Hz.peygamberİn Kur’an’i Tefsİr Metodu-1

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
HZ.PEYGAMBERİN KUR’AN’I TEFSİR METODU-1


1- HZ.PEYGAMBER (SAV)’İN KUR’AN’I TEFSİR VAZİFESİ VE TEFSİRİNİN DEĞERİ.

Cenab-ı Hakkın rahmet ve hikmeti, ilahi kitabı insanlara vahiy suretiyle göndermeyi gerekli kıldığı gibi, vahye mazhar olan Peygamberin de onu bizzat açıklamasını dilemiştir. Kitap bazı inanmayanların istediği gibi, “elleriyle tutacakları kağıtlar” En’am 7 halinde gökten inseydi, insanlar onun emir ve hükümlerini ne şekilde tatbik edeceklerini layıkıyla bilemeyeceklerdi. Allah’ın kitabının mana ve ahkamını, Peygamberin izah etmesi bundan dolayı gereklidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurarak Kur’an’ı tefsir etme vazife ve yetkiyi Peygamberine vermiştir:
“(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” Nahl 16/44
“Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.”Nisa 4/105
“Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavime rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik” Nahl 16/64
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez” Maide 5/67
Tebliğ iki üslupla yapılır: Birisi risaleti yani Kitabı tebliğ, diğeri de manalarını açıklamak ve bildirmek şeklinde olur.
Sonra onu açıklamak da, bize aittir.”Kıyame/7 Bazı alimlere göre buradaki açıklamaktan murad, Hz.Peygamberin teybin (açıkça anlatma) ve tefsir etmesidir.
İbn Teymiyye, mezkur “insanlara kendileri için indirileni açıklayasın” Nahl 44 ayeti kerimesine dayanarak, Hz.Peygamberin, ashabına Kur’anın manalarını bildirmesi ve açıklaması vacip olur, demektedir. Et-Taberi bu ayet hakkında şöyle diyor:
Cenab-ı Hakkın beyanından anlaşılıyor ki, Kur’anın bir kısmının te’viline (bir sözü görünen manası dışında yorumlama), yüce Resulün izahı olmaksızın ulaşmak mümkün değildir. Vücub (vacip bulunma), irşad şeklindeki emir çeşitleri, nehiy (yasaklama) çeşitleri, hak ve hadleri (şer’i ceza), mahlukatının diğerlerine karşı lazım gelen hükümleri ve benzeri ayetlerin ahkamı bu cümledendir. Allah’ın Resulünden bir nass (açık hüküm,kesin delil) olmadıkça, yahut ümmetini te’viline irşad edecek bir delalet (delil gösterme) varid (ulaşma) olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olmaz.”

Hz.Peygamber (sav)’in tefsiri, Kur’anın mücmel (hülasa edilmiş, öz halde) olan ayetlerini tafsil (etraflıca açıklama), umumi hükümlerini tahsis (has kılma), müşkilini (güçlük) tavzih (izah etme), neshe (hükmü kaldırma) delalet etme, müphem (belirsiz) olanı açıklama, garip kelimeleri beyan etme, tavsif (mahiyetini ve sıfatlarını ortaya koyma) ve tasvir (yazıyla veya başka ifade tarzıyla anlatma) ederek muşahhas (somutlaştırma) hle getirme, edebi incelikleri muhtevi (ihtiva eden) ayetlerin maksadını bildirme gibi belli başlı kısımlara nisbet eder.

Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Şunu kat’i olarak biliniz ki, bana Kur’anı Kerim ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde, rahat koltuğuna oturarak: “”Şu Kur’ana sarılınız; onda helal olarak ne görmüşseniz onu helal kabul ediniz, neyi de haram görmüşseniz onu haram biliniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir.”

MEAL VE TEFSİR DEĞERLENDİRMESİ İÇİN DİNLEYİNİZ:
</TITLE><meta http-equiv="Content-Type" content="text/html; charset=windows-1254"> <META NAME="description" CONTENT="Firaset.net Dünya'nin En Büyük Islami Portali Kuran-i Kerim Hadis Sünnet akaid video mp3 Klip ilahi film çizgi film arapça e-kart e-m
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez” Maide 5/67

Bu ayete göre peygamberimizin görevi tebliğ etmektir.Yazınızda sanki Kuran izaha muhtaç bir kitapmış izlenimi veriyor.İzaha muhtaç bir kitabı tebliğ etmenin manası nedir?
Yine peygamberimiz vahiy bittikten kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
Vahiy müddetince bütün izahatları yapmışsa bunlar nerede?
Yapmamışsa ve Kuran anlaşılmaz bir kitapsa gerekli izahları kim yapacak?

Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Şunu kat’i olarak biliniz ki, bana Kur’anı Kerim ve onun bir misli daha verilmiştir....

