Goethe, "doğu-batı Divanı" Ve İslâm

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Biraz uzun olabilir ama güzel bilgiler.

Doğu da Allah'ındır!
Batı da Allah'ın!
Kuzeyi ve Güney sahası
Sulh içindedir O'nun kudretiyle
O, tek "Âdil" olan,
Hak olanı istiyor herkes için
O'nun yüz isminden biri de "el-Adl"
Bu yüce isim çok yüceltilsin! Amin.

-Johann Wolfgang von Goethe


03/09/2006





114. Sure des Korans in Goethes Handschrift
Goethe’nin kendi el yazısıyla Kur’an’ın 114. Suresi


Goethe ölümünden dört ay önce şöyle diyordu:


"Hepimiz İslâmiyet’te doğuyor ve yine İslâmiyet’te ölüyoruz."



Goethe'nin İslâm dini ve Hz. Muhammed (SAV) ile olan münasebeti çok enteresan olduğundan, bu hususun daha yakından araştırılması gerekmektedir. Goethe, İslâmiyet için diğer dinlere göre çok farklı bir yakınlık ve gönülden bir katılma göstermiştir. Bu yakınlık ömrünün çeşitli yıllarında değişik değişiktir. Daha 23 yaşında iken Peygamber (SAV) için yazdığı övgü şiiri (Nat-ı Şerif) bunun delilidir. Ayrıca, çevresinin de bildiği gibi Goethe, her zaman için Kur'an'ın indirildiği geceyi, yani Kadir gecesini kutlardı. Bunu 70 yaşında iken açıklamıştır. Goethe'nin İslâm'a olan alâkası değişik şekillerde onun bütün hayatını sarmıştır. Bize kadar intikal eden en büyük iki eserinden biri olan "Doğu-Batı Divanı"nda bunun tesirini görmekteyiz. Bu eserin Goethe tarafından açıklanan bir kısmında şu şaşırtıcı cümleye rastlıyoruz: "Bu kitabın yazan kendisinin de bir Müslüman olduğunu reddetmiyor."

JOHANN WOLFGANG VON GOETHE KİMDİR?

Goethe (1749-1832) 83 yıllık hayatının ürünü olan eserleriyle Alman edebiyatının zirvesi kabul edilir. Şiir, roman, piyes, deneme ve mektupları ile hisseden, keşfeden, hayranlık duyan ve tasdik ederek yaşayan bir insanın hikmetle buluştuğu noktayı gösterir. Bu minval üzre Goethe’nin dünyasını şekillendiren çok derin tercihler ve dönüm noktaları hayatı boyunca ona eşlik eder: O bir Batılıdır; ama aklıyla, kalbiyle Doğuda yaşar. Bir hıristiyandır; ama hakiki İsevîliğin temsilcisidir. Bir şairdir; ama peygamberlerin mesleğini meslek edinme iddiasındadır… Velhasıl bir başkadır Goethe: yaşadığı zaman onu hazmedememiş ve gelecek zamanlara taşırmıştır.

Goethe’yi zirve yapan özelliklerin şekillenmesinde rol oynayan arayışlar, keşifler, heyecan ve tasdikler daha ilk gençlik yıllarında başlar. 21 yaşında bir yakını ısrarla Kur’ân okumasını söyler. Yıl 1770’tir ve Goethe hukuk doktorası yapmak için Strasbourg Üniversitesine kaydolmuştur. İlk önce Arapça’dan Almanca’ya ve Arapça’dan Latince’ye yapılmış olan Kur’ân tercümelerini mukayeseli biçimde okuyarak, on sûreden Kur’ân–ı Kerîm Hülâsası (Koran Auszüger) meydana getirir. Bu hülâsanın muhtevası, Kur’ân’da geçen peygamber kıssalarındaki tevhid ve nübüvvet esaslarıdır. Okumuş olduğu Kur’ân tercümelerini beğenmeyerek, Frankfurter Gelehiten Anzergen adlı dergide bir tenkid yazısı yayınlar. Bu yazısında mevcut tercümelerin lâyıkıyla yapılmadığını belirterek şöyle der: “Kur’ân–ı Kerîm’in şümulûnü kavramaya meyyal, çok keskin bir zekâya sahip, Arapça’ya vâkıf şair ruhlu bir Alman mütercimin, Şarkın mehtaplı, berrak seması altında vahy–i ilâhinin geldiği yerde kuracağı otağda, Kur’ân–ı Kerîm’in peygamber halet–i ruhiyesi üzre tilavetini müteakip, mütercimin Kur’ân–ı Kerîm’i Alman lisanına tercüme etmeye başlaması en büyük arzumuzdur.”

