iş-güç-enerji

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Bu öykümde plazada çalıştığım günlerin bir yadigarıdır bana. orada anlatılanlardan ve gözlemlerimden oluşan bir öyküdür.

Adam yine yorgun uyandı. Her zamanki gibi önce lavaboya gidip, yüzünü yıkadı. Güneş banyonun yarı aralık penceresinden içeri süzülüyordu. Niye uyuyordu ki zaten, her geçen gün artan bir yoğunlukla uyanıyordu. Her sabah mutlak bir kesinlikle çalan saate tahammül edemiyordu. Alarmı susturup yüzünü yıkamaya gitti. Sonra su ısıtıcıyı suyla doldurdu ve elektriğe taktı. Televizyonu açtı. Her zamanki gibi televizyona hiç bakmadan mutfağa gitti. Buzdolabından masaya bir kaç parça kahvaltılık malzeme taşıdı. Kupasına koyduğu sallama poşet çayın üzerine sıcak suyu döküp, ekmek poşetiyle beraber masaya geçti. Yüzündeki belli belirsiz sersem ifade ve bu her gün tekrarladığı hem otonom hem de otomatik hareketler ile; yediklerinin tadını fark etmeden, televizyondan gelen sesleri anlamlandırmadan kahvaltısını bitirdi. Kahvaltı boyunca gözlerini diktiği duvardan ayrıldı ve bugün giymek için hazırladığı takım elbisesini almak için içerideki odaya geçti. Giyindi, hazırlandı. Artık servise binmek için hazırdı. Televizyonu kapattı. Kapıyı her zamanki gibi iki kere kilitledi. Servis tam saatinde geldi. En öndeki boş koltuğa oturdu. Yüksek sesle herkese "Günaydın" dedi. Uyuklayanlar dışındakilerden yanıt gecikmedi. İşte böylece başladı adamın bir iş günü daha.

Adam yaklaşık 10 yıldır aynı şirkette çalışıyordu. Bu süre zarfında insanlar değişmiş, bilgisayarlar değişmiş, rakamlar değişmiş ama o hiç değişmemişti. O hem şirketin hem de kendi evinin demirbaşıydı. İşe gelir, tüm gün aynı işlemleri yapar. Akşam eve döner, yemek yer, biraz televizyon izledikten sonra yatar uyurdu. Hayatı istikrarlı bir tekrardan ibaretti. Tıpkı; şirkette değişen insanların aslında yalnızca isimlerinin değişmesi gibi, yapılan işlerin değişmeyip yalnızca onu daha hızlı yapabilen bilgisayarların getirilmesi gibi.


Adam yerine oturdu. Ceketini askılığına astıktan sonra bilgisayarını açtı. Şöyle bir maillerine göz attı. Saatine baktı. İşe yeni başlayan müdürle toplantı yapılacaktı. Eline karalamak için aldığı göstermelik defter ve kalemiyle toplantı odasına yöneldi. Kapıyı açtı. Toplantı için yerini alanlar sıralamasında ilk üçe girmeyi başarmıştı. Müdürün oturacağı koltuğun hemen sağını bazen yalaka, bazen dalkavuk, bazen köstebek kişiliği sayesinde müdürlerin sevmese de yanlarından ayırmadığı Gökhan Bey almıştı. Kendisi yaptığı işte çok iyi olmasa da ispiyon, dedikodu, çalışanların zayıflıklarının ve eksikliklerinin tespiti gibi konularda oldukça uzmanlaşmıştı. Gözlemlerini ve edindiği bilgileri yöneticileriyle kapalı kapılar ardında her daim cömertçe paylaşmıştı. Bu sayede bir çok gezi,eğitim vb. organizasyonlarda mütemadiyen ismi geçerdi. Hemen karşısında, yeni müdürün koltuğunun sol yanında; hayat felsefesi "Başarmak için her şeyi yaparım" olan Necla Hanım oturuyordu. Necla Hanım o kadar hırslı bir yapıya sahipti ki; Gökhan Bey'in müdürün sağında oturması bile onu rahatsız etmişti. Toplantı odasına ilk giren o olmalıydı. Her şey onun hakkıydı çünkü sürekli çalışan, araştıran, kendini geliştiren ve ayrıca kendi işlerinin yanında ona yüklenen bütün angarya işlerin altından kalkabilen bir tek kendisiydi. Bütün projelerde yer almalı, her katıldığı yarışı kazanmalı, tüm övgü ve ilgi onun üzerinde olmalıydı.


