Yerli yersiz okumalar
İtibar dergisi yedinci sayısında Rasim Özdenören için özel bir dosya hazırladı.
Asım Öz/ Dünay Bülteni / Kültür Servisi
Kimi yazarlar yaşarken dikkate alınır, pek çok yazıya ve etkinliğe konuk olurlar. Rasim Özdenören, bu durumun dört dörtlük örneği desek yanlış olmaz sanırım. İki binli yıllarda pek çok dergi Rasim Özdenören hakkında sayılar hazırladı. Bu okumaların seksenli ve doksanlı yıllarda değil de iktidarla yaşamanın daha yoğun olduğu yıllara rastlamasının sebepleri üzerinde de durulabilir. Özel sayı olmakla dosya arasında gidip gelen bu yayınların dışında sempozyum ve derleme kitap mahiyetinde etkinliklerle yayınların yapıldığını da belirtmemiz lazım. Farklı yayın organlarında önemli makaleler yayımlandı, üstelik bunlardan bazıları kitaplaştı. Mesela
TYB Akademi’nin son sayısında yayımlanan Kenan Çağan’ın “Rasim Özdenören Düşüncesinin Temelleri ve Kavramsal Nitelikleri” başlıklı yazısı dikkate değer yazılardan biri olarak mutlaka anılmalıdır. Fakat bu yazının bir sempozyum bildirisi olduğunun belirtilmeksizin yayımlanması yazarı açısından önemli bir yayın kusurudur.
Rasim Özdenören hakkında dosya hazırlayan dergilere
İtibar dergisi de katıldı. Her şeyden önce teraziyi titiz ölçülerle kullanamamış bir sayı bu. Bazı konularda derinlemesine bir merakın peşinden giden birkaç yazı var. Yazıların geneli, analitik bir bakıştan yoksun, daha çok kısa notlar hatta “görüşler” şeklinde. Belki dergi daha iyi bir dosya hazırlamaya niyet etmiş yazarlar savsaklamış olabilir. Denemenin düşünceye yaslanmayan söz oyunlarına boğulan izlenim yazıları denilse de olur birkaç yazı için. Hatta bazı yazılardan yola çıkıldığında, Özdenören’in yazılarından daha çok nektar toplayıp, onun balını geniş kesimlere dağıtmaktansa edebiyat ortamındaki bazı hesaplaşmaların öne çıktığını bile söylemek mümkün.
Ahmet Kekeç seksenli yılların politik ortamının etkisiyle
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler kitabının farklı okumalara uğradığından söz ediyor. Fakat bunun ne olduğuna hiç değinmiyor. Ayrıca, Özdenören öykülerinin “bütün bir kuşağı etki halesine aldığı”ndan ve Özdenören’in “parmakla gösterilen bir düşünür” olduğundan söz ediyor. Haklı olabilir bazı noktalarda Kekeç. Fakat hiçbir kanıt sunmadan ve çözümleme yapmadan bunları söylemesi ifadelerinin gücünün önüne aşılamaz bir set inşa ediyor.
Söyleşide Öne Çıkan Bazı Noktalar
Buna karşın
İtibar’ın Rasim Özdenören ağırlıklı sayısını birkaç özelliği bakımından önemli buldum. Bir kere dosyanın başında yer alan Özdenören söyleşisi önemli. Onun düşünce dünyasının bazı noktalarını daha belirgin bir biçimde ortaya koyuyor. Dergicilik deneyiminin ve hatıralarının da yansıdığı bu söyleşide özellikle giyim kuşamda, sanatta ve edebiyatta sembol/sembolleştirmeler konusunda söyledikleri dikkat çekici. Hıristiyanların ve Yahudilerin kıyafet sembollerine değinen Özdenören, İslam’da kılık kıyafetle ilgili herhangi bir sembolün olmadığını, önemli olanın örtünmenin biçimi olduğuna özellikle vurgu yapıyor. Bir şeyin dinî sembol olabilmesi için süreklilik taşıması gerektiğini belirten Özdenören hilal ve minarenin sembol olarak görülmesi durumunun Müslüman dünyada süreklilik arz ettiğini fakat edebiyatta süreklilik gösteren böyle bir sembol dünyasının olmadığını ifade ederek şunu söylüyor: “dindeki semboller süreklidir, edebiyattaki semboller dönemseldir, dönemden döneme yenilenebilir, yenilenir.”
Benzer ayrımları Müslümanların bazıları tarafından sembol şehir olarak görülen Şam, Bağdat, Konya ve İstanbul için de yapan Özdenören bu şehirlerin İslam’ı sembolize etme durumunun birer kabul olduğunu söylüyor. Bu şehirlerin konumunun hiçbir zaman Mekke ve Medine ile aynı olmadığını belirterek şehirlere bakışın mezheplere göre de değiştiğini şöyle ifade ediyor: “Kimileri bu şehirlere bugün Darü’l İslam diye bakıyor, kimileri Darü’l Harp diye bakıyor. Dolayısıyla onların sembol olma değeri de izafi bir şeydir.”
