Muhafazakâr Düşünce Dergisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Toplumsal Hafıza

toplumsal_hafiza.jpg


Takdim...

Toplumsal Hafıza…

Beşerî gerçeklik insanın yaşadığı, toplumsal dönüşümü sağladığı ve hatırla*dığı bir bütündür. Beşerî gerçekliğin sonucu ortak bir tarih oluşumudur. Bu gerçeklik toplumsal hafızanın güçlü ve güvenilir olmasıyla bağlantılıdır.
Muhafazakâr düşünceye göre toplum, onu oluşturan bireylerden fazla ve onların üstünde yaşayan bir varlıktır. Aynı zamanda toplum sadece bugünü ve görüneni değil; geçmişi, geleceği, görüneni ve görünmeyeni de içeren sü*rekli bir ortaklıktır.
Hafıza birey için ne kadar önemli ve ne kadar varoluşsal ise toplumlar için de o kadar önemlidir. Çünkü toplum, bireylerin toplamından daha büyük ve daha geniş bir gerçekliktir. Bu nedenle toplumsal hafıza titizlikle korunması, sürekli ayakta ve diri kalması gereken toplum için varoluşsal önemde bir de*ğer ifade eder. Hafızasını kaybeden kimliğini, kimliğini kaybeden de varlığını kaybetmiş sayılır.
Muhafazakâr düşünce devrimlere karşıdır; karşı-devrime bile karşıdır. Çünkü muhafazakâr düşünce için her tür ani kopuş ve ayrılış acıtıcıdır. Deği*şim doğal ve tedricî olmalıdır. Radikal kopuşlar ve altüst oluşlar toplum için zararlıdır. İşte bu yüzden devrimler zararlıdır ve sadece bugünü ve geleceği değil, geçmişi de kırıp dökmüş, toplumsal hafıza üzerinde sarsıcı ve silici et*kiler doğurmuştur.
Esasında bütün devrimler her şeyi sıfırlama üzerine kurulmuştur. Devrim kendisinden öncesini “devr-i sabık” (ancient regime) olarak yaftalar ve lanet*ler. O döneme ait ne varsa silmeye çalışır. Toplumsal hafızayı bir “tabula rasa” (boş levha) olarak yeni baştan yaratmak ister. Acımasızca ve insafsızca müda*hale eder hafızalara. Her devrim, bir büyük silme operasyonunu da kendi içinde barındırır.
Modernleşme ve onun ürünleri olarak devrimler ve ulus-devlet inşası sü*reçleri, toplumsal hafıza üzerinde –en hafif tabirle- yıpratıcı olmuştur. Doğal yollardan oluşması ve gelenekle beslenmesi gereken toplumsal hafıza, ulus-devletler tarafından siyaseten müdahaleye uğramıştır. Özellikle devrimle ku*rulmuş ulus-devletlerde, tamamen doğal olması gereken hatırlayış ve unutuş süreçleri, yer yer vandalizme varan dramatik ve trajik müdahalelere maruz kalmıştır. Bu tür ülkelerde, yeni bir “şimdi” kurma adına bütün bir geçmişe savaş açılmış ve toplum hafızasız bırakılmıştır.
Türkiye de bu süreci yaşamış talihsiz ülkeler kategorisine dâhil edilebilir. Tek parti döneminde yapılan "devrimler" aslında son tahlilde kültürel dev*rimlerdir ve doğrudan doğruya toplumsal hafızayı hedef almışlardır. Seküler ve ulusal bir hafıza yaratmak uğruna topyekûn bir tarih, siyaseten yeniden kurgulanmış ve toplumun hafızası bu "yeni tarih" ile şekillendirilmek isten*miştir. Eskiye ve geleneğe dair ne varsa ya silinmiş ya kazınmış ya da bastı*rılmıştır.
Tek parti döneminde "modernleşme" adına yapılanlar felsefi zemin olarak Jakoben bir temelden kaynaklanıyordu. Osmanlının sonundan itibaren iki modernleşme tarzı mücadele halindeydi. Prens Sabahattin’in ve sonralarda da Karabekir’in önerdiği, devrim yerine evrimi esas alan Anglo-Sakson modern*leşme modeli maalesef iktidar imkânı bulamamıştı. Sonuçta, önce İttihatçılar daha sonra da Kemalistler tepeden inmeci ve devrimci Jakoben modernleşme tarzını uyguladılar.
1950’den itibaren bastırılmış ya da unutturulmaya çalışılmış toplumsal ha*fızaya ait kültürel unsurlar yeniden gün yüzüne çıktı. Bu bağlamda toplumsal hafıza da yeniden kendini tamir etmeye, unuttuklarını hatırlamaya başladı. Her ne kadar on yılda bir yapılan darbeler ile topluma ve doğal olarak hafı*zaya müdahale edilse de özellikle son zamanlarda toplumsal hafıza sivil, öz*gür ve özel yollardan yeniden inşa ediliyor. Devletin unutturmaya çalıştıkları yeniden kamuoyunun gündemine girmeye başlıyor. Özellikle mikro tarih ça*lışmaları, sözel tarih çalışmaları ve sayısı her gün artan anı kitapları, devletin dışında ve devlete rağmen, toplumsal hafızanın yeniden oluşması yönündeki önemli adımlar olarak öne çıkıyor. Örneğin geçen yılın sonlarında Onur Öymen’in sebep olduğu bir tartışmanın sonucunda Dersim olaylarıyla ilgili yüzlerce anı aniden ortaya dökülüverdi. Devletin bütün bastırmasına rağmen toplumun olup bitenleri unutmadığı, bir yerlere sakladığı ve özgür ortam*larda ortaya döktüğü anlaşıldı.
Toplumsal hafıza bağlamında Türkiye’deki gelişmeleri Esra Özyürek’in şu satırları son derece özetleyici niteliktedir: “Türkiye’de toplumun hafızası yok diyenlerin inadına son yıllarda daha önce hiç olmadığı kadar anı kitabı ardı ardına yayımlanıyor. Daha çıkar çıkmaz da en çok satan kitap raflarında ve korsan kitap tezgâhlarında yerlerini alıyorlar. İlk defa hobi olarak Osmanlıca kursları açılıyor. Önceleri ‘ağır’ ve ‘alaturka’ bulunup evlerden atılan mobil*yalar, eskicilerden ve müzayedelerden kucak dolusu para verilerek eve geri getiriliyor. 20’li yaşlardaki insanlar dedeleri ve ninelerine nereden geldiklerini soruyor, onların gençlik resimlerini duvarlarına asıyorlar. Geçmişe ait bilgileri şekillendiren toplumsal hafıza tükenmek bilmeyen bir hevesle yeni hatıralar yazıyor, eskilerini siliyor.”
Özetle, genel olarak modernizmin ve özel olarak da ulus-devletin tahak*kümü zayıfladıkça toplumsal hafızanın da daha sivil ve doğal yollardan, gayr-i resmi olarak yeniden oluştuğuna şahit oluyoruz. Toplum hafızasına yeniden kavuşuyor. Toplum kendisine biçilen konfeksiyon elbiseyi yırtıp atıyor; kendi elbisesini kendisi dikiyor; devletin kurduğu evden çıkıp kendi evine dönüyor. Bu bağlamda, Türkiye’de son zamanlarda toplumsal hafızayı yeniden kurma ve doğru ve sivil bilgilerle tahkim adına önemli çalışmalar yapılıyor. Kaliteli ve güçlü yazılardan oluşan Muhafazakâr Düşünce’nin bu sayısı da bu çerçe*vede önemli bir katkı olarak görülmelidir.
Bilindiği gibi muhafazakâr düşünce, Fransız Devrimi’ni insanlık tarihi açı*sından son derece yıkıcı sonuçları olan talihsiz bir gelişme olarak kabul eder. Bu devrimin yıkıcılığı sadece Fransa ile sınırlı kalmamış tüm dünyayı etkisi altına almıştır. O yüzden, onu övenlerin tersine, Fransız Devrimi her dönem tenkit edilip zararları tasrih edilmelidir. İşte Fatih Duman toplumsal hafıza ve aydınlanma bağlamında Fransız Devrimi’ni yeni bir okumaya tabi tutup ten*kit etmektedir: “Aydınlanma’nın çocukları olan Devrimcilerin yeni bir ‘insan’ ve ‘toplum’ yaratmak için savundukları argümanlar ve uygulamaya koyduk*ları radikal değişiklikler, gerçekte organik bir gelişimin ürünü olan toplumun hafızasını mekanik bir tavırla yeni baştan inşa etme arzunu yansıtmaktadır. Muhafazakârlara göre, ‘toplumsal hafıza’nın taşıyıcılığını yapan ‘ara kurum*lar’ı tasfiye eden Fransız Devrimi ve sonrasında gerçekleşen Devrimlerin zo*runlu sonucu, özgürlük alanlarını daha çok kısıtlayan ‘kapsayıcı bir devlet’ ya da bir tür ‘totaliter devlet’tir.”
