hirahos
Kıdemli Üye
- Katılım
- 9 Kas 2006
- Mesajlar
- 35,948
- Tepkime puanı
- 483
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
Altınoluk Dergisi'nin verdiği bir sohbetinde Mahmud Sami Ramazanoğlu Hz.leri şöyle buyurmuştur:
Nefsin temizlenmesi, kötü sıfatlarından arınması zorunlu olup, nefis tezkiyesi olmadıkça Yakîn'in elde edilmesi de güç görünür. (Yakin: Hiç bir şekilde şüphe edilmeyecek derecede kesin olan ilim, Allah'ı tanımanın kesin bilgisi demektir) Ve insanın kurtuluşu da ancak nefsinin tezkiyesinde yani temizlenmesindedir.
Nitekim Ayet-i Kerimede buyruldu:
"Nefsini tertemiz yapan muhakkak umduğuna (kurtuluşa) ermiş, onu alabildiğine örten (kötü sıfatlarla bırakan) ise elbette ziyana (zarara) uğratmıştır."
Şeriat gemisini; Allah'ın emir ve yasaklarını inkar eden kimse, bitkilerin lezzet ve güzelliğini inkar eden gibidir.
Nefis temizliğinden ve kalbin safileşmesinden (kalbin Allah'tan başka arzu ve düşüncelerden arınmasından) maksad, kalbin manevi hastalıklarını ve manevi felaketleri gidermektir. Zira bu hastalıklar ve afetler kalbde mevcud iken o kimsenin imanı surîdir. "Suri" yani surettedir, görüntüdedir; mecazdır, hakiki değildir. Nasıl hakiki ve vicdana ait olabilirdi ki? Çünkü ondaki "kötülüğü emreden" (emmare) nefsi, o kimsenin karşısındadır, ona zıd ve muhaliftir; vücuduna hakimdir.
Surî bir iman ve tasdik sahibi, safra hastalığına tutulmuş kimse gibidir ki onun vicdanı bitkilerdeki lezzetin zıddına şahid ve vaki'dir. Mesela safra hastası, hastalığından tedavi olmadan şekerin lezzet ve tadını alamaz. Ne zaman hastalıktan kurtulursa o zaman şekerin ya da bitkilerin tadını almaya başlar ve tadınca "hakiki olarak" onların lezzet ve tadı ne imiş, o zaman bilir. Hastalık mevcutken, hasta olana, birisi şekerin ya da bitkinin tadını tarif etse de o "lezzeti" bilmiş olamaz. Sırf tarifle tad ve lezzet alınmış olmaz.
Nefsin, emmarelikten (hayvani sıfattan) temizlenmesi de ancak tezkiyesi ile mutmain olmasından sonradır. (Yani Nefs-i Mutmainne makamına ulaşmasıyla nefs tam temizlenmiş olur.) O zaman "hakiki iman" var olur ve kuvvet bulur. O zaman hakiki imanı vicdanıyla anlar (tadar). Ve hakiki iman sahibi, ondan daha aşağı mertebeye düşmekten korunmuştur. Nitekim Ayet-i Kerîmede:
"Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul)ları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." buyurulmuştur. (Yunus: 62)
Görünürde temiz, soylu ve mutlu bir adamda bir hastalık ortaya çıksa ve organlarına bir afet gelse o kadar çok fazla çalışır ki o hastalık ve afet vücudundan gitsin... Kalbdeki manevi hastalık ise, gerçekte Allah'tan başka arzu ve heveslere tutulmaktan, onlara kalbin bağlanmasından ibarettir. O kalb hastalığı öyle yayılmıştır ki hiç dirilmeyecekmiş gibi kalbi öldüğü halde ve kalben sürekli bir ıstıraba düştüğü bilindiği halde, o hastalıktan kurtulma düşüncesini dahi aklına getirmez; kurtulmayı asla istemez ve harekete geçmez.
Eğer bu kimse Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu bilmiyorsa zaten katıksız bir sefihtir; zavallıdır, zevk ve eğlence ehlidir. Ve eğer birisi Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu biliyor da ondan korkmuyorsa, çekinmiyorsa büsbütün alçak ve rezil bir kimsedir.
