Müslüman Aile mi, Seküler Aile mi?/Abdulkadir Turan

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Mısır’ın yirmi bir kızı… Sisi cuntasını protesto ettikleri için tutuklandı. Cunta yönetimi, tepkiler karşısında yaşı on sekizden küçük mücahidelerden yedisini beraat etti, diğer on dördünün cezasını ise bir yıla düşürdü ve onları tahliye etti. Şehide Esma’dan sonra bu yirmi bir mücahidenin İslam ve kadın konusunu yeniden gündeme getirmesi bekleniyor.

Cezayir’in Fransa’ya karşı kurtuluş savaşını dünyaya duyuran Frnatz Fanon, Batı’nın İslam dünyasını işgalde kadını müttefik edindiğini söylüyor. Fransızlar, Cezayir’i işgal günlerinde kendi yanlarında yoksulluktan dolayı çalışan hizmetli kadınları Cezayir kadını için model yapma yoluna gidiyorlar. O yoksul kadınlara “Çarşaftan Kurtulma Günü” diye bir etkinlik bile yaptırıyorlar; işten atılma korkusu içindeki kadınlar, bir gün kent ortasında toplu halde törenle çarşaflarını çıkarıyorlar.
Mısır’da Muhammed Mursi’nin görevde olduğu günlerde bu müttefik kuvvet öne sürüldü ve Tahrir Meydanı, Batı basını tarafından kadının İslam’dan kurtuluş meydanı gibi yansıtıldı. Bugün de kadın konusu, Batı tarafından adeta cuntayı savunma gerekçesi yapılıyor. Batı, Mısır’da sözde kadın haklarına sahip çıkmayı, kendi toplumu nezdinde Sisi cuntasına sahip çıkmanın insani gerekçesine büründürüyor.
12 Kasım 2013’te Mısır’ın resmi yayın organı konumundaki Ahram Gazetesi’ne açıklamada bulunan Reuters’in CEO’su bayan Monique Villa, Mısır’ın kadınlar için Arap dünyasının en kötü ülkesi olduğunu, kadınların yüzde doksan dokuzunun şiddet gördüğünü iddia ediyor. Ona göre Mısır’daki durum gaddarcadır. Mübarek’in görevden alındığı tarih kast edilerek “Ocak 2011 Devrimi Mısır’a kadın hakları konusunda ne sağladı?” sorusuna karşılık Reuters CEO’su “Mısır’da siyasal İslam’ın yükselişi laikliğe darbe vurdu. Kadın hakları alanındaki kazanımların çoğu kaybedildi. Kadınlar şu anda onur mücadelesi veriyorlar; şu anda Arap Baharı öncesinde sahip oldukları bazı hakları yeniden elde etmeye çalışıyorlar. Kadınların Arap Baharı’nın en çok kazananı olacağı umuduna karşılık en çok kaybeden kadınlar oldu. Kadınlar, Mübarek yönetimi altında çok daha iyi durumda idiler” diyor. Reuters yöneticisi, dikkatleri Tunus’a da yöneltmeye çalışıyor. Diktatör Habib Burgiba’nın Tunus kadınına eşit haklar tanıdığını söylüyor.
Mısır’da kadının modernleştirilmesi yeni bir konu değil. İki yüzyılı aşkındır Batı, Mısır kadınını çağdaşlaştırma adına bir proje yürütüyor. Sisi cuntasından önce Suudi finanslı Şarq’ul Evsat Gazetesi’nde Ataullah Muhaciri, şu satırlara yer veriyordu: “Hürriyet ve kanaat serbestliği konusunda başörtüsü mihenk taşıdır. Biz, Afganistan’da başörtüsü takmadığı için öldürülen, işkence edilen kadınlar biliyoruz. İran’daki kadınların durumu biliniyor. Mısır’da başörtüsüne karşı mücadelenin uzun bir tarihi vardır. 1924’te Hüda Şe’ravi başkanlığında kurulan Mısır Kadınlar Birliği, Mısır kadınının başörtüsünü çıkarması için cesur bir mücadele verdi. Bu yolda 1944’te Kahire’de Arap Kadınları Kongresi düzenlendi. O kongrede nice kadın, başörtüsüz yaşama hakkını savundu. Kadının “bütün kayıtlarından” ve başına konan örtüden kurtulmasını savundu. Kasım Emin, 1899’da “Kadının Serbestiyeti” adlı kitabı yayımladı ve “Kadının başını örtmesi İslam’dan değildir” dedi. Muhammed Tantavi de (El Ezher’in eski şeyhi) 2009’da nikab İslam’da farz değildir, adettendir, ibadetten değildir, dedi.”
Bugün Mısır’da işte bu zihniyet iktidarda. Bunların dünya görüşüyle CHP’li Nur Serter’in, İşçi Partili Doğu Perinçek’in dünya görüşü arasında bir fark yok.
Esma’nın şehadeti onların “kadını kurtarma” iddialarının yalan olduğuna dair bir şehadetti ve şimdi yirmi bir Müslüman kızın mücadelesi… Onlar, fiili olarak cunta rejiminin ve onun destekçisi Batılı rejimlerin yalan söylediğini ispatladılar. Batı medyası onları gözden kaçırmaya çalıştı ama cunta tepkilere boyun eğmek zorunda kaldı.
İslamî mücadelenin daha ilk noktasında bir kadın olarak Hz. Hatice annemiz vardır. Medine döneminde de Hz. Âişe annemiz ilmiyle, Hz. Fatıma örnek bir nesil yetiştirmekle daima ön plandaydılar. Ensar kadınları da hem anne hem mücahide idiler. Saadet Asrı’ndan sonra Müslüman kadın adeta hayatın dışında kaldı. Rabiat’ul Adeviyye gibi mutasavvufeler ve Eyyübilerin müderrise kadınları dışında kadınlar anılmaz oldu.
Miladi 20. yüzyılda Mısır’da Zeyneb Gazzali başta olmak üzere İslam Dünyasının dört bir yanında Müslüman kadın adını duyurdu. İslam’a hizmet etti. Ancak o büyük akım bir anda durdu ve Müslüman kadın yeniden hayatın dışında kaldı. O neslin ardından adını dünyaya duyuran bir tek Müslüman kadın yok.
Mısırlı yirmi bir mücahide, Müslüman kadının asla sömürgeci güçlere teslim olmayacağını, onların yalanlarına kanmayacağını bir daha kanıtladı.
İnşaAllah Mısırlı yirmi bir mücahidenin mücadelesi, İslam dünyasında kadını, Zeyneb Gazzali günlerinde kazandığı konuma yeniden çıkarır.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Müslüman Aile mi, Seküler Aile mi?


