elemin
Profesör
- Katılım
- 19 Ağu 2013
- Mesajlar
- 1,657
- Tepkime puanı
- 24
- Puanları
- 0
İçi boş âlim müsveddesisinin yetiştirdiği talebeler
Seminer vermek üzere turistik bir ilimizin turistik bir ilçesinde bulunan özel bir eğitim kurumunun misafiri olmuştum. Akdeniz bölgesinde denizi ve koylarıyla meşhur bu ilçemizde bulunan eğitim kurumunun hemen karşısında buradaki yüksekokulda okuyan ve ilçeye dışarıdan gelmiş öğrencilerin barınabilmesi için özel müteşebbis tarafından yapılmış olan bir öğrenci sitesi mevcuttu. Müteşebbis siteyi yaparken tamamen kar amacı gütmüş, her daireyi dört küçük odadan ve her öğrenciye bir oda düşecek şekilde tanzim etmiş bu şekilde yaptığı daireleri de gruplar halinde öğrencilere kiraya vermişti. Dört öğrenci bir mutfağı, tuvaleti ve banyoyu ortak kullanıyorlar ama kendi odalarında kalıyorlardı. Sitede sadece öğrenciler vardı. Daireler hem kızlar hem de erkekler tarafından kiralanmıştı. Belki dört binada elli, altmış tane böyle daire mevcuttu. Apartman altındaki dükkânlar öğrencilerin alış veriş yapacakları marketlere, yemek yiyecekleri restoranlara ve eğlenebilecekleri eğlence mekanlarına kiraya verilmişti.
Ne Çirkin Yüzler Örtermiş Meğer Bir İncecik Perde
Hava karardıktan sonra seminere gelen diğer arkadaşlarımla misafiri olduğumuz eğitim kurumundan ayrılmış ve bu sitenin önünden geçmek zorunda kalmıştık. Binalardan yüksek sesle dinlenen müzik seslerinin arasında, öğrencilerin kahkahaları ve çığlıkları yükseliyor, balkonlarda öğrenciler kızlı erkekli sigara içiyorlardı. Apartmanların altındaki alkol de satılan eğlence merkezleri vakit hayli ilerlediği halde doluydu. Gençler sarmaş dolaş eğlenmekte uzaktan baktığınızda öğrenciden çok dışarıdan ülkemize gelmiş ve tatil yapmakta olan yabancı turistleri andırmaktaydılar. Misafir olduğum eğitim kurumunda görev yapan arkadaşlarım bazı dairelerin erkek ve kız öğrenciler tarafından beraber kiralanmış olduğunu söylediler. Bakınca perdeleri olmayan dairelerde kız ve erkekleri zaten bir arada görebilmek mümkündü. Ayrı kalanlarda birbirlerinin dairelerinden çıkmamaktaydı. Aile kontrolünden uzak kalan ve yapabileceği yanlışlara çanak tutulan bir ortamda bırakılan bu çocuklar aileleri kendilerini okuyor diye düşünedursun, iffetsizliği irtikâp eden pek çok yanlış davranışı sırf birileri daha çok para kazansın diye arkadaşlarıyla birlikte yapabilmekteydiler. Bu çocuklar okullarını bitirince memleketlerine gidecek iş, güç ve aile sahibi olacaklardı. O an karşımızda kendisini kaybetmişçesine çığlıklar atan, şuh kahkahalarla eğlenen insanlar geleceğin eşleri, anneleri ve babalarıydılar. Her ne kadar henüz evlenmemiş de olsalar bu gençlerin yaptıkları yanlışın bir ismi olmalıydı. Bu yapılan yanlışı tanımlayan en güzel ibare de bence iffet eksikliğiydi.
İffet eksikliği diye nitelendirdiğimiz bu yanlış davranışları gerçekleştirirken gençleri gözlemlediğimde önce neden böyle davranıyorlar diye içimden kendilerini kınamak gelse de sonrasında süreçte en az sorumluluğun onlara ait olduğunu düşünmeye başladım. Zira gençtiler, ailede ve okulda yeterli şuurda kendilerine verilmemişti. Üniversite okudukları şehirde başıboş bırakılmışlardı. Yapılanı çevresindeki insanlar umursamadığı gibi bu yanlıştan da kendilerince rant elde etme telaşesi içerisine düşmüşler ve ona göre imkanda hazırlamışlardı.