Adam her ikisinin meraklı bakışları arasında gözleriyle selamlaştıktan sonra, müdüre uzak ama kapıya yakın bir çalışma koltuğuna oturdu. Necla Hanım dayanamadı:
- "Kaçta geldiniz Gökhan Bey? Toplantıya daha yarım saat var." dedi.
Gökhan Bey:
-Müdür Bey'le görüştüğümüz bazı konular vardı. Onları not almıştım. Gözden geçirmek için erken geldim. Malum telefonlar susmuyor. Burası sessiz.
Necla Hanım hınzır bir gülüşle:
- "Gökhan Bey, Müdür Bey daha yeni geldi. Dün bir, bugün iki. Ne konuştunuz acaba?" dedi. Cümleyi bitirir bitirmez de adama döndü. Muhtemelen yüzündeki sinsi gülümsemeye karşılık bekliyordu. Adam önündeki açık defterden başını hiç kaldırmadan karalamaya devam etti. Böylelikle iki ezeli rakip arasındaki yıldız savaşlarında tarafsızlığını ilan etmiş oldu.


Yaklaşık beş dakikalık sessizlik kapı sesi ile bozuldu. İçeriye esprileriyle ofisin neşesi olan Tankut Bey girdi. Tam bir satışçı olan Tankut Bey; babacan ve sempatik tavırlarıyla pek sevilen biriydi. Yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle:
- "Ooo, herkes burada. Naber Necla Hanım? Gökhan Bey, uğradım masa boştu. Şimşek çaktı hemen, hatırladım toplantı olduğunu. Necla Hanım, kaçtaydı yahu? Hazır şirket dışında değilken katılayım dedim. Toplantınızı iyi saate organize ettirmişsiniz. Malum sekreter yeni başladı. Bizlerden, iş programımızdan bir haber. Siz olmasanız napardık? dedi.
Necla Hanım:
- "Vakit var daha. Teşekkür ederim. Aslında benim işim değil ama herkese yardımcı olmaya çalışıyorum. Ekip çalışması çok önemli. Başkası işini doğru yapmadı mı sizinki de aksıyor." dedi.


Tankut Bey'in sonraki hamlesi bilerek koluyla adamın dirseğine çarpmak oldu ve gayri ihtiyari olarak adamın önündeki açık sayfanın tamamı çizildi. Adam bu şakaya yalnızca kısa süreli bir tebessümle karşılık verdi ve diğer sayfayı çevirdi.


Muzurlukları bununla da bitirmeyen Tankut Bey, bu kez de Gökhan Bey'e döndü ve:
- "Eeee, sen görüştün yeni müdürle. Nasıl bir tip? Var ya sağ kolu olmuşsun şimdiden. Eğitimlerde, gezilerde beni de gör. Kambersiz düğün olmaz. Gezelim görelim." dedi.
Gökhan Bey:
- "Tankut bazen şakanın dozunu kaçırıyorsun." dedi ve astı yüzünü.
Tankut Bey:
- "Tamam arkadaşlar, anladım. Hepiniz toplantı moduna girmişsiniz. Daha fazla sulandırmayacağım." dedi ve sessizliğe katıldı.


Sessizlik uzun sürmedi. Melike ve Yasemin girdi odaya. Melike ve Yasemin sırt sırta vermiş, bu sayede şirkette dönen entrikalardan arkalarını kollamayı başarmış iki kadındı. Dost oldukları kesinlikle söylenemezdi. Onlar için en uygun tanım stratejik işbirliği içerisindeki iki anne olabilirdi. Birbirlerini şirket içi dedikodulardan anında haberdar ederler, gerekli yerlerde birbirlerini idare ederlerdi. Genç olan Melike'ydi. Melike'nin iki yaşına yeni basmış bir kızı vardı. Çocuğunu büyütmesi onun için son derece zorlu bir süreçti. Eşinin annesi yoktu ve kendi annesi çocuğa bakmayı pek de istemiyordu. Dışarıda ise çocuk bakıcısı olabilecek güvenilir insanlar bulmak oldukça zordu. Birçok bakıcı değiştirmeleri artık kızının psikolojisini de olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Ayrıca kocası süresiz olarak izne ayrılmış, bu da yetmiyormuş gibi babası rahatsızlanmış ve hastanede yatıyordu. Ancak bunlar şirket için bir anlam ifade etmiyordu. O çalışan bir anne olarak yaşadığı onca sıkıntı ve sorunu şirketin kapısından içeri girer girmez dışarıda bırakmalıydı. Çünkü şirkete göre insan yalnızca enerjik, güçlü ve neşeli görünmeli, kan kusup kızılcık şerbeti içmeli, elbette sürekli potansiyelinin %100'ü ile çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıydı. Melike ve Yasemin birbirleriyle çocukları ve eşleri ile ilgili de konuşurlar; bir anda iş arkadaşlığının dışına taşıp birbirlerinin sırdaşı, psikologu oluverirlerdi.


