır.

Reşit Güngör Kalkan harika yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
124023.jpg


Özdenören denemelerinde ülkemiz insanının sorunlarını sosyal, siyasal ve kültürel açıdan ele alıyor, ve tüm bu açıları manevî bir perspektifle bütünlüyor. Eşikte Duran İnsan özellikle İslâm maneviyatının temel kavramları üzerine yazılmış denemelerden oluşuyor. Dinin kendine özgü söylemi, tasavvufî tecrübe, teslimiyet ve özgürlük, hicret, fetih, tövbe, sabır ve arınma gibi kavramlar bu denemelerde bir "edib"in yaklaşımıyla yeniden ele alınıyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İslâm akılcı bir din mi?


Rasim Özdenören’in Kafa Karıştıran Kelimeler isimli kitabı kavramlara ve kelimelere Müslümanca bir yorum getiriyor.

Modern dünya, durmadan yeni kavramlar ve kelimeler türetiyor. Elbette bunlar ihtiyaca binaen ortaya çıkan şeyler. İnsanlar düşünüyor, ortaya yeni fikirler koyuyor, bu yeni fikirleri de yeni kavramlarla ifade ediyorlar. Gündelik hayatta sık sık duyduğumuz, bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullandığımız pek çok kavram aslında bize uzak ve yabancı. Rasim Özdenören, Kafa Karıştıran Kelimeler’de bu kelime ve kavramların bir Müslüman için ne anlam ifade ettiğini, bu kavramlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlatıyor.

Özdenören bu kitapta pozitivizm, akılcılık, hümanizm, bilim, gelenek, özgürlük, hicret, laiklik, teokrasi, irfan gibi birçok kavram ve kelimeyi “Müslümanca” bir bakış açısı ile değerlendiriyor. Rasim Özdenören’in bu kitaptaki her değerlendirmesine katılmasam da yerinde tespitler ve doğru örnekler yer alıyor kitapta. Bu bakımdan oldukça “zihin açan” bir kitap Kafa Karıştıran Kelimeler. Okuru düşünmeye, muhakeme etmeye zorluyor.

Elbette yıllarca tartışılmış olan, böyle geniş meselelerin 180 sayfalık bir kitapta derinlemesine ele alınmasını bekleyemeyiz. Özdenören de kitapta bazı meseleleri kısa kestiğini söylüyor zaten. Ancak yine de bir kapı aralıyor bu kitap. Belki de her kitabın yapması gerekeni yapıyor aslında: Bir kapı aralıyor ve sizi oradan düşünmeye sevk ediyor.

İslâm akılcı bir din mi?

Kitapta bugün pek çoğumuzun fark etmeden kullandığı, doğruluğundan neredeyse hiç şüphe etmediği kavramlara değiniliyor. Bunlardan biri de İslam ve akılcılık meselesi. Gündelik hayatta çok sık yan yana gördüğümüz kelimeler bunlar. Özdenören’in kitapta söylediği gibi İslâm'ın akla uygun oluşu çok defa “akılcı” sıfatı ile ifade ediliyor. Oysa bilindiği üzere akılcılık bilginin akıl yoluyla elde edilebileceğini savunan müstakil bir görüş… Öyle ki bu görüş, aklın, mantık yürütmenin yanılabildiği görüldüğünden yerini çok zaman önce bilginin kaynağının deney olduğu görüşüne bırakmıştı. Ancak bugün dikkatsizlik ya da öğrenilmişlik sebebi ile İslâm’ın akılcı bir din olduğunu söyleyebiliyoruz.

Kafa Karıştıran Kelimeler, bu gibi dikkatimizi çekmeyen hususlara açıklık getiriyor. Dilin, dolayısı ile kelimelerin ve kavramların düşüncelerimizi şekillendirme gücüne sahip olduğunu hatırlarsak, kitabın değerini daha da iyi anlayacağımız kanaatindeyim.



Görkem Evci dikkat çekti
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
O kuyu senin içinde düşersin çıkarsın!

kuyu.jpg



Rasim Özdenören’in Kuyu’suna nasıl düştüğümü, kuyudan nasıl çıktığımı tam anlamış değilim doğrusu.



