Fred A. Reed - Anadolu Kavşağı

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com


1x1.gif
1x1.gif


1x1.gif
17.gif


Kanadalı gazeteci-yazar Fred A. Reed, Batının sömürgeci yüzüne muhalif, İslâm’ın aydınlık yüzüne açık bir Batılı olarak, bu kitabında Türkiye’nin hiçbir haritada gösterilmeyen, hiçbir turist rehberinde yer almayan gizli kalmış kısmını aydınlığa kavuşturmaya çalışıyor. Ve bu uğurda, ‘Urfa’da bir boş mezar’dan, Bediüzzaman Said Nursî’nin boş mezarından başlayan bir yolculuğa çıkıyor.
Anadolu Kavşağı, bir serüven kitabının akıcılığı ile bir akademik çalışmanın derinliğini buluşturabilmiş bir ‘yolculuk’ kitabı. Görmezden gelinen Türkiye’yi, gizli Türkiye’yi, derin Türkiye’yi açığa çıkaran bir kitap...


1x1.gif
headk1.gif


Sunuş​
Çevirmenin notu​
Türkçe baskı için önsöz​
Giriş​
I. Mezar hırsızları​
IV. Gözlerin gördüğünden fazlası​
V. Gizli bahçe​
VI. Galata günlüğü​
VII. Hisarın gölgesinde​
VIII. Anma saati​
IX. Siyah şehir​
X. Rum milleti​
XI. Ateş ve balık​
XII. Başörtüsüne ve mistiklere dair​
Notlar​
headk2.gif