Goethe, elindeki yetersiz tercümeyle bile, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Kelâmullah olan Kur’ân’ın belâgatındaki harikalığa, üslûbundaki zenginliğe, hayranlık uyandıran îcazına karşı şevkle mukabele eder ve ona bir vahiy kitap olarak bakar. Bu aynı zamanda Kitabullahın ilk muhatabına, Hz. Peygamber’e karşı derin bir ilginin başlangıcıdır. Hz. Muhammed’in hayatını okur. Kur’ân ve Hz. Peygamber’e olan hayranlığı ve tasdiki 70 yaşlarındayken Kadir Gecesi hakkındaki sözlerinde şöyle ifadesini bulur: “Kur’ân–ı Kerîm’in peygambere semadan indirildiği mübarek geceyi, o [kendisini kastediyor] niçin hürmetle tes’îd etmesin? Âlemlerde bu hadiseden daha önemli ve daha büyük hadise yoktur.”

Goethe iç dünyasında, iman ettiği esasları, ilk defa doktorasında kaleme alır. Doktoranın konusu “Şahsın iman hürriyetinin yanı sıra devletin adaleti ve mükellefiyeti: kilisenin din ve mezhep işlerini tayin ve tesbit etmesi” idi. Hz. Peygamber’i aile reisi, devlet başkanı, ordu komutanı ve peygamberlik vasıflarından dolayı doktora çalışmasına dahil etmiş ve hülâsa ettiği Kur’ân âyetlerinden peygamberle ilgili olanları istinad noktası yapmıştı. Bundan sonra Kur’ân, Goethe’nin hayatında hep ilgi odağı olarak kaldı. 1772’de kendisine Kur’ân’ı okumasını tavsiye eden dostuna yazdığı mektupta “Kur’-ân–ı Kerîm’de Musa’nın dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: ‘Yarabbi, benim sıkıntılı göğsümü Sen ferahlat’” diyordu.

Bu sıralar Goethe “Mohamet-Drama” adlı bir piyes yazmaya başlar. Tamamlayamadığı bu piyeste Hz. Peygamber’in diliyle Kur’ân’ı konuşturur. Hz Peygamber’in piyeste söylediği her söz Kur’ân’dan alınan âyetlerdir. 1813 yılında Şiir ve Hakikat (Dichtung und Wahrheit) adlı eserinde Goethe bu piyesten şöyle bahseder:

“Kaleme almış olduğum ‘Mohamet–Drama’ adlı eserime, Peygamber’e bir methiye ile başlamıştım. Hz. Muhammed yalnız başına berrak, yıldızlı bir gecenin gökkubbesi altında, hidayete erdirmesi için âlemlerin Rabbine niyazda bulunur. Önce, gökyüzünde parıl parıl titreşen nâmütenahi yıldızlara ihtiram gösterir, cahillerin putlara gösterdikleri hürmet gibi. Sonra, diğer yıldızlardan daha büyük ve kendisine dostça gülümseyen Jüpiter’in doğduğunu görünce ‘ihtiram yıldızların kralı Jüpiter’e layıktır’ der. Lâkin, yıldızın batıp, ayın doğduğunu görünce; kalbi, gözü ve bütün azalarıyla Allah’a tapan Muhammed ‘Rabbim bu mudur acaba?’ der. Daha sonra cana can katan güneşin doğduğunu görünce yep yeni bir sena ile, ‘İşte, herhalde bu benim Rabbim. Bu, gördüklerimin içinde en parlak, en büyük ve daha kuvvetli’ der, batınca da ‘Eğer, Rabbim bana hidayet etmeseydi sapıklardan olurdum. Bu gördüklerim hep zevale giden varlıklardandır. Ben, gökleri, yeri ve âlemleri yoktan var eden Allah’a iman ettim’ der.”