Bizlerde genç olmuş bu arkadaşlar gibi üniversite okumuştuk. Ama Allah’a şükür sonrasında hatırladığımızda utanacak yanlışlara hiç düşmemiş iffetli bir gençlik geçirmiştik. Bizim bu tip yanlışlardan uzak durmamızı sağlayan şey şuurumuzdan ziyade kanımızın kaynadığı o dönemde bizlere sahip çıkan ağabeylerimizin oluşturduğu o müspet atmosfer ve özellikle hocamızın telkinleriydi. Zira o “Namus, yiğidin en yüksek yanı ve en önemli sıfatıdır. Yiğidin en alçak ve en sefil vaziyeti ise, namus mevzuundaki laubaliliğidir“ demiş vaaz ve sohbetlerinde sürekli anlattığı Hz Ömer ve iffetli genç kıssasıyla bizleri yetiştirmişti. Bu dersler sözde kalmamış hayatımızın ilerleyen dönemlerinde bizzat rehberimiz olmuş arkadaşlarımızın bakıldığında diğerlerinden ayrıldığı alametifarikası olarak göze çarpmıştı.
Kazakistan’da görev yapmaya başladığımda ilk görev yerim Kazakistan Devlet Üniversitesi’ydi. Sovyetler Birliği döneminde oldukça meşhur olan bu üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde verilmekte olan dersleri çalışmış olduğum eğitim vakfı üstlenmişti. Toplamda bölümde sekiz, dokuz öğretmen vardık. Öğretmenlerimizin tamamı erkekti. Bir ikisi müstesna geri kalanı evli arkadaşlardı. Arkadaşların tamamı birkaç yıllık genç öğretmenlerdi. Öğrencilerimizin ise neredeyse tamamına yakını kız öğrencilerdi. Dil öğrenme o dönemde genelde kız öğrencilerin ilgi duyduğu bir etkinlik olarak görülmekteydi. Beraber çalıştığımız bekâr öğretmen arkadaşlardan bir tanesi zamanla kız öğrencilerin ilgisini çekmeye başlamış, bizim bölümümüz dışındaki kız öğrenciler bile gelip uzaktan kendisini takip eder olmuşlardı.
Bu öğrencilerden bir tanesi bu öğretmenimizi ziyadesiyle rahatsız eder hale gelmişti. Ders anlattığı sınıfın kapısında bekliyor, arkadaşımız sınıftan çıktıktan sonra tebessümle gözlerinin içerisine bakıp selam veriyordu. Dersini sınıfın camından dinliyor, ders dışında üniversite içerisinde sürekli kendisini takip edip kendisiyle bir şekilde konuşmaya çalışıyordu. Öğrenci tam manasıyla kara sevdaya tutulmuş bir aşık gibi davranıyordu. Üniversitede ki öğrenciler bu meseleyi duymuş kısa zamanda bu öğretmenimiz ve öğrenci üniversitede meşhur olmuşlardı. Öğrenci sabah üniversitenin kapısında bekler, arkadaşımız geldiğinde kendisine selam verir, arkadaş hiç oralı olmadığı halde arkasından kendisini gittiği yere kadar takip ederdi. Ders bittikten sonra da üniversiteden ayrılana kadar peşinde dolaşırdı. Yaptığı davranışla kendisini ne kadar küçük düşürüyor olduğunu hiç umursamayan bu öğrenci öğretmen arkadaştan cesaretlenebileceği tek bir karşılılık göremediği halde vazgeçmek nedir bilmiyordu.
Biz Ne İçin Geldik Buralara?
Öğretmenimiz bu kız öğrencinin tavırlarından ziyadesiyle bunalıyor, durumun verdiği mahcubiyeti iliklerine kadar yaşıyordu. Öğrenci oldukça alımlı ve bakımlı bir öğrenciydi. Aristokrat bir ailesi vardı. Öğretmenimizin aşkına birkaç Türkçe kelimeyi de öğrenmiş Rusça ve Türkçe karışık cümlelerle kendisine sürekli ilan-ı aşk etmekteydi. Öyle zannediyorum ki öğretmen arkadaşımızın durumunda olan pek çok insan belki evli bile olsalar bir şekilde kendisine meyledebilirlerdi. Ama arkadaşım ‘Ben buralara ne niyetle geldim. Bu kız beni nelerle uğraştırıyor?’ diye bizlere serzenişte bulunurdu. Kendisiyle durup bir kez bile konuşmadı. Öğrencinin cazibedar ve ısrarcı ilgisine hiç cevap vermedi. Yılsonu geldiğinde başka bir okulda çalışmak üzere üniversiteden ayrıldı. Zoru başarmıştı. Bu yapılan doğru davranışı tanımlayan en güzel ibare bence iffetin ta kendisi olmalıydı...
