Miraç Hadisesi

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com


MİRAÇ HADİSESİ
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hicret'ten bir buçuk sene evvel Receb-i şerif ayının 27. gecesinde Kâbe-i Muazzama'nın Hatîm kısmında yatarken Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve göğsünü yardı. Kalbini Zemzem-i şerif suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.
Bulundukları yere Burak adında bir binek getirildi. Üzerine binerek Cebrâil Aleyhisselâm'ın refakatinde yola çıktılar. İlk anda Kudüs-ü şerif'e vardılar. Mescid-i Aksâ'da bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın ervâhına imam olup namaz kıldırdı.
Mirâc-ı şerif hadisesi Kur'an-ı kerim'de şöyle anlatılmaktadır:
"Kulunu (Muhammed'i) gecenin bir anında Mescid-i Haram'dan alıp civarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir." (İsrâ: 1)
Mescid-i Aksâ ile Mescid-i Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için Kudüs'teki mescide "Mescid-i Aksâ" denilmiştir.
O Mescid-i Aksâ ki, Allah-u Teâlâ çevresini din ve dünya bereketleriyle bereketlendirmiştir. Çünkü Musa Aleyhisselâm'dan İsa Aleyhisselâm'a kadar vahyin iniş yeri ve peygamberlerin ibadetgâhı olmuş, hem de nehirler ve ağaçlarla, meyvelerle donanmış idi. Bu defa da Miraç şerefi ile bereketli kılındı.
"Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık." (İsrâ: 1)
Bu bir esrâr-ı ilâhî'dir. Allah-u Teâlâ yalnız ve yalnız onu seçti, onu çekti ve ona gösterdi. Ona gösterdiğini kimseye göstermediği gibi, mukarreb meleklerden olan Cebrail Aleyhisselâm'a dahi vâkıf ettirmedi. Bu şeref ile ondan başka hiç kimseyi müşerref etmedi.
Ey Vehhâbîler! Sizin aynanız ters döndüğü için idrakten âcizsiniz. Aynanızın ters dönmesi, Allah-u Teâlâ'nın kalbinizi çevirmesinden ötürüdür. Bunca hakikatler karşısında hidayete eremeyişiniz; kalbinizin mühürlendiğini, vicdanınızın sükut ettiğini gösteriyor.
Oysa onu yaratan, onu yaşatan; onu sevmiş, seçmiş, kendisine çekmiş, âlemlerde hiç kimseye vermediğini ona lütfetmiş. Amma senin nefsin bir türlü bunu hazmedemedi!

Resulullah Aleyhisselâm bu gece göklerin ve yerin melekûtundan haberdar oldu ve Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azametini gösteren âyet ve alâmetleri, harikulâde halleri gördü.
O kendisi Allah-u Teâlâ'nın âyetlerinden en büyük bir âyettir. Bu şekilde miraç, Muhammed Aleyhisselâm'a âyet göstermekten daha çok, onun kendisini bir âyet olarak kâinata göstermek olmuştur.
"Şüphesiz ki Allah işiten ve görendir." (İsrâ: 1)
Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah-u Teâlâ, kulunun gizli ve açık bütün hallerini hakiki mânâda görür, yaptıklarından haberdar olur. Bunun içindir ki bu makamı ona tahsis etmiş ve ona bu şekilde ikram ve ihsanda bulunmuştur.
Âyet-i kerime'de geçen "İnnehû" zamiri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz için kullanılırsa, mânâsı: "Gerçekten sözümüzü işiten ve zâtımızı gören yalnız o kuldur." demek olur.
İsrâ gece yolculuğu, Miraç ise yükseğe çıkmak ve yükselme vasıtası demektir. Bu yolculuk, gecenin bir anında cereyan ettiği ve Resulullah Aleyhisselâm bu gece semâlara yükseldiği için bu büyük mucizeye "İsrâ ve Miraç" adı verilmiştir. Siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?