Peygamberimiz böyle demişse o verilenler nerede?
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
konuyu &#246;nce bir sunay&#305;m bir zahmet takip et ondan sonra ne yaparsan yap.
mevzuyu baltalamaya &#231;al&#305;&#351;ma.
peygamber olmadan nas&#305;l kur'an anla&#351;&#305;lacakt&#305;.
o zaman sadece bir melek mesaj&#305; b&#305;rak&#305;p gitseydi.
hadislerin kur'an'&#305;n anla&#351;&#305;lmas&#305;ndaki rol&#252; ile ilgili &#246;zellikle us&#252;l kitaplar&#305; okusayd&#305;n herhalde bu sorular&#305; sormaya c&#252;ret edemezdin.
sana k&#305;s&#305;m k&#305;s&#305;m cevap vermek istemiyorum. &#231;&#252;nk&#252; g&#246;rd&#252;&#287;&#252;m &#351;u birisi bir kuyuya ta&#351; at&#305;yor sonra 40 &#305; &#231;&#305;karam&#305;yor. arada bir k&#252;f&#252;rle itham edenler bile &#231;&#305;kabiliyor. &#246;nce &#351;u verece&#287;im siteden meal-tefsir ile ilgili bilgileri dinle sonra takip edersen senin hayr&#305;na olur. Vesselam
http://www.firaset.net/arsiv.php?kat_id=279&Kat_ad=MEHMET%20S%C3%9CRMEL%C4%B0&type=SOHBETLER&tur=MULT%C4%B0MEDYA&siralama=sira&siralamasekli=DESC
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İbn Kesir’e göre Kur’an ile beraber verilen misli, sünnettir. El-Hattabi bu hadisi aşağıdaki şekilde şerh (izah) eder:
“Bana Kur’an ve onun bir misli daha verilmiştir” sözünün te’vili, iki veche
(tarz) imkan dahilindedir. Birincisi Hz.Peygamver (sav) metlüvv olan zahiri vahye mazhar olduğu gibi, ona gayr-ı metlüvv olan batini bir vahiy de ihsan edilmiştir. İkincisi: Tilavet edilen vahiy olarak Kitap (Kur’an), bir misli olarak da, kendisine beyan (açıklama) verilmiştir. Yani Kitaptaki hususları açıklamasına izin verilmiştir. Bu sayede mahsusu tamim edebilir. (Has kılınan vahyi umumi hale getirebilir) Kitap da olmayan hükmü koyabilir ve Kitaptakini şerh eder. Bunlar amel edilmesi vacip olmak ve kabulü gerekmek bakımından, tilavet edilen Kur’an hükmünde olur. “…Diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir.” fıkrasına gelince, bu sözüyle Hz.Peygamber (sav) Kur’anda zikr olunmayan fakat kendisinin koyduğu sünnetlere muhalefet etmekten sakındırmış oluyor. Nitekim Hariciler ve Rafıziler böyle yapmışlar, Kur’anın zahirine tutunarak Kitabın beyanını içinde bulunduran sünnetleri terk etmişler, şaşırmış ve sapıtmışlardır.