Toplumsal hafıza, kültür ve kimlikle çok yakından ilişkili bir kavramdır. Kültürel olanın gittikçe siyasallaştığı küresel bir dönemde, toplumsal hafıza bağlamında kültür-kimlik tartışmalarının derinlemesine irdelenmesi gereki*yor. Ulus-devletlerin zayıflamasıyla onların dayattığı tekçi ve homojen “top*lumsal hafıza” kavramı yerine “toplumsal hafızalar” ortaya çıkmaya başladı. Özgür Erden’in yazısı bu eksen üzerinde ilerliyor ve farklı bir siyaset biçimi*nin geliştirilmesini öneriyor. Erden’e göre, eğer her grup ve kimliğe ait birbi*rinden farklı toplumsal hafıza(lar), demokratik ve katılımcı bir siyaset zemi*ninde kamusal müzakerenin temel tartışma konusu haline gelirse bir kimliğin sağlıklı oluşmasında önemli bir ilerleme kaydedilebilir. Böyle bir şey, her şey*den önce bugüne kadar uygulana gelen “unutma siyaseti”nin dışında farklı bir siyaset biçimi geliştirmekle mümkündür.
Totaliter rejimler modernleşmenin bir ürünü olarak 20. yüzyılı bir dehşet yüzyılına çevirmişlerdir. Totaliter felsefe en geniş uygulama imkânını 20. asırda bulmuş olmakla birlikte kökeni Platon’a kadar uzatılır. Bu sayımızda Halis Çetin bu zor işi hakkıyla yapıyor ve totaliter liderlerin “soylu” yalanla*rını deşifre ediyor: “Totaliter liderler soylu amaç ilân ettikleri mutlak ve üstün devlet inşasını bu devlete uygun insanlar yaratmak ve bu insanları soylu ya*lanlarla düzenlemek için kullanmışlardır… Hepsinin de amacı ortaktır; yeni bir siyasal sistem için “tabula rasa” yapmak ve toplumsal hafızada eskiye dair ne varsa ya yok etmek ya da her türlü yöntemi ve aracı kullanarak onu değiş*tirmek.”
Muhafazakâr düşünce her türlü kurucu-akıl operasyonlarına, toplumsal mühendislik tasarımlarına karşıdır. Modernleşme ve ulus-devlet süreçlerinde ise bu eleştirilenler yoğun olarak siyasal ve sosyal alanda görülmüştür. Baran Dural’ın her açıdan yetkin makalesi, modernitenin Çifte Devrimler Çağı ile beraber tüm dünyaya yaydığı, “Devlet/ ulus-devlet/ millet/ milliyetçilik/ ben-öteki” kavramlarını, yeni bir yapıbozumu girişimiyle derinlemesine irdeliyor.
Burak Gümüş, ortak bir kimlik oluşturma yöntemi olarak kullanılan ve ta*rihsel gerçeklik ile hafızanın farkını ortaya koyan “kollektif bellek” kavramı üzerinden “hatıralar savaşı” ve “karşı hafıza” üzerinde yoğunlaşıyor. Gümüş ayrıca, grupların kendi kimliklerinden emin olma durumlarına ve başka gruplarla ilişkilerinin düzenlenmesine yardımcı olan kültürel hafıza kavra*mını, belirli şahıslar, olaylar, tarih ve mekânlara odaklanan anma törenleri üzerinden irdeliyor.
Pozitivizmin ağır etkisi altında kurulan Cumhuriyet’in birinci ütopyası “yeni bir toplum” yaratmaktı. İlyas Söğütlü’nün vurguladığı gibi, Pozitivizme göre aklın ve bilimin rehberliğinde hazırlanacak projelerle azgelişmiş ülkele*rin Batı düzeyine erişmesi pekâlâ mümkündür. Bunun ön koşulu ise zihinleri gelenek ve dinin etkisinden kurtarmak ve her şeyi boş bir levha (tabula rasa) üzerinde yeniden başlatmaktır. İlham kaynağını bu pozitivist tezden alan Cumhuriyet modernleşmesinde öncelik, geçmişin unutturulması ve yeni bir bireysel ve toplumsal hafızanın oluşturulmasına verilmiştir.
Yahya Kemal, Ahmet Cevdet Paşa’dan sonra Türkiye muhafazakârlığının en önemli fikri temsilcisidir. Yahya Kemal, geçmişin ve nostaljinin romantik şairi olarak anılır, ancak muhafazakâr fikriyata katkısı üzerinde pek duran olmamıştır. Cemal Fedayi derinlikli yazısıyla ihmal edilen bu konuda önemli bir irdelemede bulunuyor. Yahya Kemal’in fikriyatını, modernleşme ve top*lumsal hafıza kavramları bağlamında ve teorik bir çerçevede analiz ediyor.
Fedayi’nin yazısının sonundaki Huntington’dan yapmış olduğu alıntı Tür*kiye ve Rusya gibi kültürel açıdan “bölünmüş ülkeler”in hal-i pürmelalini pek ustaca özetliyor: “Toplumların kültürlerini kökten yeniden şekillendirecekle*rini düşünecek kadar kibirle dolup taşan siyasî liderler başarısız olmaya mah*kumdur. Batı kültürünün bazı unsurlarını toplumlarına sunabilirlerse de, kendi yerli kültürlerinin çekirdek öğele*rini ortadan kaldırmaya ya da müte*madiyen bastırmaya güçleri yetmez. (…) Siyasî liderler tarih yapabilirler ama tarihten de ka*çamazlar. Batılı toplumlar yaratamayıp, bölünmüş ülkeler üre*tirler. Kendi ülkelerine kültürel bir şizofreniyi yayarlar ve bu şizofreni de onla*rın tanımlayıcı olan ve devamlı*lık arz eden özelliği hâline gelir.”
Tek parti döneminin kültürel devrimleri sadece Müslüman unsurlar üze*rinde değil gayr-i müslim unsurlar üzerinde de tahripkâr etkiler bırakmıştır. Kültürümüzün gayr-i müslim üyeleri de düzleştirici ve silici operasyonlardan nasiplerini almışlardır. Örneğin, günümüzde, kültürel hafızamızda Rum ve Ermeni mirasından pek bir şey kaldığı söylenemez. Çokkültürlülüğe açık Os*manlı döneminden Cumhuriyet’e geçilirken yapılan devrimlerle çokkültür-lülüğe dair ne varsa silinip süpürülmüştür. Kerem Karaosmanoğlu, hafıza ile kimlik arasındaki ilişkiyi, sayıları artık bugün birkaç bin ile ifade edilebilecek İstanbul Rumları bağlamında inceliyor: “Her şeye rağmen İstan*bul’da yaşayan yeni kuşak Rum gençleri, Rum olmak, Türk olmak ve genel olarak kimlik meselesi hakkında bize alternatif bir perspektif sunabilir.”
Bu sayımızın derkenar bölümünde iki önemli makale bulunuyor. Özellikle Cennet Uslu’nun derin ve titiz bir çalışmanın ürünü olan makalesi için şimdi*den “kült makaleler arasına girecek bir çalışmadır” diyebiliriz. Hume’un ada*let ve ahlak anlayışının yeterince ve doğru bir şekilde bilinmediğinden yola çıkan Uslu, sağlam bilgiler ve derinlikli yorumlar eşliğinde Hume’un adalet anlayışını irdeliyor. Uslu’nun şu tespitleri dikkat çekicidir: “Adalet insan do*ğasının özellikleri ile insanın yeryüzünde içinde bulunduğu durumun bir so*nucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden adalet yer ve zaman fark etmeksizin tüm insan toplumlarında aynı ilkelerin bulunması anlamında ‘evrensel’ ve keyfi ve rastgele olmaması bakımından ‘objektif’tir.”
Türkiye’de “dindar sağ” anlaşılmak ve analiz edilmek yerine çoğunlukla “gerici” olarak yaftalanmış ve paketlenmiştir. Onu gerici ilan etmekle bertaraf ettiklerini sanan “merkezî elitler” dindar sağın yeni temsilcilerini karşılarında daha gelişmiş, daha eğitimli ve kentli olarak görünce şaşırıyorlar… Muhafa*zakârlık üzerine yapmış olduğu yetkin çalışmalarla tanınan Ahmet Helvacı, “dindar sağ”ın temel paradigmalarını tespit ve anlama adına önemli bir ça*lışma sunuyor. Bu yazının derinlikli tartışmalara kaynak teşkil edeceğini ve yeni tartışmaları tetikleyeceğini umuyoruz.
Toplumsal hafıza edebiyat ve bilim dünyası alanında da ne yazık ki güçlü bir kalıcılık sağlayamamıştır. Çıkarılan süreli yayınlar bir gelenek oluşturma sürecini yakalayamamış, sadece sınırlı sayıda dergi hayatını günümüze kadar sürdürebilmiştir. Kısa süreli çıkan yayınların edebi ve bilimsel öneminin bü*yüklüğünü konu dışı tutarak şunu söylenebiliriz ki, geleneği olan ve uzun yıllar hayatını devam ettirmeyi başarabilen yayınlar toplumsal hafızayı güç*lendirmenin ana unsuru olabilmektedirler. Bu doğrultuda Adem Efe, son sa*yımızda Türkiye’nin ilk sosyoloji dergisi olan Ulûm-ı İctimâiyye ve İktisâdiyye Mecmuası’nı tanıtıyor. İki küsur yıllık ya*yım hayatıyla Türk sosyoloji ve iktisat tarihine damgasını vuran bu derginin tanıtımı yapıldıktan sonra derginin ‘Mu*kaddime ve Programı’ günümüz sosyologlarının istifadesine sunuluyor.
Toplumsal hafızayı kaliteli ve dopdolu bir şekilde inceleyen bu sayımızda sizlere iyi okumalar diler, gelecek sayımızın “nostalji” konusunu işleyeceğini tüm okurlarımıza hatırlatırız.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
"Muhafazakâr Düşünce" Dergisi "Değerler" Özel Sayısı




