dedekorkut1
Doçent
KUR'AN-I MUCİZ'ÜL BEYAN
SELİM GÜRBÜZER
Asırlardır Avrupalının İslâmiyet'e bakışı hep ön yargılı olmuştur. Onların gözünde, İslâmiyet ‘Muhammedîlik’ bir din, Müslümanlar ise ‘Muhammedîler’ olarak nitelenir. Hele güç yetirebilseler İslam’ın adını tüm insanlığın hafızasından silmeye yelteneceklerdir. Baksanıza sanki kendi aralarında fikir birliği yapmışçasına Müslümanların kutsal kitabı Kur'an-ı Kerimi bile ağızlarına almamaya yemin etmişçesine hareket etmekteler hep. Güya Kur’an-ı Kerim'e Muhammed'in uydurduğu öğreti olarak takdim etmekle güneşi balçıkla sıvayacaklarını sanmaktalar. Tabiî ki bu bir oryantalist yaklaşımdır. Dolayısıyla oryantalistlerin insanlık üzerindeki algı operasyonlarını yıkmak pekte kolay gözükmüyor. Onlar operasyon çeke dursun yine de biz işimize bakıp Kur’an’ın soluğuyla hayat bulmak gerekir. Ne de olsa şuan yeryüzünde çağa damgasını vuran tek din İslamiyet’tir. Zaten bizim için önemli olanda çağa geçici olarak damga vurana değil kalıcı damga vurana talip olmamız çok mühimdir. Ki; Kur’an-ı Muciz’ül Beyan sosyal hayatın tümüne hitap edip muhatabı tüm insanlıktır. Nasıl ki bir zamanların ünlü pop yıldızı Cat Stevens Kur’an’da hayat bulup 'Yusuf İslam' adını aldıysa, elbet bir gün tüm cihanda Kur’an’la hayat bulacaktır, buna inancımız tam da.
Ancak şu da var ki, oryantalist yaklaşımlar ister Haçlı seferlerinin başlangıcın da ister sonunda türemiş olsun hiç fark etmez sonuçta bu sakat anlayış beşeriyetin Kur’an’la buluşmasını geciktirebiliyor. Öyle ki Voltaire "Kur’an’la yakından uzaktan hiçbir alakası olmayan her ne varsa hepsini Kur’an’a isnat etmişiz. Keşişlerimiz Yeniçeri'den daha kalabalık" demekten yüksünmezde. Aslında bu serzeniş Haçlı ruhunun her an ve her şartta değişik kılıklar altında galebe çalabileceğinin itirafıdır. Anlaşılan o ki, Vahşi Batı İstanbul’un fatihlerine ve evlatlarına posta koymak için her çağda her türlü yolu denemekten asla vazgeçmeyecekler gibiler, dün nasıldıysalar bugünde aynı tavır içerisinde bir tutum sergileyeceklerdir. Bu öyle histerik hastalıklı bir ruh halidir ki, gerektiğinde en ufak dünyalık menfaatine her türlü inanç sistemini kendi kirli emelleri doğrultusunda kullanmayı da ihmal etmezler. Nasıl mı? İşte Voltaire’nin; “Ben Tanrıya inanmam ama köle ve hizmetçilerimin Tanrıya inanmasını isterim” sözleri bu gerçeğin teyididir zaten. Ne de olsa inanan insanlar Yaradana karşı kendilerini sorumlu bir kul olarak hissettiklerinden normal şartlarda yanlış yapmaları pek beklenmez, öyle ya bu durumda niye ayak işleri için inanmış insan tercih edilip kullanılmasın ki.