İbn Kuteybe ile İbn Teymiyye de hadisdeki “misl” i sünnet olarak izah etmişlerdir.
En-Necm suresindeki “O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O, vahyedilenden başka bir şey değildir.”(Necm 3-4) ayetindeki vahiyden maksad, bazı alimlere göre yalnız Kur’an-ı Kerim, bazılarına göre ise sünnetlere de kapsar. “Zira hadis, ya sırf vahiydir. Yahut Hz.Peygamber (sav)’in itimat edilen bir içtihadıdır. …Onun hakkında hata caiz olsa bile muhakkak surette neticede doğru olana rücu eder.”
Kur’an-ı Kerimin bazı ayetlerini anlamakta karşılaşılan güçlükler, başka ayetlerde açıklığa kavuşur. Mesela, bir kıssa bir yerde nisbeten ayrıntılı olarak geçmişse, başka bir yerde ona yalnız açıkça söylenmeyip üstü kapalı bir şekilde ifade edilir. Bir hüküm bir yerde kısaltılmış öz bir halde ise, bir başka yerde ayrıntılarına inilmiş olabilir. Bir yerde kısaltma yapılmışsa, diğer yerde genişletilebilir. Bu kabil güçlükler Kur’an-ı Kerimi dikkatli okumak ve ayetleri arasında irtibat kurmak suretiyle halledilebilir, arıca tefsire muhtaç olmaz.
Ahkama (hüküm), ahiret ahvaline, kısas ve ahbara (Din adamları, Yahudi alimleri).. ait bazı hususlar vardır ki Kur’an’da zikr edilmezler. Bunların tefsiri Peygamberimize bırakılmıştır. “Biz sana da Kur’anı indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın” ayetiyle, Hz.Peygamber açıklamakla mükellefti. Onun beyanı sözleriyle, fiiliyle ve tasdikiyle olurdu. Bundan dolayı Hz.Peygamber ashabının, Kur’anı ve onunla amel etmeyi onar onar ayetler halinde öğrenmelerini temin ediyordu. Bu öğretimin ayrıntıları hakkında fazla bilgimiz yoktur. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz.Peygamberin ayetleri tefsir etmesi, programlı bir ders verme şeklinde olmayıp çeşitli vesilelerle oluyordu.
Hz.Peygamber (sav)’in Kur’anı açıkalmasına bir örnek olarak şu ayeti ele alalım: “Ey Peygamber (sav), kadınları boşayacağınız vakit iddetlerini doğru boşayın…” Talak-1 Boşamanın makbul şekli ve nasıl olacağı bu ayetten açık olarak anlaşılmamaktadır. İbn Ömer’in karısını boşaması dolayısıyla söyleyen hadis-i şerif ayeti tefsir etmiştir:
“İbn Ömer dedi ki: Karımı, o hayızlı iken (bir talakla) boşadım. (Babam) Ömer bu durumu haber vermek üzere Resulullaha gitti. Resulullah ona “Oğluna emret, karısına ric’at (geri dönmek) etsin. Sonra temizlenip, sonra bir hayız daha görüp temizlenen kadar tutsun. Sonra mücameat (cinsi münasebet) etmeden, isterse boşasın, isterse alakoysun. İşte Allah Teala’nın dediği iddet budur.”
Burada Hz.Peygamber, sözlü olarak ve ayette muradın ne olduğunu açık bir şekilde ifade ederek, İbn Ömer’in hadisesi münasebetiyle ayeti açıklamıştır.
Eş-Şafii’nin dediğine göre: “Resulullahın sünnetlerinin Kur’an ile iki üslubu vardır: Birincisi, Peygamber Allah’ın indirdiğine olduğu gibi tabi olur. Diğeri, mücmeldir(öz kısaltılmış, hülasa edilmiş). Resulullah Allah adına mücmelin(öz halde) manasını beyan eder. Farz oluş halini, umumi veya hususi olduğunu izah eder. Kullardan ne şekilde yapmalarını istediğini bildirir.”
Hz.Peygamber (sav)’in Kur’anı beyan etmesi, bazen de ondaki sarih
(açık) hükümlere, yine vahye dayanarak ilave yapmakla olur. Hala ve teyzesinin üstüne kadının nikahlanmasını, ehli eşeklerin etini haram kılması gibi. Mücmel (öz halde, kısaltılmış) ayetlerden murad-ı İlahiyi tayin etmek çok zor veya gayr-ı mümkün olduğundan sahabe, bilhassa ahkam ayetlerinin izahında, Peygamberimizin açıklamalarına son derece önem verirlerdi. Burada buna dair birkaç misal verilecek olursa;
Hz.Ömer halka hitaben: “Kur’andan en son nazil olan riba (faiz) ayetidir. Resulullah ribayı tefsir etmeden vefat etti. Bundan dolayı ribayı da, riba şüphesi olanı da bırakınız.” Buyurmuştur.
İmran b.el-Hüseyn2in bulunduğu bir mecliste, adamın biri: “Kur’anda olandan başkasından bahsetmeyin.” Deyince İmran: “Sen ahmak bir adamsın! Öğle namazının dört rekat olduğunu, onda kıraatın açıkça okunmayacağını Kitabullahda gördün mü?” Sonra namazı ve zekatı ve emsali hükümleri sıraladı ve ilave etti: “Bütün bunları Allah’ın Kitabında müfesser (açıklanmış) olarak buluyor musun? Kitabullah bunları müphem (kapalı) bırakmıştır. Sünnet de tefsir etmiştir.”

MEAL VE TEFSİR DEĞERLENDİRMESİ İÇİN DİNLEYİNİZ:
</TITLE><meta http-equiv="Content-Type" content="text/html; charset=windows-1254"> <META NAME="description" CONTENT="Firaset.net Dünya'nin En Büyük Islami Portali Kuran-i Kerim Hadis Sünnet akaid video mp3 Klip ilahi film çizgi film arapça e-kart e-m
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,059
Tepkime puanı
1,751
Puanları
113
Allah raz&#305; olsun efendim. Vermi&#351; oldunuz bilgilerden fazlas&#305;yla istifade etmi&#351; bulunmaktayiz. Takip&#231;iniziz... Selam ve dua ile...
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
HZ.PEYGAMBERİN KUR’AN’I TEFSİR METODU-3

Gelecek misalde görüleceği gibi Peygamberimizin beyanını öğrenmiş olmadıkları hallerde, bazı fakih sahabeler bile, Kur’andan yanlış hükümler çıkarabiliyorlar, fakat, Hz.peygamberin izahını birbirlerine ulaştırmak suretiyle bilgileniyorlardı.

Abdullah b.Ömer’e, kirpinin haram olup olmadığı sorulmuştu:
Deki: ‘Bana vahy olunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız ölü, ya dökülen kan, ya domuz eti-ki bu, şüphesiz bir murdardır-, yahut Allah’tan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır.” En’am-145 ayetini okuyarak “ye” dedi. Sonra birisi İbn Ömer’e: Ebu Hureyre Resulullahın kirpi hakkında “o habis şeylerden biridir.” Dediğini rivayet ediyor. deyince: “Peygamber böyle diyorsa, mesele onun dediği gibidir.” dedi.