Son yıllarda hem ülkemiz de hem de uluslararası entelektüel dünyada de*ğerlerle ilgili çalışmalara ilgi giderek artmıştır. Çağımızın “hoşgörü”, “öteki”, “savaş”, “barış, “özgürlük” gibi temel problemlerini göz önüne alır*sak “Değerler”in bu yükselişi tesadüfü olmasa gerek. Aydınlanmayla bir*likte başlayan “değerler”in değersizleştirilmesi anlayışı, hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak beklenmedik olumsuz sonuçlar doğurdu. Aydın*lanmanın “akıl”ın güvencesinde kurmaya çalıştığı modern toplum, temel değer olarak meşrulaştırdığı “bilim”i, bütün değerlerin mihenk taşı olarak görüp sanattan dine kadar bütün alanları bu mihenk taşının sıkıdenetimine tabi tuttu. Bu meşrulaştırmanın aracı ve atölyesi de modern eğitim sistemi oldu. Bugün bunun sıkıntılarını her alanda derinden hissetmekteyiz. De*ğerlerin boşa çıkartılması yalnızca felsefede derin krizlere yol açmakla kal*madı, toplumda da telafisi pek de kolay olmayacak sonuçlara yol açtı. Değer kavramı “Nasıl bir dünyada yaşamalıyız?” sorusuyla doğrudan ilgilidir. Bugün bu soruyu sormanın zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir.