Sekülerlik, dışarıda nasıl anlaşılırsa anlaşılsın Türkiye’de “laiklik” olarak anlaşılıyor. Bu anlamda “Seküler devlet olur ama seküler aile olur mu?” sorusu daha ilk noktada sorulabilir.


Batı açısından, bu yersiz bir soru; İslam dünyası açısından ise kesinlikle yerinde bir soru. Batı, bugün neredeyse “seküler devlet”ten daha çok “seküler toplum”, “seküler aile” gibi kavramları kullanıyor.

Neden? Çünkü İslam dünyasında, devletler laiktir. Toplumlar ise değildir. Batı’da ise devletlerin önemli bir bölümü, resmiyette laik değildir ama toplumun önemli bir kesimi kendisini “seküler” olarak tanımlıyor.

İslam dünyasında, önce bir grup genç Batı’ya gitti, onlar sekülerlikle sadece bir fikir olarak ilgilendiler. Sonra -Türkiye özelinde- devlet, 1839’daki Tanzimat’la birlikte kısmen sekülerleşti. İttihat ve Terakki’nin 1908 İhtilali ile devlet, sekülerliğe daha da yaklaştı. Cumhuriyet’le birlikte ise sekülerlik devlet nizamı haline geldi.

Ancak, sekülerliğin en katı biçimi olan Fransız laikliğinin devlet nizamı haline geldiği ve o nizama uymayanın sert cezalara maruz kaldığı günlerde bile Türkiye’de Müslüman toplumunun sadece küçük bir kesimi seküler bir yaşam tarzını benimsedi. Görünüşte o yaşam tarzını benimsemiş olanlar da bulundukları resmi konumun baskısıyla sadece bir taklit içindeydiler. Hani Fransızların kurbağa çorbasını içip ardından gizlice istifra edenler misali onlar da evlerine döndüklerinde tören alanlarındaki veya resmi balolardaki davranışlarından utanır, kendilerine uymayan babaannelerine, anneannelerine geçmişte olduğundan daha çok saygı duyarlardı. Çoğu sokakta laik, evinde ise bir dindar gibi sıkı bir aile düzeni içinde yaşardı.

Devlet nizamları zamanla, topluma sirayet eder ve o nizamın ürünü olan bir toplum yetişir. Bugün, Türkiye, Mısır, Tunus gibi ülkelerde Müslüman toplum içinde “Biz, laik bir aileyiz” diyen, öyle olduğuna inanan ve inandığı gibi yaşamaya çalışan ciddi bir kitle oluştu.