Sunuş

Batıda İslâm âlemi hakkında yayınlanmış çalışmaların büyük kısmının, bıktırıcı bir şekilde, aynı bakış açısını tekrarlayıp durduğu görülür: İleri Batı karşısında, geri kalmış İslâm dünyası… Sözkonusu çalışmalar, kendi aralarında, bir yelpaze farkı taşırlar elbette. Meselâ, İslâm’a en azından ‘eski’ bir ‘medeniyet’ olarak değer veren çalışmaları, herşeye rağmen, onu terör ve şiddetle eşleştiren insafsız çalışmalarla bir ayarda tutmak doğru olmaz. Ancak, aradaki böylesi farklara rağmen, bu tür çalışmaların her iki grubunda da, İslâm’a tepeden ve ‘ileriden’ bakan kibirli, ben-merkezli bir yaklaşım sözkonusudur.
Türkiye’yle ilgili çalışmalar, bu genel yaklaşımın dışında değildir. Türkiye toplumu hakkında Batıda yayınlanmış akademik veya popüler çalışmaların kahir ekseriyeti, İslâm’ı ancak ‘eski’yle ve de ‘eskinin uzantısı’ olanlarla eşleştirirken, ülkenin İslâmî mirasından keskin bir kopuşu temsil eden, bu kitabın yazarı Fred A. Reed’in ‘seküler fundamentalistler’ diye tarif ettiği zümreye övgüler yağdırmaktadır.
“Batılılar tarafından çizilen bu resim, diğer İslâm ülkelerine, Türkiye’yi Batılılaşma konusunda bir model olarak göstermek içindir,” Reed’in kanaatince. “Piyasada bu maksatla yazılmış yüzlerce kitap dolaşıyor. Onlara benzer yeni bir kitap yazmaya hiç niyetim yoktu.”
Peki, Mr. Reed’in niyeti neydi? Türkiye üzerine, nasıl bir yaklaşımla, ne tür bir kitap yazmayı düşünüyordu?
“Türkiye ve Türkiye’de İslâm hakkında yazarken, İslâmcıların veya herhangi bir inancın perspektifiyle baksam, haddini aşmış olacak ve tarafgirlikle suçlanacaktım” der Reed. “Bu nedenle, kendi kültürünü ve tarihsel vizyonunu eleştirmeyi vazife bilen bir Batılı perspektifiyle yazdım.”
Bu çerçevede, Mr. Reed’in, lineer ilerleme anlayışını ve Avrupalılaşmanın kaçınılmazlığını savunan tarihçileri ‘ters bir prizma ile, uzakta görünen olaylardaki ihtişamlı renkliliği yok edip renksiz bir şekilde göstermek’ sûretiyle, ‘göze yardımcı olmak yerine, âdeta onu kör etmekle’ suçladığını belirtelim. “Küreselcilik-karşıtı birinin yükümlülüğü, bu prizmayı tersine çevirerek tarihî deneyimlerdeki çeşitliliği yeniden gözler önüne sermek, ticarî ve kültürel nesneleşmenin boğucu atmosferinden etkilenmeyen benzersiz hareketleri araştırmaktır.”
Fred A. Reed, bu araştırması esnasında, aradığı ‘benzersiz hareketler’den birini Said Nursî’nin şahsında bulur. Türkiye hakkında araştırmasına başlarken, kitabını bu isim üzerine odaklandırma düşüncesinde değildir. Hatta, Said Nursî hakkında hemen hiç bilgi sahibi olmadığı söylenebilir. Fakat, araştırmasını derinleştirdikçe, satıhtaki Türkiye manzarasının altında bir ‘gizli Türkiye’nin de var olduğunu farkedecek; yüzyılın ilk yarısında radikal bir değişime maruz bırakılmış bir toplumda bütün bunlara rağmen İslâmî değerlere yöneliş olgusunun arka planında, bu ‘gizli Türkiye’nin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak, Bediüzzaman’la tanışacaktır.
Bediüzzaman Said Nursî’yi onun için bu derece önemli ve dikkate değer kılan unsur, kitabın tamamından anlaşıldığı üzere, Bediüzzaman’ın nisbeten kolay iki zıt uç arasında zor olan bir üçüncü yolu bulmuş ve bu yolda başarıya ulaşmış olmasıdır. Said Nursî, ne masumları ateşe atacak bir ‘açıktan meydan okuma’ sergileyerek ‘Batılılaşma taraftarı güçlerin elinde oyuncak’ olmuş; ne de ‘rejimin emrine giren bir molla’ya dönüşmüştür. “Said, sürgün ve baskı dolu muamelelere maruz kalmadan önce bile, sürgünü ve gözden ırak durmayı kendine strateji olarak benimsemişti. Dünyayı değiştirme sevdasından vazgeçen Said, hayatını ve istidadını dünyayı gören gözleri değiştirmek için kullanmaya karar verir. Bu gayesini gerçekleştirmek için kullandığı biricik âleti Risale-i Nur’dur. İman hakikatlerine dair âyetlerin derin mânâlarını ifade eden Kur’ânî tefsirini parça parça kaleme aldığı süre içinde, onun mesajı Türk toplumunu derinden şekillendirir.”