Piyese Hz. Peygamber’i Kur’-ân’daki Hz. İbrahim kıssası ile konuşturarak başlayan Goethe’nin piyes boyunca nazara vermek istediği, ‘Tevhid’ akidesidir. Peygamberin süt annesi Halime ile olan konuşmasında hep Allah’ın sıfatlarını anlatır. Meselâ şöyle der:

“Muhammed: ‘O, sonsuz merhamet ve yüce keremiyle, akan her pınarda, çiçeklenen her ağaçta kendi bir olan varlığını beyan etmekteyken, sen görmüyor musun? (Cahillerin hakka saldırıları karşısında) bunalmış göğsümü açan, ondaki sıkıntıyı, gafleti giderip, ilim, huzur ve hikmet ile genişleten Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Zira kâinatta herşey Allah’ın varlığına, birliğine, hakimiyetine, hikmetine ve ilmine delâlet eder.’”

Bu piyesin kısımlarından biri Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın arasında geçen bir diyalogdur. Daha sonra “Muhammed’in Nağmesi” (Mohamet–Gesang) başlığıyla şiirleri arasına aldığı bu kısımda, Goethe Hz. Peygamber’in şahsında İslâm’ı ‘kayalar arasından fışkıran kaynak’ şeklinde tasvir eder. Bu kaynak, çevresindeki dereleri, çayları, ırmakları da kendine katarak, ihtişamla büyük bir nehir halinde okyanusa dökülür.

Goethe, 1813 yılında Hz. Peygamber’in hayatını tekrar okuyacak ve İslâm peygamberinin dâvâsının mânâ ve ehemmiyetini izah edecek bir eser kaleme almayı düşünecektir. Ama bu düşüncesini gerçekleştiremez. O sıralarda şöyle dediği kaydedilir: “Çok kısa bir süre önce İslâm Peygamberinin hayatını büyük bir ilgi ile okuyup tahsil ettikten sonra gördüm ki; o asla bir sahte peygamber değildir.”

Goethe, bunca yakınlığından sonra “şahsımda husule gelen değişiklikler benim için memnuniyet verici olduğu kadar, aynı zamanda beni tedirgin de etmekte. İç dünyamdan neşet eden his, İslâm’ın kalbime galebe etmesini istiyor; ve onun ruhumda varolan bir ezelî ve ebedî hakikate beni ulaştıracağına inanıyorum” der. Muhtemelen bu sıralarda İslâm dininin yüceliğini anlattığı bir dostu, onu hıristiyan düşmanı olarak vasıflandırır ve aralarında tevhîd–teslis mücadelesi başlar. Bundan sonra Goethe hülâsasına not ettiği “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse, siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz” (3: 144) âyetini esas alarak Hz. İsa’nın ve Hz. Musa’nın bir insan ve diğer peygamberler gibi yol gösterici olduğunu işler. İnanç ve düşüncelerini “kimsenin bilmediği ve anlamadığı”ndan yakınan Goethe’nin gündemini şu konular işgal eder:

Hz. İsa’nın bir olan Allah’a davet ettiği ve ancak bir peygamber olduğu: “İsa, bütün saflığıyla duyuyor/ Kâinatın İlâhı bir tek,diyordu;/ Onu ilahlaştıran her kişi/ En kutlu hislerini yaralıyordu.”