Buna karşı ise resmi tutuma, eğitim sisteminin bütün yönlendirme, fikren şekillendirme çabalarına rağmen kendisini koruyan ve “Biz Müslüman bir aileyiz” diyen bir ezici çoğunluk söz konusudur. Onlar, Müslüman kimliğini öylesine benimsemiş ki… “Coğrafyam kimliğimdir; burası İslam, ben de Müslümanım” dercesine bu yönde bir kimlik beyanında bulunmayı dahi abes sayar.

Bu ezici çoğunluk en azından “Biz, laik bir aileyiz” diyenler kadar beyanında ve inancında samimidir. Ama söz konusu olan amel (pratik) olduğunda durum ne yazık ki değişiyor. İnancın resmi ile pratiğin resmi uyuşmayabiliyor.

Daha önce bu sayfada konu edildiği üzere dünya bugün bir “gizli sekülerleşme” gerçeğiyle yüz yüzedir. Gizli sekülerleşme, dindar kişilerin farkında olmadan hatta sekülerizme karşı çıka çıka sekülerleşmesini ifade ediyor. Kişi, şuurlu bir Müslümandır, İslamî bir hayat yaşamayı kendisi için amaç edinmiş ama pratiği seküler birinin pratiğine doğru yol alıyor.

Gizli sekülerleşmenin belki en çok fark edildiği alan ailedir. Daha önce “Yoksa saklı seküler miyim?” sorusu sormuştuk. Bu kez “Yoksa biz seküler bir aileye mi dönüştük?” sorusunu sormamızda yarar vardır.

NEDİR SEKÜLER AİLE?

Sekülerlik yani laiklik, hep politik bir tutum değildir. Bir aile, her tür siyasi tercihin tamamen dışında kendisini “seküler” olarak tarif edebilir ya da böyle bir tarif yapmasa da böyle bir kimlik beyanında bulunmasa da gerçekte seküler aile sınıfında olabilir.
Burada esas olan pratiktir. Seküler aile pratiğine, “seküler ahlak” hâkimdir. Ailenin nikâh töreni, düğünü, düğünden sonra kurduğu ev ortamı, o evde çevreyle kurulan ilişki dinden tamamen uzaklaşmıştır, İslam’dan tamamen bağımsızdır.

Nasıl bir nikâh töreni?


Nasıl bir düğün?


Nasıl bir ev ortamı?


Dostlarla nasıl bir aile ilişkisi?

Sorularının cevabı seküler bir aile tarafından Kur’an-ı Kerim’de, Resulullah’ın Sünnetinde, İslam toplumunun bilinen pratiğinde aranmaz. Onlar, ölçü kabul edilmez. Bir “Yaşam Rehberi” olarak bilinmez.

İslam âlemindeki sekülerizmin “Yaşam Rehberi”, Batı’daki seküler pratiktir. Buradaki sekülerler, oraya bakar, onlar nasıl yaşıyorsa kendileri de onu taklit eder. Evliliğe onlar gibi hazırlanır, onlar gibi nikâh töreni ve düğün yapar, evini onlar gibi düzenler, onlar gibi aile dostları edinir, onların dostları ile ilişkileri gibi dost ilişkileri geliştirir.

Bir bakıma Paris’teki, Londra’daki, Washington’daki bir aile pratiği buraya taşınır. Aile ilişkilerinin sürdürülmesinde yine orası esas alınır.

Aile ne üzerinde ayakta kalacak? Sevgi mi deniyor? Bu durumda Washington’daki bir aile, sevgiden ne anlıyorsa kendileri de sevgiden onu anlamaya çalışıyor. O anlamdaki sevgi bittiğinde Washington’daki, nasıl boşanıyorsa kendileri de öyle bir boşanma süreci yaşıyor. Washington’daki kadın veya erkek boşandıktan sonra nasıl bir yaşam sürüyorsa kendileri de öyle yaşamak istiyor ve imkânı varsa öyle yaşıyor.

Onların hayatında İslam, belki içinde İslam’a ait terimlerin bulunduğu, belki de bulunmadığı bir yemek duasıdır ya da değildir ama ölürken İslamî bir cenaze törenidir. Bu kitlenin çoğu, dünyada iken Batı’daki gibi olmaya; ahirette ise Müslüman olmaya niyetlenmiş. Onlar gibi yaşamış ama ahiretinin onlar gibi olmasını istememiş.

NEDİR MÜSLÜMAN AİLE?

