İsrail’e demokrasi de ilaç olmuyor / Yasin Aktay

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Türkiye'de hukuk sisteminin tefessüh edişinin resmi, insanların haklarını savunmak veya hukuk yolundan bir kazanım elde etmek için bir avukat tutmak yerine bir hakim tutmayı daha geçerli bir yol olarak benimsemeleridir.
Bir hakim tutmanın daha geçerli ve daha sonuç alıcı bir hale gelmesi kadar yaygınlaşması ve kolay erişilebilir hale gelmesi aslında hukukun hiç bir kıymeti harbiyesinin kalmadığı anlamına geliyor.

Hukukun üstünlüğü dediğimiz şey, hakimlerin veya yargıçların elde ettikleri bir yetkiyi sınırsız kullanabilmeleri anlamına gelmiyor elbet. Hakimin karar yetkisini elinde istediği şekilde kullanabileceği bir araç, bir silah gibi görmeye başlaması tam bir sapkınlık halidir ve zaman zaman bu sapkınlığın ortaya çıkması bir patolojik durum olarak görülebilir.
Oysa hukukun üstünlüğü, hukukçunun değil, aksine hukuk idealinin üstünlüğü anlamına geliyor ki, bunun birincil şartı hukuk prosedürlerinin şeffaf, herkese açık ve sonuçlarının kolay öngörülebilir olmasıdır.

Bu, davaların yargıcı kim olursa olsun, davadaki delil ve iddia durumuna göre sonuçların hukukçu olmayanlar tarafından bile kolaylıkla öngörülebilir olmasını gerektiriyor.
Aksi durum, davalara bakan yargıcın kim olduğu veya yargıya konu olanın kim olduğuna göre neticelerin değişmesi veya hatta davaya dair kararın yargıçlar tarafından bile değil, onlara da başka bir merkezde verilen talimatlarla belirlenmesidir.
Bu durumda yargı kararları ya yargılananların dosya durumuna hiç bakılmaksızın tamamen yargılayan veya yargılananların kimliğine bakılarak kolaylıkla öngörülebilir ki, burada öngörülebilirlik normal şartlar altında sahip olabileceği hiç bir olumlu değere sahip değildir.

Başka bir ihtimal da talimatlar dosya durumuna göre değil de dışarıdan talimatlarla veriliyor olduğu için sonuçlar üzerindeki belirsizliğin hukukun üstünlüğünü tamamen tüketme ihtimalidir.
Eskiden beri Türk yargısının böyle bir maluliyeti vardır. Ancak itiraf etmek gerekir ki, paralel yargının oluşturmuş olduğu fiili durumlar yargıdaki kaotik durumu ve belirsizliği azami derecede artırmıştır. İnsanların bir avukat yerine paralel yapıya mensup bir hakim ayarlamanın yargıdan istenen sonucun alınmasında daha belirleyici olduğuna dair kanaatleri giderek kulaktan kulağa yayılan, herkesin bildiği büyük sırra dönüşmüş. Biraz da üzerinde durulduğunda bu yaklaşımın bütün yargıyı bir kangren gibi kaplamış olduğu her geçen gün ortaya çıkan örneklerle çok daha iyi görülüyor. Himmet çarkına gereken harçların ödenmesi, Hizmet örgüsüne tabiiyet yargı mekanizmasını işleten en önemli müessir haline gelmiş oluyordu. Esasen medya ve polis teşkilatındaki uzantılar dolayısıyla yargı konusunda ihtiyaç halinde gerekli deliller veya algılar yargıçların ellerini kolaylaştırmak üzere ustalıkla istihdam edilebiliyordu. Haşiye, Selam-Tevhid gibi davalarda bu mekanizmanın nasıl çalıştığı, bizzat tezgahın kurbanları tarafından ortaya konulabildi. Hukukun bu şekilde katledilmiş olduğu 7 Şubat, 17-25 Aralık hadiseleri olmasaydı büyük ihtimalle kolay fark edilmezdi. Ama ilahi adalet illa ki katilleri şaşırtır ve kurbanının ahını yerde komaz. Hukuk katliamı yapanların doymak bilmeyen iktidar hırsları onları daha fazlasını talep etmeye sevk ederken büyük hatalar yapmalarına da yol açar.
17 Aralık, katledilip yüzeye defnedilmiş hukuk cesedinin ortalığa çıkmasına sebep olmuştur. O andan itibaren herkes işlenen cinayete tanık olmaya başladı. Sonraki hal, şimdiye kadar iyi insan rolü oynayarak toplumda yer edinmiş olan seri katilin artık hiç bir şey gizlemeye çalışmadığı, bütün kötülüğüyle meydan okuyucu küstah bir pervasızlık hali.

