Rasûlullah’ın örnekliğinin tarihselliği nasıl olacak? Aslında sadece Kur’an-ı Kerîm’de yok hukuki ayetler. Hadislerde de var hukukî ayetler. Rasûlullah kendi zamanında gayri Müslimlerle Müslümanların miras ilgisini tesbit etmiş. “Bir Müslüman kafirden miras alamaz”, “Kafir de müslümandan miras alamaz” demiş. Hadislerde böyle yazılı. Peki ama biz birinci asırda, Muaviye’nin zamanında, Hz. Ali’nin zamanında, bu hukukî hadisin tek taraflı olarak değiştirildiğini biliyoruz. Ne demişler? “Müslüman kafirden miras alır, kafir müslümandan miras alamaz” demişler. Peygamber’in bu hukuki hükmünü tek taraflı olarak yoruma tabi tutmuşlar, değiştirmişler. En büyük problem, nassların değişmesinin makullüğünü tesbit etmektir.
Biz Hz. Ömer’i, sadece Peygamberimiz’in değil, Kur’an-ı Kerîmin hukuki ayetlerinde bile (müellefe-i kulûb meselesi v.b.) bir değişime gitme fikrine sahip bir zat olarak görüyoruz. Şimdi bunu yaygınlaştırmak mümkün mü? Esas problemimiz orada. Halbuki bizim nazariyat kitaplarımızda, bilhassa Hanefiler’in usul-i Fıkıh kitaplarında -ki orada verilen hüküm bizim mecelle’ye bile geçmiştir- “mevrid-i nasda ictihada mesağ yoktur” diyor, Mecelle’nin hükmü budur. Bu ne demek? Yani bir meselede nas varsa, yani ayet ve hadis hükmü varsa, ictihada yer yoktur demektir. Acaba böyle mi olmuş? Benim yaptığım çalışmalara göre, böyle bir fikrin İslam tatbikatında hiç yeri yoktur. Bu, yanlış bir hükümdür. Nasıl yanlış? Daha birinci asırda, evlilikle ilgili ehli kitap hanımlarıyla evlilik meselesinde İmam Ata’nın verdiği fetva, Kur’an-ı Kerîmin o ayetini tamamen kaldırıyor. İmam Atâ, “vel muhsanatu minellezine ûtul kitap” (Maide, 5) ayeti bugün için geçerliliğini kaybetmiştir diyor. Neye göre diyor? Çünkü, sebeb-i nüzulüne iniyor, o ayetler nazil olduğu zaman Müslüman hanımlar az idi, Ehli Kitap hanımına ihtiyacımız vardı diyor. Bu ihtiyaç şimdi zail olmuştur; elhamdülillah Müslüman hanımlar çoğaldı, Ehli Kitap hanımına ihtiyacımız yok diyor. İhtiyaç zail olunca hüküm de zail olur diyor.
Bir şeyin esbab-ı mucibesi anlayışı şahıstan şahısa değişiyor. Bugün İmam Ata’nın bu görüşünü hiç kabul etmeyen, pekala ben Hristiyan hanımla evlenebilirim diyen alimlerimiz de var. Çünkü onunla evlenirsem, hiç olmazsa o kadın bir gavurla evlenmekten kurtulur, ben de onun sayesinde Müslüman nesiller yetiştirebilirim diye düşünüyor. Hatta bunun tersini düşünenler de var. Mesela hiçbir İslam alimi, şimdiki zamana gelinceye kadar, kitaplarda okuduğumuza göre, bir Müslüman hanımın gayri müslimle evlenmesine cevaz vermemiştir. Bir Müslüman kızımızın bir Hristiyanla, Yahudiyle evlenmesine cevaz vermemiştir. Ama bugün veren alimlerimiz var. Müslüman alimlerdir, isimleri müslümandır bunların. Neye göre veriyor acaba? Bakın onun da haklı sebepleri var. Mesela Amerika’daki Türkler diyor, gördüğünü söylüyor, bir alime hocamız -ismi lazım değil- Müslüman kızlarımız, Amerikalılarla evlenmedikleri için, Müslümanlar zaten kendileri ile evlenmiyor diyor, bekar kalıyorlar diyor. Bunlar bekar kalınca kafaları bozuluyor, yani hastalanıyorlar. Halbuki diyor, zahiren Hristiyan denen namuslu ahlaklı bir Amerikalıyla evlenseydi, ilerde onu Müslüman yapması mümkün olabilirdi.