Hz. Muhammed’in de bir peygamber olduğu: “Gerçek aydınlanmalı artık/ Muhammed’in başardığı gibi;/ Yalnız bir tek Allah diyerek/ O, dünyayı fethetti.”

Kur’ân’ın vahyî bir kitap olduğu: “…Kendisinin de mükerreren, yemin ederek iddia ettiği gibi, o bir peygamberdir, şair değildir, onun Kur’ân’ı da ilâhî bir kanun kitabıdır, asla insan yapısı değildir.”

İslâm dininin hak din olduğu: “…Hıristiyan dini, ‘Tanrı’nın iradesi olmadan hiçbir serçe çatıdan düşmez’ misali, İslâm dini ile aynı kaynaktan çıkar ve en küçük hadiseyi bile gözönünde tutup iradesi ve izni olmadan hiçbir şeyi yaptırmayan bir kader–i İlâhiye’ye dayanır.”

Ve herkesin bu dine tâbi olması gerektiği: “…bizler, hepimiz erinde veya gecinde İslâm dininin salikleri olmak zorundayız.”

Goethe gerek şiir ve mektuplarında, gerek kimi dostlarıyla yaptığı sohbetlerde dile getirdiği bu düşüncelerinden dolayı, kendi ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla “dinsiz” ve “müslüman olduğu” yolunda iki ayrı suçlamayla karşılaştı. Bir makalesinde “Siz, benim Hıristiyanlık telâkkimin ne olduğunu belki bilir, belki de bilmezsiniz. Günümüzde İsa’nın istediği mânâda hıristiyan kimdir acaba? Belki de sadece ben; her ne kadar sizler beni bir dinsiz kabul etseniz de…” der. Batı–Doğu Divanı’nı takdim ederken ise “Batı–Doğu Divanı’nın müellifi kendisinin bir müslüman olduğu şüphesini reddetmez” demektedir.

“Divan”ın anlaşılabilmesi için kaleme aldığı “İlmî Araştırmalar ve Haşiyeler” (Noten und Abhandlungen) eserinde, Kur’ân’ı, İslâm’ı, ve Hz. Peygamber’i anlatır. Kur’ân için şöyle der: “…Bu Kitap, bizi bazı şeylerden tiksindirirken, bazı meselelerde de hayrette bırakıyor ve neticede, bizi kendisine hayran kılarak iman etmeye zorluyor.”

Yine aynı notlarda, Goethe şu sözleri de söylemektedi:

“…Müslümanı ayıplamayalım. Eğer o, Muhammed’den önceki zamanı, cahiliyye devri diye isimlendiriyorsa ve buna da kesin olarak inanmışsa, demek ki herşey İslâm’ın tenviri ve hikmetiyle başlıyor. Kur’ân–ı Kerîm’in üslûbu, muhtevasıyla ve maksadına göre müsamahasızdır, büyüktür, dehşetlidir, ürperticidir, harikulâdedir, lâtiftir, yücedir ve ulvîdir. Bir çarkın dişlisi nasıl kendine bağlı öteki dişliyi harekete geçirir ve bu hareket zincirleme devam ederse, Kur’ân’ın birbirinden ayrılmayan, birbirini tamamlayan hükümlerinin kitleleri tesiri altına almasına şaşırmamak gerek. İşte bu sebepten dolayı hakiki müslümanlar tarafından Kur’ân’ın mahlûk olmadığı, Cenab–ı Hak’la beraber ezelî olduğu beyan ediliyor.”

PEYGAMBER (SAV) İLE ŞAİR ARASINDAKİ MÜNASEBET

Peygamberin (SAV) şahsiyetinin tesiri altında kalışının en büyük belirtisini, Goethe'nin ilk olarak, Ali (ra) ve Fatıma ® arasında karşılıklı şiir halinde başlattığı "Hz. Muhammed'in Na't'ında görüyoruz. Bu Nat'ta Peygamberin varlığı ilahî bir rehber olarak çoşkun bir nehre benzetilmiştir. Bu benzetme, Peygamberin en küçükten başlayıp gittikçe ululaşan hâkimiyetini anlatmaktadır. Sonunda da bu nehri İlâhî iklimi sembolize eden okyanusa ulaştırır. Burada Peygamberliğe ait keyfiyet, insanları küçük akarsular gibi bir araya toplayıp nehre ulaştıran ve denize döken güç olarak gösteriliyor. Bilhassa bu motif, ilerdeki şiirin kafiyelerinde işlenecektir.