Muhafazakâr Düşünce Dergisi değerlerle ilgili çalışmalara katkı yapmak amacıyla bu sayısında konuyu geniş bir alanda tartışmaya açmıştır.

Sadık Türker “Malumat – Bilgi Ayrımı ve Bilginin Teşhisi” başlıklı ma*kalesinde malumat (information) ve bilgi (knowledge) arasındaki ayrımı fel*sefi bir açıdan ele almakta ve bilginin epistemik karakterine dikkat çekmek*tedir. Malumatın salt hafızanın (hatırlamanın) konusu olduğunu fakat bilgi*nin bunun ilerisinde şu özelliklere sahip olduğunu tartışmaktadır; yanlışla*yıcı ya da doğrulayıcı olma, şüphe içerme, soru sorma ya da sorun oluş*turma, kavramsal ayrım ya da kavramsallaştırma yapma, herhangi bir ma*lumatı bilgiye dönüştürecek biçimde yeniden ifade etme.

Hakan Gündoğdu “Evrimci Etiğin Sorunları ve Antony Flew” başlıklı makalesinde Antony Flew’in evrimci etiğe ilişkin eleştirel değerlendirmeleri üzerinde durmaktadır. Makalede ele alınan bazı temel sorular şunlardır: Ev*rimci etik Doğalcı/Tabiatçı Yanlış’a düşüyor mu?, Mutlak bir ilerlemeci ge*lişme yasası gerçekten var mı?, Böyle bir yasa gerçekten var olsa bile o insa*nın ahlaki özgürlüğüyle çelişmez mi? İlerleme yasası, ahlaki iyi için bir ölçüt verebilir mi?, “Doğa yasası”, “en uyumlu olanın hayatta kalması”, “doğal seçilim” gibi ifadeler yanlış mı anlaşılıyor? Sadece hayatta kalmak ahlaken tek başına istenebilir bir şey midir? Aygün Akyol “İslam Ahlak Felsefesinde Değerler Eğitimi” başlıklı makalesinde İslam filozofu İbn Miskeveyh açısın*dan değer eğitiminin özellikle aile bağlamında önemi üzerinde durmaktadır. Fikri Gül “Bir Değer Olarak İnsan Hakları ve İnsan Hakları Bilincinin Gelişi*minde Demokrasinin Rolü” adlı makalesinde insan hakları bilincinin gelişme*sinin demokrasi bilincinin gelişmesiyle paralel olduğunu ele almaktadır.

