Radikal nedir?

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
SOSYAL DEĞİŞME OLGUSU KARŞISINDAKİ TUTUMLARINA bakarak insanları “radikal,” “muhafazakâr” ya da “gerici,” “ilerici,” vs. olarak adlandırabiliriz. Doğduğu evi eskimiş bulup beğenmeyenin önündeki seçeneklerden biri, evin iskeletini koruyup ihtiyaç duyduğu değişiklikleri gerçekleştirmektir. Bu değişiklikler evin yalnızca ayakta kalmasını sağlayan değişikliklerden ibaretse “muhafazakâr,” bunu aşıyorsa “reformist” bir tutumla karşı karşıyayız demektir. Evin hiç değiştirilmeden kullanılmasını isteyen statükocu, zaman koordinatı açısından geçmişteki bir modeli referans alarak evin yenilenmesini isteyen “gerici,” gelecekteki/mutasavver bir modelden hareketle evi değiştirmek isteyen de “ilerici” bir tavır sergilemiş olur. Burada gerici ya da ilerici tutumlardan bağımsız olarak, evin bütünüyle yıkılıp yeniden yapılması gerektiğini ileri sürmek radikal bir tutum ortaya koymaktır. Radikallik, ideolojik içeriğinden bağımsız olarak, öncelikle sadece bir tutumdur ve her eğilimin içinde bu tutumu sergileyenlere rastlanabilir.

“Gerçekçi ol, imkânsızı iste” şiarıyla tanımlayabileceğimiz radikal tutum, çoğunlukla zayıf kişiliğin, acziyet ve aculluğun, eşyanın düzenine dercedilmiş teenniyi reddeden hırsın ve neticeye düşkünlüğün ürünüdür. Son kırk yıldır Türkiye’de İslâmî hareketler içindeki radikal yansımalar, “Gelin bu dünyayı değiştirelim” diyerek yola çıkıp, nefis denizinde boğulanların, dünyaya kucak açıp onunla hemhal olanların acı ve o oranda ibretamiz serencamını resmeder.

Müslüman radikaller, kendileri dışındaki tüm İslâmî anlayışları âdeme ve butlana mahkûm etmekte, hatta zaman zaman batıla eşdeğer kılmakta hiçbir beis görmediler. Mümkünün her hali onlar için hoşnutsuzluk doğurdu. Hülya ile âdemin peşinden koşmayı dâvâ olarak kabul ettiler. Kıyısında gezindikleri “dâvâ”yı, gün geldi, günlük hayatın ayrıntıları içinde kaybettiler. Belki samimiydiler, belki yürekleri dar kalıpları zorluyordu; dünyayı yüklenecek bir büyük dâvânın “tüy kanatlı kelebekleri” olduklarını, o dâvânın mihnetiyle karşılaşınca derk ettiler. İstinad sırrından gaflet ettikleri için, aczlerini anladıklarında ne yapacaklarını bilemediler. “Dâvâ”nın gerekleri rutinleştikçe heyecanlarını kaybettiler. Kışrında dolanırken lübbe nüfuz edemediler. Mazhar olamadıkları için memerr olmaktan kurtulamadılar.

Bir şeye duyulan aşırı muhabbet nasıl muhabbet edilenden teneffür etmeye dönüşme potansiyeli taşıyorsa, radikallik de zıddının rengine bürünme riskiyle malüldür. Marksizmle milliyetçilik arasındaki geçişkenlik bu açıdan ilginçtir. Marksizmin uçlarında dolaşanların milliyetçilik rüyasında kendilerini gerçek kılmaya çalışmalarının örnekleri hiç de az değildir.

1980’lerden bugüne başörtüsü yasağı, Müslüman radikalizmin kendini ifade etmeye çalıştığı önemli kanallardan biri oldu. Modernizme karşı koyarken bunu yine modern biçimde yaptılar; “mahremi” savunurken onu modernin içine hapsettiler. Radikalizmin şiddete bulaşan versiyonunu dışarıda tutarak söylersek, dünün radikallerinin bugünün modernistlerine dönüştüklerini görürüz. Namazın günlük hayat akışı içinde yabancı bir unsur olarak durduğu, dinî grupların kıyasıya eleştirilip alaya alındığı muhabbet meclisleri, vs. derken gelinen nokta sekülarizm durağı oldu.