Ve çıkıp ortaya
Nehirleri, toprakların dağların
Kutlayarak O'nu: Son Resulü
Bağırıyorlar: Kardeş! Kardeş!
Al da
Kardeşlerini ezelî okyanusa doğru..
Sonsuz olana
Bizi bekleyene doğru
Kollarını açıp da...

Yeniden biraz sonra
Al kardeşlerini
Topraklardan, dağlardan
Derya-yı Ezelinin yanına

Ve böylece
Alıp kardeşlerini
Sevindirerek bekleyeni
Ulaştırdı Yüce Nezdine..

Burada, şâirin gençliğinde Hz. Muhammed (SAV) ile olan münasebeti anlatılırken, kendi şâirliğini de, insanları alıp birleştirici, daha yüksek bir hayata yöneltici bir vasıta olarak görmüştür. Bu şiirde de Goethe'nin, hayata bağlılığı ve tabiat sevgisi, şiirin ruhundan anlaşılmaktadır. Ayraca Goethe'nin Kur'an'dan öğrendiği Allah'ın birliği hususu açık olarak da göze çarpmaktadır. Bilhassa Şâirin, Hz. Muhammed'e (SAV) yıldızlar altında söylettiği parçada bu husus, daha vazıh, daha aydındır: (1)

Bu ruhun hissinde hepinizi
Tek tek ayıramam
Bütün hissiyatımla sizi kavrayamam
Kulak mı kullanılır duada
Göze ne gerekir
Dilediğine bakmaktan başka..

Bakıp yukarıya, yönelerek "Gad"a (2)
"Sevimli yıldız!" diyordu,
Sen ol Rabbim!
Ama sonra
Batınca el sallıya sallıya
Ve bırakınca
Yapayalnız, ıpıssız
Heni dinlemeden feryadını:
"Yıldız! Yıldız!"

Dönüyordu söylenerek kendi kendine:
"Nasıl oldu da sevdim
Batıp giden bir fâniyi hem de"

Ey yıldızların rehberi
Sen ey Ay! Mukaddes, yüce ol
Sen benim Rabbim ol
Aydınlat karanlıklarımı yol yol...
Beni o karanlıklarda
Şaşırmış şu toplumla
Yalnız bırakma!..

Yanan kalb yöneldi de
Parlayan Güneş'e
Dedi: Sen ol Rabbim
Beni gözet emi!..
Fakat ey mucize
Sen de mi
Batıp gidiyorsun
Yanarken içim
İşte gene
Sarıyor karanlık beni
Yoksa ben
Sahipsiz miyim?
Ey âşık kalbim
Artık seslen Yaradanına:
"Ey Rabbim!

Ey beni, göğü ve yeri
Ayı, yıldızları ve güneşi
Yaratan Rabbim
Yüzümü artık
Sadece sana yönelttim."

Peygamber (SAV), kavminin akıl almaz putperestliğine karşı mücadele etmektedir. Şu soruya da şöyle cevap verir Peygamber (SAV): "-Senin Allah'ının yardımcıları yok mudur?" "-Eğer onlar olsaydı, o Allah olabilir miydi?"