Rasim Özdenören’in teknoloji konusunda söyledikleri ile dosyadaki yazıların bazıların odaklanmaya çalıştıkları meseleler arasındaki açı farkı da dikkat çekiyor. Sözgelimi Murat Erol Özdenören’in düşünce dünyasını büyük ölçüde İsmet Özel’in
Üç Mesele’si üzerinden anlamaya çalışmış. Oysa teknik konusunda Özdenören şunları söylüyor dergideki söyleşisinde: “ Teknoloji (…) istifade edilebilirse mesele yok. Teknolojiden hazzetmediğini veya teknolojiyi kendisine düşman edenlerin bile teknolojiden istifade ettiklerini gördüğümüzde, bu neyin nesidir diye sorduğumuzda makul bir cevap alamıyoruz nitekim. Düşman olmak için sebep yok teknolojiye. Şu şartla ki, onu tabu haline getirmiş olma.”
Dergilerin bir fonksiyona istinaden çıktıklarını belirten Özdenören fonksiyonunu yitiren fakat çıkmaya devam eden dergilerin ölü bir yayın olmaktan kurtulamayacağı tespitini yapıyor. Bugünkü dergilerin iç problemleri üzerine farazi olarak konuşmayı doğru bulmadığını belirten Özdenören kendi dergicilik tecrübesinden hareketle şunları söylüyor: “Bizden önceki ve bizim içinde yer aldığımız dergi teşebbüslerinde, genelde dergi bir kişinin inisiyatifindeydi. O tecrübede şunu gördük: O kişi hazır olursa, bu bazen paraca hazır olunmayabiliyor, bazen yazı verimi itibariyle hazır olunmayabiliyor, o kişi hazır olunca o dergi çıkıyor; ister mali nedenlerle olsun, ister yazı birikimi konusunda olsun o kişi hazır olmadığında dergi çıkmıyor. Dolayısıyla
Büyük Doğu olsun,
Diriliş olsun,
Edebiyat dergisi olsun, bunlar hep aksayarak çıktı. Biz bu tecrübeyi gördüğümüz için dedik ki, bu dergi, yani
Mavera dergisi, kişilere balı olmaksızın bir ekibin dergisi olarak çıksın. Bu bizi sürekli bir arayışa götürdü. Dergi 1984’ten sonra İstanbul’a gitti, 1976’yla 84 yılları arasında Ankara’daydı, editörlüğünü ben yürüttüm. İstanbul’a gittikten sonra zaten bizim inisiyatifimizden çıktı ve dergi aslında anlamını da yitirdi, adı Mavera olarak kaldı ama fonksiyonlarını benim indimde yitirmiş durumdaydı.”
Şerh Meselesinde Atlanan Bir Metin
İkinci olarak Ali Görkem Userin’in “Rasim Özdenören’in Eleştiriye Bakışı” başlıklı yazısında
Ruhun Malzemeleri’nde yer alan “ Eleştirme Şerhe Karşı” yazıya atıf yapmış olması da dosyanın dikkate değer noktalarından biri. Bu metnin hatırlatılması bile başlı başına önemli. Zaten kültürel birikimin oluşumu büyük ölçüde bu tür kazı işlerine yönelmekle elde edilir. Eleştiriyi Batı kültürüne özgü bir düşünme yöntemi olarak gören Özdenören bu yazısında eleştiri ile şerh farkı üzerinde durur. Şarihin yazıyla ilişkisini şöyle ortaya koyar Özdenören: “ Şarih, ele aldığı metni yargılamaya girişmez, böyle bir niyeti olmadığı gibi, böyle bir işi görevleri arasında da saymaz. O, beğendiği, hoşlandığı bir metindeki güzellikleri, anlamları başkalarıyla paylaşmak ister o kadar” Userin bu tespitlerden yola çıkarak Akif’in “Belki on şerhe bakıp bir kuru mâna çıkaran” mısraını hatırlatan şu yargıya varır: “Şerhin derdi anlamla, eleştirininki ise, daha çok teknikle ve yapıyla alakalıdır.” Özdenören’in bu yazısını benim için önemli kılan hususlardan biri şu: İsmail Kara’nın kaleme aldığı ve şerh ve haşiye meselesine odaklanan
İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz kitabında bu yazıya atıf yapılmamış olması. Kara, söz konusu kitabında şerh meselesine doğrudan ve dolaylı olarak değinen pek çok metne atıf yapmasına karşın bu metni görmezden gelmiştir. Oysa söz konusu kitapta değinilen şerh ve edebiyat ilişkisi noktasında önemli bir metindir Özdenören’in yazısı.
Dayanaklardan Yoksunluk
Özdenören’de değinen yazılarda mesele dönüp dolaşıp yerliliğe geliyor nedense. Birkaç alıntıyla görelim bunu. Turan Karataş “Rasim Özdenören Sözlüğü”nin bir yerinde şöyle diyor: “Merkezdedir, fakat taşrayı unutmamış, ıskalamamıştır. Anadolu insanını en sahici biçimde öykülerinde yaşatır. Üstelik bu insan, kendisini vareden medeniyetin değerlerine inanan yerli bir insandır.”