Rasim Özdenören’in Kuyu’suna nasıl düştüğümü, kuyudan nasıl çıktığımı tam anlamış değilim doğrusu. Her şey birden olup bitiyor ve sen kendini içinde buluyorsun olanların ya da hepten dışında kalıyorsun. Belki de, kitapta kuyu metaforuyla anlatılmak istenen de budur. İnsan bir yolcudur, dünya bir handır. Yolun Sahibi'ni bilen, tanıyan, nerden gelip nereye gittiğini ve nerede durup ineceğini bilir.

zbk981077dp680-250.jpg


Yolculuğun tadına varır. Yoldan geçer, işaretleri araç, emanetleri ehil kılıp. Yolun Sahibi'ni bilmeyense, Allah muhafaza, helak olur.
Araçlara takılmasaydık
Kuyu’da insandır, insanın temsilî hikâyesidir anlatılan, Âdemoğlu, Havvakızıdır gidip gelen, içten içe dem vurulan, çökertilen, kaldırılan... Araçlara takıldığında başımıza ne tür kazalar geldiğidir anlatılan. Araçların Sahibi olan Allah’a gitmek için araçlara takılınca, başımıza gelen kazalara sebep, yola döşenmiş nefsin traversleridir. Nasıl ki Yusuf atıldı kardeşlerinin elleriyle kader kuyusuna, sonra da Mısır’da önemli mevkilerde iş gören (yönetici-danışman) oldu Allah’ın izniyle, insan düşermiş ömrü hayatında en az bir kere, imtihan kavlince... Mühim olan düştüğü yerden kalkmasını bilmekmiş, Rabbinden umudunu kesmemekmiş, Rabbini bilmekmiş... Vesileler sonradan kendiliğinden gelirmiş.
Bu Kuyu'da kaza mahalli olarak küçük bir ilçe seçilmiştir, içinden trenlerin geçip gittiği. Kaza sebebi de kadındır ve yolcunun tekrar yola devam etmesine sebep de bütün gönül dostlarının, dervişlik hırkası giyenlerin, saf yürekli sofilerin birlikte kaşık çaldığı çorbadır. Zaten kuyuya düşen roman kahramanı da bir cami avlusunda, camiden çıkan esrarengiz bir mü’minin çağrısıyla mübarek bir zatın (zamanın Gavsı) tekkesinde çorba içmekle kazadan sağ salim kurtulup yolculuğuna kaldığı yerden devam ediyor, bir bilinmezliğe doğru yol alıyor hak istikametince.
Nefisle mücadele
Allah kaza bela vermesin. Ola ki kaza olur, kaderden imtihan olunur, eksik etmesin gavsları Allah yakınımızdan, yanımızdan, yöremizden, mahallemizden... O çorbadan içmeyi nasip etsin. Çünkü herkese nasip olmuyor o çorbadan içmek. “Nefis”tir imtihan olunan, kaza yerinde bekleyen. “Nefis”tir, otelde karşılaşılan kadın.

Faik Öcal okudu
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Aşkın Diyalektiği çok farklı bir kitap!

16704.jpg



Rasim Özdenören'in 'Aşkın Diyalektiği' kitabı aşk hususunda yazılmış en zengin eserlerden birisi...