Paralel yargının tam bir kamikaze saldırısıyla hapisteki arkadaşlarını kaçırmaya çalışması artık kendileri açısından da gizlenecek hiç bir şey kalmamış olduğunun bir ifadesi. Tünel kazıp hapisteki arkadaşlarını çıkarmaya çalışmak ile bu yolla yapılan işlemler arasında neredeyse hiç bir fark yok.
Hapiste resmi görevli biriyle işbirliği halinde yapılmış bir teşebbüsün değerlendirmesi de cabası. Yakalandığında neticesi ne ise bu işlem esnasında yakayı ele verenlerin akıbeti de budur.

Yargıda adaleti tesis etmekle görevlendirilmiş hakimler, görev yetkilerini adaleti tesis etmek yerine içerideki örgüt arkadaşlarını, yine örgütten aldıkları talimatlar doğrultusunda gözetmek ve gereğinde görevli olmadıkları yerlere de dalarak kaçırmak için kullanmışlardır. Olayın bu basitliği, açıkçası, konuya hukukun üstünlüğü gibi daha çetrefil bir mevzudan girmeyi bile gereksiz kılıyor.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
İsrail’e demokrasi de ilaç olmuyorİsrail'de Mart ayında gerçekleştirilen seçimlerden sonra devam eden koalisyon görüşmeleri Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu'ya Cumhurbaşkanı Rivlin tarafından verilen sürenin dolmasına birkaç saat kala sonuçlandı. Netanyahu'nun seçimleri kazanmasının ardından 51 milletvekili Cumhurbaşkanı Rivlin'e mektup yazarak yeni hükümetin Netanyahu tarafından kurulmasını önermişti ancak Avigdor Lieberman'ın bu dönem koalisyonda yer almayacağını açıklamasının ardından meclis aritmetiği açısından Netanyahu'nın hükümeti kurma ihtimali zora girmişti.
120 sandalyeden oluşan İsrail parlamentosunda hükümeti kurmak için gereken asgari temsilci sayısı 61'di. Netanyahu bu sayıyı tam sınırda yakalayan bir koalisyona Başkanlık edecek.
Kurulduğu günden bu yana koalisyonlarla yönetilen İsrail'de yeni koalisyon hükümeti 5 partiden oluşuyor. Binyamin Netanyahu'nun partisi Likud, bir önceki dönem Ekonomi Bakanı olan Naftali Bennett'in HeBayit HaYehudi Partisi, ultra-siyonist / ultra-judaist olarak bilinen Shas ve Birleşik Torah Yahudiliği partilerinin yanı sıra kendisini merkez sağda konumlandıran Koolanu partisinden oluşan koalisyonu oldukça hararetli bir iç ve dış politika gündemi bekliyor olacak.
Öncelikli sorun büyük ihtimalle kurulan hükümetin devam ettirilmesi olacak. Zira bir önceki dönem Netanyahu'nun getirdiği reform önerileri Shas ve Birleşik Torah Yahudiliği tarafından önlenmişti.
Koalisyona giren partiler arasında bakanlıkların nasıl paylaşılacağı konusu da ayrı bir sorun olarak beliriyor. İsrail'deki uygulamaya göre koalisyonu kuran Netanyahu'nun Bakanlar Kurulu'nu oluşturmak için 1 hafta daha süresi bulunuyordu. Bugün itibariyle Netanyahu'nun Bakanlar Kurulu listesini Knesset'e sunmak için 2 günü kaldı.
Hatırlanacağı üzere Naftali Bennett Netanyahu'ya gönderdiği mesajda Adalet Bakanlığının kendi partilerine verilmemesi durumunda muhalefette kalacaklarını bildirmişti. Koalisyonun HeBayit HaYehudi ile kurulmuş olması Netanyahu'nun Bennett'e istediğini verdiği izlenimi oluşturuyor. Bennett'in partisine verilen bir diğer bakanlığın Eğitim Bakanlığı olduğu iddia ediliyor ki bu bakanlık ülkedeki ultra partiler tarafından aşırı derecede önemseniyor.
Dolayısıyla yeni hükümette Eğitim Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı gibi bakanlıkların HeBayit HaYehudi partisine verilmesinin Shas ve Birleşik Torah Yahudiliği partilerinde ciddi rahatsızlık yarattığı iddia ediliyor.