Murat Erol “Muhteşem Netlik” yazısında şöyle diyor: “Özdenören için Anadolu İslam Medeniyet tecrübesinin farkındalığının yüksek örneği diyorum. Özdenören, güncel ve dönemsel birtakım etkilenmeler ve konular dışlarda tutulduğunda, İslam’ın evrensele yönelen yerli bir düşünceye nasıl kaynaklık edeceğini ortaya koymuştur.”
Müslim Çoşkun “Yerli Bir Düşünce Adamı” yazısında kendi okuma tecrübesi üzerinden şunları söylüyor: “Yerli düşünceyi tanımadan başladığımız dışa dönük(…) okumalar yüz[ün]den hep bir tarafımız eksik kalmıştır. Bu eksikliği Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören ve İsmet Özel gibi yerli düşünceyi temsil eden isimlerin eserlerini okumaya başlayınca fark ettim.”
Bir alıntı daha yapalım Coşkun’un yazısından: “Sözgelimi zaten sınırlı sayıda olan yerli isimlerin üstü büyük ölçüde örtüldü. Bu örtüyü kaldıran üç isim varsa, birisi Rasim Özdenören’dir. O, yerli düşüncenin bu topraklarda yeniden yeşermesine katkı sağlayan isimlerin başında gelir.”
“Yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı” boyutunda olmasa da farklı işaretleri bulunan bir yazı bu. Eğri oturup doğru konuşmak gerek; Müslim Coşkun’un yazısında dikkat çeken noktalardan biri yerlilik meselesinin belirgin kılınması sürecinde zikredilen isimlerin hepsinin Müslüman dünyadan olması yerliliğin tartışılma zemini hakkında başka noktaları akla getiriyor. Seyyid Kutub, Mevdudi, Ali Şeriati, Hasan El-Benna’nın bir dönem çok ilgi görmüş olmasından duyulan bir rahatsızlık görülüyor yazıda. Oysa, Özdenören özelinde bakıldığında bu isimlerin dışlanması söz konusu olamaz. Mesela bu isimlerden bazılarına atıf yapan Özdenören sanırım hiçbir yazısında Nurettin Topçu’ya atıf yapmaz. Diğer taraftan, Özdören’in edebiyat anlayışına bariz olarak görülen Dostoyevski, Faulkner etkisinin acaba yerlilik yorumları üzerinden izah edilmesi mümkün mü? Üstelik bu etki hâlen de süren bir etkidir. O yüzden Özdenören Raskolnikov’un yaşadığı Petersburg’u ziyaret etmek istemektedir. Diğer taraftan Özdenören’de yerlilik kavramının sadece ülke veya vatan merkezli olarak düşünülmediğini, bundan dolayı da onun yerlilik anlayışının milliyetçi yerlilerle veya misakı millicilerle aynı kulvarda olmadığının mutlaka akılda tutulması gerekir. Ondaki yerlilik vurgusu büyük ölçüde Sezai Karakoç’un “İslamın Yerliliği” yazısındaki düşüncelerle paraleldir. Yani ilkelerin esas olduğu bir yerliliktir, bunun ise yaygın olarak kullanılan yerlilikle alakası yoktur kanaatindeyim.
Bu nedenle
İtibar’ın dosyasında “utangaç İslamcılık” olarak “yerliliğin” altı çizilirken “yerlilerimizi” tanımamaktan kaynaklanan bir bakış sorunu da dikkatlerden kaçmıyor. Özdenören’i Nurettin Topçu ve İsmet Özel izleğine yerleştirmek aynı zamanda bu isimlere ne kadar yabancı olunduğunun da kanıtı sayılmalı bence. Ne demek istediğimi biraz daha yakından bakmak isteyenlerin
Türk Edebiyatı dergisinin Mustafa Kutlu Hikayeciliğine odaklanan dosyasında yer alan Alâaddin Karaca’nın yazısının giriş kısmı ile İtibar’ın bu sayısındaki yerlilik yabancılık vurgularına bakmalarında fayda var.
Yerli yersiz kullanılan yerlilik kavramının edebiyat ortamında teorik olarak yerli yerine oturtulamamış olduğu bir gerçek. Bu meselede yanılgılardan kaçınmak için iki yazı mutlaka okunmalıdır: İlki
Birikim’in yerlilik dosyasında yayımlanan Abdurrahman Arslan’ın yazısı. Diğeri
Hece’nin yerlilik özel sayısında yer alan Atasoy Müftüoğlu’nun yazısı.
Tabii yerliliğin edebiyat düzleminde imkânlarını, nasıl anlamlandırıldığını ve elbette kısırlaştırıcı boyutlarını düşünmek için Rasim Özdenören’in
Mavera dergisinde 1977’de yapılan “Edebiyatta Evrensellik ve Yerellik” konulu oturumda ifade ettikleri ile “Yerliliği Tüketmek” yazısının özellikle son iki paragrafı üzerinde ciddi biçimde düşünmek lazım.