Karaman Hocanin "Var"lari ve "Yok"lari

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Karaman Hocanın “Var”ları ve “Yok”ları 5



Karaman hoca sözü kadının dövülmesi meselesine getirdiği yerde şöyle diyor: "Bazı davranış ve tavırları sebebiyle yoldan çıkma, hukuka baş kaldırma (nüşûz) belirtileri gösteren, böylece nâşize olması ihtimali beliren kadınlara karşı ne yapılacak, aile düzeni ve hukuku nasıl korunacaktır? Bu noktada Kur'ân-ı Kerîm vazifeyi ailenin reisi sıfatıyla önce kocaya vermektedir. Öngörülen tedbirlere başvurmasına rağmen koca düzeni sağlayamazsa ve ailenin dağılmasından korkulursa sıra hakemlere gelecektir. Ayette hukuka baş kaldıran, meşrû aile düzenini bozmaya kalkışan (nâşize) kadına karşı erkeğin yapabileceği şeyler öğüt vermek, yatakta yalnız bırakmak ve dövmek şeklinde sıralanmıştır. Öğüt vermek ve yatakta yalnız bırakmak, küsmek gibi tedbirler problem teşkil etmemiştir, ancak dövme tedbiri özellikle çağımızda, kadın hakları ve insanlık haysiyeti yönlerinden önemli bir tartışma konusu olmuştur. Esasen tefsir ve hadis kitaplarına bakıldığında kadının baş kaldırma durumunda bile kocası tarafından dövülmesini, eski tefsirciler arasında da farklı yorumlayanların, bunun câiz olmadığını ileri sürenlerin bulunduğu aşağıdaki alıntılarda görülmektedir."
Bu satırları okuyan birisi, normal olarak hocanın son söylediği hususa ilişkin açık nakiller yapmasını bekleyecektir. Ancak hoca, 20 Ağustos 2010 tarihli yazısını bu satırlarla bitirdikten sonra, hemen arkasından yazdığı 22 Ağustos tarihli yazıda bu meseleyi "farklı yorumlayanların, bunun caiz olmadığını ileri sürenlerin" kimler olduğunu belirtmekten ilgi çekici biçimde sarf-ı nazar ediyor!
Bu ikinci yazıda, hemen yukarıda tırnak içinde alıntıladığım ifadelerine delil olarak sadece Atâ'dan bir nakil zikretmiştir ki, buna göre erkek, sözünü dinlemeyen ve itaatsizlik eden eşini dövmez, sadece ona kızar, öfkesini ortaya koyar.
Ancak hocanın, bu nakilden hemen önce yine Atâ'dan, ilgili ayetteki "dövme"nin "gayri müberrih", yani iz bırakmayacak ve herhangi bir yerine zarar vermeyecek şekilde olması gerektiğini, bunun da mesela bir misvakla yapılabileceğini söylediğini naklettiğini görüyoruz. Bu durumda, konu hakkında Atâ'dan yapılan iki farklı nakil bulunduğu görülüyor. Bunlardan ilki, dövmenin cevazından hiçbir şekilde bahsetmezken, diğerinde "gayri müberrih" olması şartıyla caiz olduğunu anlatmaktadır.
Buradaki Atâ, Atâ b. Ebî Rabâh'tır; İbn Abbâs (r.a)'ın talebesidir. İlgili ayetteki "darb"ın mahiyetini hocasına sormuş ve "misvak ve benzeri bir şeyle vurmak" cevabını almıştır. (1) Nitekim öğrencisi İbn Cüreyc de kendisine -tıpkı kendisinin İbn Abbâs (r.a)'a sorduğu gibi- buradaki "dövme"nin mahiyetini sorduğunda söylediği bundan farklı değildir. (2) Dolayısıyla Atâ'dan bu çerçevede nakledilen ve "gayri müberrih" vurmaya cevaz veren görüş, hemen bütün ehl-i ilmin ortak kanaatini yansıtmaktadır. Normal olan da budur; zira bu ifade bizzat Efendimiz (s.a.v)'den nakledilmiştir. (3)
İmam et-Taberî, konuyla ilgili nakilleri, bir rivayet tefsirinde olması gerektiği gibi senedleriyle zikrettiği halde buradaki "dövme" konusunda ne Atâ'dan ne de bir başkasından farklı bir görüş nakletmiştir. Bu ilgi çekici bir durumdur.