Evet, Haçlı zihniyetinin inanan insanlara bakışı bu minvalde seyretmekte hep. Hele birde inanan insan şayet Müslüman’sa vay o insanın haline, kullanmanın ötesinde ilk iş olarak Kur’an’ı elinden almak olup asimilasyona tabi tutulurda. Haçlı ruhuyla yatıp kalkan vahşi batı gayet çok iyi biliyor ki, biz Müslümanların ellerinden Kur'an-ı Kerimi alamadıkları müddetçe köklerimizle olan bağımızı koparmak pek öyle kolay olmayacaktır. Ne diyelim işte görüyorsunuz adamlar işini gücünü bırakıp tek dert davaları İslâm’ı yeryüzünde nasıl silebiliriz onun derdindeler. Üstelik bu tür kin kusmalar en birinci yetkili ağızlardan dillendirilmekte de. Onlar dillendire dursunlar, bikere Yüce Allah’ın Kur’an’da zikrettiği ‘Nurumu tamamlayacağım’ diye vaadi var. Tabii bu vaad bizim içimizi ferahlatan vaaddir, karşı cenahı ise kara kara düşündürür vaaddir. Hatta daha şimdiden Yüce Allah’ın nurunu tamamlanmasından endişeye kapılanlar Kur’an-ı tahrif etmeye yönelik kökü dışarıda İsrailiyat kaynaklı haberleri sanki ayetmişçesine tefsirlerimize sızdırmış durumdalar da.
Peki, nedir bu İsrailiyat derseniz, gayet her şey açık ortada, İsrail’i bir kitap veya kıssa kaynağa dayanılaraktan aktarılan haberlerden başkası değildir elbet. Üstelik kaynağı İsrailiyat olan bu tür kıssa haber ya da bilgi kırıntıları bir bakıyorsun Allah Resulü ve ashabına dayandırılaraktan bir şekilde sızıp tefsirlerimizde yer edinebiliyor. Madem öyle, vakit çok geçmeden tez elden israiliyat kaynaklı haberler karşısında İslam âleminin topyekûn pürdikkat uyanık olması icab eder. Dahası kaynağı iyice araştırılmadan her çıkan habere balıklamasına dalıp gerçek habermiş gibi tefsir kitaplarında delil olarak sunulmasına geçit vermemek gerekir. İlla bir haberin izi sürülecekse de öncelikle o haberin ehlisünnet terazisinde ölçüp biçip iyice tarttıktan sonra tefsir kitaplarında yer almalı. Aksi halde pek çok bilgi kirliliği türünden İsrailiyat kaynaklı haberler doğru habermiş gibi yer alacaktır.
SELİM GÜRBÜZER
Asırlardır Avrupalının İslâmiyet'e bakışı hep ön yargılı olmuştur. Onların gözünde, İslâmiyet ‘Muhammedîlik’ bir din, Müslümanlar ise ‘Muhammedîler’ olarak nitelenir. Hele güç yetirebilseler İslam’ın adını tüm insanlığın hafızasından silmeye yelteneceklerdir. Baksanıza sanki kendi aralarında fikir birliği yapmışçasına Müslümanların kutsal kitabı Kur'an-ı Kerimi bile ağızlarına almamaya yemin etmişçesine hareket etmekteler hep. Güya Kur’an-ı Kerim'e Muhammed'in uydurduğu öğreti olarak takdim etmekle güneşi balçıkla sıvayacaklarını sanmaktalar. Tabiî ki bu bir oryantalist yaklaşımdır. Dolayısıyla oryantalistlerin insanlık üzerindeki algı operasyonlarını yıkmak pekte kolay gözükmüyor. Onlar operasyon çeke dursun yine de biz işimize bakıp Kur’an’ın soluğuyla hayat bulmak gerekir. Ne de olsa şuan yeryüzünde çağa damgasını vuran tek din İslamiyet’tir. Zaten bizim için önemli olanda çağa geçici olarak damga vurana değil kalıcı damga vurana talip olmamız çok mühimdir. Ki; Kur’an-ı Muciz’ül Beyan sosyal hayatın tümüne hitap edip muhatabı tüm insanlıktır. Nasıl ki bir zamanların ünlü pop yıldızı Cat Stevens Kur’an’da hayat bulup 'Yusuf İslam' adını aldıysa, elbet bir gün tüm cihanda Kur’an’la hayat bulacaktır, buna inancımız tam da.
