***...en BÜyÜk Dava...***

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
İşte o dâva da budur ki:

Şu zamanda herbir mü'min için, belki herkes için küre-i arz kadar bir bâkî tarla ve o tarla baştan başa bahçeler ve kasırlarla müzeyyen ebedî bir mülk almak veya o mülkü kaybetmek dâvası açılmış.

Demek herbir tek adamın başına öyle bir dâva açılmış ki; eğer İngiliz Alman kadar serveti ve kuvveti olsa ve aklı da varsa, yalnız o dâvayı kazanmak için bütününü sarfedecek.

Elbette bu dâvayı kazanmadan evvel başka şeylere ehemmiyet veren, divanedir. Hattâ o dâva o derece tehlikeye düşmüş ki, bir ehl-i keşfin müşahedesiyle, bir yerde ecel elinden terhis tezkeresini alan kırk adamdan bir adam kazanabilmiş, otuz dokuzu kaybetmiş.

İşte bu ehemmiyetli, azîm dâvayı kazandıracak ve yirmi seneden beri tecrübeler ile ondan sekizine o dâvayı kazandıran bir dâva vekili bulunsa, elbette aklı başında her adam, o dâvayı kazandıran öyle bir dâva vekilini vazifeye sevkedecek olan bir hizmete her hâdisenin fevkınde ehemmiyet vermeğe mükelleftir.

İşte o dâva vekilinin bu asırda birisi belki birincisi Kur'an-ı Mu'cizül-Beyanın i'caz-ı mânevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur olduğunu binler onun ile o dâvayı kazananlar şahiddir.

Evet, bu küre-i arza me'muriyetle gönderilen her insan, burada misafir ve fâni olduğu ve mahiyeti bir hayat-ı bâkıyeye müteveccih bulunduğu kat'iyyen tahakkuk etmiştir.

O her insan, bu zamanda hayat-ı ebediyesini kurtaracak olan istinad noktaları sarsıldığından bu dünyasını ve içinde bütün alâkadar ahbabını ebedî terketmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha mükemmel bir bâkî mülkü de kaybetmek veya kazanmak dâvası başına açılmış. Eğer îman vesikası olmazsa ve berâtı ve senedi olan îtikadı sağlam bir surette elde etmezse, o dâvayı kaybeder.

Acaba bu kaybettiği şey'in yerini hangi şey doldurabilir?

İşte bu hakikata binaen, benim ve kardeşlerimin herbirimizin yüz derece aklı ve fikri ziyadeleşse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mes'elelere bakmak, bize fuzulî ve mâlâyâni olur.

Yalnız bu kadar var ki, Risale-i Nur şâkirdlerinin bir kısmı öteki dâvalar içinde bulunduğu ve lüzumsuz ve sebepsiz bâzan bize akılsızların tecavüzleri ve taarruzları zamanında zaruret derecesinde, istemeyerek muvakkaten bakmışız.

Hem bu hakikî ve pek büyük dâvanın haricindeki dâvalara ve boğuşmalara alâkadarane fikren ve kalben karışmak zararlıdır. Çünki böyle geniş ve siyasî ve heyecan veren dairelere dikkat eden ve onlarla meşgul olan bir adam, kısa bir daire içinde vazifedar olduğu ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır veya şevki kırılır.

Hem o geniş ve câzibedar siyaset ve boğuşma dairelerine dikkat eden, bâzan kapılır; vazifesini yapamadığı gibi, selâmet-i kalbini ve hüsn-ü niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetindeki ihlâsı kaybetmese de o ittiham altında kalabilir.

Hattâ mahkemede bana bu noktadan hücum ettikleri zaman dedim:

"Güneş gibi hakikat-ı îmaniye ve Kur'aniye, yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tâbi' ve âlet olmadığı gibi, o hakikatı cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki hâdisata, belki kâinata da alet edemez dedim, onları susturdum."

İşte üstadımızın cevabı bitti, biz de bütün kuvvetimizle tasdik ettik.

Risale-i Nur şâkirdlerinden
Emin, Feyzi
 
Üst