Ebû Bekr b. el-Arabî'nin, Atâ'dan bunun aksini nakletmesine gelince, her şeyden önce bu naklin senedi zikredilmemiştir. Dolayısıyla rivayet tefsirlerinde senediyle zikredilen nakillerin bırakılması ve bu senedsiz görüşün Atâ'ya -onun tek görüşü olarak- izafe edilmesi doğru değildir.
Öte yandan Ebû Bekr b. el-Arabî, bu görüş hakkında, Atâ'nın, ayetteki dövme emrinin ibaha (mübahlık) anlattığı, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisinde ise dövmenin kerahetine delalet bulunduğu görüşünde olduğu şeklinde bir yorum yapmıştır.
Bu yorum esas alınacak olursa, buradan çıkacak netice şudur: Atâ b. Ebî Rabâh'a göre ayetteki dövme hükmü/ruhsatı, Sünnet kaynaklı -nesh, tahsis vb.- bir tasarrufun konusu olmuştur. Dolayısıyla Karaman hoca, "sonuç olarak "Koca, karısını dövemez" demiştir" dese de, ayetle sabit dövme hükmü Atâ b. Ebî Rabâh'a göre de ortadan kalkmamış, sadece -tabir yerindeyse- "kerahatli bir cevaz"a dönüşmüştür.
Şu halde, "Esasen tefsir ve hadis kitaplarına bakıldığında kadının baş kaldırma durumunda bile kocası tarafından dövülmesini, eski tefsirciler arasında da farklı yorumlayanların, bunun câiz olmadığını ileri sürenlerin bulunduğu..." dedikten sonra naklettiği bu tek görüş dahi Karaman hocanın davasına delil teşkil etmekten uzak bulunmaktadır.
Devam edecek.
1) el-Kurtubî, el-Câmi', VI, 287.
2) et-Taberî, Câmi'u'l-Beyân, VI, 711
3) Tefsirlerde 4/en-Nisâ, 34 ayetinin tefsiri esnasında bu babdaki rivayetler zikredilmektedir.
http://www.milligazete.com.tr/makale/karaman-hocanin-varlari-ve-yoklari-5-177169.htm
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları 6



Karaman hocanın, kadının dövülmesi meselesinde Atâ b. Ebî Rabâh'ın görüşünün tesbiti ve bu görüş hakkında söylenenler konusundaki tutumu iki noktada ciddi biçimde problem arz ediyor:
1. Atâ b. Ebî Rabâh'ın görüşünün, "Erkek, namusu lekeleyecek bir davranışta bulunmayan, yalnızca nâşize olan karısını dövemez, ancak ona karşı öfkesini ortaya koyabilir" tarzında kesin bir "adem-i cevaz" olarak takdimi doğru değildir. Bir önceki yazıda da gördüğümüz gibi burada ancak "kerahatli cevaz"dan bahsedilebilir.
Hanımına 100 sopa vuracağı konusunda yemin etmiş olan Hz. Eyyûb (a.s)'a hitaben, eline bir demet sap alıp onunla vurmasını ve böylece yeminini yerine getirmiş olacağını bildiren 38/Sâd, 44. ayetinin hükmünün Hz. Eyyûb (a.s)'a has olup olmadığı şeklindeki bir soruya, "Kur'an ancak kendisiyle amel edilsin ve uyulsun diye inzal edilmiştir" diyen(1) Atâ b. Ebî Rabâh'ın, bahsimizin konusunu teşkil eden ayetle amel etmenin hiçbir şekilde caiz olmadığını söylediğini düşünmek mümkün değildir. el-Mehdevî'nin nakline göre de Atâ, Hz. Eyyûb (a.s) hakkındaki bu hükmün baki olduğunu söylemiştir.(2)
Evet Ebû Bekr b. el-Arabî, yukarıdaki nakillerin aksine, Atâ'nın, 38/Sâd, 44. ayetinin hükmünün Hz. Eyyûb (a.s)'a has olduğunu söylediğini nakletmiştir.(3) Ancak bu naklin konumuza tesiri yoktur. İki sebepten: A) Bu nakil ("ruviye: rivayet edildiğine göre" şeklinde) temriz sigasıyla nakledilmiştir. Bu tarzda yapılan nakiller, nakledene göre dahi tam anlamıyla itimada şayan değildir. B) Hz. Eyyûb (a.s)'a indirilen bu hükmün ona mahsus olması, Kur'an'da Ümmet-i Muhammed'e hitaben inzal buyurulmuş olan bir hükmün tahsisini veya neshini gerektirmez. Umum-husus bahsinin kadının dövülmesi meselesine taalluku bulunduğu kabul edilse bile, en fazla İbn Âşûr'un -aşağıda üzerinde duracağım- yorumu geçerli kabul edilebilir.
