İslam UĞruna, Ahİretİnİ Feda Edebİlmek

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
İSLAM UĞRUNA, AHİRETİNİ FEDA EDEBİLMEK

Ahiretini bile feda etmek budur. Cennet dahil olmak üzere hiçbir karşılık beklemeden, hüsnü niyetle, Allah isminin yücelmesi ve yaratandan dolayı yaratılanların ebedi mutluluğu için mücadele etmek, gerekirse muhacir yaşamak, zindanlarda efkar çekmek ve ölebilmektir.
Sonbahar geldiğinde yapraklar dökülür ki, ağaç baharda meyve verebilsin. Eğer yapraklar kendini feda etmezse, ağaç onları kışın zemheri soğuğundan koruyamamakla beraber kendi de kuruyuverir ve baharı göremez. Ama yaprakların feda oluşuyla ağaç, kışın ardından baharda meyve verir.
Bizler de İslam bağının yaprakları gibiyiz. Yaprak dökülmüş, gam yemeyiz. Aslolan Kur’an bağının tazeliği ve taravetidir. Biliriz ki baharda çiçek açacak, ağaç sümbül verecektir. Kaldı ki, İslami felsefemizde feda olmak ta yok olmak demek değildir.
Bu mukaddes din, bu ulvi da’va eğer bugün bizlere kadar gelmişse bu güzellikleri; ilahi da’va uğruna kendini çıra gibi yakan, kendi adına bir şey talep etmeyen azizlere borçluyuz ve onlara minnettarız.
Aradığı gibi bir eş bulamayıp içinde bir ukde kalan ya da İslami bile olsa istediği ilmi tahsili yapamayıp gönlü bu arzusunda kalan ya da belki bir gün muhacerata düşüp çok sevdiği ailesinden ayrı düşebilecek diye gönlü devinip duran ya da varlıklı iken İslami da’va uğruna yoksul kalışından dolayı tanışları arasında mahcubiyet hisseden ya da insanları, yaratandan dolayı sevemediğinden onların zulümden kurtulup rahat bir nefes almaları kendisini gayrete getirmeyen birisi; henüz arzu ve emellerini İslami mücadeleye feda edememiştir. Bu dünyaya halen muhabbet gözüyle bakmaktadır ve hırs ve arzusu, gam ve hasret olup gönlünü çepeçevre sarmıştır. Böyle birisi, elbette ki ahiretini feda etmeyi anlayamaz. Çünkü, insanları kurtarmak istediği zincirlerden birine yazık ki kendisi de bağlanmıştır. O yüzden, dünyalık arzularının üstüne gecenin karanlığını çekememiştir, belki bulutun gölgelemesi gibi ancak bazı arzu ve emellerini örtüp onlardan kurtulabilmiştir.
Eğer derdimiz, tasamız, fikrimiz iliklerimize kadar işlemiş olsaydı ve eğer kalbimiz İslamın hayat bulması için atsaydı ve eğer yüreğimiz insanların hidayet ve saadeti için yansaydı; tıpkı yüzünü sürekli güneşe dönen günebakan/ay çiçeği gibi gönlümüzün alakası da sürekli ‘İslam için ne yapabilirim?’ olurdu. Şayet bir tüccar mantığıyla herşeyi kazanç kıstası ile değerlendirirsek, ahiretimizi feda etmeyi ve ‘fena fil İslam’ olmayı elbette ki anlayamayız. Çünkü Allah’ın da’vası gönül işidir. Allah’ın da’vasını şehid gibi sevmek, bu da’vaya şehid gibi aşık olmak gerekir.
Şayet bizler, insanımıza dua etmeyip verdikleri sıkıntılardan dolayı da onlara beddua ediyorsak; hem yeterince İslamı anlayamamışız, hem de yaratılanları yaratandan dolayı sevememişiz demektir ki, sevememişsek te pek tabii ki onlar için bir hüznümüz de olamaz. Bizim belki de bazı güzel merhalelere gecikmemizin bir sebebi de insanlara ettiğimiz beddualardır. İnsanların İslam gibi büyük bir ni’metten faydalanmalarını, mahrum kalmamalarını, Allah’a ibadet ve secde eden abid ve sacid kullar olmalarını istiyorsak; insanlardan beddualarımızı kaldırmalı ve onlara duacı olmalıyız. Çünkü: “Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d: 11)
‘Ahiretini bile feda edebilmek’ nikah akdindeki ‘Kabul ettim’ demek gibi ‘Feda ettim’ demekle olmaz, emare ve alametlerinin yaşantıda belirmesi ve ayırt edilebilmesi ile olur.