Seminer vermek üzere turistik bir ilimizin turistik bir ilçesinde bulunan özel bir eğitim kurumunun misafiri olmuştum. Akdeniz bölgesinde denizi ve koylarıyla meşhur bu ilçemizde bulunan eğitim kurumunun hemen karşısında buradaki yüksekokulda okuyan ve ilçeye dışarıdan gelmiş öğrencilerin barınabilmesi için özel müteşebbis tarafından yapılmış olan bir öğrenci sitesi mevcuttu. Müteşebbis siteyi yaparken tamamen kar amacı gütmüş, her daireyi dört küçük odadan ve her öğrenciye bir oda düşecek şekilde tanzim etmiş bu şekilde yaptığı daireleri de gruplar halinde öğrencilere kiraya vermişti. Dört öğrenci bir mutfağı, tuvaleti ve banyoyu ortak kullanıyorlar ama kendi odalarında kalıyorlardı. Sitede sadece öğrenciler vardı. Daireler hem kızlar hem de erkekler tarafından kiralanmıştı. Belki dört binada elli, altmış tane böyle daire mevcuttu. Apartman altındaki dükkânlar öğrencilerin alış veriş yapacakları marketlere, yemek yiyecekleri restoranlara ve eğlenebilecekleri eğlence mekanlarına kiraya verilmişti.
Ne Çirkin Yüzler Örtermiş Meğer Bir İncecik Perde
Hava karardıktan sonra seminere gelen diğer arkadaşlarımla misafiri olduğumuz eğitim kurumundan ayrılmış ve bu sitenin önünden geçmek zorunda kalmıştık. Binalardan yüksek sesle dinlenen müzik seslerinin arasında, öğrencilerin kahkahaları ve çığlıkları yükseliyor, balkonlarda öğrenciler kızlı erkekli sigara içiyorlardı. Apartmanların altındaki alkol de satılan eğlence merkezleri vakit hayli ilerlediği halde doluydu. Gençler sarmaş dolaş eğlenmekte uzaktan baktığınızda öğrenciden çok dışarıdan ülkemize gelmiş ve tatil yapmakta olan yabancı turistleri andırmaktaydılar. Misafir olduğum eğitim kurumunda görev yapan arkadaşlarım bazı dairelerin erkek ve kız öğrenciler tarafından beraber kiralanmış olduğunu söylediler. Bakınca perdeleri olmayan dairelerde kız ve erkekleri zaten bir arada görebilmek mümkündü. Ayrı kalanlarda birbirlerinin dairelerinden çıkmamaktaydı. Aile kontrolünden uzak kalan ve yapabileceği yanlışlara çanak tutulan bir ortamda bırakılan bu çocuklar aileleri kendilerini okuyor diye düşünedursun, iffetsizliği irtikâp eden pek çok yanlış davranışı sırf birileri daha çok para kazansın diye arkadaşlarıyla birlikte yapabilmekteydiler. Bu çocuklar okullarını bitirince memleketlerine gidecek iş, güç ve aile sahibi olacaklardı. O an karşımızda kendisini kaybetmişçesine çığlıklar atan, şuh kahkahalarla eğlenen insanlar geleceğin eşleri, anneleri ve babalarıydılar. Her ne kadar henüz evlenmemiş de olsalar bu gençlerin yaptıkları yanlışın bir ismi olmalıydı. Bu yapılan yanlışı tanımlayan en güzel ibare de bence iffet eksikliğiydi.
İffet eksikliği diye nitelendirdiğimiz bu yanlış davranışları gerçekleştirirken gençleri gözlemlediğimde önce neden böyle davranıyorlar diye içimden kendilerini kınamak gelse de sonrasında süreçte en az sorumluluğun onlara ait olduğunu düşünmeye başladım. Zira gençtiler, ailede ve okulda yeterli şuurda kendilerine verilmemişti. Üniversite okudukları şehirde başıboş bırakılmışlardı. Yapılanı çevresindeki insanlar umursamadığı gibi bu yanlıştan da kendilerince rant elde etme telaşesi içerisine düşmüşler ve ona göre imkanda hazırlamışlardı.