Dolayısıyla her iki durumda da Atâ b. Ebî Rabâh'ın adem-i cevaz görüşünü benimsediğini söylemek mümkün değildir.
2. Atâ b. Ebî Rabâh'ın görüşü konusunda Ebû Bekr b. el-Arabî'nin ve et-Tâhir b. Âşûr'un yaptığı yorumun takdimi de problemli. Ebû Bekr b. el-Arabî'nin yaklaşımını daha önce görmüştük. İbn Âşûr'a gelince, onun söylediği özetle şudur: Erkek, eşiyle arasındaki muaşereti ikame amacıyla karısını dövebilir. Haddin aşıldığı belli durumlarda ise ululemr konuya müdahil olur.
Esasen hoca da bunu şöyle ifade etmiştir: "İbn Aşûr'a göre Atâ, âyet ve hadislerin farklı durumlara göre farklı hükümler getirdiği yorumunu yapmış; öğüt ve küsmenin kocaya, tecavüzün şiddetine göre sopa vurma vb. müeyyide uygulamanın ise kısmen kocaya, genel olarak da yönetim ve yargıya (ülü'l-emre) ait bulunduğu sonucuna varmıştır. Koca iyi niyetle (ıslah etmek ve aileyi korumak maksadıyla) ve sınırı aşmadan, kadına zarar vermeden -nâşize olan eşine- birkaç sopa vurursa buna izin verilecektir, sınır aşılır, bu izin kötüye kullanılırsa ülü'l-emr kocaların eşlerini sopalamasını kesin olarak yasaklayabilecektir."
Esas problem şurada: Meseleyi bu şekilde ortaya koyan hoca, nasıl olmuştur da "Esasen tefsir ve hadis kitaplarına bakıldığında kadının baş kaldırma durumunda bile kocası tarafından dövülmesini, eski tefsirciler arasında da farklı yorumlayanların, bunun câiz olmadığını ileri sürenlerin bulunduğu..." şeklinde bir cümle kurabilmiştir?
Ve yine nasıl olmuştur da dövme hükmünün kimi durumlarda kocaya, kimi durumlarda da kamu otoritesine tanınmış bir yetki olduğunu söyleyen(4) et-Tâhir b. Âşûr'un bu yaklaşımını "tarihîlik" olarak yorumlayabilmiştir?
Açıktır ki. İbn Âşûr'un bu yaklaşımı olsa olsa "umum-husus" bahsinin konusu olabilir. Bu meseleyi işlediği yerde "Bu hüküm geçmişte kalmıştır; günümüzde hiçbir yerde ve şekilde uygulanamaz" anlamına gelecek herhangi bir ifadesi bulunmadığı halde İbn Âşur'un konuyla ilgili yaklaşımını "tarihsellik"le ifade etmek hoca bakımından gerçekten izahı mümkün olmayan bir problemdir.
Devam edecek.
1) el-Kurtubî, el-Câmi', XVIII, 219.
2) el-Kurtubî, XVIII, 218.
3) Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 1652.
4) İbn Âşûr, konuyla ilgili görüşünü birebir bu kelimelerle ifade etmiş olmasa da, söylediklerinin sonucu budur. Yerden tasarruf amacıyla onun söylediklerini buraya birebir almadım.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Yine bilfik " sapık " muhabbeti.. hayrettin karaman sapık bu değerli arkadaş ise ehli sünnet.Ehli sünnet ifadesi enterasan kılıflara kalıplarfa sokulmuş.Karaman RECM konusunda ki görüşü ifade etmiş..recm bir emir vahiymidir yoksa bir adet yada töremidir..islam öncesi yahudi toplumunun da içinde bulunduğu bir töresel uygulamamıdır..