Bundan dolayı kalbin manevi hastalığından kurtulması zorunluluğunu fikir etmek gerekir. Dolayısıyla onun bir hastalık olduğunu bilmek ve çaresini aramak kişiye lazım olandır; farz-ı ayndır. Ona, tutması gereken Allah'ın bir emridir.
Nefs-i emmare, İman konusunda "kalb ile tasdik, doğrulamak" ve "dil ile ikrar yani söylemek" üzerinde iken dahi yine kendi (gizli) küfür ve inkarı üzerinde ısrar eder. Emmare Nefs, İslam'ın hükümlerine ve Allah'ın emirlerine boyun eğip itaat etmez.
NEFİS İLE CİHAD
Temizlenmemişken nefsin istediği budur ki kendisi boyun eğip itaat eden olmadığı halde herkes kendisine boyun eğip itaat etsin! Riyaset yani baş olma, reislik davası nefse yerleşmiştir. O nefis, Haşa "Ene Rabbüküm" (Rab benim) iddiasındadır.
Onun içindir ki "nefsine düşmanlık eyle!" buyurulmuştur.
Hadîs-i Kudsî'de:
"Nefsini düşman bil! Zîra o bana (Allah'a) düşmanlığı sebebiyle karşıma dikilmiştir" buyurulmuştur.
Nefse düşmanlık etmek, Hak Celle ve Ala Hazretleri katında makbul ve rızasına münasip olandır. Şerîat-ı Garra'ya (tertemiz ve pırıl pırıl İslam şeriatine) uygun olarak nefis ile cihad ve ona muhalefet eylemek cihad-ı ekber (en büyük cihad) diye tarif edilmiştir.
İnsanın dışındaki düşman ile cihad eylemek bazen ortaya çıkar. Lakin insanın içindeki, derunundaki düşman olan nefs ile cihad ise süreklidir.
Hakiki İslam'ın meydana gelmesi, nefs-i emmarenin Allah'a hakiki itaat ve boyun eğmesine bağlıdır. Binaenaleyh, nefsin mutmain olmasından evvel yalnız kalbi doğrulama, inanma ile husüle gelen İslâm'a, İslâm-ı mecazî derler.
Ve nefis mutmainne olduktan sonra olan îman'a da, iman-ı hakîkî (hakiki iman) denir.
İtmi'nandan evvel İslam'ın esaslarından olan namaz, oruç, zekat ve diğer güzel ameller, sanki amellerin sureti, kuru cesedi gibidir. Namaz kılarsa da o sureta (dış görünüşte) namazdır. Eğer oruç tutarsa, o orucun suretidir. Ve diğer ibadetler de bunların surette olmasına benzer. Zîra nefs-i emmare, daha başıbozuk, dik kafalı ve isyankardır, inkar halindedir; o vaziyetteyken ibadetlerin hakikati (hakikisi) ne türlü, nasıl meydana gelebilirdi ki?
Ancak nefis İtminan'a erişip de emmarelikten (kötülüğü şiddetle ve ısrarla emretmekten), isyan ve dik kafalılıktan ve azgınlık ve taşkınlıktan vazgeçtikten sonra hakiki amel ve ibadetleri yerine gelir. Namaz'ın ve oruçların ve sair amellerin hakikati ondan sonra eda edilmiş olabilir. İtminan olmuş nefs sahipleri hakkında Allah Teala'nın hitabıdır:
"Ey Rabbına itaat eden nefs-i mut'mainne!.. Sen dön O Rabbına!.. Hem radıye olarak, hem mardıyye! (Sen Allah'tan, Allah da senden razı olarak) Gir kullarım içine, dahil ol cennetime..." (Fecr: 27-30)
Bu hitaba muhatab nefis sahibinde "kamil iman", "hakiki İslam" kuvvet bulmuş olur. Ve bu îman sona ermekten, sönüp gitmekten korunmuş ve bozulmaktan salimdir, emindir.
Fakat nefs-i emmarede îman, bozulmaktan ve sönüp gitmekten korunmuş değildir. Yani, emmare nefis sahibine son nefeste imansız gitmek tehlikesi vardır. Allah korusun...