İbn Mesud gibi, kendisini ilme vermiş Peygamberimize yakın olan sahabiler, öğrendikleri her ayetin manasına ve hükmüne de vakıf idiler. Bunları bizzat yahut bir vasıta ile Hz.Peygamber (sav)’den, veya aralarında müzakere ederek birbirlerinden öğreniyorlardı. Nitekim İbn Mesud şöyle demektedir:

“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Kitabında hiçbir ayet yoktur ki onun nerede nazil olduğunu, hangi hususta nazil olduğunu bilmiş olmayayım. Kur’anı benden daha iyi bilen, bineklerin ulaşacağı birini bilseydim, onu görmek için yola koyulurdum.”

Bu habere istinaden, Hz.Peygamber (sav)’in Kur’anın tamamını sahabeye açıkladığı hükmü çıkarılmazsa da, onun ilim halkasına dahil olan ileri gelen ashabın, Kur’anda anlamadıkları noktaların belli sayıda olduğuna delil olarak gösterebiliriz. Bazı hallerde de sahabiler, Peygamberimizin tatbikatından bir kısım ayetlerin te’vilini(bir sözü görünen manası dışında yorumlama) öğreniyorlardı.

Sahabe gibi onlardan sonra gelen başlıca “Ehlu’s-sunne” alimleri de Hz.Peygamberin izahlarını arayıp değerini takdir etmişlerdir. Mekhul’e göre “Kur’anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’ana olan ihtiyacından daha fazladır.” Kastettiği ihtiyaç, açıktır ki insanların anlaması yönünden, insanların sünnete muhtaç olmasıdır. “Bu sözle, Kur’anı Kerim’in manalarını en iyi bilen insanın, hevadan konuşmayan, konuştuğu ancak vahy-i İlahi olan Resul-i Ekrem olduğuna işaret etmek istemiştir.”

Yahya b.Ebi Kesir ise: Sünnet Kur’ana kadidir (hakim). Kitap sünnete kadi değildir.” demiştir. Ed-Darimi bu sözü “Sünnetin Kitaba kadi olması hakkındaki bab” da nakleder ki, kendisinin de bu görüşe iştirak ettiği anlaşılır. İbn Kuteybe bu sözü: “Sünnet Kitabı açıklayıcıdır. Kitaptan Allah’ın murad ettiğini bildirir.” şeklinde açıklar. İlk bakışta yanlış bir izlenime sebebiyet verecek olan bu sözü Ahmed b.Hanbel açık bir ifadeye kavuşturmuştur: “Ben böyle söylemeye cesaret edemem, lakin derim ki: Sünnet Kitabı tefsir ve beyan eder.”

El-Evza’i Hassan b.Atiyye’nin “Cibril Kur’anı getirdiği gibi, sünneti de Peygambere getiriyordu.” Dediğini nakleder. İbn Huzeyme de Kur’anın, hadisle anlaşılabileceğini şöyle ifade eder:

“Allah Teala hususi ve umumi olarak Resulüne indirdiği Kitabını açıklama işini yine Resülüne havale etmiştir. Hz.Peygamber (sav), Sünnetiyle “Onların mallarından bir sadaka al..” Tevbe-104 ayetiyle muradının bütün mallardan değil de, bir kısım mallardan zekat (sadaka) alınması olduğunu; “Erkek hırsızla kadın hırsızın .. ellerini kesin.”Maide-38 ayetinden muradın bütün hırsızlar değil de, bazı hırsızlar olduğunu –çünkü bir dirhem yahut daha az çalana da hırsız denilir- Resulullah “El kesme, bir dinarın dörtte birinde ve daha ziyadesinde olur.” hadisiyle, Cenab-ı Hakkın muradının, bütün hırsızlar değil, bir kısım hırsızlar olduğunu beyan etmiştir. Cenab-ı Hak Peygamberine: “Biz sana Kur’anı indirdik. Ta ki insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.” buyurmuştur.

MEAL VE TEFSİR KRİTİĞİ BİLGİSİ İÇİN AŞAĞIDAKİ SİTEYİ ZİYARET EDİNİZ.
www.firaset.net/izle.php?id=34334
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
HZ.PEYGAMBERİN KUR’AN’I TEFSİR METODU-4