Melike bugün gayet neşeli görünüyordu. Ancak Yasemin yorgunluğunu gözünün altına sürdüğü kapatıcılarla bile gizleyememiş, üzerine birbiriyle uyumsuz bir gömlek-etek geçirmiş, saçlarını ancak dağınık bir topuz yapabilmişti. İçeri girer girmez önce yan yana oturacakları yeri belirlediler. İçeridekilerle kısa kısa selamlaştılar. Sonra sanki uzun süredir görüşmüyorlarmış gibi başladılar sohbet etmeye.


Adam Yasemin'e uzun uzun baktı. Yasemin de kendisi gibi şirketteki en eskilerden biriydi. Adam bir zamanlar Yasemin'den hoşlanmıştı. O zamanlar Yasemin çok alımlı, narin, bakımlı bir kızdı. Şimdi ise karşısında evlenip çoluk çocuğa karışmış, kendini bırakmış, kilolu, bakımsız bir kadın duruyordu. Kadının o eski sofistike, entel havası dağılmış; yerini sürekli dedikodu yapıp şen kahkahalar atan Adile Naşit almıştı. Hala kızken giydiği hırkayı giyiyor, önü kapanmayan hırkanın boyu aldığı yeni kilolarla beraber her geçen gün yukarı çıkıyordu. Adam birden "İyiki onunla evlenmedim." diye düşündü. Düşündü düşünmesine ama bu, hayatta yalnız ve mutsuz olduğu gerçeğini değiştirmedi. Boğazına düğümlendi yalnızlığı. Masadaki bir bardak suyu içti, yutkundu.


Kapı tekrar açıldı. İçeriye bu kez şirkette evlilik çağına gelmiş tüm kızların hayalini süsleyen; genç, yakışıklı, zengin, bekar mühendis Bekir Bey girdi. Bekir Bey yaktığı canlar ve verdiği ümitlerle tanınırdı. Her ne kadar evlenecek kız kalmadı söylemini sürdürse de; kendi yaklaşımı da genelde eğlenmeye yönelikti. Böylelikle karşılıklılık esasına göre aradığını bulmaktaydı. Önce adamla göz temasıyla selamlaştı. Havalı ve kendinden emin tavırlarla yaptığı hızlı girişin ardından adamın yanındaki boş sandalyeye oturdu. Adamla aynı birimde beraber çalışıyorlardı. Adamın kişiliğine ve tecrübesine son derece saygı duyuyor, her yaptığı işte onun fikirlerine başvuruyordu. Saha ziyaretlerinde peşinden ayrılmıyor, bu çok az konuşan adamı izleyerek öğrenebildiği kadar çok şey öğrenmeye çalışıyordu.


İşte yeni sekreter Nesrin Hanım girdi içeriye. Nesrin Hanım işe yeni başladığı için bir hayli temkinliydi. Bu aşamada insanları gözlemlemesi gerektiğini biliyor; herkese karşı güleryüzlü ve candan tavırlar sergiliyordu. Önce çözmeli, sonra ele geçirmeli, sonra da yönetmeliydi. Bir süre kapıda dikildi ve:
- "Çay içmek isteyen var mı arkadaşlar? Müdürümüz 10-15 dakika gecikecek. Misafiri henüz yanından ayrılmadı." dedi. Toplantı odasında bir homurdanma başladı.


Nesrin Hanım'ın hemen arkasından yeni müdürle beraber işe alınan Nergiz Hanım içeri girdi. Nergiz Hanım; soğuk, despot görünümünün yanında ayrıca bakışlarıyla da insanları ezen bir kişilikti. Kimseye müdanasının olmaması şirkette torpilliyim havası estiriyordu. Henüz kimse ona yanaşmaya ve sohbet etmeye cesaret edememiş, hatta pek de istekli olmamıştı. Şirkettekiler şimdilik arkasından konuşup, dedikodusunu yapmakla yetiniyorlardı.


Kapı tekrar açıldığında içeriye Selim Bey girdi. Kendisi en konuşkan, en güleryüzlü, en ilgili; aynı zamanda en ikiyüzlü, en acımasız, en etkisiz birimlerden biri olan İnsan Kaynakları birimi yöneticisiydi. Bu zıttıyla doğan özellikleri hem işlerinin doğası gereğiydi, hem de işlerini doğru dürüst yapmalarının önündeki bir dizi üst düzey kararlardan kaynaklanıyordu. Onlarda diğer birimler gibi sürekli değişen koşullara, üst düzeyden gelen taleplere göre konum, davranış ve uygulama değiştiriyor; bu dansı yaparken de dengede kalmaya çalışıyorlardı. Bazen işlerini yapmaktan çok söyleneni uygulayan taraf oluyorlar; bazense ağızlarını sıkı tutmamaları ve insanları tek taraflı dinleyerek hüküm vermeleri yüzünden zor duruma düşüyorlardı.


