İnsanlık nereye gidiyor!!

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
polise-nankorluk-etmeyin.jpg
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,987
Tepkime puanı
2,085
Puanları
113
Konum
Mars
b_187491.jpg


Gerçek olduğundan oldukça şüpheliyim ama trende yolculuk yapan Albert Einstein’ın hikâyesini belki duymuşsunuzdur. Kondüktör yolculardan biletlerini göstermelerini ister; Einstein ise kendinden beklendiği üzere bir türlü biletini bulamaz. Kondüktör karşısındakinin kim olduğunu bilmektedir. Aslında, Einstein’ı tanımak çok zor bir şey değil (öyle bir saç modelinin, mesela, benim kel kafamda olabilmesi mümkün değildir.) Kondüktör durumu fark eder ve “Profesör Einstein, ben sizin kim olduğunuzu biliyorum, telaş etmeyin, eminim ki biletiniz de cebinizdedir, lütfen telaş etmeyin” der ve diğer yolcuların biletlerini kontrol etmek üzere oradan ayrılır. Bir sonraki vagona geçmek için kapıyı açtığında koltuğunun altında biletini aramayı sürdüren Einstein’ı fark eder. Hemen onun yanına gider ve onu rahatlatmak adına “Profesör Einstein, ben sizin kim olduğunuzu gerçekten biliyorum, telaşa kapılmanıza hiç gerek yok.” der. Einstein cevap verir: “Ben de kim olduğumu biliyorum ama nereye gittiğimi bilmiyorum.”
***
Bana bakın, kendinize bakın. Ben niye buradayım? Siz niye buradasınız? Burası ile kastettiğim yalnızca fiziksel sınırlar değil. Ben neden bu gezegendeyim? Varoluşumun özel bir nedeni var mı? Ben nereye gidiyorum? BİZ nereye gidiyoruz? İnsanlık nereye gidiyor?
Belki de hiç bir yere gitmiyor. Zaten, ben neyim ki? İnsanlığın yedi milyarda biri. Bu sayı da yalnızca dünyada şu anda yaşayan insanların toplamı. Bizden önce yaşamış insanları da sayacak olursak, ‘ben’im taşıdığım ‘önem’ daha da azalacak. O zaman ben neyim? Diğer her şey kadar önemsiz minik bir nokta. Nereye gittiğimin bir önemi var mı bu durumda? Hayatta neyi başarıp neyi başaramadığımın bir önemi var mı o zaman?
Ayrıca, bu soru niye yalnızca benim hakkımda? Ben neredeyim ki? Tabii ki İstanbul’da. Burada, bilgisayarımın başında bir yazı yazıyorum. Peki burası neresi? Dünya gezegeni? Dünya gezegeni nedir ki? Güneş sisteminde önemsiz bir nokta. Güneş sistemi de Samanyolu’nda önemsiz bir çizgicik, Samanyolu da sonsuz boşluğun içinde önemsiz bir leke. O zaman biz burada neyi istiyoruz, neyi başarmaya çalışıyoruz?
Şu anda yaşanan barbarlık ve zulme, dökülen kanlara bir bakın – bütün bunlar ne için? Evrendeki minicik bir noktayı kontrol altına almak için. Bazı insanların elde ettikleri servete, kendileri için yaptırdıkları anıtlara bakın. Ya akademisyenlerin kendilerini kilitledikleri sırça köşkler? Ahlak, hukuk, özgürlük konusunda sürekli tartışan entelektüellere ne demeli? Bir karınca yuvasından daha az önemli olan bir yokluğu muhafaza edip etkilemek için mi bütün bu çabalar?
Eğer bütün gezegen bu kadar küçükse, milyarca insan içindeki bir kişinin pek bir önemi olabilir mi ki? Eğer uçağın penceresinden hiç baktıysanız evlerin kibrit kutusu, arabaların da kuş yemi gibi gözüktüklerini bilirsiniz. Bomboş bir sahilde yalnızca okyanus ve dalgaların sonsuzluğunu veya teleskopla gökyüzüne baktığınızda bulunduğumuz noktanın minikliği dikkatinizi çekmiştir.
”Gerçekten vazgeçilmez miyim? Eğer ben doğmamış olsaydım, tüm evren daha kötü bir durumda mı olurdu? Doğmadan önce, yokluğum bir felaket yaratmadı; beni bekleyen olmadığı için özleyen de yoktu” diye de düşünebilirsiniz.
Aslında, güvensizliğin kökeni bilinçaltında hissettiğimiz önemsenmeme korkusudur. Kendimizi değerli kılmak için anıtlar inşa ederek varoluşumuz ve taşıdığımız değeri tescil ederiz. Peki, bunun bir faydası var mı? Değerimizi ne tanımlar? Çalışma performansımız mı, başarılarımız mı, tanıdıklarımız mı, bağlantılarımız mı, satın alma gücümüz mü, sosyal statümüz mü, bakışlarımız mı, enerjimiz mi, gençliğimiz mi?
Yoksa daha temel ve bütünleyici bir şey mi var? Bakışlarımız ve enerjimiz kısa sürede sönerler. Eğer doğmasaydık, başarı olarak addettiğimiz şeyler de bir önem taşımayacaklardı. O zaman, bizi gerçekten değerli yapan nedir?
***
Böylece, kimse bana Albert Einstein’ın hikâyesini anlatmayacaktı. Kondüktör kim olduğumu bilmeyecekti. Daha da önemlisi tren biletimi de kaybetmemiş olacaktım. Ya varış noktam. Bu tümüyle farklı bir soru. Nereye gidiyorum? Bir önemi var mı ki? Bu soruyu cevaplayabilmek için, önemsiz olan benim düşünmem ve değerlendirmem, ortaya çıkacak düşünceleri anlaşılır ve okunur bir şekilde bilgisayara aktarmam gerekir. Böylelikle önemsizliğim daha net bir şekilde tüm önemsizliğiyle şu koca evrendeki minicik bir güneş ışığı altında bekleşen şahsımın ve ‘karınca sürüsü’nü andıran diğerlerinin önemsiz gözleri önüne serilebilir.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Dostum felsefe nasıl üretilir. Geçmişin izlerinden gidilerek mi?
Felsefe üretmenin en temel şartı önyargısız bilgi edinmektir. Bigiye tarafsız bakacak, bunu edinirken salt akılla yaklaşacaksınız. Akla, sağlam delile ve gözleme dayanmayan bilgi kirliliğinden, bilhassa ezberlerden arınacaksınız. Soyut ve somut düşünme metodlarını edineceksiniz. Bu melekeleri edindikten sonra kainat kitabına yaklaşabilirsiniz. Aksi taktirde o kitap, sizde ne kadar kirlilik varsa o kadar kapalı olur. Siz arındıkça o kitap açılır.. Felsefe üretmek, aynı zamanda bilim ve hikmet üretmeyi de içine alır..