Anadolu Kavşağı: Gizli Türkiye’ye Yolculuk, bu çerçevede, ‘bir adamın hayatını ve yaşadığı zamanı yakalamayı,’ ve bunu yaparken, ‘dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin son yıllarını şekillendiren, sonra onun ölümüne sebebiyet vererek yerine modern ve seküler bir devlet çıkaran sosyal ve tarihî hadiseleri ortaya koymayı’ amaçlıyor.
Ve dolayısıyla, yakın tarihe ve günümüze dair, tartışmalı ve hatta ‘riskli’ bir dizi konuda tesbit, yorum ve değerlendirmeler içeriyor. Bu arada, bekleneceği üzere, yer yer ‘zülf-i yâre’ dokunuyor.
Bu bakımdan, kitabın yayına hazırlık aşamasında, bir editörün yüzyüze gelebileceği en ciddi ikilemlerden birini yaşadığımı belirtmem gerekiyor. Gözünü budaktan sakınmayan, kendi kültürel iklimini de net biçimde eleştiren bir Batılı gazeteci olarak Mr. Reed’in Türkiye’ye dair gözlemleri, bazan ziyadesiyle keskinleşiyordu. Bu noktada, seküler veya dindar bazı kişi veya kurumlara dair, ‘eleştiri boyutunu aştığı’ ileri sürülebilecek değerlendirmelerini, Türkiye’nin şartlarını göze alarak, Türkçe çeviride tadil etmemize izin verdiği için kendisine teşekkür borçluyum. Gönül isterdi ki, ülkemiz, ilgili kısımları Mr. Reed’le birlikte yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılan gerilimleri aşabilmiş olsun. Daha da ötesi, gönül isterdi ki, Mr. Reed, bu satırları düşünmesini bile gerektirmeyecek daha güzel, daha olumlu bir Türkiye manzarasıyla karşılaşmış olsun.
Bir kitabın yayınlanması, yayınevinin, o kitabın içerdiği bütün görüş ve düşüncelere katıldığı anlamına gelmez. Buna karşılık, o kitabı, bütünü itibarıyla yayınlanmaya değer bulduğu anlamına gelir. Anadolu Kavşağı, gerek ele aldığı konu, gerek bu konuyu ele alış biçimi itibarıyla, yayınlanmaktan memnun olduğumuz bir eser. Ancak, Mr. Reed’in kitabının, eleştiriye açık bir dizi yön barındırdığını da belirtmemiz gerekiyor.
Kitabın Türkçe baskısının editörü olarak, Mr. Reed’in Bediüzzaman’a olan haklı hayranlığının, kendisini yer yer ifrata sevkettiğini düşünüyorum. Mr. Reed, Bediüzzaman’ın önemini olabildiğince berrak şekilde ortaya koymak için belli kontrastları iyice görünür kılma çabasıyla, Abdülhamid’den Mustafa Kemal’e, Adnan Menderes’ten Fethullah Gülen’e.. bir dizi isme dair—olumlu veya olumsuz— bazı değerlendirmelerinde ifratkâr davranmış gibi gözüküyor. Onun Bediüzzaman’ın hayatı üzerine Türkçe kaynaklara ulaşma imkânından mahrumiyeti ise, dayandığı İngilizce kaynakların içerdiği bazı zaafların Anadolu Kavşağı’na taşınmasına yol açmış. Şükran Vahide’nin Bediüzzaman’a dair biyografisinde yer alan ve düzeltiliyor olduğunu umduğumuz, Cemal Kutay kökenli bir dizi bilgi ve olgu yanlışı, bunlardan bazıları—Bediüzzaman’ı Teşkilât-ı Mahsusa’ya dahil etme, Abdülhamid’le şahsen görüştürme, Enver Paşa’yla birlikte nutuk verdirme gibi... Mr. Reed’in, Bediüzzaman’ın yaşadığı şehirlerin bir kısmını (Kastamonu, Denizli, Eskişehir) görmeden kitabını yazmış olmasını da bir eksiklik olarak görüyorum.
Bu gibi hususların, onu ‘mükemmel’ olmaktan alıkoysa da, kitabın değerini ve orijinalliğini zedelemediği kanaatindeyim. Sayfaları arasında ilerledikçe görülecektir ki, Fred A. Reed’in Anadolu Kavşağı, içinde yaşadığımız ülkede birilerinin hâlâ görmediği veya görmek istemediği ama varolan ve varlığını devam ettiren bir dizi olguya ve gerçeğe dair, son derece ufuk açıcı değerlendirmeler, yaklaşımlar içeriyor.
Üslub açısından ise, kitabı son derece başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Nikos Kazancakis gibi büyük bir romancının eserlerini Yunanca’dan İngilizce’ye tercüme etmiş biri olarak Fred A. Reed, Türkiye’nin yakın dönemine ve Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatına dair analizlerini, ustalıklı bir dille, bize bir roman tadında ve kıvamında okutmayı başarıyor.
Bu ustalığından dolayı Fred A. Reed’i kutluyor; kitabın Türkçe baskısının yayın hazırlığı esnasında gösterdiği her türlü yardım ve anlayış için kendisine teşekkür ediyorum.
Teşekkür borçlu olduğum bir isim daha var. Sevgili Furkan Aydıner, ‘sadık ve güzel’ bir tercümeyle, kitabın içerdiği edebî anlatımı Türkçe’ye taşımadaki başarısından dolayı kesinlikle teşekkürü hak ediyor.
 
Üst