Selim Bey gülümseyip, herkesle selamlaştıktan sonra kadim dostu Gökhan Bey'in yanına oturdu. Gökhan Bey onun personelle ilgili veri bankasıydı. İşin aslını astarını bir de ondan öğrenirdi. İkisi de kısık gözler ve seslerle başladılar sohbete.


Kapıdan içeri Derin Hanım girdi. Derin Hanım Yasemin Hanım'ın gençlik halini andırıyordu. Çıtı pıtı ve sofistikeydi. Yurtdışındaki bir fuar gezisine firmayı temsilen katılmış, uçaktan sabah inmiş, toplantı için ancak gelebilmişti. Neyse ki bu onbeş dakikalık gecikme müdürün gecikmesiyle beraber toplantı saatine denk gelmişti. Toplantı odasına son derece keyifsiz girdi. Bekir Bey'le yaşadıkları beş aylık ilişki girişimi hüsranla sonuçlanmış ve Derin Hanım için toplantılar Bekir Bey'le karşılaştıkları azap dolu anlara dönüşmüştü. İşyerinden hiç kimseyle çıkmama prensibini Bekir Bey'e duyduğu aşk yüzünden yok sayan Derin Hanım; şimdi onu her gördüğünde son yaşadıkları tartışmalardan, ilk buluşmalarına kadar geçirdikleri her anın zihnindeki filmini izlemek zorunda kalıyordu. Bu aşk, nefret, heyecan, kavga, kıskançlık dolu filmi tekrar tekrar izlemek onu bir hayli yıpratıyordu. Bekir Bey'in her karşılaşmalarında takındığı umursamaz tavırlar ve yeni sevgilisiyle ilgili şirkette uçuşan haberlerde onu ayrıca sinir ediyordu. Yaşam koçunun ona öğütlediği gibi; "Neticede bu sadece bir toplantı. Ayrı birimlerdeyiz. Toplantı sonunda onu görmek zorunda kalmayacağım." dedi içinden. Sonrada çaresiz Bekir Bey'in tam yanındaki son boş kalan koltuğa oturdu. Böylece iki eski sevgili arasında " İki Yabancı" konulu tiyatro oyunu başlamış oldu.


Nihayet yeni müdür Cihan Bey içeri girdi. Takım elbisesi kaliteli ve ünlü bir markaya aitti. Takımı renk uyumunu da gözeterek seçtiği şık bir gömlek ve kravatla tamamlamıştı. Sanki moda dergisinden fırlamış gibi görünüyordu. Hoş ve hafif parfüm kokusu içeriye yayıldı. Tırnakları manikürlü, saçı arkaya taranmış ve tüm gün bozulmasını engelleyecek şekilde şekillendiriciyle sabitlenmişti. Bakışları keskin, duruşu kendinden emindi. Herkesi dikkatle tek tek süzdükten sonra:
- "Arkadaşlar öncelikle çoğunuzla henüz tanışma fırsatım olmadı. hem sizlerle tanışmak, hem de yeni organizasyon yapımız hakkında sizleri bilgilendirmek istedim." dedi.
Sonrasında ayakta dikilip özgeçmişini anlatmaya, yani kendisini süslü iş jargonuyla methetmeye, başladı. Anlatırken ve anlattıkça devleşti. Bu uzun ve büyüleyici konuşmanın özünde her şeyin en iyisini ve en doğrusunu ben bilirim çünkü ben bunları eğitimle öğrendim, iş hayatımda da uyguladım diyordu. Kısacası "BEN" diyordu. Tam anlamıyla bir narsistti. Bu monolog konuşmanın sonunda sürenin çok az kaldığını hatırlattı ve katılımcıların kendilerini kısaca tanıtmalarını istedi. Herkes tanıttı ve sıra en son adama geldi. Ahıda vahıda bu şirketle yaşlanmış olan adam tam konuşacaktı, Cihan Bey araya girdi:
- "Herkes buradayken sizi bir konuda bilgilendirmek isterim. Önceki meslektaşımla yaptığımız değerlendirme sonucunda, bundan sonraki süreçte sizin de buradaki diğer arkadaşlarınız gibi ara yönetici pozisyonunda görevinize devam edeceğinizi bildirmek isterim. Terfi ettiniz. Tebrik ederim." dedi.


Onca yıl boyunca etliye sütlüye karışmamanın, dedikodu yapmamanın, yalnızca işini yapıp evine dönmenin mükafatını almıştı. Üstelik bu unvan için kimseye yalakalık yapmamış, kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmamış ve her şeyden önemlisi kendi kişiliğinden taviz vermemişti. Bu haber adam da dahil olmak üzere kimsenin beklemediği bir haberdi. Herkes bir beklenti içine girdi. "Diğer boş koltuklar ne olacak?" diye düşündüler. Adamsa daha önce hiç gülümsememiş gibi gülümsedi.
 
  • Beğen
Tepkiler: fas
Üst