Ömer Faik Anlı “Bilim Sosyolojisi Bağlamında Bilimin Dışsal Belirleyen*leri Olarak Değerler” başlıklı makalesinde Robert Merton’un ve Paul Feye*rabend’in sosyal bir fenomen olarak bilimsel bilgiye ve bilime felsefi-sosyo*lojik yaklaşımlarını incelemektedir. Anlı, Merton’un, bilim ethosu’nda te*mellenen bilimin özerkliğinin, özgür toplum ve ilerleme için anahtar ko*numda olduğu görüşüne karşı Feyerabend’ın çoğulcu, özgür toplumun, ge*leneklerden ve ideolojilerden korunduğu gibi bilim tarafından çok fazla et*kilenmekten de korunması gerektiği görüşünü tartışır.

Nazmi Avcı “Hilmi Ziya Ülken’de Muhafazakârlığın Temeli: Bilgi ve De*ğer” başlıklı makalesinde Hilmi Ziya Ülken’in muhafazakârlık tiplemesinde Yunus Emre’yi nasıl bir örnek insan olarak gördüğü incelenmektedir. Yunus Emre’nin “hoşgörü meziyetli değer” anlayışı, onun dinlerde ortak olanı, in*saniyi bulup görünüşü ve gösterişi aşmasını ve evrensel bir kişilik olmasını sağladığı ayrıca, dini, değerlerle bütünleştirerek insanlık ve doğruluk olarak yaşadığı ele alınmaktadır.

Murat Satıcı “Modernleşme-Değerler Sorunu ve Sinemamıza Yansıması” başlıklı makalesinde Türkiye’de modernleşmenin algılanış tarzının toplum*sal, kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan yeni modern değerler ile geleneksel eski değerler arasında bir çatışma alanı doğurduğunu ileri sürülmekte ve bu çatışmanın Türk sinemasındaki örneklerini ele almaktadır. Vefa Taşdelen “Varoluşun Anlamı Sorunu” makalesinde insanın en temel sorusunun felsefi anlamda varoluşumuzun anlamı sorusu olduğunu ele almakta ve bu soruya verilen cevapları geniş bir bağlamda tartışmaktadır. Sorunun hâlihazır bir ce*vabının olmadığını, aslında bu cevabı bulma serüveninin benliğimizi oluş*turması bakımından önemli olduğunu ileri sürmektedir.



Muhafazakâr Düşünce Dergisi’nin Değerler sayısına makaleleriyle katkı veren kıymetli yazarlara ve derginin hazırlanmasında büyük emeklerinden ötürü S.Ertan Tağman’a teşekkür ediyoruz.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Muhafazakâr Düşünce Dergisi