İbn Huzeyme bir başka yerde şöyle diyor:
“Allah Teala’nın : “…ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar…”(Bakara 187) ayetinde, “hayt=iplik” ismi, gündüzün beyazı ve gecenin karanlığı hakkında vaki olmuştur. Bil ki, Araplar, haytın bu manasına aşina değillerdi. Allah Teala Kitabını Arapların diliyle indirmiştir, yoksa (Arapların) manalarıyla indirmemiştir. “Hayt” dilleridir, bu ismi, gündüzün beyazı ve gecenin siyahlığı için kullanmak keyfiyeti, Resulullah kendilerine bildirmeden önce, onların anladığı bir şey değildi.
Kanaatimizce İbn Huzeyme’nin bu sözü izaha muhtaçtır. Şöyle ki: Arapçanın lafzı ile manasını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur’anın lafzının manaları, normal olarak, o kelimelerin Arapça’da ifade ettiği manalardır. Anlaşılan, İbn Huzeyme şunu kasdediyor: Arapça’da mevcut bazı lafızları Kur’an-ı Kerim, lügavi (konuşulan dile ait) manalardan şer’i manalara nakletmiştir (salat, zekat, münafık gibi). Bu takdirde bu söze, itiraz edilemez.
Et-Taberi: “Böylece Kur’anda varid (söylenen) olan müphem (belirsiz) kelimelerin hükmünü, kıyasla müfesser (açıklanmış) olana irca (geri çevirme) etmek caiz değildir. Lakin vacip olan, her biri hakkında tenzilin zahirinin muhtemil olacağı şekilde hükm etmektir. Meğer ki bunlardan bir kısmı hakkında, Resulden zahir hükmü batın hükme ihale eden bir haber varid olmuş olsun. Bu takdirde onun hükmüne teslim olmak vaciptir. Zira Allah’ın muradını açıklayan odur.”
Et-Taberi, tefsirinin birçok yerinde, ayetleri izah ederken kendisinin daha mütemayil (taraftar) olduğu re’yi (görüş), Hz.Peygamberden gelen bir haber dolayısıyla terk ettiğini ifade eder. Mesela, “İçinizden kim dininden dönerse Allah… Kendisinin onları seveceği, onların da Kendisini seveceği bir topluluk getirir…”(Maide-54) ayetinin tefsirinde “…Resulden haber varid olmasaydı, bu kavm, Ebu Bekir ve beraberinde olanlar derdim… Fakat Resulün hadisi dolayısıyla bu kavli terk ettik. Zira Allah Teala’nın vahyinde ve Kitabının ayetlerinin te’vilinde, (görünen manası dışında yorumlama) beyanın ma’dini (aslı) Peygamber (sav)dir.”

