Namaz serferberliğinin hikayesi

m-angel

Nam-ı diğer TÜRBEDAR
Katılım
20 Eyl 2007
Mesajlar
1,629
Tepkime puanı
260
Puanları
0
Yaş
55
2005 Haziran’ında bir akşam, oğlum Hasan Hüseyin’le haftalık sohbetimize yürüyerek gidiyorduk. Gideceğimiz yer yaklaşık bir kilometreydi. Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? isimli kitabımızın ilk yüz bin baskısı yapılmıştı. Elimdeki büyük çantanın içi kitap doluydu. Oğlum:
– Baba, ağırsa birlikte taşıyalım, dedi.
– Evet, oğlum tut ucundan, dedim. Öyle ağır ve büyük bir işe giriştik ki milyonlarca yardımcıya ihtiyacımız var.
– Bu kitapları birisine mi satacaksın, diye sordu.
– Hayır, oğlum. Derse gelenlere dağıtacağım, dedim.
Şaşırmıştı.
– Parasız mı?
– Evet.
– Ama çok fazla baba.
O gün öylesine mutlu, öylesine sevinçliydim ki neredeyse dünya benim olsa insanlara hediye edecektim.
– Oğlum dedim, ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.
Anlayamamıştı. Ne demek istediğimi sordu.
– Bak yavrum, bir milyon kitapla namaz seferberliği başlatıyoruz inşallah. İşte yıllardır hayal ettiğimiz gün geldi. Milyonlarca insan namaza başlayacak, namaz şuuru artacak; Türkiye’nin, belki dünyanın gündemine namaz gelecek. Rabbimiz bizi vesile kıldığı bu hizmeti kabul edip bizden razı olursa, sahip olduğumuz her şeyden daha hayırlı ve değerlidir.
Namaz seferberliğimiz 2005 Haziran’ında başladı. Neredeyse bütün şartlar olumsuzdu. Kitap dünyasında bulunanlar, yazın yapılacak bir kampanyanın başarılı olamayacağını söylüyorlardı. Fakat biz arkadaşlarımızla kararlıydık.
Bir sabah kahvaltılı toplantı yaptık. Şimdiye kadar neler yaptığımızı, bundan sonraki hedeflerimizi konuştuk. Okurlardan gelen müjdeli mektuplardan örnekler okuduk. Namazı kitap, kaset, CD, tiyatro, sinema filmi, şiir, resim, fotoğraf, dizi film, gazete, dergi haberleri, radyo-TV programlarıyla gündeme getirmek için önemli bir altyapıya ihtiyaç olduğunu düşündük. En son olarak şu sonuca vardık:
– Bu kampanyanın sahibi Allah’tır, şefaatçisi Resulüllah’tır (a.s.m.), himmetçisi evliyaullahtır, destekçisi bütün ehl-i imandır. Biz ise, sadece hamallığını yapacağız. Endişeye gerek yok, inşallah başaracağız.
Bu gerçeğe arkadaşlarımızla birlikte öylesine inanmıştık ki aksini asla düşünemiyorduk. Bize bu hizmeti ihsan eden, bu hedefi bahşeden, bu kararlılığı ikram eden Rabbimize kâinatın zerreleri adedince şükürler olsun. Yoksa O elimizden tutmasa, zerre kadar gücü olan bizler ne yapabiliriz ki…
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabının girişinde, “Namaz için nasıl bir durumda olursak olalım, yeni bir ubudiyet şuuruyla donanmak, yeni bir cehd ve gayret kılıcını kuşanmak, yeni bir tebliğ ve ikaz harekâtı başlatmak durumundayız” deniyordu.