Daha sonra gökyüzüne bir Miraç uzatıldı. Cebrâil Aleyhisselâm ile ona binerek yedi kat göklerden geçtiler, bir çok ilâhî tecellîlerle karşılaştılar. Semâ tabakalarında bulunan Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı ile görüştüler. Cebrâil Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın biricik Hâbib-i Ekrem'ini alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderatı yazan kalemlerin cızırtısını duyuyordu.
Daha sonra karşılarına "Sidre-i müntehâ" sahası açıldı. Sidre, gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar büyük bir ağaçtır. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek hiç kimseye yol verilmemiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu makamda Cebrâil Aleyhisselâm'ı aslî suretinde gördü. Daha önce kendisine peygamberlik geldiği sırada ufku kaplayan altıyüz kanadını açmış olduğu halde bir defa daha görmüştü.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki, onu başka bir defa daha, Sidre-i müntehâ'nın yanında gördü. Me'vâ cenneti de onun yanındadır." (Necm: 13-15)
Me'vâ cennetinde şehitlerin, takvâ sahiplerinin ruhları barınır.
İlk görüşünde çok korkmuş, titreye titreye hâne-i saâdet'ine gelmişti. Fakat ikinci görüşünde hiç korkmamıştı. Ya Cebrâil Aleyhisselâm Muhammed Aleyhisselâm'ın aslını görseydi ne olurdu?
Birinci görüşünde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in cismaniyeti hakimdi. Ürken onun cismaniyeti idi. Fakat sonra ruhaniyeti tekâmül etti. Ruhaniyet nûrânî, melekî, felekî olduğu için Cebrâil Aleyhisselâm'ı olduğu gibi görüyordu ve hiçbir zaman ürkmedi. Çünkü Allah-u Teâlâ onun yaratılışını; değil Cebrâil Aleyhisselâm'ın, her şeyin fevkinde halketmişti.
Ya Cebrâil Aleyhisselâm onun aslını görseydi ne olurdu? Yanardı. Çünkü o Allah-u Teâlâ'nın nurudur. Allah-u Teâlâ'ya yaklaştığı halde yanmadı. Çünkü zaten O'nun nûru idi. Nur Nur'a kavuştuğu için hiç müteessir olmadı. Amma Cebrâil Aleyhisselâm bir adım daha atsaydı, makamında yanardı.
Sidre-i müntehâ'dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşâ etti. O gece cehennemi, Kürsî'yi, Arşurahman'ı da gördü. Kendisine bir çok acaîp ve garip şeyler temâşa ettirildi.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir soru üzerine:
"Cenneti ve cehennemi gördüm." buyurmuşlardır. (Müslim: 426)
Buradan öteye "Kaabe kavseyn" makamına yolculuk "Refref" ile oldu. Oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm'a kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da:
"Burası Sidre-i müntehâ'dır, şayet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım." buyurdu ve orada durakladı, daha ileri gidemedi.

Muhammed Aleyhisselâm Kurb-i ilâhî fezâsında öyle ilerledi, Rabb'ine öyle yaklaştı ki, aradan bütün perdeler kalktı ve huzur-u ilâhî'ye kabul buyuruldu. Zamandan mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk'ın sohbeti ve cemâl-i bâkemâli ile müşerref oldu. Cemâl rüyetine erdi.
Allah öyle bir Allah'tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O'nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i gördü. Onu kendi Nur'undan yaratığı için o Nur, Nur'u görmeye takat getirebildi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu." (Necm: 9)

Allah-u Teâlâ onu ne kadar yaklaştırdığını bize haber veriyor. Zira O haber vermese bu durumu hiç kimse bilemezdi. Onu yaklaştırdığı kadar hiç kimseyi yaklaştırmadı, onu seçtiği kadar hiç kimseyi seçmedi, ona vahyettiğini hiç kimseye vahyetmedi.
"O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti." (Necm: 10)