Muhafazakâr Düşünce

Tanımlanmasındaki çeşitliliğe ek olarak farklı boyutlarıyla siyasal, kültürel alanın önemli gündem maddelerinden olan muhafazakârlık bugüne kadar çok farklı platformlarda, farklı açılardan değerlendirildi. Ortaya çıkışı ve devamı açısından Avrupa örneklerinden farklı olan Türkiye’de Muhafazakârlık ço*ğunlukla farklı düşüncelerin etkisiyle şekillenme, farklı isimler ve eserler ile siyaset ve kültür dünyasında yer bulmaktadır. Muhafazakâr Düşünce Dergisi olarak biz de 10. Yılımızda Türkiye’de Muhafazakârlığa dair literatürü toparlamış olmak gayesiyle muhafazakârlık olgusunu düşünürler üzerinden ele almaya gayret ettik. Böyle bir gayretin birçok zorluğu içinde barındırmakta olduğunun farkında olarak başladık çalışmalarımıza. Çünkü Türkiye’de Muhafazakâr Düşünceyi etkileyen isim*ler başlığıyla ele alacağımız düşünürler çok boyutlu ve şimdiye kadar pek çok çalışmaya konu olmuş isimlerdi. Bizler bu isimleri muhafazakâr pence*reden inceleyecektik ve bu da okuyucularımızı söz konusu isimleri muhafa*zakâr olarak nitelendirdiğimiz gibi yanlış bir düşünceye sevkedebilirdi. Bu süreçte Cemil Meriç’in “izm’ler düşünce dünyamıza vurulmuş prangalar*dır” sözü sürekli hatırımıza geldi. Odaklandığımız isimlerin hiçbirini kendi*sini tanımladığından farklı bir kategoriye indirgemeden ama piyasada dola*şan fikirlerinin de etkilediği kültürel atmosferi tanımlamak gerektiğinden dolayı ciddi beyin fırtınaları yaptık arkadaşlarımızla birlikte. Bahsettiğimiz fikir mesaisi neticesinde belirlediğimiz 26 düşünür üzerin*den Türkiye’de Muhafazakâr düşünceyi etkileyen düşünürleri incelemeye başlıyoruz ve önümüzdeki 2 sayı boyunca incelemeye devam edeceğiz. Bu sayıda ilk 8 isimle karşınızdayız. Bu çalışmada Sabri Fehmi Ülgener, Yahya Kemal, Said Halim Paşa, Fatma Aliye, Tarık Buğra, Nurettin Topçu, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ve Ziya Gökalp isimlerini ele alıyoruz. Murat Yılmaz tarafından incelenen Sabri Ülgener Osmanlı Devleti’nin son yıllarına tanıklık etmiş, ailesi nedeniyle hem Batılı hem de geleneksel değerlere vakıf olacağı bir eğitim süreci yaşayan ve Türk Düşünce tarihinin önemli isimlerinden biridir. Ahlâk, zihniyet ve İslâm iktisat siyaseti sorun*larıyla yakından ilgilenen Ülgener eserlerinde toplumsal dönüşüm ve ikti*sadi gelişme sürecinde maddi unsurların yanı sıra manevi-kültürel unsurla*rın rolüne vurgu yapmıştır. Ülgener’in çalışmaları manevi değerleri vurgu*layan boyutuyla bugünlere de ışık tutmaktadır. Ülgener'e göre iktisadî ge*lişme, her yerde ve her toplumda iktisadî olmayan, dinî, estetik, kültürel ve sosyal değerler gibi unsurlarla ilişkilidir. Dünyada ve 1960'dan sonra da Türkiye'de yaygınlaşan izmler, ideolojiler ve sistemler tartışmasıyla yakın*dan ilgilenen Ülgener Türkiye’deki muhafazakârlığa iktisat ve ahlak gibi alanlarda yaptığı çalışmalarla etki etmiştir. Fatih Yalçın tarafından Modern Bir Muhafazakâr başlığıyla ele alınan Yahya Kemal muhafazakâr düşüncenin en önemli temsilcilerinden biridir. Ercan Yıldırım tarafından özel hissiyatında İslâm, kamusal yaşamda seküler; fikriyatta iddialı, yaşamında kariyerist, benliğinde mücahit, varoluşunda uyumlu biri olarak tanımlanan Yahya Kemal eskinin, geleneğin yok sayıl*dığı, topyekûn bir bütün olarak reddi mirasa uğradığı bir dönemde fikri ve edebi referansını gelenekten alam bir çizgide hareket etmiştir. Zamanı sü*rekli devam eden bir bütün olarak kabul eden Yahya Kemal’in düşünce dünyasında, geçmişten bugüne kalan iyi, güzel ve doğruların toplamını ifade eden “gelenek”, kurucu bir değere sahiptir. Yalçın’a göre Yahya Kemal Kemal özgüven kaybına uğramış bir kitleye fetih günlerini, köklerini hatır*latma ve radikal kopuşlar yaşanan bir modernleşmeye içeriden, tarih ile bağ kurma misyonu üstlenmiştir. Burke’ün Fransız devrimcilerine yaptığı uya*rıyı Yahya Kemal Türk devrimcilerine yapmıştır. Cevat Özyurt tarafından ele alınan Said Halim Paşa muhafazakâr-re*formcu İslamcılığın oluşumu teması altında incelenmiştir. İslamcı düşünce*nin önemli isimlerinden olan ve batılılaşma meselesine bir problem olarak bakan Said Halim İslam’ın hayatın her anını kuşatan kurallarının yeni bir düzen inşası için elzem görmektedir. Özyurt’ a göre Said Halim Paşa toplu*mun İslâm medeniyetine bağlı kalarak ve Batı medeniyetinden faydalanarak tekâmülünün (modernleşmesinin) mümkün olduğu tezini savunmakla, Tür*kiye’de Genç Osmanlılarla başlayan “muhafazakâr reformcu” düşüncenin önemli halkalarından biri haline gelişmiştir. Muhafazakâr Müslüman bir portre çerçevesinde Firdevs Yumuşak tarafın*dan ele alınan Fatma Aliye Türkiye’de muhafazakârlığa önemli etki*leri olmuş bir isimdir. Fatma Aliye Hanım gerek toplumsal etkinlikleriyle ge*rek yazdıklarıyla özellikle kadınların eğitilmesi ve aydınlatılması için uğraş vermiş, edebiyat, sosyoloji, eğitim, kadın çalışmaları alanındaki çalışmala*rıyla Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecinde öne çıkan isimlerdendir. Eserlerinde kadını merkeze alan ancak Avrupa merkezli feminist akımdan da uzak olan Fatma Aliye’nin bu duruşu Firdevs Canbaz Yumuşak tarafın*dan muhafazakâr Müslüman bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Aileyi çok önemli bir noktada konumlandıran Fatma Aliye bu tutumuyla da muha*fazakâr pozisyonunu devam ettirmektedir. Hüseyin Çil tarafından incelenen Tarık Buğra Türk Edebiyatındaki yeri kadar Türkiye’deki muhafazakâr düşünce içindeki yeriyle de önemli dü*şünce adamlarından birisidir. Çil, çalışmasında Buğra’nın romanlarına mu*hafazakâr düşüncenin ne şekilde ve ne ölçüde yansıdığını ortaya koymaya çalışmaktadır. Çil’e göre toplumsallaşma sürecinde Cumhuriyet’in izlerini taşıyan bir yazar olarak Buğra, romanlarında güç kaybeden bir zihin dünya*sının tepkilerinden çok halin içinde yaşayan ama geleneksel yaklaşımlar sergileyen bir portre çizmektedir. Mahmut Akın ve Ertuğrul Meşe tarafından ele alınan Nurettin Topçu muhafazakârlığa/muhafazakârlara eleştirel bakışıyla ele alınmıştır. Anadolu ruhunun köklerinden beslenen bir Rönesans peşinde olan Topçu, 20. Yüzyıl Türk düşünce tarihinin önemli isimlerindendir. Çok yönlü bir entelektüel olan Topçu’nun muhafazakârlık kalıbına sokulması zor olsa da Türkiye’deki muhafazakârlara adeta hocalık yaptığı söylenebilir. Muhafazakâr kesimin kendi köklerinden yeterince beslenemediğini ve yaşanan değişimler karşı*sında inançta, düşüncede ve pratikte tam anlamıyla bir ahlak erozyonuna tâbi olduğunu da ısrarla vurgulayan Topçu aynı kesimin bu köksüzleşmenin ve erozyonun başından itibaren sorumlusu olduğunu da söylemekten çe*kinmemiştir. Muhafazakâr dünyanın içinde bulunan kültürel, iktisadî, si*yasî ve ahlakî çelişkileri göstermesi açısından Topçu bu sayımızda önemli bir noktayı temsil etmektedir. Ufuk Özcan tarafından kaleme alınan İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu gerek yaşamı gerekse eserleri itibariyle oldukça ilgi çekici bir şahsiyettir. Os*manlı’nın son dönemine -gerek II. Abdülhamid gerekse II. Meşrutiyet dö*nemine- ve Cumhuriyetin hem Tek Partili hem de Çok Partili yıllarına ta*nıklık etmiş Baltacıoğlu pedagoji, felsefe, psikoloji, kültür-sanat ve sosyoloji alanlarında çalışmalar yapmıştır. Özcan’a göre Baltacıoğlu’nun bilimsel ve sanatsal faaliyetlerini Türkiye’nin modernleşme pratikleri çerçevesinde ele aldığımızda, geleneksel ile modern olan arasında bir denge kurmaktan çok, modernlik lehine geleneği dönüştürme çabası içinde olduğu sonucuna ula*şılabilir. Türkiye’de modernleşme/Batılılaşma çabalarının “gelenek” ile bağ*daştırılmasına kendine özgü bir yöntemle çaba göstermiştir. Yönteminin esasında eklektik/sentezci bir bakış açısı yer alan ve bundan dolayı birbirin*den farklı seçmeci okumalar onu oldukça farklı yerlerde konumlandırabil*mektedir. Ahmet Faruk Kılıç tarafından oldukça iddialı bir şekilde özgün bir muha*fazakâr olarak nitelenen Ziya Gökalp Türk Siyasal hayatının önemli figürle*rindendir. Sosyolog kimliği, siyasal kimliği, milliyetçi ideolojiye etkileri onu farklı alanların inceleme konusu haline getirmiştir. Kılıç, toplum anlayışının temelinde “kültür” kavramı olan Gökalp’in sırf bu kültür vurgusu nedeniyle bile muhafazakâr olarak nitelenebileceğini belirtmektedir. Gökalp’in top*lumu; bir hiyerarşi içinde işleyen, değerler armonisi olarak gördüğünü be*lirten Kılıç bu fikrin de ” muhafazakâr Gökalp’in” yapıtaşlarından olduğunu belirtmektedir. Muhafazakâr Düşünceyi etkileyen düşünürleri gelecek sayımızda incelemeye devam edeceğiz. Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…


