Nureddin Zengi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Haçlı Seferleri Sırasında Mücahid ve Muttaki Bir Hükümdar: NUREDDİN ZENGİ

GİRİŞ: HAÇLI SEFERLERİ


1096-1291 yılları arasında yaklaşık iki yüzyıl süren Haçlı Seferleri ve bu esnada Ortadoğu'da gerçekleşen Frenk işgali, tarihi öneminin yanı sıra şüphesiz güncelliğini daima korumuş, çeşitli vesilelerle hep tartışılmış bir olgudur. Medeniyetlerin karşılaştırılmasında, Batı'nın oluşum serüveninde, Doğu-Batı çatışmasında, Müslüman Doğu'nun iç çelişkilerinde ve kırılmalarında bu olgu Batılıların katliamları ve Doğu'nun gelgitleri ötesinde bir anlama sahiptir.


Bu seferler, özellikle 11 Eylül'den sonraki kimi gelişme ve olaylar eşliğinde tekrar gündeme gelmiş; küresel sorun ve çatışmalar ekseninde yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Kuşkusuz Ortadoğu'da ve dünyanın birçok yöresinde Müslümanlara yönelik katliam, kuşatma ve karalama çabaları olayın sadece maddi ve tarihi düzlemde değil; inanç, medeniyet ve psikolojik çatışma düzleminde ele alınmasını da zorunlu kılmaktadır. Bu mihver başka bir çalışmanın konusu olmakla birlikte şimdilik şunu söylememiz, saptamamız mümkündür: Haçlı Seferleri, bugünkünden farklı birçok nitelik ve boyut taşımakla birlikte bölgenin ve hatta dünyanın güncel durumuna da izler düşürmekte, çeşitli alanlarda tortu ve yansımalar bırakmaktadır. İlginçtir ki sanki temelde değişen hiçbir şey olmamıştır! Aradan onca yıl geçmesine karşın düşmanlık, sömürü ve kitleleri aldatarak yönlendirme eğilimleri Batı'da aynı renk ve tavırlarla hortlamakta; iyi niyet ve sağduyu arayışları ise hep cılız kalmaktadır. Doğu-İslâm dünyası ise bin yıl önceki zaaf, düşkünlük ve iç çekişmelerden hiç ders almamış gibidir. 1096 yılında başlayan seferlerde Arap, Türk, Kürt emirlerinin kişisel hırs ve çıkar kavgalarını, iç zaaflarını görüp, Haçlıların Ortadoğu'da iki yüzyıl kalışlarının hikmetini iyi anlıyoruz. Zira o günkü çekişme, sürtüşme ve inanç zindeliğinden kopuşla gelen içekapanıklılık aynı kısırlık, dağınıklık ve teslimiyetle sürdürülmektedir.
Haçlı Seferleri, görünüşte, Batılı Hıristiyanların Kudüs'ü ve öteki kutsal yerleri Müslümanların elinden almak için düzenledikleri askerî seferler olarak izah edilir. Bunlar sekiz ana sefer ile 1291'den sonra da düzenlenen bir dizi küçük seferden oluşur.
İspanya'nın 8. yüzyılda Müslümanlar tarafından fethi, Hıristiyan dünyayı İslâm kuşatması altına sokmuştu. Öte yandan, Bizans İmparatorluğu da güç durumdaydı. Hıristiyanlığın yakındoğudaki bu güçlü kalesi, Emeviler ve Abbasiler karşısında büyük yenilgiler almış ve önemli toprak kaybına uğramıştı. Ayrıca başta Kudüs olmak üzere Hıristiyanların hac yerlerinin Müslümanların elinde bulunması, Hıristiyan dünya için önemli bir rahatsızlık kaynağıydı.
Bizans imparatoru I. Aleksios Kommenos, Selçuklu tehdidine tek başına karşı koyamayacağını görünce, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki gerginliklerin yumuşamaya başlamasını da göz önünde bulundurarak 1095'te Katolik Kilisesi'nden yardım istedi. 18 Kasım 1095'te Clermont Konsili'ni toplayan Papa II. Urbanus da Doğu Hıristiyanlarını kurtarmanın bir din görevi olduğunu ve bu sefere katılanların bütün günahlarının affedileceğini belirterek Bizans'a yardım çağrısında bulundu. Çağrı, Urbanus'un beklediğinden de olumlu etki uyandırdı ve sefere katılanların bir haç taşıması kararlaştırıldı.
Konsilin ardından savaş hazırlıkları başladı. Modern bir ifadeyle söylemek gerekirse "küresel kuşatma"yı beklemeyen birçok kişi düzenli ordunun toplanmasına bakmadan başıbozuk birlikler oluşturarak doğuya doğru yola çıktı. Bunların en ünlüsü köyleri ve kasabaları dolaşıp ateşli vaazlar vererek halkı sefere çağıran Pierre l'Ermitte ile yardımcısı Yoksul Gautier idi. Bizans imparatoru I. Aleksios, Ağustos 1096'da Konstantinopolis'e ulaşan Pierre'e asıl Haçlı kuvvetlerini beklemesini önerdi. Fakat Pierre, saflardaki sabırsızlık karşısında bu öneriye uymayarak hemen Anadolu'ya geçti. Bugünkü adı İznik olan Nikaia'ya kadar ilerleyen bu yağmacı birlikler, I. Kılıç Arslan karşısında yenilgiye uğrayıp kılıçtan geçirildiler.