Ey Vehhâbî! Sen her ne kadar onu tanımak istemesen de; melekler de müminler de onu tasdik ediyor, seviyor, şânının çok yüksek olduğunu biliyor ve kabul ediyor. Niçin? O Nur'un nuru ile nurlandıkları için. Amma siz o Nur'dan mahrum kalmışsınız, hidayeti nasıl bulacaksınız? Bu hakikatleri görmemekle, ne kadar kör olduğunuzu, dalâlette olduğunuzu kabul ediyor musunuz? Yoksa küfr-ü inadîde mi kalıyorsunuz? Oysa hiç iman nedir bilmeyen bir kâfire dahi bu hakikatler sunulsa kalbi titrer.
"Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı." (Necm: 11)
Onun ise içi de dışı da nur olduğu için cismâniyetle huzur-u ilâhî'ye kadar vardı da yanmadı. Aslı nur olduğu için, o nur onun cismini de kaplamıştı, dışını da ihâta etmişti. Cismâniyetle çıktığı halde ne cismâniyetine, ne de ruhâniyetine bir halel gelmedi ve yanmadı. O Allah-u Teâlâ'nın nurudur, âlemlerin gurur ve sürurudur.
"O dem ki, Sidre'yi bürüyen bürüyordu." (Necm: 16)
Oradaki esrârı, oradaki güzelliği yalnız Yaratan bilir. Fakat mazharını Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine göstermeyi murad etti.
"Muhammed'in gözü kaymadı ve aldanmadı." (Necm: 17)
Allah-u Teâlâ'nın sonsuz nimet ve ziynetlerini gördü. Fakat o hiçbir zaman Allah'tan ayrılmadı, gönlünü yaratılmışa değil yalnız Yaratan'a vermişti ve bütün o güzellikler, onu bir an Rabb'isinden alıkoymadı. Çünkü o Hazret-i Allah'a yönelikti. İçinde de O, dışında da O idi.
"Andolsun ki, Rabb'inin âyetlerinden en büyüğünü gördü." (Necm: 18)
Rabb'inin Rububiyet âyetlerinden, mülkünün ve saltanatının acaipliklerinden, kelâmın ifade sınırına sığmayıp ancak müşahede ile ulaşılabilecek en büyük âyetlerini gördü.
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bütün kâinattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi.
Allah-u Teâlâ hiç kimseye bildirmediğini, göstermediğini, okutmadığını ona hem bildirdi, hem gösterdi, hem de okuttu. Onu her şeyden malumat sahibi yaptı. Ona öyle bir şeref bahşetti ki, her yaratık o şerefin yüceliği karşısında âciz kalır.
Ey Vehhâbî! Bu beyana bir cevap mı hazırlayabildin? Söyleyecek bir sözün mü var?
Ey Vehhâbî! Şimdi seslenme zamanı gelmedi mi? Ben size hep Âyet-i kerime'lerle hakikatleri göz önüne seriyorum, onun Sirâc-ı münir olduğunu ispat ediyorum. Sizin ilâhlarınızın Allah-u Teâlâ'nın yanında değerli olduğunu ne ile ispat edersiniz?
Nurun nerede olduğunu anladınız mı?
Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere hiç şüphe yok ki Allah-u Teâlâ herkesi önderleriyle beraber mahşere çağıracak.
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)
Rehber edindiği, peşine düşüp gittiği lideri nereye götürürlerse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte cehennemde olacaklardır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Firavun kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!" (Hûd: 98)
Ey Vehhâbîler!
Siz de İbn-i Teymiye'lerin, İbn-i Abdülvehhâb'ların arkasında çıkacaksınız.
Amma Allah-u Teâlâ'ya gönülden bağlanmış, iman etmiş, Kitabullah'a riâyet etmiş, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sine tâbi olmuş olanlar aslâ İbn-i Teymiye'ler, İbn-i Abdülvehhâb ve onların peşlerinden gidenlerle beraber olmazlar.

Kaynak:

http://www.hakikat.com/dergi/239/bsyz239.html

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh



 
Üst