Kalp Diliyle Konuştular

saf deha

Profesör
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
1,307
Tepkime puanı
120
Puanları
63
Konum
ankara-kayseri


Pazartesi günü sabaha karşı doğmuştu, peygamber gibi… Doğmasıyla birlikte babası güzel iş bulmuş, ev sahibi olup kiralık evden kurtulmuşlardı… Kısacası evlerine doğum müjdeleri sunulmuştu…Evin ilk çocuğuydu. Anne baba kırklı yaşlarda evlenmişlerdi. Ne anne tarafından ne de baba tarafından akrabaları vardı. Oğlan çocuğu olmasına rağmen daha bir yaşına gelmeden konuşma başlamıştı. Kendi başına oynuyor, kendi başına oyuncaklarını tanıyor, onlardan türlü kurguları ailesini şaşırtıyordu. Anne baba çalıştığı için bakıcı bir kadın ona bakıyordu. O kadar sevimli ve yardımcıydı ki bakıcıya her sabah adeta koşa koşa eve geliyordu. Onu özlüyordu. Ne kadar cep telefonu veya ona benzer oyuncakları ona alıştırmak isteseler kabul etmiyordu. Adeta sıra dışı bir çocuktu. Aile bu özelliğini görmezden geliyordu. Onlara göre bu normal bir davranıştı. Yaşıtları türlü sanal oyunların içinde kaybolup gitselerde o çok daha doğal ve karmaşık kurguları tercih ediyordu. Bu kurgularını kimseyle paylaşmıyor ve kimseden de bu konuda yardım istemiyordu. Bu durum okul çağına geldiğinde adeta onu yalnızlaştırmış ve kimseyle anlaşamaz hale getirmişti. Kimseyle arkadaş olmuyordu. Herkesten uzakta, başka bir dünyada yaşar gibi oturuyor ve sadece bedeni görünüyor gibiydi. Böyle görünmesine rağmen derslerinde başarılı ve sıkıntısı olmayan da bir izlenim veriyordu. Öğretmeni onu izlerken bu görüntüsünü merak ediyor, davranışlarını gözlüyor ve anlam veremediği bir çok şey kafasını karıştırıyordu. Bir öğrenci olarak vazifesini yaptığı içinde bunların ne olduğu konusunda soru soramıyordu.

Bir gün ders konusu uzay ve gezegenlerdi…O gün dünyada yaşayan bir canlının bu gezegenlerde varlığının söz konusu olmadığını ve oraya seyahatinde şimdilik olasılık dışında bir durum olduğunu öğretmen izah ederken, o birden ayağa kalkmış, ben sizi katılmıyorum demişti. İnsan her yere gidebilir ve uçarda, çok hızlı hareket eder de demişti. Oğlum demişti, niye böyle söylüyorsun, yoksa oralarda gezdin mi, uçtun mu? Hani bunu neden söylemişti veya sormuştu öğretmen ama demişti işte gayri ihtiyari… Fakat o da ne, “Ben uçtum öğretmenim ve oralara da gittim de!” demez mi!

Çocuğum bu nasıl olur ki? Bu izah edilemez bir durum ve inanılması da zordu. Bütün öğrenciler ona acıyarak ve küçümseyerek bakmışlardı. Herhalde bu garip çocuk, bizimle alay ediyor demişlerdi içten içe…

“Ben zaten bu dünyaya ait değilim. benim arkadaşlarım ve sırdaşlarım da böyleler… Beni sizin anlamanız mümkün de değil. Bu öğretileriniz bana çok yanlış geliyor ve zaman kaybı. Oynadığınız oyunlar sizin düşmanınız. Sizin bu dünyaya ait olmadığınızı anlatmak istiyor, bu dünyada yaşar gibisiniz ama başka bir aleme alıştırıyor. Ben zaten o dünyanın çocuğu olduğum için, sizin gibi beynim uyuşmuyor. Yahut böyle tür oyunlar bana bayağı geliyor. Bana inanmayacaksınız ama bunu ispatta etmek istemiyorum. Arkadaşlarımı da görmenizi arzulamıyorum. Onları görmeniz size korku verebilir. Ama süpermen gibi giysiler giydiğinizde kimse sizden korkmuyor. Sizde bu sanal kahramanı yadırgamıyorsunuz. Onun gibi yaşamaya hepiniz gönüllüsünüz. “ Bunu dediğinde giysileri süpermen giysisine dönüşüvermişti birden. Herkes şaşkındı. “Beni bu süpermen giysisi ile görmeniz sizin kafanızda yer ettiğiniz sanal bir gölge… “ Ben sadece bunu böyle görmenizi sağladım. Benim üzerimde aslında böyle bir giysi de yok.” uykudan uyanır gibi baktıklarında yine aynı giysiler üzerinde onu görmüşlerdi.

Öğretmen ne yapacağını ne diyeceğini bilmiyordu. Çocuklar korku içindeydi.



