Mekkeliler Onun hakkında ne diyorlar?

Katılım
20 Ocak 2007
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul
Web sitesi
muhammedsas.forumlari.net
Enis; "Şâirdir, kâhindir, sihirbazdır, diyorlar. Ben, kâhinlerin sözlerini işittim, sonra şâirlerin şiirlerini dinledim ve sihirbazları gördüm. Muhammed (S.A.V.) denilen zâtı kimselere benzetemedim. Anladım ki Muhammed (S.A.V.) doğrudur, diğerleri yalancıdır."
Enis'in kardeşi Ebû Zer hiç fırsat kaybetmeden müslüman oldu. Kardeşinin sözleri üzerine müslüman olanlar o kadar çoktu ki artık Peygamberimiz'i görmeden müslüman olanlar da artıyordu.

Kur'ân-ı Kerîm'in hiçbir şeye benzememesi, sâdece kendisine benzemesi, O'nu daha da yüceltiyordu. O ne şiirdir, ne de nesirdir. O, tamamen bir mûcizedir. Bütün Âyet-i Kerîme'ler belâğat bakımından bir derecede olmayıp birbirine nazaran daha üstündür. Amma cümlesi mûcizedir. Yânî misli ve benzerini meydana getirmekten insanlar âcizdir. Sade insanlar değil bütün kâinât âcizdir.

Müşrik Arap ulemâsından bâzıları, Kur'ân-ı Kerim gibi bir kitap meydana getireceklerini söyleyerek çalışmalara başladılar. Fakat çalışmaları kendi istekleri ile yarıda kaldı. Çünkü söyledikleri sözler çok basit cümleler oldu.

Muallâkat-ı Seb'a, Kâbe duvarlarında asılı idi. Onların okuyucusu vardı. Şiir yazmak ve okumak Arapların üzerinde durdukları bir mevzuu idi. O zamanlarda en câhil kimseler bile muhayyilelerinin genişliğine göre şiir yazarlar ve bu şiirlerle yarışmalara katılırlardı. İçlerinden en güzelleri seçilerek yazarlarına hediyeler verilir, taltif edilirlerdi.

Belağatın en âlâ derecesinde olan Kur'ân Âyetleri nâzil olmağa başlayınca şâirler arasında da çözülmeler başladı ve şu Âyet-i Kerîme'yi; (estaîzübillâh) "Ve Kîle yâ ardubleî mâeki veya semâü aklıi ve ğîzel'mâü ve gudiyel'emrü vesteved alel' cûdiyyi ve Kîle buğden lil kavmizzâlimîn, [Meâl-i şerif: Allâhu Teâlâ tarafından denildi ki; "Ey arz, suyunu yut, ey gök sen de tut." Su kesildi iş olup bitirildi, (Gemi de) Cudi (dağının) üzerinde durdu. O zâlimler güruhuna "uzak olsunlar" denildi]" (Sûre-i Hud, âyet 44) duyan, dinleyen, belağattan anlayan, bütün insanlar müslüman oldular. Bu Âyet-i Kerîme birçok kimseye tesir etmişti.

O vakitler, Muallakâtı Seb'a şâirlerinin en meşhuru İmri-ül Kays'dı. Kardeşi yaşıyordu. Bu Âyet-i Kerîme'yi işittiği zaman şöyle dedi: "Artık kimsenin bir diyeceği kalmadı. Kardeşimin şiiri dahi bu sözlerin yanında duramaz. Bu sözler gerçek olanlardır".

Doğruca Kâbe'ye giderek kardeşinin şiirini indirdi. Diğerlerinin de bir hükmü kalmamıştı. Çünkü kardeşinin şiiri en yüksekte duruyordu. Yüksekteki indirilirse alçaktakilerinin hükmü kalır mıydı? Artık Kâbe duvarında sâdece Kur'ân-ı Kerîm'in Âyetleri vardı. Halk onları okuyarak yüce sanatın zevkine varıyordu. Diğer eserlere bakanlar yoktu. Müşrik kalmakta israr edenler ise bu duruma çok kızıyorlardı. Amma ellerinden bir şey gelmiyordu. Susmaktan başka çâreleri yoktu.

Birçok kimseler, bu Âyetlerin Allah Kelâm'ı olduğuna inanmışlardı. Zira, onlar Peygamberimiz'in ümmî olduğunu biliyorlardı. Böyle sözleri kendi başına söylemesine imkan yoktu. Söyleyebilmesi için bilmesi gerekti. Bilmesi için de ya duyması ya da okuması lâzımdı. Halbûki Peygamberimiz ne biliyordu, ne de başkasından duymuş veya ders almıştı.

Ne var ki, en büyük bir mûcize olarak Cenâb-u Hak bir anda geçmişlerin ve geleceklerin ilmini Habîbi Muhammed'ül Mustafa (S.A.V.)'e ihsan etmiş ve O'nu her türlü ilim ve hikmetin menbaı kılmıştı
 
Üst