2. Kur’anın Tefsire Muhtaç Olan ve Olmayan Ayetleri:

Umumi bir hüküm olarak, Kur’an-ı Kerimin tefsir edilmesinin zaruri olduğunu izaha çalıştır. Bizzat Peygamberimizin, Kitabı açıklama işi ile tavzif (vazifelendirilme) edildiğini gördük. Fakat bu hiçbir zaman, Kur’anın bütününün veya ekserisinin Hz.Peygamber (sav) tarafından kati bir surette tefsire kavuşturulmuş olduğu manasına gelmez. Bu mevzuda Taberi’nin fikri ve tasnifi genel olarak ilim ehli tarafından hüsn-ü kabul görmüştür. Onun fikirlerini şöyle özetleyebiliriz:
Kur’anın bir kısmının te’vilini Cenab-ı Hakdan başkası bilemez. Bunların ilmini Allah Zatına mahsus kılmıştır. Kıyametin vakti, nefh-i sur, (sura üflenmesi) Hz.İsa’nın nüzulü ve bunlar gibi… Hiç kimse bunların vakti hakkında bir şey bilemez. Yalnız şartlarına dair haberler gelmiştir. Hz.Peygamber bu mevzularda bir şey söylediğinde sadece şartlarını söyler, vaktini tahdid (tayin ve tespit) etmezdi. Deccal mevzuu da bunlardan biridir. Bunları Hz.Peygamber’de günü gününe, senesi senesine bilmiyordu. Ancak Cenab-ı Hak, bu kabil hadiselerin delillerini ve şartlarını ona bildiriyordu.
Kur’anın bir kısmının te’vilini ise, nazil olduğu lisanı bilen herkes anlar. Fakat Arapça’ya vakıf olan insanlar, nihayet kelimelerin lisanda hangi manalara geldiğini bilirler, yahut bazı özel sıfatlarla tavsif edilen mevsufları (belirtilen) anlayabilirler. Yoksa bu kelimelerle murad edilen birtakım gerekli hükümleri ve durumları kolay kolay anlayamazlar. Zira böylesi bilgileri Cenab-ı Allah Peygamber’ine mahsus kılmıştır. Onun beyanı olmadıkça, bunlar idrak edilemezler. Mesela: “Onlara: ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayınız’ denilince: ‘Biz sadece muslihler, düzeltmek için çalışanlarız’ derler. Biliniz ki onlar müfsitlerin (bozguncu) ta kendileridir, fakat bunu bilmiyorlar.” (bakara 11-12) ayetini işitince lisan ehli bilir ki ifsad zararlıdır, terk edilmesi gerekir; ıslah ise faydalıdır, yapılması gerekir. Ancak Allah’ın ifsad ve ıslah saydığı mefhumları (ifade edilen mana) bilemez.
Bilmeyi yalnız Zatına tahsis ettiği hususları ise, Allah’dan başkası bilemez.
Buna benzer bir tasnif de Muhammed b.el-Heysem’den nakl edilir:
“Kur’an içinde Cenab-ı Hakkın, ilmini zatına tahsis ettiği hususların olduğunu ve bizim için bunların vakıf olmaya yol bulunmadığını inkar etmem. Bu kısmında emir ve nehiy olarak biz kullara herhangi bir şey terettüp(gerekme) etmez. Cenab-ı Hak, onlara inanmak ve cümleten teslim olmakla kulluğumuzu ortaya koymak istemiştir.”
Alimlerin fikirlerini nazarı itibara alırsak, Kur’anı Kerimin ayetlerini, anlaşılması itibariyle şöyle sınıflandırabiliriz:
a) İlmi Allah’a mahsus olanlar.
b)İlmi yine vahiy ile Hz.Peygamber’e tahsis edilmiş olan ayetler. Bunlar genellikle ibadetlere ve ameli hükümlere, bir kısım mugayyabata (görünmez, gayb)dair mücmel (kısa, öz halde) ayetlerdir. Bu emir ve hükümler Kur’anda varid (söylenen) olmuş ise de, ne şekilde ifa edileceği bildirilmemiştir. Hz.Peygamber’in beyanı olmaksızın, bunlardan ilahi muradı anlamak imkansızdır. Meselea Kur’anda sarih (açık) bir şekilde “namaz kılın” emri vardır. Müphem (belirsiz) olarak vakitlerine de işaret edilmiştir. Fakat Arap dilinde “dua etmek” ve “uyluk kemiklerini hareket ettirmek” manasına gelen “salat”dan, Cenab-ı Hakkın muradını ancak Hz.Peygamberin beyanı ve tatbikatıyla anlamamız mümkün olmuştur.
İşte lügaten –biri kalb ve lisan işi olan duaya, diğeri de bir hareket-i bedeniye işi olan fi’l-i mahsus- iki manaya gelen salat kelimesi şer’an Hz.Peygamberimizden görülegeldiği üzere kalbi, lisani, bedeni ef’al (amel) ve erkan-ı mahsusadan (hususi rükunlar) mürekkep (meydana gelen), gayet muntazam bir kamil ibadetin ismi olmuştur ki, necasetten taharet, hadesten taharet, setr-i avret, vakit,niyet, istikbal-i kıble namıyla altısı dışından başlayan şart; iftitah tekbiri,kıyam,kıraat,rüku, sücud, teşehhüd (oturma hali) miktardı ka’de-i ahire (son oturuş) namıyla içinde yapılan altıda rükun olmak üzere on iki farz; Fatiha, zamm-ı süre, tadil-i erkan, ka’de-i ula(birinci oturuş) vs. gibi bir takım vacipleri, bunlardan bşaka bir çok sünnetleri, müstehabları (sevilen, sevap kazandıran işler), edepleri, mekruhatı ve müfsidatı, sonra beş vakit ve Cuma gibi farz, vitir ve bayram gibi vacip ve diğer sünnet-i müekkede (sürekli yapılan ibadet) ve gayr-ı müekkede nevafil (nafile) olam üzere enva (çeşitli) ve aksamı vardır ki beyanı fıkıh kitaplarında vardır.”