İslam’a inanmış ve şu veya bu mezhep pratiğinde, şu veya bu camianın gerçeğinde İslam’ı yaşamaya çalışan, ölçü olarak Kur’an’ı, Resulullah’ın Sünnetini ve İslam toplumunun kendi mezhep ve camiasına uygun düşen pratiğini kabul eden ailedir.
Bu ailenin İslamî anlamda eksiği olabilir, sorunları olabilir ama kesinlikle iskeleti İslamîdir.

Müslüman aile için,


Nasıl bir nikâh töreni?


Nasıl bir düğün?


Nasıl bir ev ortamı?

Dostlarla nasıl bir aile ilişkisi?


Sorularının cevabını Kur’an’da, Resulullah’ın Sünnetinde ve İslam toplumunun pratiğinde arar. Bazen bu pratik “gelenek” adını da almış olabilir. Bunun ilk noktada önemi varsa da pratikte farkı yoktur. Bir âlimin ailesi, “Biz, Kur’an, Sünnet ve falan âlimin yolu üzerinde yaşıyoruz” derken sıradan bir Anadolu insanı, “Geleneğimiz şunu gerektirir” diyebilir ve ikisinin yaşadıkları birebir aynı olabilir. Burada ilim düzeyi farklı olsa da şuur düzeyi değişse de pratik aynıdır.

İslam’ın bir gelenek olarak benimsenmiş olması, iddia edilenin aksine yüzde yüz olumsuz bir durum değildir. Aksine biz geleneği “bir tutumu özümseme” yönüyle alırsak İslam’ın gelenek olmuş olması bir kazanım olarak da kabul edilebilir. Bazen gelenek diye benimseyen, şuurla benimsediğini söyleyenden de daha iyi yaşayabilir.

Burada önemli olan “Yaşam Rehberi” tercihinin doğurduğu sonuçtur. Sorgulama da bu sonuca göre yapılacaktır.

Sekülerizmin toplum zemininde kazandığı mevzi, hepimiz için şu soruyu kendimize sormamızı zorunlu kılıyor: “Biz, Müslüman bir aile miyiz? Yoksa Seküler bir aile miyiz? Seküler bir aile değilsek gizlice sekülerleşiyor muyuz?”

Evliliğe niyetlenirken Müslüman, nişan sürecini yaşarken Müslüman ama nişanı bozma bahanesi ararken “seküler bahaneler”…Ya da evlenirken Müslüman, evliliği sürdürürken Müslüman… Ama bir sorun yaşadığında o soruna çözüm ararken seküler…

Bugün yaşanan çelişki budur ve ne yazık ki bu tehlikeli bir çelişkidir. Zira aile, hassas bir kurumdur, çok sorun kaldırır, çok çözüm bulur ama “Yaşam Rehberi” konusunda çok çelişki kaldırmaz. Böyle bir çelişki çatışmaya, bozulmaya, dağılmaya yol açar.

BATI’DA SEKÜLER AİLENİN DURUMU


Ailenin sekülerleşmesi, ailenin tükenmesidir. Seküler aile, çocuk doğurmayı yük bildiğinden önce nüfus olarak küçülür, sonra ayrılır ve nihayet dağılır. Türkiye gerçeğinde, üç kuşak bir araya gelen seküler bir ailenin nüfusu altı-yedi kişiyi geçmeyebiliyor. Oysa geçmişte aynı ailenin, bu süreci yaşamadan önce, üç kuşağı belki otuz kişiyi bulabiliyordu.

Bu, korkunç bir tükeniştir. Sadece böyle bir tespit bile felaketin fotoğrafını ortaya koyuyor. Bunun için bu tür ailelerin yaşadığı semtlere gidip bir süre dolaşmak bile oralarda nasıl bir yaşlanmanın yaşandığını kavramak için yeterlidir: Çocuk parklarında bile sadece yaşlılar var. Ama en doğrusu sosyoloji bölümünde tahsil gören öğrencilerinin ailede sekülerleşme başladıktan sonra yaşanan dağılma ve nüfus kaybını bilimsel olarak incelemesidir.

Gerçek ifade edilecekse, İslam dünyasında seküler aileler aslında kendileri için bir yaşam tarzı üretmiyorlar. Batı’da üretilen bir yaşamı sadece tercih ediyorlar. Üstelik bu çoklar arası bir tercih değil, zorunlu bir tek tercihtir. Batı yaşar, onlar da alır, taklit eder. Bu nasıl bir sonuç doğurur, onu da düşünmezler. Onlar, o tür bir yaşam tarzına teslim olmuş. O yaşam tarzını kendisi için “Yaşam Rehberi” edinmiş, ona uygun yaşıyorlar.