Burada açıktır ki, Peygamberin (SAV) şahsiyeti ve Allah'ın birliği hakkındaki talimi. Goethe'yi gençliğinden beri bir Hz. Muhammed (SAV) trajedisi yazmaya itecektir. Peygamberin şahsiyetindeki hususiyetler Goethe'yi büyülediği gibi düşündürecektir de.. Bu hususta, gençliğinin eserlerinden biri olan "Edebiyat ve Gerçek'' kitabında çok ayrıntılı bilgilere rastlarız. Trajedinin sonu, Peygamberi (SAV) en aydınlık bir biçimde gösterir. O, burada, Goethe'nin belirttiği gibi ululaşarak, sevgiyi hak ettiğini, buyruklarının berraklığını ve hâkimiyetinin ihtişamını, dünyada sabitleştirerek buradan ayrılır.

Goethe otobiyografisinde ve "Trajedi"sinde Hz. Muhammed'in (SAV) insanlar üzerindeki tesirini ve yüce karakterini tasvir etmekteydi. Bu kelimelerden anlaşılacağı gibi insanlar üzerinde tesirli olan Peygamber'e (SAV) Goethe'nin nasıl bağlı olduğu görülür.

DOĞU - BATI DİVANI

Goethe Kur'an-ı Kerim hayranıydı. Jena Üniversitesi Şarkiyatçılarından "Lorsbach"a Kur'an'ın 114. suresini tercüme ettirdi. Hatta şâir, sureyi kopye etmeye çalıştı. Buna benzer bir çok denemesi, kendi el yazısıyla bize kadar gelmiştir. Bundan hemen sonra İslâm'ın iç dünyası ve düşünceleri ile alâkalı "Doğu - Batı Divanı" meydana geldi. Bu eserde, Goethe'nin gençliğinden beri İslâm'a olan derin alâkasının tesirleri görülmektedir. Eğer şâirin İslâm'a içten bağlılığı, güvenli ve alâkası olmasaydı, İslâm düşüncesiyle olan irtibatının başka nasıl açıklayabilirdik? İşte, bu derin alâkasından dolayı hem çok ciddî, hem de bütün samimiyetiyle İslâm hakkında çok rahat kalem oynatabilmiştir. Divanındaki İranlı kahraman (Hafız)'a hiç bir zaman tenkit edilecek bir vaziyet vermemiş olması, Goethe'nin, temel değerlendirmelerinde, İslâm'a muhabbetinden ve İslâmı yüce tutmasından ileri gelmektedir. Bu hususda, Peygamber'e (SAV) kendi ağzından söylediği şiirlerde veya "Mukaddes Kur'an", "Kur'an'ın yüce mirası" gibi tabirlerle ifade ettiği şeyler üzerinde düşünmek yeter:

Kur'an; ebediyetten mi?
O besbelli,
Ben onu sormuyorum
O Kitaplar Kitabı..
Evet, itiraf ediyorum.
Çünkü bu müslümanlık şiarı!

Ayrıca, "Doğu - Batı Divanı"nda Şairin Kur'an ve Peygamberin (SAV) şahsiyetiyle ilgilenmesinin büyük tesiri görülür. Çünkü diğer şark kaynaklan yanında en ön sırada Kur'an ve hadis onun şiirlerine ilham teşkil etmiştir. Şimdi burada, birkaç misâl verelim: Kur'an'ın 2. suresinin bir bölümü, herkesin çok iyi tanıdığı onun divanına temel olmuştur. Devam eden diğer dörtlük ise, Kur'an'ın (1.) suresinden kaynaklanır.

Bu cezbe-i İlahî
Delirtecek beni..
Fakat ümid ederim
Hidayetini..
Fiillerim ve şiirlerim
Gözler
Sırat-ı müstakimini..
Evet bekliyorum göster...
Allah'ındır Doğu ve Batı Yatar Kuzey ve Güney sahası Sulh ve barışın beşiği ellerinde...

Kur'anın 16. suresine uygun düşürerek şunları söyletir:

O size
Yerleştirdi yıldızları
Merdiven olsun diye
Yerden göğe
Tâ ki böylece
Bakarsınız göklere
Dalarak ruhanî neşe ve lezzetlere...