Böylece, bu tarihten itibaren yaklaşık iki yüzyıl süren Haçlı Seferleri başlamış oldu. Sekiz ana seferden oluşan ve kimi zaman çeşitli Avrupa krallarının da katıldığı bu seferler, bir yönüyle Osmanlı ilerleyişini durdurmak için aslında XVI. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Bu savaşlar gerek Doğu gerekse Batı dünyasında çeşitli alanlarda önemli sonuçlar doğurdu: Bu seferler dolayısıyla doğuda kurulan Latin hakimiyetinin iki yüzyıla yakın süren varlığı hem bölgede hem de Avrupa'da birçok yönden etkili oldu. Doğu Hıristiyanlarına yardım sloganıyla başlayan Haçlı hareketi, onlara yarardan çok zarar verdi. Haçlılar, kendi kurdukları devletlerin tebâsını oluşturan yerli Hıristiyanlara halifelerden ve Türk idaresinden daha sert davrandılar. Onların dini geleneklerine müdahale ettiler; hatta kimi zaman en acımasız şekilde öldürmekten çekinmediler. Hareketin başından itibaren Konstantinopalis'i zaptetme düşüncesini ve Bizans'a duydukları nefreti her fırsatta ortaya koyan Haçlılar, asla vazgeçemedikleri bu tutkularını IV. Haçlı Seferi sırasında gerçekleştirme olanağı buldular. Bizans İmparatorluğu ortadan kaldırıldığı gibi şehir, görülmemiş bir vahşetle yağmalandı. Bundan sonra Bizans, artık komşularına karşı kendini savunmaya çalışan sıradan ve küçük bir devlet olarak varlığını sürdürebildi.
Haçlı Seferleri, başlangıçta Anadolu Türkleri üzerinde olumsuz etki yaptıysa da bu durum Türklerin Anadolu'da kökleşmesini engelleyemedi.
Avrupa'da 12. ve 13. yüzyıllarda toplumsal yapının büyük bir değişikliğe uğramasında Haçlı Seferleri önemli bir rol oynadı. Büyük toprak sahiplerinin bu seferler için gerekli parayı bulmak amacıyla mülklerini satmak zorunda kalmaları, bir yandan feodal yapıyı sarsarken bir yandan da kralların güçlenmesine yol açtı. Öte yandan başlangıçtaki zaferler papanın saygınlığını artırmışken sonraki yenilgiler kilisenin gücünü zayıflattı.
Haçlı Seferleri, ticareti de önemli ölçüde etkiledi. Haçlıların doğuya deniz yoluyla taşınması bir yandan gemi yapımcılığını geliştirirken, bir yandan da bu yolla getirilen malların baharat ve ipekli kumaşla değiştirilmesi, ticareti canlandırdı ve Cenova, Piza ve Venedik gibi kıyı kentlerini önemli birer ticaret merkezine dönüştürdü. Papaların ve kralların sefere mali destek sağlamak için İtalyan bankerlerine başvurmaları ise bankacılığı geliştirdi.
Haçlı Seferleri Arap-İslâm bilim ve felsefesinin Batı'da tanınması konusunda kısmen de olsa etkili oldu ve Avrupa'da tarih yazıcılığının gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Avrupa'da Haçlı Seferleri'ni izleyen yıllarda, gerek Latince gerekse çeşitli ulusal dillerde düzyazı ya da manzum çok sayıda tarihi yapıt ortaya çıktı. Kültür ve edebiyat alanında zengin bir birikim oluştu ve "hümanizm" akımı bu seferlerden sonra kimi aydınlarda ve çevrelerde etkin olmaya başladı.
Batı dünyası, yenilgilere ve düş kırıklıklarına karşın sonuçta kimi kalıcı kazanımlar ve bilimsel, toplumsal ve ekonomik gelişmeler elde etti. Doğu-İslâm dünyası ise başkalarına ve kendilerine karşı akıl almaz gaddarlık ve vahşetler sergileyen bu "batılı barbarlar"ın saldırılarıyla oluşan şaşkınlık ve toplumsal şoku üzerinden atamadı. Direniş, yenilgi, ihanet ve destansı kahramanlıklar arasında kalıcı ve ileriye taşıyıcı gelişmeler çok az yaşanabildi. Kendisini Haçlı seferlerine ve yıkıma elverişli hâle getiren İslâm dünyası; bir ıslah çizgisi ve bütüncül bir toparlanma hamlesi gerçekleştiremeden eski alışkanlıklarına ve çekişmelerine döndü. Diğer taraftan Haşhaşiyyun'un etkisi ve özellikle Moğol istilalarının da aynı döneme rastlaması yüzyıllar süren bireysel ve toplumsal dramların yaşanmasına neden oldu. Bu tablo, zamanı geldiğinde Batı'yla rahat ve özgüven içerisinde gelişebilecek ilişkilerin kurulmasını da hep zorlaştırdı.