Fazlurrahman eğer şartlar değiştiyse hükmün de değişebileceğini söylüyor. Ki benim kendisine açıkça söylediğim şey buydu. Fazlurrahman bey bizim Fakültemize geldiğinde toplantılar yaptık; ben orada alenen sordum. Kur’an-ı Kerîm’in miras meselesini misal verdim, “size göre bu miras ayeti Peygamber’in zamanında tam bir adaletin ifadesimiydi? Günümüzde şartlar değiştiği, kızlar da erkekler kadar cemiyette vazife almaya başladıkları, mes’uliyet yüklenmeye başladıkları zaman, bu miras ayetinin değişmesi lazım, eşitlenmesi lazım. Siz böyle mi düşünüyorsunuz?” “Evet” dedi hoca, “hatta günümüzde -hiç unutmuyorum- kızlara erkeklerden daha fazla hisse vermek Kur’an ahlakına uygundur” dedi. Bunu Mehmet S. Aydın bey de tercüme ediyordu. Hz. Ömer’in yaptığında da hiç mahzur yoktur. Tabiatıyla öyledir. Şartların değişmesi, esas mesele odur. Şartlar değiştiği taktirde, vereceğin karar gayri adil olursa, Allah adaletsizliği ister mi? Fikrimiz orada adaleti uygulamaktır. Peygamber (a.s)ın getirdiği bu hukukî ayet veya hadisler/sünnette değişim meselesi bahis konusu edilmiş de, ama ibadetle ilgili olarak böyle bir ihtimal veyahut olabilirlikten söz edilmemiştir. Hiçbir zaman mesela, Fazlurrahman’ın namaz, hac ibadetinde bugünkü şartlara uyduralım diye bir düşünceye sahip olduğunu görmedim, bilmiyorum. Bugün öğle namazı başka şekilde kılınabilir mi? Hiçbir müslümanın böyle bir şeyi söyleyebileceğini ben kabul edemiyorum.
Cevap-5: Şimdi birtakım mübarek saydığımız hadiselerin yıldönümlerini kutlama meselesi ortaya çıkıyor. Bunun Kur’an-ı Kerîm açısından tek örneği belki kadir gecesidir. Yani, bin aydan hayırlıdır denilen kadir gecesini Müslüman alemi her sene kutlamaya çalışmış. Bazı günleri ihya etmeye çalışmışlar. Ama bunun Peygamber efendimizin hayatıyla ilgili bir aksedişini ben bilmiyorum, görmedim. Mesela, on sene Medine’de yaşadılar malum, ama hicretin kutlanması diye bir hadise yok Peygamber’in kendi devrinde. Veyahut bir Bedir gazasının kutlanması diye bir hadise ben bilmiyorum. Günümüzden daha önce, beylikler devrinde, Selçuklular döneminden önce Araplar’da kutlanma hadiseleri var. Peygamber’in naatları yazılmış, o naatların okunması merasimleri filan var. Aynı günü sabitleştirememişler, gün değişip duruyor. Ama biz bir mevlit, Rasûlullah’ın mevlidini çıkardıysak, o mevlidin okunacağı günleri de tesbit etme ihtiyacını duymuşuz. Birtakım kandiller yapmışız. Bunların ve gecelerin, kadir gecesinin dışında hemen hemen hiçbirinin sağlam bir kaynağı yok. Müslümanlar ihtiyaç duymuşlar, birtakım vesileler icad etmişler; dünya hayatına fazla dalmış Müslüman toplumları biraz daha ibadete çekebilmek için o vesileleri kullanmışlar. Masumane gibi görünüyor. Aslında fazla da bir zararı yoktur, ama iyi değerlendirmek şartıyla.
Bizim Türkiyemizde, ben çocukluğumdan biliyorum, radyolarımızda Allah demek filan yasaktı. Matbuatımızda Allah diyenleri cezalandırıyorlardı. Ama Demokratlar’ın iktidara geldiği tarihten sonradır ki, Türkiye’de mevlid nakli başladı. Radyoda ilk mevlid nakli Demokratlar’ın 1950′den sonraki iktidarlarında başlamıştır. Başka kimselerin namına mevlid filan okunmuyordu hiçbir zaman ve hiçbir yerde. Bunları bilmeyen kimseler zannederler ki, eskiden beri bu böyleydi. Yoktu öyle bir şey. Ezanı değiştirmiş bir devri yaşadık. Ben şahsen, hem kendim, hem de biraderim [Ahmet Hatipoğlu], “tanrı uludur” diye çok ezan okuduk. Bunları gençler bilmezler. Ezanı Arapça okursan, hapishane idi yolun. Demokratlar geldi, hani bugün onları itham ederler ya, ezanı Arapçalaştırdı diye. Hayır, Demokratlar ezanı Arapçalaştırmadı, serbest bıraktı. İsteyen Arapça okuyacaktı, isteyen Türkçe okuyacaktı. Ama hiç kimse Türkçe okumadı. Bu böyle oldu. Ama aynı adamlar kendileri camiye mi gittiler? Hayır. Demokratlar’ın en büyüklerinin hiç cami ile filan alakası yoktu.