Zikredilen misalde olduğu gibi, ibadet ve muamelata (muameleler, işlemler) dair bütün ahkam ayetlerini Peygamberimiz hakkıyla tefsir ve beyan etmiş, teferruatlarına varıncaya kadar anlatmıştır. Mevzulara göre tasnif edilmiş hadis mecmuaları, bu ayetlerin geniş bir tefsirinden başka bir şey değildir. Ayrıca nasih (nesh eden değiştiren) ve mensuh (hükmü kaldırılmış), emirlerin kat’i şekli, tergib (ragbet ettirme) ve terhib (korkutma) babından olan ayetlerde de murad-ı ilahiye, hadislerle hüküm verilir.
İlmi Hz.Peygamber’e mahsus ayetler, sadece ibadet ve ahkama ait olan ayetler değildir. Bazı mugayyebata (gayb, bilinmeyen), bir takım uhrevi ahvale (haller) ahbar (haberler) ve kısasa dair tafsilat da bu cümledendir.
İşte ilmi kendisine mahsus kılınan ayetleri ve bu ayetlerden-insanlara ulaştırmakla mükellef olduğu ilahi muradı, Peygamberimiz beyan etmiştir. Bu hükmün haricinde kalan hususlarda çeşitli vesilelerle açıkladığı ayetler olduğu gibi, tefsir etmediği ayetler de olmuştur. Bir kısım ayetleri açıklamaya dönük izahları olmuş ise de, bunları ayetin kat’i tefsiridir diye tevkifi (alıkoyma) bir tarzda söylememiştir. Muhatabın durumuna göre bazen lazımını (gerekli olanı), bazen semeresini (netice) gösterir tarzda beyan etmiştir.
Böylece muayyen bir seviyeye ve muayyen (sınırlı) bir asra değil de, kıyamete kadar gelecek bütün zamanlardaki bütün insanlara hitap eden umumi bir irşad kitabı olan Kur’andan, her asır ve her insan, kalbi ve fikri hayatını tatmin edecek manaları anlama imkanına kavuşmuştur. Bu bazılarının zannettiği gibi Jur’an için bir nakisa (eksiklik) değil, bilakis gayesinin lazımıdır ve mucizevi taraflarından biridir. Bazı tariflere göre müteşabih (aralarında benzerlik bulunan) sayılan ayetlerin te’vilini, Cenab-ı Hak belki de Peygamberimize bildirmiştir. Fakat bu hususlarda Peygamberimizin kat’i beyanlarda bulunmayışı, insanların Kur’anı Kerimin ayetlerini bizzat teemmül ve tedebbür (düşünme ve fikir üretme) etmeleri, tefekkür hürriyetini temin gayelerine dönüktür.
Bunlardan başka Kitapta ve sünette varid olmayan, bilmemekte zarar, bilmekte ise ameli bir fayda bulunmayan hususlarda vardır. Sahabiler bunları sormamışlardır. İbn Abbas’dan rivayet edilen bir söze göre: “Hz.Peygamberin ashabı, sadece kendilerine faydası olan meseleleri sorarlardı.” Fakat birtakım basit zihinler, lüzumsuz şeyleri kurcalamış, eski tefsirlerin bazısı, lüzumsus bir konuda bir yığın kavillerle (sözlerle) doldurulmuştur. Mesela el-Bakara suresinin 73. Ayetinin tefsirinde “Buzağının hangi uzvuyla maktule (öldürülmüş) vurulduğu” Hud suresinin 40.ayetinin tefsirinde Hz.Nuh ile beraber gemiye binenlerin kaç kişi olduğu meseleleri gibi. Taberi gibi bazı müfessirler ise bu kabil meseleleri istemeyerek, bazen de tenkid ederek nakl etmişlerdir.
c)Kur’anın bir kısım ayetlerini anlamak, onun ayet ayet nüzülüne şahit olan ayetlerin fiiliyle ve kavliyle tefsirini yapan Peygamberimize müsahabet (birlikte bulunma) eden sahabenin beyanına mütevakkıftır. (bağlıdır) Bu kısma daha çok, nüzul sebepleri dahildir. Nüzul sebeplerine dair rivayetler zahiren ashaba mevkuf olsa da, hükmen merfu (Hz.Peygamberin söz, fiil ve takrirleri olduklarına hükmetmek) sayılıralr.
ç) Ulemanın tefisr etmeye muktedir olduğu ayetler. Resulullah Kur’anın mühim kısımlarını açıklamakla beraber, alimlerin içtihadlarıyla istinbat (dolaylı olarak anlama) edecekleri hükümler ve nüfuz-u nazarlarıyla keşf edecekleri incelikleri çoklukla bulunmaktadır. İlimde rüsuh (ilimde geniş bilgi sahibi olma) kazanmayan bazı kimselere göre tenakuz (çelişki) ve ayetler arasında ihtilaf (ayrılık) zannedilen hususların hakikatini beyan etme işi de bu kısma dahildir.
d) Arap lisanına aşina olan he insanın derecesine göre anlayacağı hususlar.