NUREDDİN ÖNCESİ DÖNEME GENEL BİR BAKIŞ
Meşhur İngiliz tarihçi Stanley Len Paul'ün ifadesiyle "Haçlı ordusu sanki eski, çürük bir ağaca çivi çakar gibi İslâm coğrafyasına girmişti. Kısa zamanda Doğu-İslâm ağacının gövdesini parçalayarak kıymıklarını havaya savuracaklarını anlamaya başladılar."
Kudüs'ün içine girdiklerinde Haçlıların fetih sarhoşluğuyla kendilerinden geçip çaresiz Müslümanlara ve Yahudilere yaptıklarını, sorumluluk duygusu taşıyan bu insaflı Hıristiyan tarihçi, şu sözlerle aktarmaktadır:
"Kudüs'e muzaffer bir eda ile giren Haçlılar öyle bir katliam yaptılar ki, anlatılamaz. Atlarının üstünde Mescid-i Aksa'nın yanındaki Halife Ömer Camisi'ne giren süvarilerin atları diz kapaklarına kadar ceset ve kana bulanmıştı. Küçük çocukları ayaklarından tutup duvarlara vurarak parçalıyor veya sallayarak onları duvarların arkasına fırlatıyorlardı. Yahudilerin hemen tamamı kendi mabetlerinde canlı canlı yakılmıştı. … Erkeklerin, kadınların, çocukların gövdeleri parça parça ediliyor, parçalar birbiri üstüne yığılıyordu."
Hicri VI. yüzyılın başında, İslâm dünyası müthiş bir çözülme ve idari bozukluk dönemindeydi. Kudüs, Antakya, Trablus, Yafa ve Urfa'da ayrı ayrı ve küçük Haçlı devletleri kurulmuştu. Hatta kimi Haçlı yöneticileri, Mekke ve Medine'ye hücum etmeye yeltenmişlerdi.
İşte böyle bir dönemde Atabey Tuğtekin'in 1128'de ölümüyle yeni bir döneme girildiği ve savunma anlayışından uzaklaşılarak Haçlılara karşı saldırılarak başlamanın zamanının geldiği söylenebilir. Tuğtekin'in yerine geçen oğlu Börü, ilk olarak Haşhaşiyyun'un koruyucusu olarak tanınan Vezir el-Mazdegani'yi öldürttü. İslâm dünyasına çağrıda bulundu. Ani bir saldırıyla Frenkleri Guta Ovası'nda gafil avladı. Bu, savunmanın dışına çıkılarak Frenklere karşı taarruz boyutu taşıyan ilk askeri hareketti. Şam ve civarını Frenk ve Haşhaşiyyun tehdidinden belli bir süre uzak tutan Börü, 1131 yılının bir Mayıs sabahı, hamamından saraya dönerken, iki dai üstüne atladı ve onu karnından yaraladı. Cerrahların müdahalesine rağmen, ata binmekten ve içki içmekten vazgeçmeyen Börü, 1132 Haziran'ında öldü.
Onun ölümü, çok daha çaplı bir kişinin yükselme dönemine denk düştü. Bu kişi, Nureddin'in babası İmadüddin Zengi idi.
Halep ve Musul'un yeni efendisi olan, Zengiler hanedanının kurucusu sayılan bu atabeyin tam adı İmadüddin Zengi bin Aksungur'dur. 1084 – 1146 yılları arasında yaşamıştır. Genellikle zilzurna sarhoş olan, çağdaşı birçok emir gibi amacına ulaşmak için her türlü gaddarlık ve rezilliğe başvurmaya hazır bulunan Müslümanlara karşı da büyük bir hırsla savaşmaktan çekinmeyen biridir.
