Küresel Cihad düşüncesinin oluşmasında oldukça kritik bir rol oynayan stratejistlerden biri de Ebu Mus'ab El Suri'dir. Asıl adı Mustafa bin Abdulkadir Sit Meryem Nasardır. Halep'te doğan Suri Halep Üniversitesi Mekanik Mühendislik bölümü mezunudur. 1980 yılında İhvanı Müslimin hareketine katılmış, 1982 Hama isyanında rol almıştır. Hama katliamı esnasında kurtulmayı başaran Suri İspanya'ya iltica etmiş burada İspanyol bir bayanla evlenmiştir. 1987 yılında Afgan Rus harbine katılan Suri 2001 yılında da El Kaide saflarında ABD'ye karşı savaşmıştır.Suri'nin 11 Eylül saldırılarında etkin rol aldığı düşünülmektedir. 1997 yılında bir çok Avrupa ülkesini gezen Suri bir dönem İslami Çatışmalar Araştırmaları Birimi isimli bir kurum açıp yönetmiştir.
Hakkında Avrupa ve Amerika'da onlarca yüksek lisans ve doktora tezi yazılan, binlerce makale ve onlarca kitaba konu olan bu kişi Küresel Cihad'ın Mimarı olarak tanımlanmaktadır. 20 yıllık siyasi ve askeri tecrübelerini 1700 sayfalık El Mukaveme (Küresel Cihad Cepheleri Direnişi) isimli kitabında yayınlayan Ebu Mus'ab El Suri ABD ve Rusya'ya karşı yıllarca savaşmış ve hareket üzerinde ciddi etki bırakmıştır. Ebu Mus'ab El Suri'nin kitabı El Mukavame Amerikan askeri kolejlerinde okutulan baş yapıtlardan biridir. Yayınlandıktan kısa süre sonra bizzat CIA tarafından kısa sürede İngilizceye çevrilen eser Batı ittifakı tarafından Küresel Cihad Düşüncesini ve Dünya görüşlerini anlamada en önemli kaynak olarak kullanılmaktadır.
MÜSLÜMANLARIN HAYÂTININ HER ALANINA DÜŞMANLARIN TASALLUTU VE TAHAKKÜMÜ
Tamı tamına, harfi harfine ve de Nübüvvet'in en açık delîllerinden biri olarak ümmetin başına, Resûlullâh (s.a.v.)'in haber verdiği şu hâl gelmiştir ki, Ebû Dâvûd, Sevbân (r.a.)'dan Resûlullâh (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:«Milletlerin, çağrışıp çanağına üşüşen oburlar gibi sizin üzerinize üşüşecekleri zamanlar yakındır.» Birisi: "O gün bizim [sayıca] azlığımızdan mı [böyle olacak]?" dedi. [Resûlullâh (s.a.v.)]: «Bilakis siz o gün çok olacaksınız, ama selin üzerindeki köpük [/çerçöp] gibi... Allah, düşmanlarınızın göğsünden size karşı duyduklar ı korkuyu çekip çıkaracak ve Allah sizin kalblerinize 'vehen' atacak» buyurdu. Yine birisi: "Ey Allah'ın Resûlü, vehen nedir?" dedi: [Resûlullâh (s.a.v.)]: «Dünya sevgisi ve ölümden nefrettir» buyurdu."Günümüzde İslâm âlemi, onun bütün kuvvet odaklarına ve bütün hayât yollarına düşmanın tahakküm ettiği öylesine korkunç bir tasallut hâli içinde yaşamaktadır ki, Müslümanların târîhinde böylesi görülmüş değildir. Bu durum birçok yönden kendini gösterir ki en önemlileri şunlardır:
1. Müslüman Ülkelerin, Servetlerin Yağmalandığı ve Düşmanın Ürünlerinin Tüketildiği Pazar Alanlarına DönüştürülmesiServetlerin nasıl/veya ne şekilde yağmalandığı konusuyla ilgili baz ı açıklamalar daha önce geçmişti. Özetiyse: Başında Amerika ve Batı Avrupa'nın olduğu emperyalist güçlerin petrol, maden rezervleri ve sâir kaynakların çıkarılışına, nakliyatına, fiyat tesbîtine ve ticârî piyasasına kontrolörlük etmesi; akabinde ise elde edilen gelirleri Haçlı‒Yahûdî bankalarına aktarıp kendi denetiminde tutmasıdır.
