Îmân etmek, lütuftur, ihsândır

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Îmân etmek, lütuftur, ihsândır
24.10.2010

Allahü teâlâ, bütün insanlara, îmân etmelerini emretti. İnsanlar arasından dilediklerine merhamet edip, bunların akla uyarak îmân etmelerini nasîp eyledi. Bu kullarının kalblerini îmân ile doldurdu. Yûnus sûresinin 25. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ kullarını, selâmet, saâdet yeri olan Cennetine dâvet ediyor. Dilediğini bu yola kavuşturur) buyuruldu.

Akl-ı selîm sâhibi olan bu mesût insanlara sâbikûn denir. Peygamberler, evliyâlar, mezheb imâmları ve bütün müctehidler böyledirler. Akıllarına uymayıp, Allahü teâlânın dâvetini kabûl etmeyenlerden, dilediklerini kendi taşkın, azgın hâllerinde bırakmakta, dilediklerini de yine ihsân ederek, dilediği zamânda hidâyete kavuşturmakta, kalblerini îmân ile doldurmaktadır. Kendi hâllerinde bıraktıklarından, gafletten uyanarak doğru yolu arayanları da, merhamet ederek hidâyete kavuşturacağını vâdetmektedir. Ankebût sûresinin son âyetinde meâlen; (Nefislerine uyanlardan, doğru yolu arayanları, saâdete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyuruldu.

Doğru yolu aramayıp, nefislerine uyarak îmân etmeyenleri, azıp can yakanları, Cehennemde sonsuz olarak yakacağını haber veriyor. İslâmiyyeti işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin adamlarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhâssa tıp ilminde gördükleri nizâmlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını düşünerek, hilkatin, yaratılışın sırlarını, bu hesâplı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde, İslâmiyyetin bildirdiği güzel ahlâkın birçoğunu bulup, Müslümân gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlânın, Ankebût sûresinde vâdettiği üzere, bunları îmân etmeye sebep olan rehberlere, kitâplara kavuşturacağı, Rûh-ul-beyân tefsîrinde yazılıdır. Böyle tâlihli bir kimse, her şeyi yaratan, yok olmaktan, zarârlardan koruyan bir yaratıcının varlığını hemen anlar ve îmân eder. Zaten akıllı bir kimse, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberi inkâr edemez, hemen îmân eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyan ise, başkalarına aldanır ve inkâr eder.

İnanmak, îmân etmek, Allahü teâlânın bir lütfu, bir ihsânıdır. Hatta Peygamber efendimiz; (Neden inanmıyorlar, bunlar ebedi azâba uğrayacaklar) diye göğsünü paralarcasına ibâdet ederdi, namaz kılmaktan, yalvarmaktan mübârek ayakları şişerdi. Sonra âyet-i kerime geldi, Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
(Ey habibim! Sen göğsünü paralayacak gibi böyle kendini harap etme, çünkü hidâyet benim elimde, kimin mümin olacağını, kimin olmayacağını ben bilirim, bir hikmeti vardır bunun. Sen sadece anlat! Çünkü hidâyete getirmek senin elinde değil, o yalnız benim elimdedir. Her şeyi sana verdim, ama onu vermedim. O benim bileceğim bir iştir.)

İnanmak için, bazan görmek de yetmemektedir. Eğer görmek kâfi gelseydi, bütün Kureyş müşrikleri, Peygamber efendimizi gördükleri için Müslüman olmaları gerekirdi. Meselâ Kureyş müşriklerinin reisi olan Ebu Cehil, Peygamber efendimizi ve yüzlerce mucizesini gözleri ile gördü. Aynı şekilde Peygamber efendimizin amcası olan Ebu Leheb de, bunların hepsini gördü, fakat îmân etmedi. Bunlar, îmân etmedikleri gibi, üstelik bir de düşmanlık ettiler. Peygamber efendimizi ve mucizelerini görmeleri, îmân etmelerine ve böylece kurtulmalarına vesile olamadı. Bilal-i Habeşi hazretleri ve hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık da gördüler. Ama bunlar, hem îmân ettiler, hem de canlarını mallarını, her şeylerini Allahü teâlânın Resûlü yolunda fedâ ettiler.

Netice olarak Allahü teâlâ, insanları mü’min, Müslümân yapmaya mecbûr değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu gibi, azâbı da, adâleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, îmân ihsân eder, verir. Aklına uyarak, ahlâkı ve işleri iyi olanlara da, doğru olan, makbûl olan îmânı vereceğini, ihsân edeceğini bildirmiştir. Çünkü Cennete girmek, îmân iledir.


osman ünlü makale
 
Üst