Aşkı hangimiz tanımlayamaya kalkabilirdik. Birkaç kelam etmeye kalksak hakkında, kazara
16699.jpg
dilimiz dönse ne diyebilirdik ki. Zaman oldu şarkılardan dinledik. Şiirlerden okuduk, Mona dedik, Leyla dedik, belki az ucundan yaşadık da. Ama hiçbirimiz ağzını açıp aşkı tanımlara sığdırma cesaretini gösteremedi. “Aşk” diye başlayan cümleler hep derin ah’lar, dile gelemeyen pişmanlıklarla sükûn buldu. Aşk neydi? Dibine kadar yaşadığımız(ı sandığımız), hissettiğimiz ulaşılması zor, tarifi imkânsız, efsanevî duygular bütünü mü? Yoksa aklımızın bize oynadığı tatlı bir oyun mu?
Nerede aradım, nerede buldum?
İşte biz bu çelişkilerde dolanaduralım, her tuttuğumuz eli aşktan bir hisse sanalım; yaşamış, kalemini ağaçtan değil adeta taştan yontmuş üstad Rasim Özdenören, aşkı diyalektiğiyle birlikte sunuvermiş bize.
16700.jpg
Sunuvermiş de haberimiz yokmuş. Bihaber dolandığım, baharın şükür dolu yellerinde kendimce aşkı aradığım bir Süleymaniye akşamında, bir ağabeyim önerdi bana Aşkın Diyalektiği’ni. (Aşkı mı yoksa?) Uzun zaman aradığım, uğruna İz Yayınları’nın eşiğini aşındırdığım kitaba, adını hatırlamadığım sapa bir sahafın ahşap raflarında beni beklerken kavuştum.
Tarif de vermiyor ama…
‘Aşkın tanımı yok’ dedik, evet. Ama bin bir türlü tarifle karşılaştık senelerce. Şuna benzer, buna benzer, budur, bu değildir… Kitap yine tanımlamıyordu aşkı. Tarif de vermiyordu hani. Lakin okuduğum her satır aşkla ilgili düşüncelerimi yeniliyor, kalbimde aşka çok daha masum bir yer ayırmama sebep oluyordu. Ben bendim. Ama okudukça “o” olmak, onda kaybolmak istiyordum. “O” kimdi, bunu bile bilmeden. Kitap ilerledikçe o’nun kim olduğu gün ışığına çıkmaya başlamıştı.
Hüzünlü bir ikindi vakti ansızın gelecek…
16702.jpg

O, kaderimdi. Bana yazılandı. Hüzünlü bir ikindi vakti ansızın gelecek, pas tutmuş kozmopolit yalnızlığımı bir çırpıda silecekti. Ve onu tanıyor olacaktım. İlk defa görüyor olsam da tanıyacaktım. Yazılmış kader silsilemin bir parçasıydı ve ben bu parçaya eninde sonunda kavuşacaktım.
Mecnun’dan Don Juan’a
Rasim Bey, kitabında, Leyla ve Mecnun, Kerem ile Aslı gibi kültürümüzde yer etmiş efsanevî öyküleri işlerken, aynı zamanda Dostoyevski’nin Nastasya Filippovna'sından, Pedro Almodovar’ın Patty Diphusa'sına, Samson ve Delile'den, Yunan mitolojisine ve Don Juan’a kadar portreleri de okura sunuyor. Bu karakterler etrafında tahlillerin de yapıldığı kitapta, efsane olmuş bu aşkları sadece okuma cesaretini gösterenleri şaşırtacak derecede çarpıcı, keskin teşhisler de konuluyor. Farklı kültür ve mitlerden portrelerin bir arada işlenmesi aşkın nasıl da tek olduğunu gözler önüne seriyor.
16701.jpg
Sanki ciğerimden bir parçadır

Beni benden bir süre uzaklaştıran, daha önce bir yerlerde görmediğim, okumadığım ve sanırım Rasim Özdenören’in de ilk olarak ele aldığı mesele, kitaptaki bir makalede Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya aşk penceresinden bakılması. Özdenören’in aktardığı rivayete göre, Hz. Âdem yaratılışı icabı kendi cinsinden bir arkadaş bulup onunla yakınlık kurmak ister. Böyle düşünürken de uyuyup kalır. Uyandığında başucunda Hz. Havva’yı görür. Bir anlatıma göre onu hemen tanır ve gülümseyerek, “Sen Havva’sın” der. Burada aşkın kaderle iç içeliğini görebiliyoruz. Bir anlatıma göre de Hz.Havva’yı görünce, “Sen kimsin? Niçin geldin?” diye sorar. Hz. Havva da ona, “Ben sana zevce olarak yaratıldım. Hak Teala beni sana arkadaş olmak için ve eş olayım diye gönderdi” cevabını verir. Hz. Âdem Hak Teala’ya, “Bu ne cinstir ki onu sevdim, ona bağlandım. Ya Rabbim kalbim ona meyletti, sanki ciğerimden bir parçadır” der. İşte Rasim Özdenören, Hz. Âdem ve Hz. Havva örneğinde kadın-erkek bütünlüğünü göstermeye çalışırken belki de ilk aşk örneğini de nakletmeye çalışıyor. Zaten söz konusu bölümün devamında Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın yeryüzüne ayrı noktalardan indirildikleri ve senelerce aşk acısıyla birbirlerini arayıp durdukları söylenmiş. Başka söze ne hacet.
Soru işaretlerini gideriyor
16703.jpg

Evet, kitap aşkı tanımlamıyor. Ama aklımızda yer etmiş “aşkın tanımı” çıkmazından bizi uzaklaştırıyor. Çünkü Aşkın Diyalektiği’ni okuduğunuz zaman tanıma ihtiyaç duymaksızın aşkı anlıyor, yaşamadığınız halde hissediyor, aşka her yönüyle bütüncül bir açıdan bakabiliyorsunuz. Böylece aşk denen duygunun tanımlara sığmayacağını yeniden görüyorsunuz. Ayrıca dünyevî aşkla ilahî aşk arasındaki ilişkiyi sıkı şekilde işleyen Özdenören, bu konuyla ilgili soru işaretlerinizi de siliveriyor.
Bu kitabı biz hak edebiliyor muyuz?
Televizyon dizilerinden izlediğimiz, sahil şehirlerinde yaşayabilme hayaliyle var ettiğimiz, Mevlana ile Şems’i, çoluğunu çocuğunu bırakabilecek yapıda bir anne ve buna göz yumabilecek oryantalist bir yolgezerle birlikte işleyebilme cesaretini(!) gösterebilen kitaplarda okuduğumuz ‘aşk’ı görünce, adı bile konamamış çağımızda, Aşkın Diyalektiği gibi harika bir kitap okunmayı fazlasıyla hak ediyor. Ediyor da bakalım o kitabı biz hak edebilecek miyiz?
İşte bunun herkese nasip olmadığını biliyorum!

Alper Güncan aşk ile okudu da yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Siyasetin dili için baba eser!


Usta yazar Rasim Özdenören, siyasal ve zihinsel körlüğümüze ışık tutacak önemli bir kitapla karşımızda.