Serhat Buhari Baytekin haberdar etti...

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
"Muhafazakâr Düşünce" Dergisinde





Geçen sayımızla başladığımız “Türkiye’de Muhafazakâr Düşünceyi Etkile*yen İsimler” dosya konusuna bu sayıda devam ediyoruz. Öncelikle, gerek yüzyüze tebriklerini ileten gerekse, telefonla, maille bizlere ulaşan tüm Mu*hafazakâr Düşünce Dergisi okurlarına gösterdikleri yoğun ilgiden dolayı te*şekkür ediyoruz. 37. sayımıza sizlerden gelen olumlu tepkiler, tarihe not dü*şen arşivlik bir sayı hazırlama konusunda motivasyonumuzu artırdı ve biz*lere yaptığımız işin önemini tekrar hatırlattı.
Bu sayıda Said-i Nursî, Sezai Karakoç, Samiha Ayverdi, Halide Edip Adıvar, Fuat Köprülü ve Mustafa Şekip Tunç isimleriyle devam ediyoruz yolculuğumuza…
Ahmet Yıldız tarafından “İslamın Muhafazakâr Görünümünden Muha*fazakârlığın İslami Bakiyesine Bediüzzaman, Nurculuk Ve Muhafazakârlık” başlığıyla incelenen Said-i Nursî Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminin öne çıkan dini figürlerindendir. Yıldız, Said-i Nursi’yi Muhafazakârlığın ya*kınında ve uzağında olmak üzere iki farklı cepheden de okumanın mümkün olduğunu iddia etmektedir. Ancak dine yaptığı vurgu, alfabe değişikliği, medreselerin kaldırılması, ders kitaplarında ve diğer tüm kamusal ortam ve araçlarda İslam’ın iman esaslarına savaş açılmasına karşı süreklilik vurgusu içinde mücadele etmesi, değişimi sürekliliğin aracı olarak telakki eden mu*hafazakâr tutuma yakın bir duruşun ifadesidir. Said-i Nursi’nin ferdiyeti önemsemekle birlikte, “zamanın cemaat zamanı olduğunu” belirtmesi, fer*din dahi olmasının bile bu durumu değiştirmeyeceği şeklindeki görüşleri de muhafazakâr çizgi ile uyumludur.
M. İnanç Özekmekçi ve Ayşegül Komşuoğlu tarafından ele alınan Sa*miha Ayverdi “Geçmişi Hatırlayarak Hatırlatma” başlığı ile incelenmekte*dir. Ayverdi’nin eserlerinde, Türkiye muhafazakârlığının gelenek, tarih, bi*rey, toplum, aile, eğitim, din ve devlet olarak özetlenebilecek temel yazın alanlarının tümünde, yaşadığı dönemde gerçekleşen hızlı değişime bir alter*natif gösterdiği görülmektedir. Gökhan Çetinsaya; Samiha Ayverdi’nin temsilcilerinden olduğunu söylediği muhafazakâr ekolün ortak özelliklerini “Tanzimat ve Batılılaşma karşıtlığı, Abdülhamit taraftarlığı ve ittihatçı düş*manlığı, tasavvuf bağlılığı ve sevgisi, komünizm, siyonizm ve masonluk karşıtlığı” olarak özetlemektedir. Ayverdi’nin Osmanlı-Türk motiflerine da*yanan ve farklı bir modernite uygulaması öneren yazıları muhafazakâr du*ruşlarına seçkin bir kök arayan birçok farklı isme esin kaynağı olmuştur.
Sezai Karakoç’u ikinci yeni şairleri arasındaki yeri ile birlikte değerlendi*ren çalışmasında Olgun Gündüz, Karakoç’u geleneğin yeni formlar içinde güncele taşınması ve takip edilmesi açısından önemli bir imkân olarak ta*nımlamaktadır. Gündüz’e göre Sezai Karakoç, şiirini gelenek üzerinden inşa etmiş, İkinci Yeni içinde, şiirinin biçim özelliklerinde değişikliğe gitse de gelenekle tematik bağını sürdürmüştür. Karakoç şiirinin merkezinde yer alan diriliş teması her koşulda bireyi ve toplumu salâhata erdirecek bir gü*cün varlığını kendi geleneği içinde bulabileceğine işaret etmesi bakımından önem taşımaktadır.
Fuat Köprülü’nün Muhafazakâr Ulusal Tarih Tezi Kurgusu” başlığıyla Yalın Alpay tarafından ele alınan Fuat Köprülü, eserleriyle Türk Milliyetçili*ğinde önemli bir yere sahiptir. Alpay’a göre Köprülü’nün Türklerin Batı’nın çizdiği uygarlık yaratamayan, sorundan başka bir şey üretemeyen bir top*lum olduğuna karşı çıkışı ise devrimci radikal Batıcı Kemalist tarih tezinden farklı bir şekilde evrimci muhafazakâr bir tarih tezi aracılığıyla olmuştur. Köprülü Orta Asya ile İran ve daha sonra da İran ile Anadolu arasında ulu*sal Türk kültürünün bozulmadan muhafaza edilerek transfer olduğunu savlamaktadır. Alpay’a göre Köprülü’nün muhafazakârlığı, yalnızca Ziya Gökalp’in medeniyet-hars ayrımı bağlamında, onun bu ikiliden hars’ı muha*faza etmeye çalışması olarak kalmadı. Köprülü, bu harsı, yani kültürü, bu*günden, yani modern çağdan bakarak geçmişte yeniden kurmuştu. Böylece Köprülü’nün muhafazakârlığındaki önemli noktalardan biri, Doğu’yu, Batı yöntemleriyle yeniden yapılandırması olmuştur.
Yakup Yıldız tarafından ele alınan Mustafa Şekip Tunç Cumhuriyet mo*dernliği açısından Bergson felsefesini yaratıcı ve özgün bir kaynak olarak görmekte ve bu felsefenin temel kavramlarını siyasallaştırmaktan ziyade “bir kültür görüşü” olarak Türk modernliği ile uzlaştırmaya çalışmaktadır. Tunç, Türkiye’de muhafazakâr düşüncenin teorik çerçevesini belirleyen dü*şünürlerden biri olmasına rağmen, 1950’li yılların ortalarına kadar kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlamaktan özellikle kaçınır; her şeyi toptan de*ğiştirmeyi hedefleyen devrimcilikten uzaklaşır, geçmişi bütünüyle benim*semek gerektiğini savunan salt gelenekçi tutumu eleştirerek muhafazakârlı*ğın bu türünden kendisini ayrıştırır. Bu iki yaklaşım dışında onun tercihi “şuurlu bir muhafazakârlık”tır.Bu kavramsallaştırma devrimcilik ve anane*cilik dışında, kontrollü, gelişmeye açık bir düşüncedir. Tunç bu kavramla kendisini Tek Parti yönetiminin tek tipçi tutumu ve sadece geçmişte yaşayan ananecilerden ayrıştırdığı gibi muhafazakâr bir tutumla ortaya çıkan “şuur*suz” dini reaksiyonların tehlikesine işaret eder.