Dolayısıyla onların tercihinin nasıl bir sonuç doğuracağını Batı’daki araştırmalar üzerinden tahmin etmek yanlış değildir.

Ve işte Batı’daki korkunç tablo:


İslam âleminde, biz “babasız çocuklar” derken babaları katledilmiş, genç yaşta vefat etmiş ya da zindanlara atılmış çocukları kast ediyoruz. Hâlbuki Amerika ve İngiltere gibi Batı ülkelerinde “babasız çocuklar” ifadesiyle boşanmalar yüzünden babasından uzak kalmış çocuklar kastediliyor. Bu kategorideki çocukların sayısı o kadar büyük ki Amerikan kurumları duruma dikkat çekmek için “Babasız Amerika” kavramını kullanıyorlar.

Yine biz İslam âleminde “yalnız anneler” derken kocası şehid edilmiş, genç yaşta vefat etmiş ya da zindanlara atılmış; bu yüzden çocuklarına kendisi bakmak zorunda kalmış anneleri kastediyoruz, hâlbuki Batı’da gittikçe yaygınlaşan “single mother” kavramıyla boşanmalar yüzünden çocuklarına kendisi bakmak zorunda kalan anneler kastediliyor. Bu ve “tek ebeveynler” anlamında “single parents” kavramıyla, boşanmalar yüzünden bölünmüş/parçalanmış ailelere dikkat çekiliyor.

Bu konudaki istatistikleri duyunca insanın Ebu Kubeys Tepesi’ne çıkan yüce Peygamber (S.A.V.) gibi “Ey insanlar, sizi cehennem ateşi bekliyor ” diyesi geliyor.

1901’den 1970’e kadar Amerika’nın sekülerleşmesi sürecinde boşanma oranları yüzde yedi yüz artmış. 1970’ten 1992’ye, ABD’de Hıristiyanlaşma üzerinden bir tedbir alınmış ama buna rağmen yüzde iki yüz yetmiş dokuzluk bir boşanma oranı artışı var. Aynı süreçte babasından ayrı yaşayan çocukların sayısı ise yüzde üç yüz elli iki artmış.

Ve son durum:

2011 yılı verilerine göre Amerika’da çocuk sahibi her üç kadından biri erkeğinden ayrı yaşıyor. O kadınlar, “tek anne” sınıfında, çocukları “babasız çocuk”lar arasında ve kocaları çocuğuyla bir arada yaşamayan “mağdur babalar” içinde…
Sekülerleşme tercihi, öylesine bir tercih değil, bir yıkım tercihidir, bir tükenme, bir intihar tercihidir. Batı, zoraki bir süreçle sekülerleşti, İslam dünyasına ise sekülerliği Müslümanları tüketmek için ithal etti.

Bugün neticelere bakan ürküyor. Bu neticeler bizim yarınımızın fotoğrafını gösteriyor. Ama birbirimizi dünyevi sonuçlarla ürkütmek anlamlı değildir.

Esas olan, yüce Allah’ın emridir. Aileyi dağıtmak, aileyi dağıtacak bir sürece girmek Allah’ın emirlerine karşı isyandır. O’na isyan edip de kazanan yoktur. Bugün kazanıyor görünüyorsa yarın kesinlikle kaybedecektir.

Durum bu kadar açıkken Müslümanın, hele Müslüman kadının seküler ailelere özenmesi, onların mutlu olduğu zannına sürüklenmesi bir felakettir.

Müslümanlar, bugün hangi mücadeleleri kazanırlarsa kazansınlar eğer kendilerini bu felaketten korumazlarsa ilerlemek, yükselmek, geleceğin hâkimi olmak mümkün olmaz.

Sekülerleşme; kadını kocasız, çocukları babasız, babaları çocuksuz bırakıyor. Bunlardan oluşan bir toplumda mutluluk sadece bir yalandır.

Müslüman kadın, bu gerçeği bilirse “seküler bir mutluluğa” doğru yol almaya çalışmaz.

BATI’DAKİ İSTATİSTİKLER İÇİN KAYNAKLAR:
1. http://www.lifesitenews.com/news/sk...essness-having-devastating-effects-on-childre
2. http://www.dailymail.co.uk/news/art...-parent-households-decreases-1-2-million.html
3. http://national.deseretnews.com/art...d-of-children-now-live-without-their-dad.html
4. http://singleparents.about.com/od/legalissues/p/portrait.htm
5. http://www.tparents.org/library/unification/talks/colvin/secular.htm
6. http://www.washingtontimes.com/news...pear-from-households-across-america/?page=all
 
Üst