Buna mukâbil emperyalist Batı, yeryüzünün beşte bir nüfusunu oluşturan bizim diyârlarımızı, silâh ile mühimmattan başlayan ve bilgisayarlardan çeşitli teknolojik ürünlere kadar uzanan, yiyecek, içecek ve giyim gibi s ıradan tüketim mâllarını da kapsayan kendi ürünlerini tüketen pazarlara dönüştürmüştür. Evet, Müslümanlar, iç çamaşır, terlik, hattâ un ve ham kâğıt gibi ürünleri bile Batı'dan ithal etmektedir. Emperyalist düşman, İslâm âlemi de dâhil olmak üzere sömürdüğü bütün ülkelerin -temel geçim kaynağı olan- maden, tarım ve hayvâncılık ürünlerinin fiyatını belirlediği gibi onlara bu ürünleri satın alacakları para birimini de dayatmaktadır.
Meselenin bir diğer boyutu ise ithal ettiğimiz ürünler için belirlediği yüksek fiyatlarla vergilerdir. Felâketin zirvesine ulaştığı nokta ise başında Amerika olmak üzere yine bizzât Batı'nın, modern sanayi ile teknolojinin yayılmasına engel olması, hattâ çoğu İslâm ülkesinde orta düzey sanayi gücüne geçit vermemesidir. Bunu da kendi ürünlerini tüketen pazarlar olarak kalalım diye yapması, daha ötesi ekonomik politikaları ve kalkınma programlarını, tarım ve hayvâncılıkla ilgili üretim planlarını yine bizzât kendisinin belirleyip dayatmasıdır. İşin tafsîlâtını ise IMF'nin denetimine bırakmasıdır. Böylelikle buğday, şeker, pirinç vb. temel gıda mâddeleri, bizim ülkelerimize, ancak kendine yetecek mikdârlarda ulaşmaktadır. Buna dâir apaçık birçok örnek vardır.
Meselâ IMF, el-Beşîr hükümeti, [Sudan'da] iktidâra geldikten sonra buğday alan ında kendi kendine yetme projesini başlatmayı gündeme getirince Sudan' ı bundan menetti. Sudan bunu reddedince de yardımlarını kesmekle tehdîd etti. Ondan sonra Amerika, on yıl boyunca faizsiz borçlarlaona buğday yardımında bulunacağını, ayrıca bağış kapsamında ve belli oranlarda başka bazı gıda mâddeleri göndereceğini söyleyerek Sudan' ı kandırdı. Amaç son derece açıktı ve Sudan'ın verimli topraklarını on yıl içinde tarıma elverişli olmayan çorak topraklara dönüştürmek ve Sudan'ın kuru ekmek ihtiyâ ını dahi Amerika'nın karârına bağımlı kılmaktı. Başka bir örnek ise Mısır'dır.
Bir zamanlar Roma imparatorluğunun buğday ihtiyâcını tek başına karşılayan Mısır, şimdilerde, Amerikan buğday rezervine bağımlı bir şekilde yaşar hâle gelmiştir. O da Mısırlıların [stok bakımından, ancak] üç aylık ekmeğini karşılayabilecek mikdârdadır. Konuyla ilgili raporları ve istatistikleri serdetme makâmı ise burası değil. Özetle şunu diyebiliriz ki, Müslüman halkların, ekonomik, gıda ve sağlık gibi durumları, mevzubahis politikalar yüzünden korkunç bir hâldedir
2. Müslümanların İş Gücünün Düşman Sanayinin Hizmetine VerilmesiAbluka, ambargo, açlık ve despot rejimlerin politikaları yüzünden Müslüman ülkelerden milyonlarca işçi, yüz binlerce bilim adamı, aydın ve farklı alanlarda diploma sâhibi insân, Batı dünyasına, özellikle Avrupa ve Amerika'ya göç etmiştir. Onların sanayi alt yapısındaki koca koca gedikleri kapatmak için! Üstelik en basît ücretlerle çalıştırılarak!
Dahası, Batılı kapitalist ülkelerin tamâmı, bilhâssa Avrupa ülkeleri, basît ve orta ölçekte üretim yapan özel fabrikalarını Müslüman ülkelerin merkezinde kurmuştur. Özellikle gıda, giyim ve sâir tüketim alanlarında kendilerine ait ürünleri, meşhûr uluslararası "markalar" adı altında üretime koyulmuştur. Tabîî ki bu, öncelikle onlar tarafından oluşturulan temel yap ıya zarar verilmeksizin bizim ülkelerimizdeki ucuz iş gücünden yararlanmak, ayrıca bu ülkeleri, onların sâhib olduğu yüksek üretim teknolojisi ile gelişmiş sanayiden yararlanmaktan mahrûm bırakmak içindir. Hattâ ve hattâ Batı tarafından oluşturulan ve bedava sayılabilecek olan işçilik düzeni, İslâm âlemi, üçüncü dünya ülkeleri ve -bilhassa- Hırıstıyan olmayan bölgelerde, Birinci ve İkinci Dünya savaşından bu yana askerî alan ı da kapsar olmuştur.