İşte namaz seferberliği, 2002’deki bu temenninin üç yıl sonra da olsa gerçekleşmiş hâliydi. Hâlâ devam eden seferberlik sürecinde çok güzel hadiseler yaşadık, müjdelere şahit olduk ve yaşayıp şahit olmaya devam ediyoruz. Bu süreçte kim namazı dert edinmişse en az bizim kadar şevkle dolup taştı, bir kişiye namazı anlatmak için gece gündüz koşturdu durdu, hatta namaz hizmetleri rüyalarına girdi.
Moral FM’de program yapan ve kitabımızı bölüm bölüm iki kez programında okuyan İsmail Tongar, o günlerde bir rüya görmüştü. Bize şevk olması için anlattığı o rüyayı kendisinden dinleyelim:
– Bir gün sabah namazına kalkmak için kurduğum saat çalınca kapattım ve az sonra kalkarım diye gözüm kapalı bekliyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaydım. Bu esnada sizi gördüm. “Namaza saatle kalkılmaz ki” dediniz. Cebinizden bir kalem çıkardınız. “Bak benim bir kalemim var. Bununla herkesi namaza kaldırıyorum” diyerek, kalemin tepesine elinizle dokundunuz. O sırada öyle güçlü bir ses çıktı ki hemen gözlerimi açıp namaza koştum.
Tabiri içinde olan mübarek bir rüyaydı. Müjdeyle birlikte mesuliyet yüklüyordu. Çünkü başta kalem olmak üzere her vesileyle “herkesi namaza teşvik etmek” için canla başla çalışmamız gerekiyordu. Yazarlık hayatımda ele aldığım konuların başında namaz geliyordu. 1 Kasım 1984’te yayınlanan ilkyazımın başlığı “Sabah Namazı” idi. Sanki bu yazı, kitabımızın bir özeti gibiydi. Ondan sonra namaz, dua ve tesbihatla ilgili yüzlerce yazı yazdım.
İnsanların ve ülkenin gündeminde olan siyaset, ekonomi, magazin ve spor dünyası bizi çok az ilgilendiriyordu. Çünkü “Ömür sermayesi pek az ve lüzumlu, vazifeler pek çoktu. Herkes şu kısacık ömründe ebedî Cennet hayatını kazanmak veya kaybetmek imtihanıyla karşı karşıyaydı.”
Bu muhteşem ve müthiş imtihanı kazanmanın ilk şartı iman, ikincisi namazdı. Elbette önce iman gelirdi. Fakat inandığı halde ihmal, tembellik veya önemsememek yüzünden namazdan uzak olanları teşvik etmek gerekmez miydi?
Oysaki milyonlarca Müslüman ve milyarlarca insan, namaz gibi güzel, hoş ve tatlı bir ibadetten uzaktı. Ondan uzak olmanın bedeli ise çok ama çok ağırdı. Bunun için namaz üzerinde çok duruyorduk. Çünkü bu güzel ibadete haksızlık ettik. Onu önemsemedik, onu bodrumlara, merdiven altlarına mahkûm edip camileri de boş bıraktık. Naftalin kokulu seccadeleri, temiz alınlara ve gözyaşlarına hasret bıraktık. Oysa namaz, iki dünyamızı ışıklandıracak bir nur ve bizi sıkıntılardan kurtaracak bir nimetti.