Suriye ve Filistin'i içeren büyük bir hükümdarlık kurmayı amaçlayan İmadüddin, sultan tarafından Haçlılara karşı bir sefer düzenlemekle görevlendirildi. Harekete geçen atabey, hem Haçlıları hem de kendisine yardım etmeyen Müslümanları aynı sertlikle cezalandırmaktan çekinmedi. Şam'ı ele geçirmeyi çok istese de buna muvaffak olamadı. 1144'te Frenklerin elindeki en önemli kentlerden biri olan Urfa (Edessa)'yı alması, Haçlıların uğradığı ilk ciddi yenilgi oldu.
İmadüddin Zengi ile birlikte âdetler, alışkanlıklar değişmeye başladı. Bu yorulmaz savaşçı, on sekiz yıl boyunca Suriye'yi dolaşacak, çamurdan korunmak üzere saman üzerinde uyuyacak, kimileriyle savaşarak, kimileriyle anlaşma yaparak, herkese karşı entrika çevirecektir. Geniş topraklarındaki saraylarından birinde huzur içinde yaşamayı asla düşünmemiştir. Çevresi, saraylılar ve yağcılardan değil; dinlemeyi bildiği deneyimli komutan ve danışmanlardan oluşmuştur. Güçlü bir muhbir şebekesi kurmuştur. Frenklerle çarpışan diğer orduların aksine, onunki her zaman ihanete ve kendi aralarında kavga etmeye hazır çok sayıda özerk emirin komutası altında değildir. Bu orduda çok katı bir disiplin vardır ve en ufak bir hata acımasız bir şekilde cezalandırılmaktadır.
Sebat, iç zindelik, disiplin ve devlet olma duygusu; Zengi'nin sahip olduğu ama Arap dünyası yöneticilerinin dramatik bir şekilde yoksun oldukları niteliklerdir.
Atabey İmadüddin 1146 Haziran'ında Caber'i kuşatır. Kaledekiler direnir. Bir eylül gecesi, epey alkol aldıktan sonra çadırında bir gürültü duyar. Gözünü açınca, Yarankeş adındaki Frenk kökenli bir hadımının testisinden şarap içtiğini görür. Öfkeye kapılan atabey, onu yarın ağır bir şekilde cezalandıracağına yemin eder. Efendisinin dehşetinden korkuya kapılan Yarankeş, onun yeniden uyumasını bekler. Daha sonra gelip bıçakla defalarca vurur ve Caber'e kaçar. Orada onu armağanlara boğarlar.
Nureddin'in babasının ölümü tam bir kaos ortamı yaratmıştır. Eskiden çok disiplinli olan askerleri, denetlenmesi olanaksız bir yağmacılar sürüsüne dönüşmüştür. Hazinesi, silahları, hatta kişisel eşyaları bile göz açıp kapayıncaya kadar kaybolmuştur. Ordusu dağılmaya başlamıştır. Emirleri, birbiri ardına adamlarını toplayıp, birkaç kaleyi ele geçirmeye ve buradan olayların durdurulmasını beklemeye koyulmuşlardır. Şam'ın kurnaz emiri hemen harekete geçerek civardaki kent ve kasabaları ele geçirmeye çalışmış, Antakya hükümdarı Raymond, Halep sınırına kadar uzanan bir akın düzenlemiştir. Jocelin ise, Edessa'yı geri alabilmek için entrikalara girişmiştir.
İmadüddin Zengi tarafından kurulan güçlü devlet efsanesi sona ermişe benzemekteyse de tarih, yepyeni ve daha güçlü bir isme gebedir
 