Mütefekkirlerin aydınlatmadığı bir dünya
Cemil Meriç, “Mütefekkirlerin aydınlatmadığı bir toplumu şarlatanlar aldatır” diyor. Millet olarak nerdeyse iki asra varan tarihimiz bir aldanış ve aldatışlar tarihi olarak da okunabilir pekâlâ. Bu trajik konumumuz bize gösteriyor ki millet olarak gözümüzü, kulağımızı yanlış kişi ve kurumlara emanet etmişiz bunca zaman. Hakikat diye bize yutturulan kelimeler, kavramlar aslında birer sihirbazlık numarasıyla zihnimizi körleştiren can alıcı aygıtlardan başka bir şey değil.
Siyaset, bu topraklarda ne yazık ki tam da bu andığımız açmazları besleyen, çıkış yollarımızı tıkayan bir enstrüman olarak önemli işlevler yüklendi. Bir seçenek olarak siyaseti ve siyasetin ürettiği dili reddetmek de mümkün. Ne ki siyaseti reddetmek, tarihi ve bizi millet yapan o kadim geçmişi reddetmekle eşdeğer. Fethi Gemuhluoğlu, o ünlü Dostluk Üzerine başlıklı konuşmasında Mustafa Reşid Paşa’dan Bülent Ecevit’e uzanan ihanet çizgisini iyi irdelemekle yükümlü olduğumuzu söylüyordu. Türkiye’de egemen verili koşulların muhasarası altında “körleşen” insanlar, eğer siyasetin ürettiği dili doğru okuyamazlarsa Fethi Bey'in bahsini ettiği tarihsel sorgulama her zaman ve şartta akim kalmaya mahkûm.
İnsanı anlamadan siyaseti anlamak mümkün mü?
Rasim Özdenören’in yeni çıkan kitabı Siyasal İstiareler, tam da yukarda andığımız tarihsel sorgulamada bizlere ufuk açıcı, diri ve derinlikli bir imkân sunuyor. Özdenören, öncelikle kör olma, körlemesine bakma, kör nokta gibi farkındalık eşiğimizin mihenk noktalarını harekete geçirmemiz gerektiğini salık veriyor. Çünkü birileri ısrarla bizim kör olmamızı, kadim gerçekliğin anlam haritaları karşısında “bakar kör”ler gibi olmamızı istiyor.
İstenen şey basit, kendi kadim geleneğimiz, tarihin bize yüklediği mümin sorumluluğu orada öylece duracak ve bize kendi ürettikleri, işporta malı gibi pazarlamasını yaptıkları yalanlara sanki onlar bizim asıl doğrularımızmış gibi dört elle sarılacağız. Siyaset, yalanları hakikat diye insanlara yutturmanın bir diğer adıdır, diyen filozoflar ne kadar da haklı. Tam da bu noktada Özdenören, siyaset kavramına akademinin, siyaset ideologlarının onca teknik ve kavramsal enkazları dışında insanca bir bakış açısı getiriyor. Çünkü insanı anlamadan siyaseti anlamak ne mümkün.
Tanımlanamayan değerler sarmalı
Rasim Özdenören’in, yarım asra varan yazarlık serüveninde üzerinde sıklıkla durduğu bir nokta var ki söylemeden geçemeyiz. Kelimeler, kavramlar bizim zihin ülkemizdeki anlamlarına göre şekillenir, ete kemiğe bürünür, yaşayan bir organizma hâline gelirler. Kelimelerin gösterdiği perspektif, aynı zamanda bizim “uyanık bir göz”le bakmamız ve görmemiz gereken gerçekleri de kolayca kavrayabilmemize imkân sağlar.