Devlet merkezli sosyalleşme zincirini kırabilmek için girişilen okullaşma sürecinde kendisine yer edinen kimi radikal eğilimlerin, başlangıçta “başörtülüler” için bir sığınak olmaya çalışırken, süreç içinde onları ayak bağı olarak görmeye başlamaları ve nihayet başörtülüleri değil de, doğrudan başörtüsünü “ulvî amaçlarının” önünde bir engel konumuna getirmeleri, İslâmın “Batılı/sözde entelektüel/felsefi” kavrayışlarının İslâmî bir pratik üretemediğini, aksine var olan pratiği dönüştürerek dünyevileştirdiğini ve İslâmın içsel sekülarizasyonunda önemli bir amil haline geldiğini ortaya koymaktadır.

Batı modernizminin Müslüman toplumlar üzerindeki dönüştürücü etkilerinden biri olan radikal tecrübe, amelî düzeyde, İslâm tefekkür ve tahassüsünden köklenmeyen akımların kalıcı olamayacağını, sahih bir İslâmî pratik üretemeyeceğini ve bir dünyevileşme dalgası olarak fonksiyon icra ettiğini gösterdi. Bu dünyayı ahiret yurduna hazırlık okulu olarak görenler, onu hiçbir zaman aslî maksatları olarak görmeyeceklerdir. Bu dünyayı “ismî” değil “harfi” anlamıyla okumaya devam edeceklerdir. İslâm dünyasının Batı modernizmine “soğuk bakmasının,” onunla uyuşmamasının temel sebebi de budur. Bu yüzden, “modern Batı düşüncesi” Müslüman dünyaya fikren ve hissen galebe edememiş, iktidar planındaki zulümleriyle yetinmek zorunda kalmıştır. Fukuyama liberal kapitalizme tarihin zafer tacını giydirip filmi “mutlu son”a ulaştırırken, Müslüman dünyada sekülarizme karşı varlığını sürdüren iman merkezli hayat kavrayışının kendini idame gücünde ifadesini bulan dinamiğinin “tarihselleştirici” fonksiyonunu göz ardı etti. Tac ortada, tarih devam ediyor.


Refik YILDIZER
www.karakalem.net
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Devlet merkezli sosyalleşme zincirini kırabilmek için girişilen okullaşma sürecinde kendisine yer edinen kimi radikal eğilimlerin, başlangıçta “başörtülüler” için bir sığınak olmaya çalışırken, süreç içinde onları ayak bağı olarak görmeye başlamaları ve nihayet başörtülüleri değil de, doğrudan başörtüsünü “ulvî amaçlarının” önünde bir engel konumuna getirmeleri, İslâmın “Batılı/sözde entelektüel/felsefi” kavrayışlarının İslâmî bir pratik üretemediğini, aksine var olan pratiği dönüştürerek dünyevileştirdiğini ve İslâmın içsel sekülarizasyonunda önemli bir amil haline geldiğini ortaya koymaktadır.

Batı modernizminin Müslüman toplumlar üzerindeki dönüştürücü etkilerinden biri olan radikal tecrübe, amelî düzeyde, İslâm tefekkür ve tahassüsünden köklenmeyen akımların kalıcı olamayacağını, sahih bir İslâmî pratik üretemeyeceğini ve bir dünyevileşme dalgası olarak fonksiyon icra ettiğini gösterdi. Bu dünyayı ahiret yurduna hazırlık okulu olarak görenler, onu hiçbir zaman aslî maksatları olarak görmeyeceklerdir. Bu dünyayı “ismî” değil “harfi” anlamıyla okumaya devam edeceklerdir. İslâm dünyasının Batı modernizmine “soğuk bakmasının,” onunla uyuşmamasının temel sebebi de budur. Bu yüzden, “modern Batı düşüncesi” Müslüman dünyaya fikren ve hissen galebe edememiş, iktidar planındaki zulümleriyle yetinmek zorunda kalmıştır. Fukuyama liberal kapitalizme tarihin zafer tacını giydirip filmi “mutlu son”a ulaştırırken, Müslüman dünyada sekülarizme karşı varlığını sürdüren iman merkezli hayat kavrayışının kendini idame gücünde ifadesini bulan dinamiğinin “tarihselleştirici” fonksiyonunu göz ardı etti. Tac ortada, tarih devam ediyor.


Refik YILDIZER
www.karakalem.net
Güzel bir yazı
 
Üst