Dut_agaci

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
7,219
Tepkime puanı
330
Puanları
0
Web sitesi
www.Menzil.Net
Mahmud Nureddin çocukluğundan beri teheccüdü (gece namazlarını) kaçırmaz. Ne kadar yorgun olursa olsun mutlaka kalkar, iki rekat olsun namaz kılar. Yine bir gece uzun uzun Kur'an-ı kerim okur, tadını duya duya namaz kılar. Sonra sağ elini yastık yapar, tatlı bir uykuya dalar...
Rüyasında Kainatın Efendisini görür, ona kızıl suratlı iki adam gösterir ve: "Yetiş Nureddin, beni bu adamlardan kurtar!" buyururlar.
Dehşetle uyanır... "Hayırdır inşallah" deyip tekrar yatar, yine aynı rüya. Yine yatar, bir daha...
Sabaha bekleyemeden veziri Cemaleddin'i bulur, akıl sorar. Veziri ilim ehlidir "rüyanda gördüğünün Efendimiz olduğundan şüphe yok" der, "zira şeytan Resulullah'ın şekline giremez. Korkarım Medine'de tatsız şeyler oluyor. Bana sorarsan hiç durmayalım, derhal Münevver Beldeye koşalım."
Yanlarına kartal bakışlı, kaplan pençeli beş on cengaver alır yola çıkarlar. "Şam nire, Hicaz nire" demez, gece gündüz at koştururlar. Tamı tamına onaltı günde Medine'ye ulaşırlar. (1162)

Herkes gelsin hediyesini alsın

Nureddin Zengi şehre girince valiyi çağırır ve "küçük büyük herkesi çağır" der, "Nezrim var, Medinelilere hediye dağıtacağım."
Halkı Mescid-i Nebevi'nin önünde toplar, hediyesini alanı evine uğurlar. Gelenleri tek tek gözden geçirir ama yok, yok, yok! Rüyasında gördüğü iki adamı bulamayınca valiyi kenara çekip sorar "gelmeyen kaldı mı?"
-Benim bildiğim kadarıyla kalmadı ama...
-Aması ne?
-İki garip misafirimiz var. Sabahlara kadar ibadet ediyorlar. Sanırım şimdi uyudular.
-Onları da getir hediyelerini alsınlar.
Vali "başüstüne" der ve iki derviş kılıklıyı peşine takar. Nureddin Zengi onları görür görmez tanır, vezirine göz kırpar. Hainleri deprenemeden yakalar, sorguya alırlar. Bunlar İspanya kralının casusları çıkar, akılları sıra tünel kazıp Efendimizin cesed-i şeriflerini kaçırmaya kalkışırlar. Zeminden çıkan toprağı gece karanlığında Cennet-ül Baki'ye (kabristana) boşaltırlar. Tam işleri bitmeli olmuştur ki, Nureddin Zengi ortaya çıkar.
Atabegimiz bu iki ********in kafasını vurmakla kalmaz, türbe-i şerifin etrafına derin hendekler kazdırır ve içine erimiş kurşun akıtır. İşte şimdi içi rahatlar.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Nureddin Zengi gerçekten büyük bir şahsiyettir..Bu konuda ve yerine geçen Selahattin Eyyubi konusunda bilimeyen gerçekler, , üstad Kadir Mısıroğlunun, ''Muhatasar islam Tarihi 2. ciltte bulunabilir..
 
Üst