Not: Özellikle gençlerimizin daha rahat vakıf olabilmesi için Osmanlıca kelimeler yerine günümüzde cari olan kelimelerle yeniden düzenlenmiştir. Manasına dokunulmamıştır.
Nefsin temizlenmesi, kötü sıfatlarından arınması zorunlu olup, nefis tezkiyesi olmadıkça Yakîn'in elde edilmesi de güç görünür. (Yakin: Hiç bir şekilde şüphe edilmeyecek derecede kesin olan ilim, Allah'ı tanımanın kesin bilgisi demektir) Ve insanın kurtuluşu da ancak nefsinin tezkiyesinde yani temizlenmesindedir.
Nitekim Ayet-i Kerimede buyruldu:
"Nefsini tertemiz yapan muhakkak umduğuna (kurtuluşa) ermiş, onu alabildiğine örten (kötü sıfatlarla bırakan) ise elbette ziyana (zarara) uğratmıştır."
Şeriat gemisini; Allah'ın emir ve yasaklarını inkar eden kimse, bitkilerin lezzet ve güzelliğini inkar eden gibidir.
Nefis temizliğinden ve kalbin safileşmesinden (kalbin Allah'tan başka arzu ve düşüncelerden arınmasından) maksad, kalbin manevi hastalıklarını ve manevi felaketleri gidermektir. Zira bu hastalıklar ve afetler kalbde mevcud iken o kimsenin imanı surîdir. "Suri" yani surettedir, görüntüdedir; mecazdır, hakiki değildir. Nasıl hakiki ve vicdana ait olabilirdi ki? Çünkü ondaki "kötülüğü emreden" (emmare) nefsi, o kimsenin karşısındadır, ona zıd ve muhaliftir; vücuduna hakimdir.
Surî bir iman ve tasdik sahibi, safra hastalığına tutulmuş kimse gibidir ki onun vicdanı bitkilerdeki lezzetin zıddına şahid ve vaki'dir. Mesela safra hastası, hastalığından tedavi olmadan şekerin lezzet ve tadını alamaz. Ne zaman hastalıktan kurtulursa o zaman şekerin ya da bitkilerin tadını almaya başlar ve tadınca "hakiki olarak" onların lezzet ve tadı ne imiş, o zaman bilir. Hastalık mevcutken, hasta olana, birisi şekerin ya da bitkinin tadını tarif etse de o "lezzeti" bilmiş olamaz. Sırf tarifle tad ve lezzet alınmış olmaz.
Nefsin, emmarelikten (hayvani sıfattan) temizlenmesi de ancak tezkiyesi ile mutmain olmasından sonradır. (Yani Nefs-i Mutmainne makamına ulaşmasıyla nefs tam temizlenmiş olur.) O zaman "hakiki iman" var olur ve kuvvet bulur. O zaman hakiki imanı vicdanıyla anlar (tadar). Ve hakiki iman sahibi, ondan daha aşağı mertebeye düşmekten korunmuştur. Nitekim Ayet-i Kerîmede:
"Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul)ları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." buyurulmuştur. (Yunus: 62)
Görünürde temiz, soylu ve mutlu bir adamda bir hastalık ortaya çıksa ve organlarına bir afet gelse o kadar çok fazla çalışır ki o hastalık ve afet vücudundan gitsin... Kalbdeki manevi hastalık ise, gerçekte Allah'tan başka arzu ve heveslere tutulmaktan, onlara kalbin bağlanmasından ibarettir. O kalb hastalığı öyle yayılmıştır ki hiç dirilmeyecekmiş gibi kalbi öldüğü halde ve kalben sürekli bir ıstıraba düştüğü bilindiği halde, o hastalıktan kurtulma düşüncesini dahi aklına getirmez; kurtulmayı asla istemez ve harekete geçmez.
Eğer bu kimse Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu bilmiyorsa zaten katıksız bir sefihtir; zavallıdır, zevk ve eğlence ehlidir. Ve eğer birisi Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu biliyor da ondan korkmuyorsa, çekinmiyorsa büsbütün alçak ve rezil bir kimsedir.
Bundan dolayı kalbin manevi hastalığından kurtulması zorunluluğunu fikir etmek gerekir. Dolayısıyla onun bir hastalık olduğunu bilmek ve çaresini aramak kişiye lazım olandır; farz-ı ayndır. Ona, tutması gereken Allah'ın bir emridir.