Meselâ Kuzey Afrika'da ve başka bölgelerde yaşanan birtakım büyük savaşlarda Müttefik Devletler ile Mihver Devletlerin kullandığı insânlar, müstemleke ülkelerden alınan askerlerden oluşmuştur ki bunların çoğu da Arab ve Müslüman ülkelerdir. Başka bir örnek verecek olursak: Fransa, Vietnam['da] "Dien Bien Phu Muhârebesi"nde özel kuvvetlerinden 16 binden fazla asker kaybetmiştir. Bunların arasında binlerce Cezayirli, Faslı ve müstemleke Afrika ülkelerinin askeri vardır ve birçoğu da Müslüman'dır.
Günümüze gelecek olursak: Birleşmiş Milletler ve Barış Güçleri'nin, kritik birçok bölgede ve özellikle de İslâm ülkelerinde bulundurduğu askerler arasında pek çok gönüllü ve paralı Müslüman (!) asker bulunmaktadır. Yani [bunlar] ya Müslüman (!) lejyonerler ya da -Batıl ı efendilerinin temsîlcisi sıfatını taşıyan- tâğût yönetimlerin sâhaya sürdüğü askerî bölükler[dir]! İşte Amerika'nın günümüzde yaptığı! Nitekim bazı ülkeleri istîlâ etmek için yine bizim ülkelerimizden aldığı askerleri kullanıyor. O ülkeyi işgal ettiğinde ise yine o diyârın çocuklarından askerî birimler ve polis teşkîlâtı oluşturuyor. Sonra onları kendi askerlerini koruyan zırhlara dönüştürüyor. Şimdilerde Irâk’ta olduğu gibi bizzât müstemleke kıldığı ülke insânlarını, kendi toprağının insânı olan o askerlere katlettiriyor.[1]
Hattâ onların hizmetine koşulan kölelik, uşaklık ve işçilik düzeni, ülkelerimizi işgale gelen emperyalist kuvvetleri eğlendirmek için ithal edilen Müslüman(!) kadınlar üzerinden genelev işletmeciliği ve eğlence tertîblerine kadar varmıştır. Nitekim bazı gazeteler ve medya organları, adına Çöl Fırtınası veya Kuveyt'in kurtarılması denilen İkinci Körfez Savaşında yer alan Amerikalı ve Batılı kuvvetler için civâr ülkelerden yüzlerce fâhişenin getirildiğini ve bunların Amerikalı ve Batılı askerleri eğlendirmek için o ülke hükümetleriyle yaptıkları antlaşmalar kapsamında geldiklerini belirttiler. Kuveyt'i kurtarma savaşında istirâhata çekildiklerinde râhat etsinler diye! İşbu 'yeni kölelik düzeni', 'eski kölelik düzeni'nin çağdaş bir üslûbla ve adına 'Avrupalı‒Amerikalı Beyâz Irk' dedikleri cinsin Medeniyetine yaraşır, onun dâhiyane zihniyetiyle bağdaşır bir şekilde yeniden avdet etmiş hâlidir.1[Bu noktada Irâk çok çarpıcı bir örnektir. Irâk'ta, Amerika'ya ve onun bütün müttefiklerine karşı verilen direniş, kanaatimizce, dünya târîhindeki en büyük ve en şanlı direniş hareketlerinden biridir. Bu direnişin âdeta belini kıran asıl unsur ise Müellif'in yukarıda açıkladığı husûstur. Yani bazı sözde Müslümanların bu davaya ihânetleridir ki, Irâk'ta milisleri kimin kurduğuna ve mücâhidlere karşı en çirkin savaşı kimin verdiğine dâir detaylı bir araştırma ne demek istediğimizi anlaşılır kılar.
Râfızîlerin ve Peşmergelerin ne yaptığı malum, ama İslâmcıların, özellikle "Irâk İhvânı"nın târîhe nasıl geçeceğini merak edenler, Müellifin yukarıdaki satırları yazdığı târîhten sonrasını, bilhâssa 2005 ila 2011 arası târîhleri irdeleyebilirler. 2011'e kadar kaydının sebebi ise, kısaca, bundan sonraki süreç içinde bazı kendini bilmezlerin, meşrû bir cihâd davasını, ideolojiye evrilmiş bir harekete kurban etmesidir.]