Edit: Başta ''tarafsız'' demiştim.. Gerçek filozof, bu tararfsızlığı elde etmek için fakir bir hayat yaşar ki nefsine dahi bir tarafgirlik çıkmasın.. Yani, felsefede aslında nefis terbiyesi en temel şarttır. Çünkü en güçlü taraf, nefsin kendisidir. İnsanların edindikleri bilgiyi ve aklını kendine yontması bundandır. Bugün dünyada sağlıklı bir felsefe üretilemiyorsa bunun tek sebebi dünyeviliğe olan düşkünlüktür. Terbiye olmamış nefse hikmet kapıları açılmaz. Zira akıl, nefsin elinde kurnazlığa hizmet edecektir.. Felsefede hâl çok önemli, çookkk..
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,987
Tepkime puanı
2,085
Puanları
113
Konum
Mars
Felsefe üretmenin en temel şartı önyargısız bilgi edinmektir. Bigiye tarafsız bakacak, bunu edinirken salt akılla yaklaşacaksınız. Akla, sağlam delile ve gözleme dayanmayan bilgi kirliliğinden, bilhassa ezberlerden arınacaksınız. Soyut ve somut düşünme metodlarını edineceksiniz. Bu melekeleri edindikten sonra kainat kitabına yaklaşabilirsiniz. Aksi taktirde o kitap, sizde ne kadar kirlilik varsa o kadar kapalı olur. Siz arındıkça o kitap açılır.. Felsefe üretmek, aynı zamanda bilim ve hikmet üretmeyi de içine alır..

Edit: Başta ''tarafsız'' demiştim.. Gerçek filozof, bu tararfsızlığı elde etmek için fakir bir hayat yaşar ki nefsine dahi bir tarafgirlik çıkmasın.. Yani, felsefede aslında nefis terbiyesi en temel şarttır. Çünkü en güçlü taraf, nefsin kendisidir. İnsanların edindikleri bilgiyi ve aklını kendine yontması bundandır. Bugün dünyada sağlıklı bir felsefe üretilemiyorsa bunun tek sebebi dünyeviliğe olan düşkünlüktür. Terbiye olmamış nefse hikmet kapıları açılmaz. Zira akıl, nefsin elinde kurnazlığa hizmet edecektir.. Felsefede hâl çok önemli, çookkk..

Felsefe yapabilmek için NUH 'u okuman gerek.

Fakat sizler nakiller ile nereye kadar felsefe yapabilirsiniz ki? Hatta bu nakillerin içindeki ortamda sürekli alanın daraltılacaktır ve bilginiz kısıtlı olacak önceden berirlenmiş bir çizgide hareket etmeniz istenecektir. Böyle felsefe olur mu?
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,987
Tepkime puanı
2,085
Puanları
113
Konum
Mars
1382918_10152004408813706_1570665613_n.jpg


40 dakikada cennete gireceklerini sanıyorlar...
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,987
Tepkime puanı
2,085
Puanları
113
Konum
Mars
salatın anlamını, ilimsiz ve bilgisiz, sığ akıllarıyla, anlamaya çalıştıklarını sananlara, ne anlatsan boş, ne söylesen boş....

Haklısın kardeş ne diyelim adaletinde şüphe edilmeyenin vaad ettiği güne kadar selam diyerek dolaş, güzel ahlak üzere kimseyi kırmadan incitmeden yaşa herkesin canı kendinedir. Çayların sana ödettik diye korkma bizim hesabı sen vermeyeceksin yahu rahat ol.

O 'nun senin korumana ve kollamana ihtiyacı yok sen sen ol 40 dakika değil 1440 dakika onun huzurunda ayrılma sakın saptırıcılar kol geziyor.
 
Üst