Bizlerde genç olmuş bu arkadaşlar gibi üniversite okumuştuk. Ama Allah’a şükür sonrasında hatırladığımızda utanacak yanlışlara hiç düşmemiş iffetli bir gençlik geçirmiştik. Bizim bu tip yanlışlardan uzak durmamızı sağlayan şey şuurumuzdan ziyade kanımızın kaynadığı o dönemde bizlere sahip çıkan ağabeylerimizin oluşturduğu o müspet atmosfer ve özellikle hocamızın telkinleriydi. Zira o “Namus, yiğidin en yüksek yanı ve en önemli sıfatıdır. Yiğidin en alçak ve en sefil vaziyeti ise, namus mevzuundaki laubaliliğidir“ demiş vaaz ve sohbetlerinde sürekli anlattığı Hz Ömer ve iffetli genç kıssasıyla bizleri yetiştirmişti. Bu dersler sözde kalmamış hayatımızın ilerleyen dönemlerinde bizzat rehberimiz olmuş arkadaşlarımızın bakıldığında diğerlerinden ayrıldığı alametifarikası olarak göze çarpmıştı.
Kazakistan’da görev yapmaya başladığımda ilk görev yerim Kazakistan Devlet Üniversitesi’ydi. Sovyetler Birliği döneminde oldukça meşhur olan bu üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde verilmekte olan dersleri çalışmış olduğum eğitim vakfı üstlenmişti. Toplamda bölümde sekiz, dokuz öğretmen vardık. Öğretmenlerimizin tamamı erkekti. Bir ikisi müstesna geri kalanı evli arkadaşlardı. Arkadaşların tamamı birkaç yıllık genç öğretmenlerdi. Öğrencilerimizin ise neredeyse tamamına yakını kız öğrencilerdi. Dil öğrenme o dönemde genelde kız öğrencilerin ilgi duyduğu bir etkinlik olarak görülmekteydi. Beraber çalıştığımız bekâr öğretmen arkadaşlardan bir tanesi zamanla kız öğrencilerin ilgisini çekmeye başlamış, bizim bölümümüz dışındaki kız öğrenciler bile gelip uzaktan kendisini takip eder olmuşlardı.
Bu öğrencilerden bir tanesi bu öğretmenimizi ziyadesiyle rahatsız eder hale gelmişti. Ders anlattığı sınıfın kapısında bekliyor, arkadaşımız sınıftan çıktıktan sonra tebessümle gözlerinin içerisine bakıp selam veriyordu. Dersini sınıfın camından dinliyor, ders dışında üniversite içerisinde sürekli kendisini takip edip kendisiyle bir şekilde konuşmaya çalışıyordu. Öğrenci tam manasıyla kara sevdaya tutulmuş bir aşık gibi davranıyordu. Üniversitede ki öğrenciler bu meseleyi duymuş kısa zamanda bu öğretmenimiz ve öğrenci üniversitede meşhur olmuşlardı. Öğrenci sabah üniversitenin kapısında bekler, arkadaşımız geldiğinde kendisine selam verir, arkadaş hiç oralı olmadığı halde arkasından kendisini gittiği yere kadar takip ederdi. Ders bittikten sonra da üniversiteden ayrılana kadar peşinde dolaşırdı. Yaptığı davranışla kendisini ne kadar küçük düşürüyor olduğunu hiç umursamayan bu öğrenci öğretmen arkadaştan cesaretlenebileceği tek bir karşılılık göremediği halde vazgeçmek nedir bilmiyordu.
Biz Ne İçin Geldik Buralara?
Öğretmenimiz bu kız öğrencinin tavırlarından ziyadesiyle bunalıyor, durumun verdiği mahcubiyeti iliklerine kadar yaşıyordu. Öğrenci oldukça alımlı ve bakımlı bir öğrenciydi. Aristokrat bir ailesi vardı. Öğretmenimizin aşkına birkaç Türkçe kelimeyi de öğrenmiş Rusça ve Türkçe karışık cümlelerle kendisine sürekli ilan-ı aşk etmekteydi. Öyle zannediyorum ki öğretmen arkadaşımızın durumunda olan pek çok insan belki evli bile olsalar bir şekilde kendisine meyledebilirlerdi. Ama arkadaşım ‘Ben buralara ne niyetle geldim. Bu kız beni nelerle uğraştırıyor?’ diye bizlere serzenişte bulunurdu. Kendisiyle durup bir kez bile konuşmadı. Öğrencinin cazibedar ve ısrarcı ilgisine hiç cevap vermedi. Yılsonu geldiğinde başka bir okulda çalışmak üzere üniversiteden ayrıldı. Zoru başarmıştı. Bu yapılan doğru davranışı tanımlayan en güzel ibare bence iffetin ta kendisi olmalıydı...