Nasıl yazarlardı?

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Nazan Bekiroğlu
Nasıl yazarlardı?
"Bir şaheserin yaratılışı incelenmeye karşı direnen bir süreçtir" diyor E. H. Carr Dostoyevski (İletişim 2009) monografisinde. Zihinsel olarak, doğruluğu su götürmez bu hükmün. Lâkin yazmanın bir de göz ardı edilen fiziksel boyutu var. Ele, kaleme, mürekkebe ve kâğıda bakan en sade ve en zaruri yanı.
Yazılmış basılmış herhangi bir romanı el yazısıyla, olduğu gibi bir deftere geçirmek bile yeteri kadar yorucu ve bıktırıcı bir eylemken, kahramanların sadece isimlerinin alt alta dizilmesi dahi gayet yorucu bir işe dönüşebilecek o binlerce sayfalık romanlar defalarca gözden geçirilmiş yani defalarca yeniden yazılmışlardı. Gerçi Tolstoy'un sekreteri vardı. "Yazma teknolojisinin son nimeti" cümlesinden bir stenograf tutabilmişti Dostoyevski. Ama neticede onları yazar kılan süreçte yüklendikleri "yazma" eyleminin boyutu ürkütücü. Çünkü ellerinde zihinsel işleyişi görünür kılmaya yarayan malzeme olarak sadece hokkaya batırılıp çıkarılan bir kesik kalem, önlerinde kâğıtlar, bilemedin defterler vardı.
Kumarbaz yaklaşık 40.000 sözcükten oluşuyordu, Karamazoflar on katı. Bunca hurufatın sadece kâğıda geçirilmesi zaten başlı başına zahmetken. Ya tanzim? Takdim tehir? İptal ilâve? Uyurken dahi zihni rahat bırakmayan onca cümle, ritim, hayat ve kader?
Sezaryeni olmayan bir doğum gibi. Yavaş ve acılı. Ama bir o kadar da doğal.
O eski yazarlar el ile yazarlardı.
Üstelik elde kesintisiz yazan bir nesne olmaksızın. Kalemi ikide bir de mürekkebe batırmak için kâğıttan kaldırarak. Düşünce hızının gerisinde kalmamak için en seri olunması gereken yerde mürekkebin solmasıyla dağılarak. Sözcükler, kalemden bazen kolaylıkla akarak. Bazen tümüyle dili tutularak. Kimi zaman yazılan onlarca bölümün sonunu kesinlikle bilerek. Kimi zaman cümlenin yüklemini bile kestiremeyerek. Henüz ismi bile koyulmamış başkahramanın romana ne zaman gireceğini merak ederek. Ve onun isminin koyulduğu an'a ille de bir tanık göstermeyerek.
Bir yap-boz'un parçaları gibi, birbirleriyle ilişkisi şimdilik muğlâk yüzlerce sahneyi, ismi, cismi, ayrıntıyı, imgeyi, binlerce paragrafı, cümleyi, harfi, unutulmuş noktalamayı, ihlâl ve inkâr edilmiş grameri bir defterin üzerinde, bir zihnin çeperlerinde evirip çevirirken aralarındaki ilişkiyi kimi sezerek kimi kestiremeyerek. Bazen yazılacak asıl sahneye bir türlü sıra gelmeden. Bazen aynı anda iki sahneyi, iki sonucu, iki başlangıcı yazmaya kalkışıp ama bu hıza güç yetiremeyerek. Unutmakla bağlantılı azim bir telâşa düşerek. Akla geleni kâğıtla kalem arasındaki mesafede yitirip derin kuyulara devrilerek. Bazen de tümüyle ikiye bölünerek. Bir romanın yazıldığı defterin boşluklarını bir başka romanın notlarıyla tıka basa doldurarak.
Bazen hiç bitmeyecek hiç olmayacak zannederek. Bunca yazılmışı suya vermeye peşinen razı. Ufukta bir gövdenin göründüğünü, ışığın tan üzerinde belirdiğini ümit ederek ama bir türlü göremeyerek.
Ve neden sonra bir gün, bitiremeden öleceğinden korkarak. Aslında o gün tamamlanmış bir romanın o günden sonra emektarlığıyla yorularak.
Yangın önünden mal kaçırır gibi bir başından bir sonundan bir ortasından yazılan. Bir üst katmanından bir çerçevesinden, bir eyleminden bir imgesinden anlatılan.
Birbiri üzerine yığılmış onca kargacık burgacık yazıyı. Defterleri, sayfaları, kâğıtları. Cümle cümle, kelime kelime, harfbeharf gözden geçirerek. Kimini aynen bırakıp çoğunu değiştirerek. Bir o kadarını da tümüyle iptal ederek ... Yazılan o binlerce sayfa...
....burda sükût var şimdi....
İyi de, kes-yapıştır, ara-bul, değiştir, gruplandır, ekle-kaldır, renk ver, vurgula, indeks çıkar, fihrist yap... komutlarına alışık, kelimeler teknolojisinde kolaycı, biz şımarık zamane çocukları için ne kadar da yüksek duruyor bu dağ.
Bağışlayın lütfen, "Merak etmeden duramıyorum": Bilgisayar olmadan nasıl yazarlardı?


05 Aralık 2010, Pazar
 
Üst