Oysa kelimelerin genetik yapısıyla oynayıp, onları zihin ülkemizi işgâl etmede birer araç olarak kullanan siyaset ideologları bunu hiçbir zaman istemez. Belki de bu yüzden bizi millet yapan değerlerin tanımlanması noktasında çeşitli dolaplara, hilelere başvururlar. Tanımlanamayan değerler kültürel ve sosyal bir kaos demektir. Tanımlanamayan değerler başı sonu olmayan kısır tartışmaların döngüsü içerisinde bir halkın hakikate çıplak gözle de olsa dokunamaması demektir. Özdenören, “Değerler tanımsız bırakıldıkça, tartışmanın dibini bulmak imkân dışı kalır” derken bu çıkmaza işaret ediyor biraz da. Bu nedenle değerlerin, kavramların kadim geçmişin ışığı altında enikonu tanımlanması, modernizmle birlikte hayatımıza giren kelimelerin bir Müslüman diyalektiği çerçevesinde çözümlenmesi gerekiyor.
Özdenören, Siyasal İstiareler kitabını bu temel noktalar üzerinden kuruyor. Kitaptaki yazılar, Hukuk ve Adalet; Özeleştiri; Özgürlük, Statüko, Değişim; Kılık Kıyafet; Entrika; Tarihsel ve Güncel Görüngüler; İnsanlar olmak üzere yedi ana başlık etrafında toplanmış.
İnsan inşa eden kavram mı, kavram inşa eden insan mı?
Özdenören, insan inşa eden kavram veya kavram inşa eden insan ikilemi içerisinde doğruların ters yüz edilmesi tehlikesine karşı bizi uyarıyor. Nitekim bir ülkede kavramlar eğer bir fetiş bir tabu hâline getirilip insan üzerinde hükümranlık kurmanın bir aracı haline getirilmişse orada sağlıklı bir düşünme ameliyesinden bahsedebilmek zorlaşır.
Hâlbuki insan kavram inşa eden, etmesi gereken bir canlı. Kavramlar tarafından inşa edilen, giderek linç edilen insan tipi bugünkü Türkiye fotoğrafında hiç de yabancısı olmadığımız bir manzara. Örneğin bir laiklik bir hukuk kavramları etrafında bile bu kavramların içeriğine matuf ortak bir düzlem yokken kime ne anlatılabilir. “Kanun” ile “hukuk”un birbirinden fersahlarca uzak iki kavram olduğunu gelin de siyaset mühendislerine anlatın anlatabilirseniz.
Özdenören, insanın elini kolunu bağlayan, insanı köleleştiren kavramların sorgulamasının bile yapılamadığını söylüyor. Çünkü bu kavramlar birer ideoloji hâline getirilmiş, siyaset laboratuarlarında modern çağın “insan yem”leri olarak üretilmişlerdir. İnsan kavramlar üzerinde müdahil olamadığı müddetçe bu ideologların ürettiği kavramlar tarafından inşa edilmek (ve dahi imha edilmek de) elbette kaçınılmaz.
Malcolm X’in yıllar önce söylediği şu söz, Siyasal İstiareler kitabının temel çıkış noktasıdır desek doğru olur sanırım: “İster mermi olsun, ister oy pusulası. İnsan iyi nişan almalı; kuklayı değil kuklacıyı vurmalı.” Siyasal İstiareler, bize kuklayı değil de kuklacıları görmemiz gerektiğini söyleyen, bilinç tazeleyen, “kör”lüğümüze evrensel bir yardım eli uzatan kıratta bir kitap. Daha ne bekliyoruz…