Ancak şu da var ki, oryantalist yaklaşımlar ister Haçlı seferlerinin başlangıcın da ister sonunda türemiş olsun hiç fark etmez sonuçta bu sakat anlayış beşeriyetin Kur’an’la buluşmasını geciktirebiliyor. Öyle ki Voltaire "Kur’an’la yakından uzaktan hiçbir alakası olmayan her ne varsa hepsini Kur’an’a isnat etmişiz. Keşişlerimiz Yeniçeri'den daha kalabalık" demekten yüksünmezde. Aslında bu serzeniş Haçlı ruhunun her an ve her şartta değişik kılıklar altında galebe çalabileceğinin itirafıdır. Anlaşılan o ki, Vahşi Batı İstanbul’un fatihlerine ve evlatlarına posta koymak için her çağda her türlü yolu denemekten asla vazgeçmeyecekler gibiler, dün nasıldıysalar bugünde aynı tavır içerisinde bir tutum sergileyeceklerdir. Bu öyle histerik hastalıklı bir ruh halidir ki, gerektiğinde en ufak dünyalık menfaatine her türlü inanç sistemini kendi kirli emelleri doğrultusunda kullanmayı da ihmal etmezler. Nasıl mı? İşte Voltaire’nin; “Ben Tanrıya inanmam ama köle ve hizmetçilerimin Tanrıya inanmasını isterim” sözleri bu gerçeğin teyididir zaten. Ne de olsa inanan insanlar Yaradana karşı kendilerini sorumlu bir kul olarak hissettiklerinden normal şartlarda yanlış yapmaları pek beklenmez, öyle ya bu durumda niye ayak işleri için inanmış insan tercih edilip kullanılmasın ki.
Evet, Haçlı zihniyetinin inanan insanlara bakışı bu minvalde seyretmekte hep. Hele birde inanan insan şayet Müslüman’sa vay o insanın haline, kullanmanın ötesinde ilk iş olarak Kur’an’ı elinden almak olup asimilasyona tabi tutulurda. Haçlı ruhuyla yatıp kalkan vahşi batı gayet çok iyi biliyor ki, biz Müslümanların ellerinden Kur'an-ı Kerimi alamadıkları müddetçe köklerimizle olan bağımızı koparmak pek öyle kolay olmayacaktır. Ne diyelim işte görüyorsunuz adamlar işini gücünü bırakıp tek dert davaları İslâm’ı yeryüzünde nasıl silebiliriz onun derdindeler. Üstelik bu tür kin kusmalar en birinci yetkili ağızlardan dillendirilmekte de. Onlar dillendire dursunlar, bikere Yüce Allah’ın Kur’an’da zikrettiği ‘Nurumu tamamlayacağım’ diye vaadi var. Tabii bu vaad bizim içimizi ferahlatan vaaddir, karşı cenahı ise kara kara düşündürür vaaddir. Hatta daha şimdiden Yüce Allah’ın nurunu tamamlanmasından endişeye kapılanlar Kur’an-ı tahrif etmeye yönelik kökü dışarıda İsrailiyat kaynaklı haberleri sanki ayetmişçesine tefsirlerimize sızdırmış durumdalar da.
Peki, nedir bu İsrailiyat derseniz, gayet her şey açık ortada, İsrail’i bir kitap veya kıssa kaynağa dayanılaraktan aktarılan haberlerden başkası değildir elbet. Üstelik kaynağı İsrailiyat olan bu tür kıssa haber ya da bilgi kırıntıları bir bakıyorsun Allah Resulü ve ashabına dayandırılaraktan bir şekilde sızıp tefsirlerimizde yer edinebiliyor. Madem öyle, vakit çok geçmeden tez elden israiliyat kaynaklı haberler karşısında İslam âleminin topyekûn pürdikkat uyanık olması icab eder. Dahası kaynağı iyice araştırılmadan her çıkan habere balıklamasına dalıp gerçek habermiş gibi tefsir kitaplarında delil olarak sunulmasına geçit vermemek gerekir. İlla bir haberin izi sürülecekse de öncelikle o haberin ehlisünnet terazisinde ölçüp biçip iyice tarttıktan sonra tefsir kitaplarında yer almalı. Aksi halde pek çok bilgi kirliliği türünden İsrailiyat kaynaklı haberler doğru habermiş gibi yer alacaktır.