Goethe'nin kader inancının açığa çıkmasını da, az veya çok bu şiirlerinde kullandığı ifadelerindan anlıyoruz. Divanda hep bu mevzu işlenmiştir. Meselâ, kitabının şu kafiyelerinde:

Allah her şeyi,
İlahî ilmiyle takdir etti
Ayırdı senin de kısmetini
Sana izlemek düşer ilahî iradeyi
Yol başladı, bitir bu seyahati haydi!

(Buch der Betrachtungen 'den) Buna benzer şekilde aynı kitabda şöyle der:

Sen gezedur kendi keyfince
Fakat bir kader de
Ediyor ta' yin
Geçeceğin yerler için..!

Goethe'nin düşüncesi, varlığımızın yolunu ve tecrübesini belirliyor. Bunu, Timur'a söylettirdiği şu alaylı ve öfke dolu sözlerde ortaya kor:

Eğer Allah beni
Kurtçuk olarak dileseydi,
Elmanın içinde halk ederdi.

Ünlü (Orphischen Ur Worte) eserinde de, kader hususunda aynı şeylerden bahsettiğini görüyoruz.

Demek yakında da uzakta da
Hatta, dolaştığında bile uzak diyarlarda
Aynı kader yine
Nereye gitsen peşinde
Mümkün müdür sen
Ayrılasın gölgenden?..

"Suleika" kitabında da Goethe'nin aynı inancının, Hatem ve Suleika arasındaki konuşmada işlendiğini görmekteyiz.

Düşün şimdi hangi anda
Ortaya çıktı Suleika!.

Bu kelimelerin, Goethe'nin kader ortağı bir çiftin ayrıntılarının ortaya konmasında, daha iyi anlaşılır. Bundan ayrıca şu bölümler bahseder. (Die Wahlverwandschaften) kitabında ve aynı zamanda (die Mitschuldigen) da, Divanda da Suleika'nin geleceğinin önceden belirlenişi, İslâm'daki Allah'ın iradesine işaret eder. Demek ki, bu motif aynı zamanda İslâm anlayışına uydurulmuş bir biçimde kullanılmıştır.

Allah'ın iradesine uyan bir kadere rıza davranışı Divanda da göze çarpar. "Besp-rachungen" kitabından alınmış, kadere inanmayanlarla alay eden bir dörtlük, bu inancın çok yönlü toleransını bize hatırlatır:

Herkesin düştüğü kendi inançsızlık tuzağında
Düşüncesini alkışlaması ne de aptalca!
Eğer İslâm teslim olmaksa Allah'a,
Hepimiz doğuyor ve ölüyoruz İslâm'da.

Divan'da; Goethe'nin, Müslümanların Allah hakkındaki tevhid inancına olan sempatisi defalarca belirtilir. Allah'ın birliğinin Kur'an'a bağlı olarak anlatılmasını ise, şu kafiyelerde görüyoruz:

Tek bir Allah'ı
Düşünüyordu İsâ (s)
Bu mukaddes duyguya
Kement attı
Onu tanrı sayan hülyâ!

Ve böylece
Nasip olan Muhammed'de de (S)
Hak görülmeliydi...
Muhammed ki

Alan hâkimiyetine
Bütün dünyayı
Tek bir Allah inancıyla..

(aus dem Nachschlussgedicht süsses Kind, die Perlenreihen)


Kur'an'ın 2. suresinden ilham alıp, Goethe'nin en sevdiği düşüncesi Allah'ın tabiatta tecelli ettiği ve onlarla tanınabileceği ifade edilir;

Mukayese et kendini
Hele bir böcekle
Hiç kıyasa girer mi?
Allah'ın bize vergisi
Böceğe verdiğine denk mi?




Goethe’nin Ünlü “Doğu-Batı Divanı”



ALLAH'IN YÜZ İSMİ
"Sengers" kitabının bir dörtlüğünde, Allah herşeyi idare eden eşsiz bir Yaradıcı olarak takdir edilir. Daha sonra, Goethe için önemli bir bölüm ortaya çıkar:







O, tek "Hak" olan,
Hak olanı istiyor herkes için.
Bu yüce isim çok sevilsin,
Onun yüz isminden
Amin...