Kime sorulsa, İslam için hemen o an, oracıkta canını vermeye hazır ve razı olduğunu söyleyecektir. İslam uğruna ölmek kimseyi hüzünlendirmez ama sakat kalmak, sürgün yaşamak, işkencelere uğramak, hapislerde yatmak bazen ölümden de ağır gelir.
Şunu iyi anlamak gerekir. Bir yangını söndürmek için kovalara su doldurulur ki ateşe dökülsün ve ateşi söndürsün. Kova dolana kadar alevler bir süre daha zarar vermeye devam edecektir ama bütün herşeyi kaybetmektense bir kısım zarara razı olmaktan başka da yapılabilecek bir şey yoktur.
Zulmün yangınını söndürmek için bizim de kovaları doldurmamız gerekmektedir. Bu kovalarsa damla damla su misali ibadetlerle dolmaktadır. Bu bir damla su; belki bir şehidin kanıdır, belki zindanda geçirilen senelerdir, belki işkencelerdeki iniltilerdir. Hatta belki on senenin muhaceratı bir damladır, ya da tek bir kişinin ahiretinden vazgeçmesi bir damladır. Kova sabırla dolmaktadır ve kova dolmadan alevler canımızı yakmaya devam edecektir.
Varsayalım, üç metre uzaklıktan ipi atıp ta iğne deliğinden geçirebilmek için kırk yıl uğraşılması gerekse ve bunun İslam hizmetine faydası olacağı bilinse; kırk yıl boyunca verilmesi gereken bu uğraş, ibadete dönüştüğü için bizlere tatlı ve şirin gelmelidir.
Müjdeler olsun! bugün dost-düşman herkes görmektedir ki, bir çoğu daha ömrünün baharında gencecik yaşında olan bir çok aziz; sadece ‘bir’ İslami hizmet yüzünden bile senelerce hapis yatmaktadırlar ve yaşamlarının en güzel yıllarını yitirmelerine rağmen hem mahzun değillerdir, hem de bununla şeref duymaktadırlar...
Bu feda mevzuunda kesinlikle yanlış anlaşılmaması gereken bir esas vardır ki, bunun doğru kavranılması zaruret derecesindedir. Ahiretini düşünmeden mücadele etmek demek; yaptıklarının hesabını vermekten korkmadan cehennemi bile göze almak demek değildir. Allah Teala’nın yanında galip-mağlup kıstasları bizlerin anladığı üstünlük ölçüsü ile değildir. O yüzden, mücadele hemen zafere ulaşsın da nasıl ulaşırsa ulaşsın düşüncesiyle Makyavelist bir tarzda davranmanın Allah Teala yanında hiçbir kıymeti yoktur. Ahiretini feda etmek demek; İslam’ın helal-haram sınırlarını çiğnemeden ve sabrederek sadece Allah’ın hoşnutluğunu istemek demektir. Aksi halde yaşanılırsa, zafer; Anka kuşu gibi dilde bir terane olur ve kimse ne onu görür, ne kimseler onu ele geçirebilir
Bizler ne zaman insanların hidayeti, mağfireti ve İslami şuura sahip olmaları için dergah-ı ilahiye ısrarla duacı oluruz; belki o zaman virde dönüşen dualarımız icabete erip Musa(a.s.)’nın asası gibi olur ve şeytanın şirin ve alımlı görünen tuzaklarını yutuverir. İnşaallah o zaman heva ve hevesin kalın ve kara perdeleri yırtılır ve insanlar hakikatın parıldayan ışığına koşarlar.
Ne zaman kötülüğü sürekli ilham eden ve emreden nefs-i emmarenin kibirlenmesinden kurtulup insanlara beddua etmekten vazgeçersek belki o zaman şu an mahrum ve uzak olduğumuz ‘Vahdet’ ni’meti bize yakınlaşıverir. Ve inşaallah o zaman, aralarında ayrılık olan ağaçlar gibi değil de; yan yana, diz dize, omuz omuza olan başaklar gibi saf saf kenetleniriz...
Üstadımız gibi bizler de ta yürekten şunu deriz: İslamın bir hükmüne binler canımız da, dünyamız da, ahiretimiz de feda olsun. Varsın, bize bu lütuf kısmet olsun da, biz göremezsek bile elbet bir gün gür sadası yükselecek İslamın, dilberi bir gününe canlarımız kurban olsun. Onu beklemek te hoş, onunla yaşamak ta hoş, onun uğruna feda olmaksa daha da bir hoş...

Abdurrahman BeyzaGÜL
2005
 

MaKBeR

Doçent
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
1,318
Tepkime puanı
4
Puanları
0
başlığın konuyla bağlantısını kuramadım :(......
 
Üst