3. Mikdar itibariyle Hz.Peygamber’in tefsiri:
Peygamberimizin Kur’anın ne kadarını izah ettiği mevzuunda ihtilaf edilmiştir. “Kur’anın bütün ayetlerini, yahut tamamına yakın ekseriyetini beyan etmiştir.” diyenler olduğu gibi, “tefsir ettiği ayetler sayılacak kadar azdır.” diyenler de olmuştur. Bu hususta kati bir delil bulunmadığından, ayrıca haberlerin sıhhati için ileri sürülen şartlar farklı olduğundan (mesela, bilhassa tefsir sahasında sayısı çok olan mürsel (tabiinin sahabeden işiterek, sahabeyi atlayıp direk Peygambere isnad ederek rivayet ettikleri hadisler) haberler, bazıları indinde sahih sayılırken, bazılarınca ihticaca (delil gösterme) salih olmayan zayıf haberler cümlesinden sayılmaktadır) ve bu sahada, geniş çerçeveli müstakil bir araştırma yapılmadığından, bu mesele hakkında fikir beyan edenler, umumi prensiplerden ve birtakım ipuçlarından hareket ederek hüküm çıkarmışlardır. Gelecek sahifelerde, bu iki aşırı görüşün delillerini tahlil edeceğiz. Dağınıklığa meydan vermemek maksadıyla, her delili zikrettikten sonra, münakaşasınıda birlikte yapacağız. Fakat daha önce, bir mevzuya dair Hz.Aişe’nin sözünü inceledikten sonra her iki tarafın iddialarını tahlil edeceğiz.
a) Hz.Peygamberin tefsir ettiği miktar hakkında Hz.Aişe’nin sözü:
“Peygamber (sav) Cebrail’in kendisine öğrettiği, sayılabilecek kadar sınırlı ayet haricinde, Kur’andan bir şey tefsir etmezdi.” (Taberi)
Bu hadisin isnadı hakkında cereyan etmiş olan münakaşaların ve sahih olmak kaydı ile manasını yorumlamaya dair fikirlerin özünü belirtmemiz gerekiyor.
Et-Taberi hadisin senedindeki Cafer b.Muhammed ez-Zübeyri’nin hadis ehli arasında bulunmadığını söyler. İbn Kesir: “Bu hadis münkerdir (zayıf olan bir ravinin, güvenlir ravilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadis) kabul edilmeyen) ve garibdir. (metin veya isnad yönünden tek kalmış yahut benzeri, başka raviler tarafından rivayet edilmemiş hadis). İsnaddaki Cafer b.Muhammed hakkında el-Buhari: “Hadisinde mutabeat (tabi olma) edilmez.” Hafız Ebu’l-Feth el-Ezdi de: “Munkeru’l hadis olduğunu söyler. Ahmed Muhammed Şakir ise: “uzun tahkiki neticesinde, cerh ve tadil (ravinin, adalet ve zabt sıfatlarını tam olarak taşımadığının tespit edilip ortaya konulması) ulemasının çoğunun bu şahsı sika (adalet ve zabt sıfatlarını tam olarak taşıyan ravi) saydıklarını belirterek, tevsik (vesikaya dayanma) edilmesini tercih eder.
Et-Taberi, Aişe hadisini rivayet ettikten sonra öz olarak şunu ifade eder: “Bu hadis bizim iddiamızı takviye eder. Zira biz, Kur’anın bir kısmı ancak Hz.Peygamberin beyanı ile anlaşılabilir diyoruz. Emir ve nehye, helal ve harama, hadlere ve farzlara dair mücmel (öz halde) ayetlerin tafsil edilmesi, tenzilin zahirinde mücmel olan sair şeriatın manalarının açıklanması bu cümledendir. Bunların tafsilat ve hükmü Resulün lisanı üzere ‘Allah indinden varid olmadıkça bilinmez. Cenab-ı Hak bunları yine vahiy tarikiyle, Cibril yahut dilediği bir başka elçisi ile, Resulune bldirir. İşte Cibril’in talimi ile, Hz.Peygamberin ashabına beyan ettiği ayetler bunlardır. Ve şüphesiz ki, bunlar sayılabilecek kadardır.
Mezkur Aişe hadisinden murad, bazı anlayışsızların kuruntuları gibi, Resulullahın hiç denecek kadar az tefsirde bulunduğu olsaydı, kendisine indirilen Kur’an sanki kendisinin açıklaması için değil de, manasını ve izahını başkasına bırakması için nazil olmuş olurdu. Cenab-ı Hak, Resulüne, kensine inzal ettiğini, insanlara tebliğ ve teybin etmesini emretmiştir. Resulullahın da bu emri yerine getirdiği sabittir.
Abdullah b.Mesud’un hadisinde, Peygamberin Kur’anı, manaları ve amel edilecek hükümleriyle açıkladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Bütün bunlar, zikredilen iddianın cehalete dayandığını gösterir. Diğer taraftan hadisin senedi, Cafer b.Muhammed sebebiyle illetlidir (zahirde sahih görünen hadisi za’fa uğratan anlaşılması güç, gizli bir kusur veya sebepten ibaret). Tabiinden tefsirden uzak duranlar, fetvadan kaçınanlar gibidir. Onlar Cenab-ı Hakkın Resulü ile dinin ikmal ettiğini, her hadisede nass ile hayut delaletle bir hükmü bulunduğunu ikrar ediyorlardı. Kaçınmaları o mevzularda Cenab-ı Hakkın hükmü olduğunu inkar etmekten değildi. İçtihadlarının, ulemaya yüklenen dereceye ulaşamamasından korkuyorlardı. Tefsirden ictinab edenler de, tevilin ulemaya kapalı olmasından değil, sözlerinde isabet edememe endişesinden idi.”
Kitabu-l Mebani sahibi Aişe hadisini şöyle değerlendirir:
“Hz.Peygamberin, Cibril’den öğrenmeye muhtaç olduğu ayetler vardı. Zira o, Resulullahın müşahade etmediği ahvali müşahade ediyordu. Bize göre Resulullah, kendi indinden çok az tefsir etmiştir.” Bu zat daha sonra ashabın, vahyin nüzülünü müşahade ettiklerini ve lisana vakıf olduklarını zikrederek, bu sebepleonların çok az ayetin tefsirine muhtaç olduklarını, bunların da şer’i ahkamın icmal edildiği ve izahı Peygamberin beyanına mütevakkıf (bağlı) olan ayetler olduğunu söyler.
İbn Atiyye : “Bu hadisin manası Kur’anın mugayyebatı, (gabya dair) mücmelinin tefsiri ve emsali gibi Allah bildirmedikçe bilinmesine yol olmayan husulardadır.” diyerek, Resulullahın az tefsir etmesini, bu sahalara tahsis eder.
İbn Kesir de et-Taberi gib, Aişe hadisinde geçen “az ayetlerin”, ancak Allah’ın tevfikiyle (yardımıyla) malum olacak ayetler olduğunu kabul eder ve : “Şayet hadis sahih ise; sahih manası budur” der.

MEAL VE TEFSİR KRİTİĞİ BİLGİSİ İÇİN AŞAĞIDAKİ SİTEYİ ZİYARET EDİNİZ.
www.firaset.net/izle.php?id=34334
 
Üst