Divan'ı tanıyanlar "Suleika" şiirlerinin, Allah'ın yüz ismine bağlandığını anlayacaklardır:

Allah'ın yüz ismini saysam da
Çınlar yeni isimler;
Mânâ ufkunda başka başka,
Sayılan her isimle birer birer.

Goethe'nin, Allah'ın birçok sıfatı ve yüz Esmai-i Hüsnasını bu kadar çekici bulmasının sebeblerini Eckermann'la yaptığı bir konuşmada, mevzuu bu hususa getirmesinden anlıyoruz. Bu vakada da, kendi dindarlığı ve İslâm arasında bir yakınlık görülür. Ölümünden bir yıl önce Eckermann'a şöyle der (8 Mart 1831): "Ey sevgili çocuk biz Allah hakkında ne fikre sahibiz ki? Bizim dar mefhumlarımız en yüce varlıktan ne anlatabilir ki? Eğer bir Türk'e yüz ismini ansam, yine onun sınırsız sıfatları yanında bir şey söylemiş sayılmayacağım..."

Kur'an'da inanmayanların Peygamberden mucize istemeleri ve buna karşılık Kur'an’ın beyanı Goethe'ye tesir etmiştir. Bunun neticesi "Doğu-Batı Divanı"nda şu mısraları görüyoruz.

Gösteremem, diyordu Peygamber ben mucize
En büyük mucize ise, benim işte!..


Ünlü Divan’ın "Hicret" adlı giriş şiiri ise başka bir güzelliktedir:

HİCRET

Kuzey ve Batı ve Güney paramparça,
Tahtlar devriliyor, titriyor imparatorluklar
Kaç sen en iyisi temiz Doğu’ya
Pederşahi havayı tatmaya,
Sevme, içme ve şarkılar arasında
Tazelen Hızır’ın gençlik pınarında

Orada, saf ve dürüst olanda
İnmek istiyorum insan soyunun
Kökünün derinliğine,
Hala Allah’ın kabul ettiği
Kutsal bilgiye dünya diliyle,
Ve kimsenin kafayı takmadığı yere.

Babalara büyük saygı gösterilen
Her yabancıya hizmet edilen;
Dönmek neşeli gençlik dolabına:
Geniş inanç, dar düşünce
Söze büyük önem verilen yere,
Ağızdan çıkan her söze.

Karışmak istiyorum çobanlara
Serinlemek vahalarda
Kervanlara karışıp gitmek
Şal, kahve ve misk pazarlığında,
Her yola girmek
Çöllerden şehirlere.

Sarp kayalara inip çıkarken
Senin şarkıların tesellidir Hafız
Kervanbaşının tutkuyla söylediği,
Katırın yüksek sırtında,
Yıldızları uyandırmak,
Ve haydutları korkutmak için

Havuzlarda ve davetlerde
Seni anmak istiyorum Kutsal Hafız,
Sevgili peçesini aralayıp,
Sallanan zülüfler amber kokusu yayınca.
Evet şairin sevdalı fısıltısı
Heyecanlandırır hurileri bile

Onu kıskanır mısınız bunun için
Ya da kınar mısınız bilmem;
Ama bilin ki, şair sözleri
Hep sessizce çalarak uçuşurlar,
Yalvarıp sonsuz bir yaşam için
Cennetin kapısında.
 
M

Murat Sâki

Guest
Goethe bu ismi duyunca kendi,kendime keşke türk ve müslüman olsaydı diyorum.Okumayan arkadaşlarım varsa kesinlikle tavsiye ederim.Özellikle imge eksikliklerinizin olduğunu düşünüyorsanız dahada yararlı olacaktır.
 

melde

helina_roje
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
2,238
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Konum
Ankara
bir türlü nasib olmadı kitaplarını okumak.
 
Üst