Mehtap Tanar tarafından “Kültür- Medeniyet İkilemi Üzerinden Halide Edip’in Düşüncesinde Muhafazakârlık” başlığıyla ele alınan Halide Edip Adıvar Cumhuriyet tarihinin önemli kadın aktivistlerindendir. Tanar’a göre olan Halide Edip’in yaptığı çalışmalar da kültür- medeniyet ikilemi ekse*ninde olmuştur. Batılı tarzda aldığı eğitim ve yetiştiği geleneksel Osmanlı ailesinin Halide Edip’in düşüncesindeki ikiliğin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca yakın arkadaşı Ziya Gökalp’in bu konudaki düşünceleri de Halide Edip’i oldukça etkilemiştir. Halide Edip, yazdığı romanlar ya da yaptığı diğer çalışmalarda, bir taraftan bilimsel yönden modernleşmeyi sa*vunurken diğer taraftan sosyo-kültürel özün muhafaza edilmesi gerektiğini belirtir. Halide Edip, Türk düşünce tarihinde muhafazakâr, Batıcı, liberal, Türkçü, İslamcı, feminist, mandacı gibi çeşitli sıfatlarla tanımlansa ya da çok çeşitli düşünce akımının içinde gösterilse de bunlardan herhangi birinin içine tam olarak oturtmak mümkün değildir ancak muhafazakâr olarak ni*telendirmek de yanlış bir tespit olmayacaktır.





Bu Sayıda
1Muhafazakâr Düşünce’den

Muhafazakâr Düşünceyi Etkileyen Düşünürler Üzerine II
5 Ahmet YILDIZ – İslam’ın Muhafazakâr Görünümünden Muhafazakârlığın İslami Bakiyesine Bedîüzzaman, Nurculuk ve Muhafazakârlık
35 M. İnanç ÖZEKMEKÇİ – Ayşegül KOMŞUOĞLU – Geçmişi Hatırlayarak Hatırlatma: Samiha Ayverdi
53 Olgun GÜNDÜZ – İkinci Yeni Şiiri İçinde Geleneği Sürdüren Şair: Sezai Karakoç
83 Yalın ALPAY – Fuat Köprülü’nün Muhafazakâr Ulusal Tarih Tezi Kurgusu
127 Yakup YILDIZ – Mustafa Şekip Tunç’un Türk Muhafazakâr Düşüncesine Etkisi
161 Mehtap TANAR –Kültür Medeniyet İkilemi Üzerinden Halide Edip’in Düşüncesinde Muhafazakârlık
Derkenar
181 Hakan KÖNİ – İshak TORUN – Muhafazakârlık Olgusu ve Amerika-Türkiye Örneklerinde Dini Muhafazakârlık
211 Sevgi ÇALIŞIR ZENCİ – Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretiminde Karşılaşılan Sorunlar
219 İngilizce Özetler (Abstracts)
 
Üst