sonuç olarak Karaman da Yusuf Kardavi ve Ebu Zehra'nın görüşlerine katılıyor ve BİTİRİYOR..

Sonuç: İslam alimleri arasında recim cezasının değişmez bir ceza olmadığını veya Yahudi şeriatına ait olan bu cezayı İslam'ın kaldırdığını ve şeriat adına uygulamanın mümkün ve caiz olmadığını savunan önemli isimler vardır. Bu sebeple günümüzde İslam aleyhine kullanılan ve insanları İslam'dan korkutmaya yarayan bir cezayı sahiplenmek ve savunmak uygun değildir.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları 7



Kadının dövülmesi meselesine noktayı koymadan önce hemen başa dönelim ve çarpıcı bir noktayı dikkatlere sunalım: Hoca, okumakta olduğunuz bu yazı serisinin hedeflediği yazılarının ilkinde "İslam'da bu vardır, şu yoktur" demenin usulü hakkında şunları söylüyor:
"Üzerinde ittifak edilmiş inanç, ibadet ve hayat kuralları "İslam'da vardır", bunlar için bir mümin "Bu İslam'da yok" diyemez.
"Müctehidler, müfessirler, kelamcılar, sûfîler (ehliyet sahibi İslam alimleri) bir konuda farklı görüş, yorum, ictihad ileri sürmüş olurlarsa "göreceli olarak; yani filan alime, mezhebe, yoruma göre İslam'da var, filana göre yok veya farklı" denir.
"Muteber İslam alimleri ittifakla bir hüküm, kural veya uygulamanın İslam'a aykırı olduğunu, İslam'da böyle bir şeyin olmadığını açıklamış olurlarsa "bu da İslam'da yoktur" kısmına girer."
Bu satırları yazan bir İslam Hukuku hocasının, kadının dövülmesi meselesinde Selef ulemasından sadece 1 kişiye (Atâ b. Ebî Rabâh), iki farklı görüşünden birisi olarak ve dahi "seneden yoksun biçimde" izafe edilen bir görüşten, daha doğrusu o görüşün başkalarına ait yorumundan başka hiçbir dayanağa sahip olmadan "İslam'da kadın dövmek yoktur" demesi ve üstelik bunu da başlığa çekerek yapması gerçekten şayan-ı hayret ve ibret bir durumdur.
Burada hemen bir noktayı tebarüz ettirelim: Mesele erkeklere eşlerini dövmenin kapısını açma, kadının dövülmesini teşvik etme ya da İslam'ın ve Müslümanların imajını zedeleme noktasına indirgenmemelidir. İlgili ayetin hükmünün bizzat Efendimiz (s.a.v) tarafından nasıl tefsir edildiğini görmüş bulunuyoruz. Mahiyeti kimi kaynaklarda en fazla diş fırçası büyüklüğünde olabilen "sivâk" (misvak), kimi kaynaklarda ise "nalinleri ayağa tutturmada kullanılan kayış" anlamındaki "şirâk" ile vurmak, iz bırakmayacak ve azalara zarar vermeyecek şekilde (gayri müberrih) vurmak şeklinde açıklanmış olan işbu "dövme"nin günümüzde genel olarak rastlandığı biçimde erkeklerin kadınlara zulmetmesi ile eşdeğer görülmesi/gösterilmesi hiçbir istismarın ve suistimalin gerekçesi olamaz. Modern zamanlarda yaşadıklarımız bize şunu öğretmiş olmalıdır artık: "Çağın anlayışına uymuyor" gibi gerekçelerle İslam ahkâmını budayarak varılabilecek bir nokta varsa, Protestanlıktan başkası değildir.
Bu noktada ele alınması gereken bir diğer husus da Efendimiz (s.a.v)'in kadınların dövülmesi meselesindeki tutumudur. Efendimiz (s.a.v), bir yandan ilgili ayeti "gayri müberrih" tarzda vurma olarak tefsir ederken diğer yandan kadının dövülmesini kesin bir tarzda yasaklamış olabilir mi? Ya da tersinden söyleyelim: Kadının herhangi bir şekilde dövülmesini yasaklamış olan Efendimiz (s.a.v), ilgili ayeti "gayri müberrih tarzda dövme" olarak tefsir etmiş olabilir mi? Bu iki durum arasında bir tezat yok mudur?