Cemil Tokpınar
 

m-angel

Nam-ı diğer TÜRBEDAR
Katılım
20 Eyl 2007
Mesajlar
1,629
Tepkime puanı
260
Puanları
0
Yaş
55
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabı 2002 yılının Temmuz ayında yayınlandı. Çıktığı günden itibaren okuyuculardan gelen müjdelerin ardı arkası kesilmedi. Bana ulaşan müjdeler iki gruba ayrılıyordu:
Birincisi, kitabı okuyup namaza başlayan, sabah namazına kalkan, kıldığı halde daha da önemseyen insanların değişim müjdeleri.
İkincisi, kitaptan etkilenen ve beğenen insanların onu çevrelerine hediye etmek, hatta dağıtmak için en az bizim kadar çırpınmaları.
Okuyucularımızla birlikte bir gönül köprüsü oluşturmuş, bir kutlu hedefe doğru koşmaya başlamıştık. Kitabın çıktığı tarihten itibaren katıldığımız radyo, televizyon programlarında hep namazı gündeme getiriyor, insanları hem namaz kılmaya, hem de namazı anlatmaya çağırıyorduk. Hatta aile, gençlik, aşk üzerine verdiğim konferansların son on dakikasını namaza ayırıyor, namazla ilgili büyük bir seferberlik başlatacağımızı söylüyorduk.
İster tek kişiye konuşalım, ister bir kitleye hitap edelim, istisnasız tüm müminlerin ittifak ettiği cümle şuydu:
– Namaz için ne olursa yaparız.
Peki, niçin ille de namaz namaz diyordum?
Çünkü en iyimser ankete göre, ülkemizde namaz kılmayanlar yüzde 75’i, kılanlar yüzde 25’i oluşturuyordu. Kılanların da kimi pek önemsemiyor, aceleyle kılıyor, kimi kazaya bırakıyordu.
Hatta www.e-namaz.com isimli kendi web sitemizde bir anket yapmıştık. “Namaz kılıyor musunuz?” sorusuna, “Günde beş vakit vaktinde kılıyorum” diyenler yüzde 48, “Her gün kılıyorum, ama beş vakit değil” diyenler yüzde 30, “Sadece Cuma kılıyorum” cevabını verenler, yüzde 11, “Bayramdan bayrama kılıyorum” diyenler yüzde 3, hiç namaz kılmayanlar ise yüzde 7 çıkmıştı.
Sitemiz sadece namazla ilgili olduğu için normal olarak buraya namaza ilgi duyanlar giriyordu. Buna rağmen yüzde 52’lik bir kitle beş vakit namazını kılmıyordu. Hepsinden acısı, yüzde 7’lik bir kesim, yani yaklaşık beş milyon Müslüman “Hiç namaz kılmıyorum” diyordu.
Belki kılamadıkları için yürekleri yanıyordu, belki kılmak için can atıyorlardı. Ama önce niçin kılmaları gerektiğine onları ikna etmek, şevklendirmek, belki kolaylaştırmak lazımdı.
İkinci bir anketimizin sonuçları da yürek paralayıcıydı. Bu kez, “En çok hangi namazı kazaya bırakıyorsunuz?” sorusunu yöneltmiştik. Gelen cevaplara göre sabah namazı yüzde 70’le en çok kazaya bırakılan namazdı. Bunu yüzde 10’la yatsı namazı izlerken, ikindi yüzde 9, öğle yüzde 8 olmuştu. Akşam ise yüzde 3’le en az kazaya bırakılan namazdı.
Bütün bu sonuçlar namazın önemini bilenler için yürek yakıcı ve içler acısıydı. Çünkü Peygamberimizin (a.s.m.) ifadesiyle “dinin direği”, “müminin miracı”, “Cennetin anahtarı” olan namaz, ihmal ediliyor, önemsenmiyor, baştan savma kılınıyor, baş tacı edilmesi gerekirken her yerde ikinci, üçüncü sınıf muamelesi görüyordu.
Bu acı tablo milletçe yapacağımız gayretlerle değişebilirdi. Bize gelen her namaz müjdesi önce sevindiriyor, sonra derin bir acı bırakıyordu. “Namaza başladım” müjdeleri nasıl olur da yüreğe saplanan bir hançere dönüşürdü? Çünkü ulaşamadıklarımızın acısı, ulaştıklarımızın sevincini geçiyor, sevincimiz buruklaşıyor, gülen yüzümüze acı çöküyordu.
Bu sebeple Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabı yayınlandıktan bir yıl sonra hayalini kurduğumuz namaz seferberliğini başlatmalı, her gönüle ulaşmalı, her vasıtayla namazı anlatmalıydık.
2004’ün Temmuz’unda TV-5’te Senai Demirci’nin “Kahve Bahane” programına misafir olmuştuk. Bir buçuk saat namazı ve kitabı konuşmuştuk. Hem namazın önemini ve vazgeçilmezliğini, hem de kitabımızı okuyarak namaza başlayanların hikâyesini anlatıyordum. Program kitabın satışında tam bir patlamaya vesile olmuştu. Program çok beğenildiği için farklı tarihlerde on kez tekrarı yayınlanmıştı. Bir gün Senai Beye teşekkür ettim:
– Allah razı olsun, dedim. Programı izleyenlere büyük faydası oldu. Namaza başlayanlar var.
Senai Bey, her zamanki mütebessim ve esprili tavırlarıyla şöyle dedi:
– Başkalarını bilmem, ama ben çok faydasını gördüm. Hatta rüyamda beni de birkaç kez sabah namazına uyandırdın.
Kitap okundukça namazla ilgili müjdelerde de artma oluyordu. Tabiî ki her haber, içimizdeki namaz için büyük projeler yapma isteğini şahlandırıyordu.
Kamuoyunu hazırlamak için her fırsatı değerlendiriyorduk. İftar, sahur programları başta olmak üzere çeşitli vesilelerle misafir olduğumuz STV, Kanal-7, Dost TV, Hilâl TV, Mehtap TV, Kanal-A ve TV-5’te saatlerce namazı ve namaz seferberliğini konuştuk.
Tabiî ki bizim katıldığımız programların belirli bir izleyicisi vardı. Çok sık değişen yoğun gündem konuları arasında sesimiz kaybolup gidiyordu. Ancak namaz için yüreği yananlar feryadımızı duyuyor, bizimle aynı acıyı ve heyecanı yaşıyor, onlar da bir şeyler yapmak için kolları sıvıyordu.
 
Üst