O günden sonra onu kimse görmemişti. Anne ve babası bu yok oluş üzerine polise kayıp ilanı vermişler ve çocuğuna kavuşmak için dua ediyorlardı. Sınıfta yaşanan olaylar kimse tarafından dışarı sızmamıştı. Polis ne kadar aradı ve araştırdıysa onun izine rastlamamıştı. Onun söyledikleri gerçekten doğru muydu ki? Bu anlatılanları söylemek gerekir miydi? Hani söyleseler kim inanırdı ki?

Kayboluştan bir süre geçtiğinde, gecenin karanlığında yere doğru düşen ışık balonları düşmeye başladı. İnsanlar bunun doğa harikası bir görüntü olduğunu sandılar ilk önce. Ellerinde ki kameralarla görüntü alma yarışına girdiler. Lakin kısa bir süre sonra yer sarsılmaya başladı. Yıkılan binalar ve çaresiz haykırışlar bunu izledi. Çok şiddetli bir deprem meydana gelmişti. neredeyse yıkılmadık bina bırakmamıştı. O görülen ışık balonları depremden sonra gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. Gece gündüz gibi aydınlandı. Hiç kimse bunun neden olduğunu düşünecek halde değildi… Kısa bir süre sonra tekrar karanlığa gömüldü. ortalık mahşer yeri gibiydi…

Deprem bölgesine yapılan yardımlar, insanları kurtarmalar aylarca sürdü… Çok fazla ölen kişi vardı. Ama o çocuğun sınıfından kimseye zarar gelmemiş, öğretmen, anne ve babası ise sapasağlam kalmışlardı. Onların başına gelen bu durum gerçekten mucizeviydi.



Yıllar geçti aradan. O çocuklar yetişkin bir insan oldular. Çocuğu bulamamışlardı. Anne ve babanın da başka çocukları da olmamıştı. Ne öldüğünü ne de var olduğunu bilememişlerdi. Anne ve baba emekli olup, kırsal bir bölge de mütevazi bir evde yaşamaya başladılar. İnsanlardan uzak kamayı yeğlemişlerdi. Deprem sonrası zaten şehir de taşınmış, her yer harabeye dönmüştü. Anılarda silinmiş, tarihin karanlığına gömülmüştü.

Evin etrafına ne dikseler hemen büyüyor ve meyve veriyordu. Evin içinde de dışında da olağanüstü şeyler cereyan ediyordu. Mesela, everi hiç kirlenmiyordu, eskimiyordu… Sanki bu alan başka dünyanın mekanıydı. diğer yerlerden kopmuş ve gizli bir el onlara yardım ediyordu. Yaşlanmışlardı. bakıma ihtiyaçları vardı. Böyle olması onların da işine geliyordu.

O gün oturmuşlar ve çocuklarının resimlerine bakıyorladı ki, şaşkınlık içinde kaldılar. Resimde çocukları büyümüş ve olması gereken yaşta gülümseyerek onlara bakıyordu. Bu görüntü karşısında irkilmişler anı kataloğunu birden yere atmışlardı. Böyle bir şey nasıl olabilir ki? Tekrar bakmaya karar verdiler. İşte çocukları yine karşılarındaydı. Ama yine büyümüş çocukları oluverdi. Yoksa böyle bir hayalleri mi vardı ki zihinlerinde? Bundan başka nasıl bir açıklaması olabilirdi ki? O da ne, resim videoya dönüşmüş ve oğulları tanımadıkları bir konumda hareket ediyordu. Hatta gözleri gözlerine baka baka…

“Sevgili ailem ben ölmedim. Yaşamaya başka boyutta devam ediyorum. Evlendim. 2 çocuğum var birisi kız ve annemin adı, diğeri erkek ve babamın adını yaşatıyorlar. Onlar sizi tanıyor ve her an görüyorlar. yani biz aslında evinizde yaşıyoruz. Eğer bizi görmek isterseniz, kalbinizle çağırın sevgiyle… Bizi o zaman göreceksiniz. “

Resim yine eski haline dönmüştü. Bu olay inanılası değildi. Olamazdı. İnanmak isteselerde, böyle sıra dışı olaylara inanmaktan yorulmuşlardı da. Elbette böyle bir şey varsa, çocuklarını da gelinini de, oğlunu da görmek isterlerdi… Böyle bir beklenti bu yaştan sonra dayanılması zor bir durumdu. Bir kalp krizi ve sonu da ölüm demekti…