Ahmed Edip Başaran "kavram inşa edelim" diyerek yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Böyle bir kitap başka dilde var mı?


Ben ve Hayat ve Ölüm, Rasim Özdenören'in üslubuyla insanı, hayatı ölümü okuyabileceğimiz muhteşem bir kitap.




Rasim Özdenören, kafamızı karıştıran kelimeleri anlatan bilge. Müslümanca düşünmeye, yaşamaya dair yanılgılarımız, sorularımız, açmazlarımız onu okuduktan sonra netleşiyor. Sekinet dolu bir limana vardığımızı hissediyoruz. Elbette bu o kadar kolay değil. Dinginliğe kavuşmak için fırtınalar atlatmak, uzun mülahazalar, tartışmalar eşliğinde kitaplarıyla konuşmak gerekiyor.
Ufuk açıcı bir kitap
Aslında bildiğimiz şeyleri, kendi hayatımızda izdüşümü olan tespitleri bir kitapta okumak neden haz verir? “Aa evet, ben de öyle düşünmüştüm!” deyip hayrete düşmeler, yazarla aynı duyguları hissedip gayri ihtiyari gülümseyişler, vakit kaybetmeden heyecan ve gayretle satırların altını çizmeler 'Ben Ve Hayat Ve Ölüm'ü okurken mütemadiyen içinde bulunduğum haller... Kurşun kalemin kağıda dokunuşuyla çıkan ses dışında dış dünyayla ilişiğim kesikti adeta.
25661.jpg
Ben ve Hayat ve Ölüm, alışılmışın dışında, farklı bir Rasim Özdenören kitabı. Kitap 17 ayrı başlık altındaki enfes denemelerden oluşuyor . Bu kadar güzel olarak nitelendirmemin sebebi yazarın anılarının da kitapta yer alışı. Yazar, insanın acziyetini bir çocuğun (küçük Rasim Özdenören) yalın, duru algılayışları ile tasavvur ediyor. Bu anılar kitaba ayrı bir tat veriyor, salt deneme olma özelliğinden çıkarıyor. Bir çocuğun dünyasında yalnızlığın, korkunun, ölümün, suç ve cezanın, dürüstlüğün nasıl vücut bulduğuna şahit oluyoruz.
Bir bilge size kendi 'ben'ini, hayatla ve ölüm ile olan ilişkisini, bunlara yüklediği anlamı anlatıyor. "Bizden biri" gibi zaaflarını, korkularını, kibrini, kendini beğenmişliğini, hata yapmaktan korktuğunu itiraf ediyor. Hayatın karşısında acemi olduğunu söylüyor. Küçük şeylerden, ayrıntılardan mutlu olabildiğini, yaşamayı sevmenin yolunun kendini sevmekten geçtiğini iddia ediyor. Bunu öyle ustalıkla yapıyor ki, beni suçüstü yakalayıp kendi 'ben'imle yüzleştiriyor, ister istemez bu zaafların/hasletlerin bende olup olmadığını sorguluyorum ve insana ait olan olmazsa olmaz zaaflarımı çoğu kez kabul ediyorum.
Zaafı olmayana insan mı denir?
İnsanı insan yapan şart zaaflarıdır. Buna rağmen insan hayır ve şer arasında gidip gelen sarkaç gibidir. Kendi dışındaki yaratıklar - melekler ve hayvanlar - bilinç denen olgudan mahrum oldukları için ve sadece insan olanın zaafları olduğu için imtihan insana mahsustur. İnsan inkâr ve isyandan itaat ve teslimiyete varabildiği ölçüde melekten üstün olma veya tersi istikamette hayvandan aşağı olma konumuna gelebilir.
Herkes kendi Mekke'sini yeniden keşfetmeli
Kitapta bir hukukçunun mantık örgüsünde kimi zaman dolaşık yollardan uzayıp giden mülahazalar var. Bunların sonucunda düşünüp, kafa yorarak kendimize ait bir gerçeği keşfediyoruz. Anlam avcılığı yapıyor yazar. "Öyle bir gezelim ki içimiz hayat dolsun" cümlesindeki kelimelerin neye tekabül ettiğini tek tek irdeliyor ve nihayetinde vardığımız nokta, okuyucuyu dumura uğratmaya yetiyor da artıyor bile. Bir gün aylaklık yapmaya karar veriyor mesela, neyi yaparsak veya yapmazsak aylak olarak niteleneceğimizi düşünüyoruz. Tövbe ve ahlak bahsinde Tebük gazvesine katılmayıp geride kalan Ka'ab bin Malik'in defalarca nasıl sınandığını, sonunda vicdanının referans noktası Allah olduğu için dürüstlüğü ile affa mazhar oluşunu anlatıyor. Tövbe eden aslında ne yapmıştır, geçmişi yok mu farz edecektir? Başladığı yere geri mi dönmüştür, ilerlemiş midir? Yoksa bu ikisinin dışında başka bir olgudan mı söz etmek gerekir?
Ölüm olduğu için hayat anlamlı
Ölüm kadar ortada duran bir gerçek var mıdır? Bu kadar aleni olmasına rağmen esrarını koruyor olması bize hala uğramadığı için mi? Ölüm mutlak yalnızlık olduğu için mi ondan korkarız? Dürüstlük, doğruluk ve hüsran arasında nasıl bir ilişki vardır? Yiğitlik, savaş, kahramanlık, dostluk, saadet, can sıkıntısı, hayatın anlamı... Ormanda yolunu kaybetmiş bir kimse için saatin 5'i çalmasıyla, bir İngiliz lady'sinin saat 5'e yükledikleri değer bakımından ne kadar farklıdır? Hayata anlam kattığını düşündüğümüz bütün ayrıntılar ancak biz güvendeyken bir önem taşır; 5 çayı bile!
Ekmek arası köfte dostluk için kâfi mi!
Rasim Özdenören dostluğun mahiyetini, ilkokul sıralarındaki dostunu ve dostluğunun nasıl pekiştiğini de anlatıyor. Bir de yazarın dostluk tanımı var ki beni benden aldı: "İnsan ancak dost bildiği kimseye karşı sansürsüz konuşabilir; ancak ona açılabilir ve ancak ondan destek sağlayabileceğine güvenebilir."
Kitap hiç bitmesini istemediğim halde bitti! Alelade bitiyor. Ortada kalmışlık hissi uyandırıyor. İnsanın kendi iradesi dışında bir anda dünyaya gelip, yine aynı şekilde dünyayı terk ettiği gibi bu yazıların da başlangıçsız ve sonuçsuz olmalarını bu kitap ile insanın kader ortaklığına bağlıyor Rasim Özdenören.


Ayşegül Sena Kara hayat ve ölüm iliklerinde haber verdi
 
Üst