İsrail aslında ekonomik sorunları her geçen gün büyüyen, refah seviyesindeki aşınmadan orta sınıfların rahatsızlığının her geçen gün arttığı bir ülke. Bu seçimde söz konusu refah aşınması İsrailli seçmenin siyaseten radikalleşmesine ve faşizan eğilimleri belirgin partilere yönelmesine sebep olmuş gibi gözüküyor. Bununla birlikte oluşan hükümetin mevcut sorunlar dolayısıyla uyumlu biçimde çalışmasının zorluğu, koalisyondan çekilecek herhangi bir partinin hükümeti düşürme ihtimali İsrail iç politikasında istikrarsız bir dönemin başlangıcı anlamına gelebilir. Özellikle Şaron ve Netanyahu hükümetleri döneminde izlenen güvenlik politikaları dolayısıyla sağduyusunu yitiren ve marjinalleşen İsrail toplumunun hükümet içerisindeki tartışmaları nasıl değerlendireceğini ve bu tartışmalardan nasıl etkilenebileceğini zaman gösterecek.
Ancak şimdiden şunu söyleyebiliriz ki Netanyahu Başbakanlığını devam ettirebilmek adına dış politikayı İsrail'deki faşizmi mobilize eden ve koalisyon partileri arasındaki uzlaşmazlıkları izole eden bir aparat olarak kullanmayı deneyecektir. Bu noktada özellikle Filistin'le sürdürülen Barış Müzakerelerini provake etmek Netanyahu'nun en önemli seçeneklerinden birisi olarak beliriyor.
Koalisyonu oluşturan partilerin Koolanu hariç tamamı Filistin'le yürütülen Barış Süreci'nin sonlandırılması gerektiğini savunuyor. Ayrıca koalisyondaki partilerin tamamı İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalinin derinleşmesi, yeni yerleşim yerleri inşa edilmesi ve Yahudiliğin Ortodoks biçimi olarak tanımlanabilecek Heredimlere uygulanan devlet yardımlarının arttırılması konularında birleşiyor. Dolayısıyla koalisyonda bir kriz belirdiğinde Netanyahu'nun ilk yöneleceği şeyin Gazze veya Filistin'in diğer toprakları olacağını öngörmek mümkün.
Özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin aldığı, İsrail'in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği eylemlerin savaş suçu olup olmadığına dair ön inceleme kararı dolayısıyla ilerleyen günlerde yaşanacak gelişmeler Netanyahu'nun İsrail toplumunda yükselmesi muhtemel aşırı sağ havayı kendi lehine çevirmek üzere bir önceki dönem yaptığı gibi erken seçim çağrısı yapmasıyla neticelenebilir. Taş atan Filistinli çocukların evlerinin bombalanması gerektiğini söyleyen Naftali Bennett gibi politikacıların hükümet içerisinde olması İsrail'in Gazze'ye yönelik yeni katliamlarının olabileceği ihtimalini de akıllara getiriyor.
Obama'nın seçim kampanyasının en önemli ayaklarından birisini de Obama yönetimiyle ilişkiler oluşturuyordu. Önce barış müzakereleri masasından kalkarak bir anlamda Obama'yı yarı yolda bırakan Netanyahu, ardından Obama'nın rızası hilafına ABD Temsilciler Meclisi'nde İran ile varılacak nükleer anlaşmaya muhalif bir konuşma yaparak Obama'nın ülkesinde Obama'dan rol kapma arayışı içerisinde olmuştu. Seçim kampanyasında ise ABD dahil herkese rağmen İsrail'in haklarını savunan Başbakan imajını işlemişti. Gelinen noktada Netanyahu'nun ABD'nin İran'la ilişkilerinin normalleşmesi sürecini durdurmaya çalışacak adımlar atabilir. İran tehdidi İsrailli seçmen tarafından daima satın alınan bir retorik olmuştur.
Yeni hükümetin Türkiye ile ilişkilerde de klasik Netanyahu siyasetini izleyeceği şimdiden söylenebilir. İsrail'in işlediği savaş suçlarına karşı tüm uluslararası platformlarda kararlı bir duruş sergileyen Türkiye'den Netanyahu'nun rahatsız olduğunu bilmeyen yok.
Kısacası İsrail'de oluşacak yeni hükümet bölge barışına ya da İsrail dış politikasına yeni şeyler söylemiyor. Ülke içerisinde yoğunlaşan faşizan rengin dış politikada da belirgin hale gelmesi muhtemel. Önümüzdeki dönemde dış politikasından ziyade iç politikası hareketli bir İsrail göreceğimiz kuvvetle muhtemel gözüküyor.
 
Üst