O günden sonra çocuk sesleri işitmeye başladılar. Ama konuştukları dilden anlamıyorlardı. Bazen kavga ediyorlardı herhalde. Sesler yükseliyor ve insanı çıldırtacak kadar rahatsız ediyordu. Acaba çocuklarının dediği doğru muydu? Onlarla mı yaşıyorlardı? Ne yer ne içerlerdi ki? Ne yer ne içerlerdi ki? Ne erzakları eksiliyor, ne yatakları bozuluyor ne de etraflarında olağanüstü bir şey de yoktu. Bu yaşadıklarını kime anlatabilirler de inandırabilirlerdi ki? Aklını kaybetmiş iki deli olurlar ve akıl hastanesine yatırırlardı herhalde. Zaten deli demek toplum dışı yaşamak değil miydi ki? Her neyse bunu kendileri çözmek zorundaydı. Çocukları kalpten çağırmalarını istemişti. Bu nası olabilirdi ki? Çağırmak deyince avazın çıktığı kadar bağırmak akıllarına geliyordu. Kalp ile iletişim bedenden çıkan ruh ile ancak olurdu. Yani ölmeleri mi gerekiyordu? Ya da ölmeden ölmek, Fena Fillah ve sonrasına varmak… Beka alemini keşfetmek! Bu olgunluğa ermek ve sıra dışılıktan kurtulmakla mümkün müydü?

İnanç sahibiydiler. Samimiydiler ama bu nasıl olabilirdi ki? Çocuğu ile belli ki farkı alemlerde yaşıyorlardı. Berzahın açılması gerekiyordu. Allah samimi duayı kabul eden, hatta her duayı, Yaratıcıydı. Bunca sabrın sonunda belli ki sınavın karşılığını alma zamanı gelmişti. İşaretler bunu gösteriyordu. Gecenin bir deminde namaz kılmışlar ve hıçkıra hıçkıra dua etmişlerdi. Bu berzahın açılması ve Fena Fillahı keşfetme arzusunu dile getirdiler. Bir sebep olsun istediler.

Tam yataklarına uzandılar ki, kapı aralığında bu dünyada hiç görmedikleri kadar genç ve nur topu birini gördüler. “Haydi sizi fena Fillah’a ve sırlarına götüreyim.” Karı koca göz göze geldiler. Hiç düşünmeden yanlarına geldiler. O kişi ellerini tuttuğunda sanki bedenlerinden çıkmış, öylesine hafiflemişlerdi. Görmedikleri bir alemdi evleri… Oğullarını ve torunlarını gördüler. Gelin hanım, yemek yapıyordu. oğulları geldi ve sarıldı. Sonra torunları… Sofra kuruldu. Büyük bir aile olmuşlar ve bir başlangıca adım atmışlardı.

Anne ve babanın konuşacağı çok şey vardı… Sorular ve cevapları da… Ama hiç bir zaman bunu sormaya da gerek yoktu. Sonuçta geç gelen mutluluk ve düzenleri vardı. Yalnızca Rablerine şükrettiler…

Saffet Kuramaz, 20.12.2023, Ankara
 

erdemceerdem

Profesör
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
2,700
Tepkime puanı
394
Puanları
83
Yaş
41
Konum
Garb'ın Âfâk
peygamber gibi....
bu tür benzetmelere girme/melisiniz kardeşim...

İlk paragrafta doğurduğun çocuğu aynı paragrafta öğretmenle buluşturdun. Uzay dersi işlenecek diye paragraf açmışsın...

Özür diliyorum... Ben de yazarım çok çaba sarf etmeden bu satırları...
İncitmek istemiyorum...
Kitap çıkartmışsınız, buna sebep getiriyorum bu eliştirileri...
Matbaanın parasını verebilen kitap çıkartmamalı bence...
 

saf deha

Profesör
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
1,307
Tepkime puanı
120
Puanları
63
Konum
ankara-kayseri
Herkesin yolu var
Herkesin ben iyiyim derdi kibri de...
Kime göre din
Kime göre kin!

Kırmayım derken bile kırmaya talip
sen neymişsin be abi... alkış, alkış...

Peygamber gibi, peygamberle aynı düzeyde değil... Safilik, arılık ve temizlik ifade ediyor. birde mübarek peygamberi anmak... Kim peygamber olabilir, kim kime benzer ki gerçekte. Hikaye işte... kurgu... siz hakaret edesiniz diye koymadım bu öykü- hikayeyi... eleştireyim derken, kul hakkı oluşturacak bir gönül kırdın vesselam. birde siz benim yazdığım kitapları da okumadınız... bu ayrı bir kul hakkı... üzgünüm. Allah bundan sonraki hayatında nefsine daha az tamah etmeyi nasip etsin diyorum. Amin.
 

saf deha

Profesör
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
1,307
Tepkime puanı
120
Puanları
63
Konum
ankara-kayseri
Ha bir de unuttum yazmayı, okuyanın kafasına peygamber efendimizin pazartesi doğduğunu ve o gün mücizeler yaşandığını dolaylı yoldan anlatıyorum. Eğer bu benzetmeyi bu şekilde yorumluyorsanız, sizin yazarlığından şüphe etmem mi gerekiyor! size cevap veriyorum çünkü yazdıklarım mahşerde bana kefil olsun diye. beni ne konumlara soktuğunuzun farkında bile değilsiniz. iyi niyetimi nerelere getirdiniz bravo.
 
Üst