Nefs-i emmare, İman konusunda "kalb ile tasdik, doğrulamak" ve "dil ile ikrar yani söylemek" üzerinde iken dahi yine kendi (gizli) küfür ve inkarı üzerinde ısrar eder. Emmare Nefs, İslam'ın hükümlerine ve Allah'ın emirlerine boyun eğip itaat etmez.
NEFİS İLE CİHAD
Temizlenmemişken nefsin istediği budur ki kendisi boyun eğip itaat eden olmadığı halde herkes kendisine boyun eğip itaat etsin! Riyaset yani baş olma, reislik davası nefse yerleşmiştir. O nefis, Haşa "Ene Rabbüküm" (Rab benim) iddiasındadır.
Onun içindir ki "nefsine düşmanlık eyle!" buyurulmuştur.
Hadîs-i Kudsî'de:
"Nefsini düşman bil! Zîra o bana (Allah'a) düşmanlığı sebebiyle karşıma dikilmiştir" buyurulmuştur.
Nefse düşmanlık etmek, Hak Celle ve Ala Hazretleri katında makbul ve rızasına münasip olandır. Şerîat-ı Garra'ya (tertemiz ve pırıl pırıl İslam şeriatine) uygun olarak nefis ile cihad ve ona muhalefet eylemek cihad-ı ekber (en büyük cihad) diye tarif edilmiştir.
İnsanın dışındaki düşman ile cihad eylemek bazen ortaya çıkar. Lakin insanın içindeki, derunundaki düşman olan nefs ile cihad ise süreklidir.
Hakiki İslam'ın meydana gelmesi, nefs-i emmarenin Allah'a hakiki itaat ve boyun eğmesine bağlıdır. Binaenaleyh, nefsin mutmain olmasından evvel yalnız kalbi doğrulama, inanma ile husüle gelen İslâm'a, İslâm-ı mecazî derler.
Ve nefis mutmainne olduktan sonra olan îman'a da, iman-ı hakîkî (hakiki iman) denir.
İtmi'nandan evvel İslam'ın esaslarından olan namaz, oruç, zekat ve diğer güzel ameller, sanki amellerin sureti, kuru cesedi gibidir. Namaz kılarsa da o sureta (dış görünüşte) namazdır. Eğer oruç tutarsa, o orucun suretidir. Ve diğer ibadetler de bunların surette olmasına benzer. Zîra nefs-i emmare, daha başıbozuk, dik kafalı ve isyankardır, inkar halindedir; o vaziyetteyken ibadetlerin hakikati (hakikisi) ne türlü, nasıl meydana gelebilirdi ki?
Ancak nefis İtminan'a erişip de emmarelikten (kötülüğü şiddetle ve ısrarla emretmekten), isyan ve dik kafalılıktan ve azgınlık ve taşkınlıktan vazgeçtikten sonra hakiki amel ve ibadetleri yerine gelir. Namaz'ın ve oruçların ve sair amellerin hakikati ondan sonra eda edilmiş olabilir. İtminan olmuş nefs sahipleri hakkında Allah Teala'nın hitabıdır:
"Ey Rabbına itaat eden nefs-i mut'mainne!.. Sen dön O Rabbına!.. Hem radıye olarak, hem mardıyye! (Sen Allah'tan, Allah da senden razı olarak) Gir kullarım içine, dahil ol cennetime..." (Fecr: 27-30)
Bu hitaba muhatab nefis sahibinde "kamil iman", "hakiki İslam" kuvvet bulmuş olur. Ve bu îman sona ermekten, sönüp gitmekten korunmuş ve bozulmaktan salimdir, emindir.
Fakat nefs-i emmarede îman, bozulmaktan ve sönüp gitmekten korunmuş değildir. Yani, emmare nefis sahibine son nefeste imansız gitmek tehlikesi vardır. Allah korusun...
Not: Özellikle gençlerimizin daha rahat vakıf olabilmesi için Osmanlıca kelimeler yerine günümüzde cari olan kelimelerle yeniden düzenlenmiştir. Manasına dokunulmamıştır.