Karaman hoca şöyle diyor: "Peygamberimiz kadınların dövülmesini menetmekte, eşlerini dövenlere "hayırsız" demekte, bu davranışla aynı yuvayı ve yatağı paylaşmanın bağdaşmazlığına, insanî ve ahlâkî olmadığına dikkat çekmektedir (Buhârî, "Nikâh", 93). Bu âyetin geliş sebebi olarak zikredilen bir olay da, esasen Araplar'da âdet haline gelmiş bulunan kadın dövme eylemine Hz. Peygamber'in olumsuz bakışını ve bunu ortadan kaldırma iradesini yansıtmaktadır."
Doğrusu şu ki, Efendimiz (s.a.v)'in "hayırsız" diye nitelendirdiği kimseler, eşlerini "gayri müberrih" sınırının ötesine geçerek dövenlerdir. "Kadın dövme" ya da genel olarak "insan dövme" dendiğinde ilk akla gelen, dövme fiilinin, karşı tarafa güç uygulayarak onu ezme, şahsiyetini rencide etmenin ötesinde azalarına zarar verecek tarzda fiili kuvvet uygulama gibi şeyler anlaşılır. Oysa ilgili ayetin tefsirinde Efendimiz (s.a.v) tarafından çizilen sınıra iyi dikkat edildiğinde esasen Kur'an'ın hükmünün, genel geçer "dövme" ile irtibatlandırılamayacağı rahatlıkla anlaşılacaktır. Dolayısıyla bu meselenin slogan haline getirilmiş "kadına karşı şiddet" vs. gibi kalıp yargılarla ilişkilendirilmesi mümkün ve doğru değildir. Bu noktadan sonra "misvakla vurulması dahi şiddet kapsamına girer" diyenlerin gül hatırı için Kur'an'ın bir hükmünü "İslam'da yok" ilan etmektense dikene katlanmayı tercih ederiz!..
Devam edecek
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Karaman hocanın, kendisini eleştirenler içinde en ciddi bulduğu yazar Ebubekir Sifil dir.Sayın Sifil, Mısırda reformcuları susturacak reddiyeler, makaleler yazan Şeyh Allame el-Kevserinin, Türkiyedeki yansımasıdır desek mubalağa yapmış olmayız.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Karaman hocanın 'Var'ları ve 'Yok'ları 8



P
rof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın kız çocuklarının sünnet ettirilmesi konusunda söylediklerinde medar-ı itiraz bir nokta bulunmadığı için bu meseleyi geçiyorum. <a href='http://adsrv.prodestek.com/www/delivery/ck.php?n=af8575be&cb=INSERT_RANDOM_NUMBER_HERE' target='_blank'><img src='http://adsrv.prodestek.com/www/delivery/avw.php?zoneid=72&cb=INSERT_RANDOM_NUMBER_HERE&n=af8575be' border='0' alt='' /></a>

Bundan sonra hoca "recm" konusuna giriyor ve bu ceza hakkındaki mütalaalarını iki yazıda okuyucusuyla paylaşıyor. Söylediklerini kısım kısım alarak değerlendirmeye çalışacağım:
Konuya şöyle giriyor hoca:
"Evlendikten sonra zina suçu işleyen kadınlara ve erkeklere, dört erkeğin fiil halinde açıkça görerek şahitlik etmeleri veya suçluların itirafları üzerine uygulanan recim (taşlayarak öldürme) cezası şeriatı uygulama adına mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ceza değildir.
"Önce "Kur'an Yolu" isimli tefsirimizde ne dedik ona bakalım:
"...Bize göre bu hadislerin uydurma olduğunu söylemek -usule göre- mümkün olmamakla beraber getirdikleri recim cezasıyla ilgili bazı sorular ve problemler de yok değildir:..."
Esasa geçmeden önce hocaya ve bu meselede onun gibi düşünenlere (ya da recmi tamamen inkâr edenlere) bir soru sormak istiyorum:
Recm cezası hakkındaki bu değerlendirmeler, yorumlar, bin dereden bu getirmeler gerçekten "delilden hareket edilerek" varılmış ilmî bir neticeyi mi yansıtıyor, yoksa önceden verilmiş bir hükmün arkasından delil devşirme faaliyeti midir söz konusu olan?
Recm meselesine itiraz edenlerin hemen tamamının gerekçelerine bakınız: Bu cezanın insan onuruna yakışmadığından, şiddet içerdiğinden, hatta "insanlık dışı" bir cezalandırma şeklin olduğundan falan bahsederler. Oysa bir Müslüman herhangi bir dinî meseleye böyle mi yaklaşır? Dinî bir mesele, dünden bugüne değişen ve bugünden yarına değişecek olan "suç-ceza" anlayışları doğrultusunda mı ele alınır? Dinî meseleleri ele almanın "kendine mahsus" yol ve yöntemleri olmalı değil midir?
Gelelim hocanın değerlendirmelerine. Hocaya göre recmle ilgili soru ve problemler bulunduğu için bu cezalandırma şeklinin "mutlaka yerine getirilmesi gereken" cezalandırma şekillerinden olduğunu söylemek doğru değildir. Peki nedir o "soru ve problemler"? diye sorulacak olursa hocanın cevabı maddeler halinde şöyle:
"a) Recim cezası İslâm'dan önce vardır ve uygulanmıştır, İslâm'ın getirdiği, başlattığı bir ceza değildir."
Bir uygulama veya hükmün İslam'dan önce gönderilmiş şeriatlarda mevcut bulunması İslam'da da mevcut olmasına niçin engel teşkil etsin? Bunun Usul zemininde makul ve makbul izahı ne olabilir? "Bizden öncekilere farz kılınmıştır, dolayısıyla bize farz kılınmış olamaz" diyerek kısas(1), oruç(2) gibi hükümlere de itiraz edebilir miyiz mesela?
"b) Zina cezalarının daha hafif olanları Kur'ân-ı Kerîm'de yer aldığı halde recim cezasına Kur'an'da yer verilmemiştir. 25. âyette gelecek olan mümin câriyelerle ilgili "Evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir" meâlindeki ifade, hür ve evli kadınların zina cezalarının da yüz sopa olduğuna işaret etmektedir. Çünkü yüz sopanın yarısı uygulanabilir, fakat recim (ölüm) cezasının yarısından söz edilemez."
Prof. Dr. Hayreddin Karaman, bir Fıkıh hocasıdır. Usulüyle füruuyla Fıkıh sahasında birçok eser kaleme almış, bu iki alanda yıllar yılı ders vermiş, talebe yetiştirmiştir. Acaba hangi ayet veya hadiste, yahut hangi Usul kitabında şöyle bir prensip mevcuttur: "Ağır" hükümler Kur'an'da, "hafif" hükümler Sünnet'te yer alır?!
Kur'an içkiyi yasakladığı halde içki içene herhangi bir ceza getirmemiştir. İçki içene vurulacak hadd Sünnet tarafından belirlenmiştir ve hoca bunu "cezasını dinin tayin ve tesbit ettiği" bir suç olarak ifade etmektedir. (3)
Devam edecek
1) 2/el-Bakara, 178, 5/el-Mâide, 45.
2) 2/el-Bakara, 183.
3) http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/gelismeler/0024.htm
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Karaman hocanın Varları ve Yokları 9



Kur'an-Sünnet ilişkisi ve Sünnet'in teşrideki konumu meselesiyle doğrudan ilişkili olan bu mesele netleştirilmeden ne Kur'an'dan, ne de Sünnet'ten hüküm çıkarmak mümkün olur. Evet, ahir zamanda birileri "ben yaptım, oldu" mantığıyla hareket ederek adına "Kur'an İslamı" dedikleri ucubeyi "gerçek İslam" olarak takdim edebilir. Ama İslamî ilimlerle, bilhassa Usul'le ciddi anlamda irtibatı olan kimsenin bu tarz tutumlara iltifat etmesi düşünülemez.
Sünnet-Kur'an ilişkisinde modern müslümanın zihnini en fazla zorlayan nokta, Sünnet'in, Kur'an'da yer almayan hükümler getirmesidir. Oysa her ikisinin de kaynağının vahiy olduğu gerçeği gerektiği gibi kavrandığında ortada bir problem kalmayacaktır. Söz gelimi Kur'an'da evlenilmesi yasaklanan kadınlar alabildiğine detaylı biçimde zikredildikten sonra "Bunların dışında kalanları, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helal kılındı" buyurulur.1 Bu demektir ki, zikredilenlerin dışında kalan kadınlarla evlilik kapısı daima açık olacaktır.
Ancak Sünnet bu cevazın çerçevesini daraltmış ve kadının, halası ve/veya teyzesiyle bir nikâh altında bulundurulamayacağı hükmünü getirmiştir; bu hususta icma hasıl olmuştur. Kadının, babasının ve/veya annesinin halası ve/veya teyzesiyle bir nikâh altında bulundurulması da böyledir.
Yazarları arasında Karaman hocanın da bulunduğu heyetin hazırladığı Kur'an Yolu isimli tefsirde bu husus şöyle ifade ediliyor: "Yukarıda sayılan "evlenilmesi yasak" kimseler dışında evlenmenin caiz olduğunu bildiren cümle, daha sonra gelen "zevcenin üzerine teyzesi veya halasını almanın yasaklanması, haram kılınan sütün -doğumdan hısımlık ölçüsünde- genişletilmesi" gibi bazı hadislerdeki açıklamalarla (...) sınırlandırılmıştır."2
Dolayısıyla "Kur'an'da yer verilmemiştir" gerekçesiyle recme herhangi bir şekilde itiraz etmek Usul zemininde mümkün değildir.
Gelelim recme itiraz edenlerin sıklıkla öne sürdüğü diğer gerekçeye:
4/en-Nisâ suresinin 25. ayetinde, evlendikten sonra fuhuş yapan cariyelerin, hür kadınların cezasının yarısıyla cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. 24/en-Nûr, 2. ayetinde zina eden erkek ve kadının her birine 100'er sopa vurulması emir buyurulmuştur. Dolayısıyla evliyken zina eden cariyenin cezası 50 sopa olacaktır. Zira evli hür kadınların zina fiilinin cezasının recm olduğu söylendiğinde, 4/en-Nisâ, 25. ayetinde zikredilen "yarım ceza"yı tesbit ve tatbik etmek mümkün olmayacaktır.
Bu yaklaşım tarzı ilk bakışta problemsiz gibi görünüyor. Ancak meseleye biraz yakından bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. Burada problem olarak zikredilen hususun cevabına geçmeden önce bu yaklaşım tarzının problemli yönleri üzerinde kısaca duralım: A) 4/en-Nisâ, 25. ayeti, "evlendikten sonra" fuhuş yapan cariyelere verilecek cezayı anlatmaktadır. Peki bekâr cariyeler zina yaptığında cezası ne olacaktır?
B) 24/en-Nûr, 2. ayetinin getirdiği hüküm evli olsun bekâr olsun bütün zanileri kapsayacaksa burada bir problem ortaya çıkmayacak mıdır? Şöyle ki; bekâr insanın zinaya düşme tehlikesi evliye göre her zaman daha fazladır. Evli kimse, sağlıklı her insanın normal olarak hissedeceği cinsel birleşme ihtiyacını meşru yoldan giderme imkânına sahipken bekârın bu şansı yoktur. Bu, bekâr zaniye verilecek ceza için hafifletici bir sebep olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla bu ihtiyacını meşru yoldan giderme imkânına sahip olduğu halde gayrimeşru yola sapanların cezası daha ağır olmalıdır. Üstelik evli zani, eşine sadakatsizlik, evlilik kurumunun hürmetini ihlal... gibi suçların da altına imza atmış olmaktadır.
C) Bekâr zaniye verilecek ceza 100 sopa olarak hadden (değişmez bir şekilde) belirlendiği halde evli zaninin cezası ta'zir olacaksa, burada da ayrı bir ölçüsüzlük, dengesizlik ve adaletsizlik ortaya çıkacaktır. Zira bilindiği gibi azarlamak da ta'zir cezası kapsamındadır. Ta'zir cezasını hak etmiş bir suçlu, kadı efendi tarafından sadece azarlanarak serbest bırakılabilir. Dolayısıyla evli olduğu halde zina eden bir kimse de pekala iki ağır söze muhatap olduktan sonra serbest bırakılabilecektir; buna mukabil bekâr zanilerin cezası her zaman 100 sopa yemek şeklinde uygulanmaya devam edecektir!
Devam edecek
1 4/en-Nisâ, 23-4.
2 Kur'an Yolu, II, 44.
 
Üst