Şimdi globalleşme denilen hadise var ya, artık dünya küçüldü, internet v.s. Amerika’da ne oluyorsa biz bugün biliyoruz. Öyle olunca adamlar dünyanın idaresine şimdi sahip çıktılar. Dünyayı idare eden kuvvetler İslam dünyasının dışındadır. Böyle olunca, kendisinin kafasını ağrıtmayacak bir şekilde dünyayı idare etmek istiyorlar, Müslüman dünyasını da idare etmek istiyorlar. Kendilerinin emrini tutmayan adamların kafasına bomba yağdırıyorlar bugün. Böyle bir durumda adam nasıl bir İslam dünyası bekliyor karşısında? Suya sabuna dokunmayan, namazında abdestinde bir Müslüman olarak İslam toplumunu görürse, bundan kendileri memnun olacaklar. Kendilerinin petrollerini temin et, doğalgazını temin et, seni sömürsün, Peygamber de gül olsun, Peygamberin’le yaşa!
Bizim Peygamberimiz’in, dünyevi rol katkısı bakımından ‘Hz. İsa’ ile hiçbir alakası yok. Peki de o zaman müslümana düşen vazife nedir? Senin Peygamber’in nedir? Peygamber’in şahsiyeti nedir? Peygamber seni ne gibi bir İslam ümmetinin ferdi yapmak itiyor? Bunları bilmek lazım. Bunların da tesbiti, her zaman söylüyorum, -çıkmaz sokağa saptırıyorsun bizi denmezse-, muazzam İslam kültürünün ayıklanmasından geçiyor. Bunu yapmadığımız taktirde, adam bir evliya kitabı çekiyor oradan, zannediyor ki Peygamber budur. En büyük hatamız budur. İslamların henüz İslam şahsiyetiyle temsil edilebileceği bir devre ulaşmış olduğunu söyleyemiyoruz maalesef. Şia dünyasıyla aramızda kültürel kopukluk var asırlardan beri.
“Peygamber nasıl anlaşılabilir?” yoluna (ikinci merhaleye) girince, burada çuvallıyoruz. En zorlu yol orasıdır. Biz Peygamber’i bu külliyatla öğreneceğiz. Bu külliyat her insanın, her alimin, her yazan adamın kendi kültürüne göre şekillenmiş. Adam kendi kültürüne göre anlatmış. Birbirinden farklı onlar da. İbni Teymiyye’nin anlattığı Peygamber farklı, İbni Hazm’ın anlattığı Peygamber farklı. Şia’nın anlattığı Peygamber farklı.
“El-İslam ya’lâ ve lâ yû’lâ aleyh” diyoruz ya. Eğer bu doğru saydığımız fikirler yaygınlaştırılabilirse, o zaman doğruya doğru gitme imkanımız doğar. Eğer bu fikirler yayılmazsa, bu fikirler bilinmezse, herkes İslamiyet’i, okuduğu küçük bir risaleden ibaret sayar. Onun için gelip gelip mesele maarif meselesine, öğretim meselesine, bilgi meselesine dayanıyor.
Anlayış bozukluğuna düşmemek gerekiyor. Zuheyli niye Peygamber Efendimizin kazurâlını temiz sayıyor? bu kadar okumuş üflemiş bir adam. Bu enteresan bir misaldir. Bu zatta Peygamber aşkının psikolojik bir tezâhürü var. Ama bu lâfı ben söylemiyorum bakın, ben de Peygamber aşkıyla yanan bir adamım. Bütün ömrüm onlarla geçiyor, niye ben söylemiyorum da onlar söylüyor? İkimiz arasında anlayış farkı var. Psikolojik davranış farkı var. Adam hakikati farklı görmek istiyor. “Peygamber benim gibi olamaz” diyor. O bakımdan ‘hasta’ o adamlar, hani ‘psikolojik’ dedim ya. ‘Peygamber hastası’ diyorum ben bunlara. Hastalıktır, hiçbir değeri yoktur.
(Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu) İktibas Dergisi sayı: 328 Nisan 2006
i9703 cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi