Ekonomist Yazar Uğur CİVELEK ile röportaj

halidali

Asistan
Katılım
9 Nis 2007
Mesajlar
487
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ekonomist Yazar Uğur CİVELEK:
Türkiye Şu ân Tam Bağımlı,
Dünyada En İyi Sömürülen
Ülkelerden Biridir!


Röportaj: Cumali DALKILIÇ - Abdülmetin TORSUN
Bu haftaki röportajımız ekonomi ağırlıklı...
Sistemin medya borazanları arasında muhalif bir kalemi, kiralık olmayan,
eleştiren bir ekonomisti BARAN�ın sayfalarına davet ettik.
Ekonomist yazar Uğur Civelek... Şu ân Dünya gazetesinde yazıyor.
Ekonomi danışmanlığında da bulunmuş olan Sayın Civelek�in Türkiye ve Dünya ekonomisine dair değerlendirmelerini ilgiyle karşılayacağınızı umuyoruz.
ugurcivelek.jpg
Uğur Bey, son zamanlarda küresel ekonomik krizin etkileriyle ilgili çok söz söyleniyor. Ve mesele birçokları tarafından adeta akşamdan sabaha ortaya çıkan ani bir sorunmuş gibi ele alındı. Sizce global ekonomik kriz yeni bir vakıâ mı?
Değil!.. Çok kısa vadeyle bakarsanız olup bitenlere çok farklı şeyler söylenebilir. Her yorumcunun değerlendirmesi kendi içinde tutarlı görünebilir ama bizi aldatır. Doğru teşhis koyabilmek için yalnız kısa vadeli bakmamak lazım. Orta, uzun vaade isteyen, geçmişi ve geleceğiyle birlikte bakmak lazım� Bu açıdan baktığımda benim gördüğüm ve bildiğim manzara şu:
Bir, 1945�te yeni bir dünya düzeni kurulmuştu. Bu düzen Soğuk Savaş�a dayanıyordu. Bu süreçte Batı�nın kurduğu sistem, daha önceki yapının çözemediği sorunları çözdü. Bu sayede Doğu Bloku�na üstünlük sağladı. Ama bunun ikinci yarısı, devamında gelen küreselleşme tam tersine sistemin kendi çözemediği sorunları beraberinde getirdi. Sistem yaşlandı ve yorgun� Uzun bir süredir yeni bir dünya düzeni aranıyor. Yeni kurullar, yeni kurallar, belli ki bu ihtiyacı karşılamıyor. O açıdan baktığımda sonuç şu: Bu kriz son 60 yılın en büyük krizi olabilir mi?.. Bir dünya düzeni kapanıp yeni bir dünya düzenine geçiş yaşanacak, belki bu geçiş kaotik olacak�
Soros �Kapitalizmin sonu geldi� ifadesi...
Kesinlikle öyle� Şimdi bunu şöyle açayım ben size: Soğuk Savaş sırasında Batı birtakım dersler aldı. Doğu Bloğu�na karşı kazanmanın bir tek yolu vardı: Zayıf halka bırakmayacaklardı. Güçlülerin güçsüzleri suistimal etmelerine izin vermemeleri gerekiyordu. Öyle yaptılar.
Bir, sosyal güvenlik tedbirlerini devreye soktular. İki, güçlülerin güçsüzleri suistimal etmesini önlemek için rekabet yasalarını şekillendirdiler. Tüketiciyi koruma devreye sokuldu ve gelir dağılımı bozulmamalıydı. Ve de Batı ülkeleri arasında nispeten tama yakın bir dayanışma vardı. Ekonomik, siyasî ve askerî� Bu dayanışma ve güçsüzlerin kollanması durumlarının iyileştirilmesi, Batı�nın kazanımında ön plâna çıktı. Zaten dinamik bir yapıları vardır. Bu başarı Soğuk Savaşı getirdi. Soğuk Savaş bitti. Şimdi artık güçsüzleri korumaya gerek var mı diye sordular? Yoktu artık� Her şey liberalleşmeliydi. Güçsüzler giderek daha zor duruma düşecekti. Güçlülerin eli çözüldü. Güçsüzleri suistimal edebilirlerdi artık ve ulus devlet, sistemli bir şekilde yıpratıldı. Güçsüzleri korumakla görevlendirilmiş oldu. Ben küreselleşmeye şöyle bakıyorum: Kapitalizmin vahşiliğinin yeniden hortlatıldığı, güçsüzlerin suistimal edildiği, ulus devletlerin yıpratıldığı, borç batağına sokulduğu, güçsüzlerin acımasızlaştırdığı, zalimleştiği bir devir olarak görüyorum. Bu 1980�den sonra dünyada başladı. Peki, bu devrenin sonu ne oldu? Bu devrenin sonunda küresel düzeyde gelir dağılımı çok bozuldu. Dünyada siyasetin kalitesi düştü. Anarşik bir ortam doğdu. Güçlünün haklı olduğu bir düzen� Hukuk sistemleri çalışmaz oldu. Güçlüye karşı ayrı, güçsüze karşı ayrı tarife uygulandı. Çifte standartlar büyüdü. Şu ânda dünyada uluslararası kurumlar, Birleşmiş Milletler misyonunu yitirmiş görünüyor. IMF öyle� Dünya Bankası öyle� Dünya Ticaret Örgütü öyle� Sorunları çözemiyorlar. Sistem tıkandı. Neden?.. Gelir dağılımı çok bozuk, özellikle sanayideki rekabet koşulları çok acımasız, eksik rekabet koşulları var. Büyük kaynak israfı var, sefalet çok� Bu tablo bana diyor ki, dünyada sistemin normal şekilde çalışması mümkün değil� İnsanın da bir doğası var. İnsanlar zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, çocuklarına ekmek götürmek için her şeyi yaparlar; kural tanımazlar. Peki, birileri onları �terörist� diye suçlarsa ne olacak?.. Ne diye suçlarlarsa suçlasınlar, bunu değiştiremezler!.. Açlık, zoru yenen kuralsızlığı getirir. İkinci Dünya Savaşı�nda Hitler ve Mussolini�yi bu ortam yarattı. Bu ortamın ortaya çıkmaması için her şeyin yapılması lazımdı. Ama küreselleşme 1980�den sonra bunun ortaya çıkması için her şeyi yaptı. Şimdi �yavuz hırsız� rolünü oynayarak durumu farklılaştırmaya çalışıyorlar. Bence mümkün değil� Bu bir kriz; son 60 yılın en ciddi krizi� Dünyada kimsenin istediği olmayacak bir noktaya giriyoruz. Büyük bir kaosa doğru gidiyoruz.
1980�lerde Amerikan yönetiminin �bizim çocuklar� dediği işbirlikçi kadrolar...
Sorun da burada� Eğer tüm dünyadaki ülkelerde, Türkiye�deki gibi başarılı olsalardı; ne Irak işgal edilecekti ne başka bir şey olacaktı. Hiçbir şeye ihtiyaç kalmayacaktı. Otomatik yeni düzen kurulacaktı. Herkesin direnci düşmüştü. Borç versinler diye ne isterlerse yapacaklardı. Borçlarını istediği gibi tüm yasalarını da değiştireceklerdi. Ama sorun nerede çıktı? Bir, Sovyetler Birliği çok güzel çözülmüştü. İşler çok güzel gidiyordu. Rusya perişan durumdaydı. Özellikle Yeltsin döneminde� Ama sonra Putin denilen bir adam çıkmadan önce son anda Batı�dan gelen yardımı reddedip krizi göze alınca Batı için büyük bir kâbus oldu, hesapları bozuldu. İki, Çin ve Asya krizinden sonra krize girmesi gerekiyordu ve de parçalanması� O da olmadı.
Batı�nın hesabında şu var: Dünyanın gelecekteki en önemli pazarı, lokomotifi Asya olacak. Asya�nın kontrolü açısından bu iki gelişme kilit önem taşıyordu. Asya Batı�nın kontrolünde olmalıydı. Oradaki insanları Batı yönlendirmeliydi. Ama Çin�in krize girmesi ve Rusya�nın son ânda krizi göze alıp geleceğine hâkim olması, geleceğini kurtarması bütün hesapları bozdu. Aradaki farkı kapatacak yeni operasyonlar devreye sokuldu. Irak�ın işgali� Ama en son işgalden bahsediyorum. O sonradan çıktı. Eğer Rusya krize girmemiş olsaydı, Çin parçalanmış olsaydı, tarihin akışı başka türlü olacaktı diye düşünüyorum. Türkiye�ye yaklaşımlar da farklı olacaktı. Şimdi Türkiye�nin üzerinde özel bir baskı var. Batı Türkiye�nin kendi yörüngesinden çıkmaması için her şeyi yapabilir artık. Yeni bir Mustafa Kemal�in çıkışına izin vermezler.
%90�ımız Amerika düşmanı�
Şu ân Türkiye�yi çok zor günler bekliyor. Bizim ne krize girmemize izin veriyorlar güçleri yettiğince ne de sorunları çözmemize izin veriyorlar. Biz şu ânda sürünüyoruz. Siyasetin kalitesi çok düştü. Bugün ihtiyacını karşılayamayan insan sayısı çok yüksek� Kömür verirsiniz, ekmek verirsiniz, minnet borcu yüklersiniz, oyunu alırsınız. O insanlar bu duruma düşmelerinin sebebini görebilecek durumda değil� Çok kolay aldatılabilecek durumda çünkü ne olup bittiğini anlamıyor. Hafızası da zayıf� Küreselleşme düşünen, örgütlü, aydın insan istemiyor; koyun sürüsü istiyor. Eğer küreselleşme Türkiye�deki kadar başarılı olsaydı, Yeni Dünya Düzeni hemen başlamıştı. Sorun, Irak 1. işgali� 1991� Bu başlangıçtı. İşgal edip girdiler, Saddam�ı sıkıştırdılar. Saddam�ı orada bitirmediler o zaman. Saddam�ın orada kalması lazımdı. O bir �rol�deydi. Petrol fiyatlarında kullanabilirlerdi. Bölge ülkelerini yönlendirmede kullanabilirlerdi. Bu bir �öcü�ydü. Ama Rusya krizinden sonra oyunda büyük hamle değişiklikleri oldu. Şu ân benim kanaâtim nedir? Dünya bir kaosun eşiğinde� Finansal yapı ayakta kalmakta zorlanıyor. İki kutuplu bir dünyaya Batı�nın tahammülü yok. Şu anda hesap-kitap tutmuyor. Korkunç bir belirsizlik var. Ekonomik olarak da böyle gitmesinin sonucunu söyleyeyim: Şu anda dünya mali sistemini taşıma suyuyla döndürmeye çalışacak, hep kurtaracak. Büyük batışlar olacak ama kurtarılacak. Kurtardıkça paraların satın alma gücü eriyecek. Satın alma gücü eriyince her şeyin fiyatı yükselecek. Giderek ciddileşen enflasyonist baskı altında sorunlar hızla ağırlaşacak. Bir gün insanlar büyük bir itaatsizliğe gelecekler. Kontrol kayboluyor, şu ânda böyle bir rotada ilerliyoruz. Türkiye�de paraleli daha küçük bir modeli daha yaşanacak. Evet, daha küçük modeli� Sadaka vererek bir insanı yönlendirebilirsiniz. Veremediğinizde sizin en büyük düşmanınız olur.
Ekonomik krizin özellikle Amerika�daki �Mortgage� piyasanın çöküşünden sonra tüm bunlara sebep olan hadisenin Irak Savaşı olduğu şuurlaşmaya başladı. Savaş, krize neden olarak gösteriliyor.
Sonuçlarıyla itibariyle değerlendirelim. Birileri sizin demek istediğiniz gibi, �Eğer son Irak İşgali olmasaydı, petrol fiyatı bu kadar yükselmezdi. Emtia değerleri bu kadar yükselmezdi. Dolar bu kadar değer kaybetmezdi. Amerika�nın borçları bu kadar yüksek hâle gelmezdi. Menkûl ve gayr-i menkûl fiyatları, balonları bu kadar şişkin olmazdı. Çok daha iyi olurduk.� Bunda bir derece haklılık payı var ama tek başına etkili bir faktör değil� Ben size başka bir resim çizeğim. Yıl 1997 yılı Asya Krizi� Asya Krizi niye çıktı? Öngörülebilen bir kriz miydi? Bence öyleydi� Neden? Çünkü Amerika�nın 1994�te ekonomisi ısınmıştır. Faiz yükselişleri ekonomiyi frenleyememişti. Enflasyonu nasıl önleyebilecekleri konusunda farklı bir yaklaşıma girdiler. Madem ki ekonominin freni patlamıştı bıraksındı, büyüsündü. Hiç olmazsa gelirler artardı. Bütçe açığı kapanırdı. Ama enflasyon? Güçlü dolar olması için savaşacaklardı. Dolar yükseldikçe dışarıdan ucuzluk ithal edeceklerdi onun öyle dengeleyeceklerdi. Bu Amerika�nın kendi iç hesabı� Peki, bu durumun dünyadaki etkileri ne olurdu? Dolar dünyada değer kazanırsa eğer, parası dolara bağlı ülkeler krize girebilirdi. Rekabet güçleri azalabilirdi; sorunları artabilirdi. Bu da istenmeyen bir durum değildi. En büyük sermaye hareketi �Asya kaplanları�na yönelmişti. 1991 ve 1989 sonrasında� Muhtemelen kriz de o bölgede olacaktı. Asya�da bir şeylerin değişmesi de fena olmazdı. Dolarda güçlenme düğmesine 96�ı Kasım�ında basıldı. O kadar süratli değer kazandı ki o seçimden yedi ay sonra Tayland krize girdi. Arkasından Malezya, arkasından Hong Kong düştü� Asya Krizi� Bu sürpriz değildi. Burada kaybedilen rakamlarda Amerika�yla Avrupa�nın payına bakarsanız, Amerika�nın bunu öngördüğünü ve tedbir aldığını görürsünüz. Asya Krizi sürpriz değil� İki, arkasından Çin krizi bekleniyordu. Yen değer kaybettikçe; bu deflasyonist bir krizdi. Deflasyonist krizler, finansal sistemi yıkabilecek potansiyeli bünyesinde taşırlar. Finansal sistem yıkılırsa bundan en büyük zararı Amerika görür, Batı görür. Her şeyi kayıt üstünde� Hesaben değil� Sistem çöktüğü anda güçlerini kaybederler. Çin krize girecek mi yoksa girmeyecek mi şeklinde onun hesabını yapıyorlardı. Gelişmeleri siyaseten kendi çıkarlarıyla yönlendirebilsinler, lehlerine azami pay sağlasınlar, sıkıntıdan bir de karşı tedbirlerini alsınlar. Çünkü nihaî hedefleri var. Tam bu sırada 1998 yılında Rusya tüm uyarılara, yardım tekliflerine kapıyı kapattı, kendi isteğiyle krize girdi. Batı�nın hesaplarını alt-üst etti. Petrol fiyatları çökmeye başladı. Her şeyin değeri düşüyordu; altının, petrolün, buğdayın, her şeyin� Benim düşündüğüm; fiyattan satamazsam malı, elime geçen parayla borcu ödeyemem. Sen alacağını alamazsan sen borcunu ödeyemezsin; sistem çöker. Deflasyonist kriz 1929 gibi� Rusya-Asya Krizi�yle böyle bir sıkıntı, süratle genişliyordu. Bu felaket bir durumdu. Herkes bağırıyor, �Durdurun dünyayı inecek var!� O ortamda Amerika�nın deniz aşırı operasyonları devreye girdi. Bu operasyon ne yapacaktı? Bu fiyatların düşüşünü önlemek zorundaydı. Hedef petroldü. Petrol fiyatının düşüş yönü değiştirilirse, yani dengesizlik deflasyonist olmaktan çıkartılıp enflasyoniste yöneltilebilirse bir şeyler rahatlardı.
26 Dolar�dan şimdiye kadar�
Geleceğim. 1998 Rusya Krizi�nden sonra 8 dolara düştü petrol fiyatı. Herkes kötü� Amerika�nın deniz aşırı operasyonu devreye girdi. Hatırlatayım neler oldu Türkiye�de? 1998 Haziran�ında Rusya krizinden önce 9 ay sonrası için seçim kararı almıştı. Sonra ortalıkta kasetler, bantlar uçuşmaya başladı. Suriye�ye posta koyduk. Suriye ilk defa bizden korktu. Hükümet düştü, bakan düştü. Azınlık hükümeti kuramadık bir süre� Sonra azınlık hükümeti Ecevit başbakanlığında kuruldu. Bakü-Ceyhan�da uluslararası tahkimi kabul ettik. Başka� Şubat ayında Apo�nun paketlenip Türkiye�ye geldiğini duyduk. Rusya korktu, İtalya korktu. Apo geldikten bir hafta sonra İncirlik�ten kalkan uçaklar, Yumurtalık-Kerkük boru hattını vurdu. Günlük üretim iki milyon varilden aldı. 1 Mart 1999�da Opek (Opec) toplandı. Amerika�nın istediği kararı aldı; %10 kısıntı kararı� Opek üyesi olmayanlar da Amerika�nın baskısından dolayı buna katıldı. Günlük 73 milyon varile üretim düşünce, petrol fiyatı üç ay içinde 8 dolardan 17 dolara çıktı. Amerika�da enflasyon artmaya başladı. Onun üzerine Rubin 14 Mayıs 1999�da istifasını açıkladı. Her şeyi açıklanan enflasyon rakamı, aylık binde yediydi. Suçlu enerjiydi. Dünya bu deniz aşırı operasyonla deflasyonist korkudan kurtuldu. Yani sistemin yıkılması bir başka bahara ertelendi.
Tıkanıklık aşıldı�
Batı kendi için yaptı bunu. Ama bu kez de başka sıkıntı var. Asya-Rusya krizi nedeniyle para, sermaye Amerika�ya akmış. Oturmuyordu; petrolün üzerinden para musluklarını açmış, çılgınlık başladı. Federal Rezerv para musluklarını açmış... İnternet siteleri uçuyor. Bir yandan enflasyonist baskılarda artış var; bir yandan tüketim çılgınlığı var. Tasarruf eğilimi negatif Amerika�da. Petrolün fiyatının yönünü değiştirdi Amerika ama yükselişi durduramadı bu kez� 2000 yılında milyonlarca �site� var Amerika�da. Baktık bu internet çılgınlığını durdurmak lazım. Yargı da yönlendirildi bence. 2000 yılı Mart ayında Microsoft�un üçe parçalanma kararı çıktı. Üçe parçalanınca Nazdak hisseleri çökmeye başladı. Çok büyük paralar kaybedildi. Amerika�da gelir dağılımı süratle bozulmaya başladı. İki, petrol fiyatları o yıl 38 dolara kadar yükseldi. Amerika�nın durgunluğa girdiği kabul edildi. 2000 yılında iki olay� Microsoft�un parçalanmasının varlık değerlerindeki etkisi, artı petrolün 38 dolara çıkması; bunlar durgunluk sebebi� 8 yıllık büyüme biçiyor; yine felaket� Fiyatlar aşağıya döndü. Yine enflasyonist krize doğru gidiliyor. �Yumuşak iniş� olsun diye� Yumuşak inişin anlamı şu, �Aman! Malî sektörü koruyalım. Bilânçolar yıpranmasın, öz kaynaklar erimesin.� Yumuşak iniş bunun şifreli adı�
Amerika�da askerî, siyasî birçok çevrede �Amerika bir gecede çökebilir!� deniliyor...
O zaman ben size şu ânda bir şeyleri daha açıklayayım. 11 Eylül�den sonra işten çıkarma programları rafa kaldırıldı. Herkese para verildi, herkes kendi kâğıdını beslesin, bilânçonun yıpratılmasına izin verilmeyecek. Olağandışı önlemler devreye sokuldu; hâlâ devrede� O günden beri dünyada finansal piyasalar manipüle ediliyor. Ama bunun yan tesirleri de emtia piyasalarına yansıyor. Dünya da deflasyonisti istemiyor; o zaman dengesiz enflasyonist olacak. Ciddi bir enflasyonist baskı var. Bu da sürpriz değil� 11 Eylül sonrasında finansal sistem tüm ilkelerini birer birer tüketti. Para bulmak o kadar kolaylaştı ki, dünyada bambaşka dengesizlikler ortaya çıktı. Dünyada eğer menkûl ve gayr-i menkul fiyatlarının düşmesini istemiyorsanız, faaliyet gelirlerinin artarak rayiç gelir yaratılsın istiyorsanız, parayı bunun için bollaştırıyorsunuz. Siz paranın değerini düşürerek bilançoları güzelleştirmeye çalışıyorsunuz. İktisatta kuraldır: �Arzı artan şeyin fiyatı düşer.� Parayı bu kadar bollaştırırsak insanları gelirinden çok harcamaya teşvik ederseniz, paranın devir hızı da artar. Hem parayı bollaştırıyorsunuz hem paranın devir hızını arttırıyorsunuz. Bunun enflasyon üretmemesi mümkün değildir. Her şeyin fiyatı arttı. Evet, varlık fiyatlarında menkûl ve gayr-i menkûl birçok köpük oluşturuldu. Bu köpük büyütüldü. Ama benzer bir köpük emtia fiyatlarında oluştu. Bu küresel düzeyde gelir dağılımını bozdu. Güçlüleri daha güçlü yaptı. Şimdi gelinen noktada geçtiğimiz hafta bir Amerikan Bankası çok kötü duruma düştü. Diğerlerinin durumu farklı değil� Ama gizlenecek, kurtarılacak. Niye? Çünkü Amerika�da fiyat istikrarı istiyorsanız; �sürdürülebilir büyüme� lazımdır, finansal istikrar lazımdır. Şu anda Amerika �sürdürülebilir büyüme�den vazgeçti; finansal istikrarı sağladı. Şimdi �kurtarma operasyonu�nda� Bol bol para basıyor. Kimsenin almak istemediği kâğıtları, yüksek fiyattan onları bankadan alıyor. Şimdi piyasaya bakıyoruz. Haa, bu operasyondan sonra dolar güçleniyor. Hayır!.. Bu kadar para basıp kötü aktifleri alırsan Merkez Bankası olarak, doların değer kaybetmesi gerekir. Altının, petrolün yükselmesi gerekir. Peki, niye tersini görüyoruz o zaman? Tersinin görmemizin hikmeti şurada: Dünyada 11 Eylül sonrasında �hage fonlar�da büyük pozisyonlar aldı. Bunlar piyasadaki işlemin %30�unu yapıyorlardı. Bunların pozisyonunu ikiye ayırabiliriz; Bir, menkûl kıymetler üstüne� Bunlar 1�e 40, 1�e 50 kredili menkûl kıymet alımları yaptılar. Niye? Biliyorlardı� Sistem bilânçoları güzelleşsin diye bunu destekleyecekti. Bunlar da para kazansınlardı.
�Morgıç� projesi...
Hipotek senetleri, diğer hisse senetleri, tahviller hepsi� Para o kadar bollaşırsa risk birimleri düşecekti. Talep daralmasın diye yapacaklardı. Bilanço yıpranmasın diye yapacaklardı. Orada büyük bir sıkı pozisyon aldılar. Bir de türev piyasalarda� Para bu kadar bollaşırsa devir tabiî ki düşecektir. Petrol de yükselirdi, altın da yükselirdi, her şey yükselirdi. Burada da türev piyasalarda alım yönünde pozisyon açtılar. Doların da değer kaybetmesiyle vadeli piyasada doları açığı azalttılar. Üç bonus var. Emtiyalarda büyük, fazla pozisyon aldılar. Doları aşağı sattılar sürekli olarak. Spot piyasada büyük miktarda kredili menkûl alımına girdiler. Bunu dolar ve Japon hediyesi kredilerle yaptılar. Şimdi �hage fonlar�la sistem karşı karşıya� Şu anda �hage fonlar� ameliyat ediliyor. Üstlerine geleceğini gördüler.
Uğur Bey, 2001 krizinden bugüne kadar geçen süreci değerlendirir misiniz? Mesela o zaman dış yardım, kredi için IMF�yle görüşmelerde Dünya Bankası Fischer şöyle demişti: �Kredileri zamanında verebilmemiz için İsrail�le olan silah ihalesinin gerçekleşmesi lazım!..� demişti...
Şimdi biraz daha geriye gidelim. Küreselleşme sürecinin senaryosunu kim yazdı? Gerekli müdahaleleri kim yaptı, yönlendirdi? Bunlar kendiliğinden gelişmedi. 1970�li yıllarda dünyada stagflasyon denilen şeyin yaşandığı bir ortamdı. Niye? Orada bir dürü gelişigüzel şey oldu. Kontrollü değildi çoğu� Amerika Vietnam�dan çıkmak zorunda kaldı. Çin�i diplomatik olarak tanıdı. Çin�in diplomatik olarak tanınması Uzak Doğu�yla ilgili belirsizlikleri kaldırdı. Çok uluslu şirketler üretimini oraya kaydırmak zorunda kaldılar. Niye? Çünkü mecburen dolar dalgalanmaya bırakılmıştı. Amerika 1970�lerin başında dolar getirene altın vermeyeceğim demişti. Dolar değer kaybettikçe petrol şoku, OPEC�in kuruluşu kaçınılmaz hâle geldi. Bu dünyada enflasyonist bir dalga yarattı. O dönemde Keynes�in tüm düşünceleri mezara gömüldü; fatiha okundu. Yeni bir kahraman çıktı. Milton Freidman� Milton Freidman�ın söylediklerini biraz daha farklılaştırıp �arz yanlı iktisat� diye sürenler kimler? Milton Freidman�ın da fikirleri 70�lerin sonunda girdi. 95�de fatiha okundu; o da bitti. Son 12 yıl, kaotik bir ortamda sadece kısa vadede uç uca eklenerek gidiyor. Şimdi Türkiye�de 12 Eylül�ü hatırlayalım. 12 Eylül�le birlikte Türkiye�nin bölge politikaları değişti. En önemli müttefiki İsrail olmaya başladı bölgede. 12 Eylül sonrasında� Küreselleşmenin temelinde� Senaryoyu böyle kim yazdı? 12 Eylül�e kadar gitmemiz lazım İsrail�le ilişkiler açısından...
Küreselleşme döneminde bizi İsrail�e iyice yakınlaştırdılar. Yine 1978-79�u hatırlayalım. 1978�de Afganistan� Babra Karmal darbe yaptı. �Gelin de güvenliği sağlayın.� 1979�da bir fiyasko daha oldu. Şah gitti, Humeyni geldi. Bir anda İran�da Amerika paralize oldu. �Yeşil kuşak parçalanıyor. Ne oluyor?� Ruslar yeniden toparlanıyor. Soğuk Savaşı tam kazandık diye tam oynayacaktık, bir anda bir şeyler çatırdamaya başladı. O süreçte oyun devreye kondu. Amerika İran�la ilgili yaptırımlarında başarılı olamayınca 12 Eylül farz oldu. Bölgede İran�ın boşluğunu dolduracak tek ülke Türkiye�ydi. Ambargonun kalkması için de koşulların değişmesi gerekiyordu. O saatten sonra Türkiye�yle İsrail�i birbirine nikâhladılar. Küreselleşme sürecinin en baş ülkesi Türkiye derken, bunların hepsi içinde var. Hangi hükümet gelirse gelsin bu oyunun dışına çıkamazdı. Görüşünüzün dışında olsa bile� İzin verilmeyecekti. Çok zorlarsak o gidecekti. 80 sonrası bir süreç� Böyle baktığınız zaman arada yaşananları pek garipsemezsiniz. Hepsi normaldir. Hangi hükümet olursa olsun fark etmez. İsrail�le ilişkiler daha güçlenmiş, daha bağımlı, daha artmıştır.
�Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar İsrail için önemli bir ülkedir�
Türkiye anahtar ülke� Onu çok iyi biliyor.
�İsrail Amerika�dan vazgeçebilir ama Türkiye�den vazgeçemez.�
Şu an Türkiye�nin Amerika�nın yörüngesinden çıkması, en son AB, IMF, çıpalar niye? Neye bağlıyorlar seni? Yörüngeden çıkma diye� Eğer yörüngeden çıkarsa tüm dengeler değişir mi? Evet... Bunu biz fark etmedik. İran geliyor, �Paf takımı�na Mustafa Denizli�yi teknik direktör yapıyor. Niye? Tribüne oynuyor artık. Türkiye�de imajını düzeltmek zorunda� Putin geliyor; Atatürkçülük dersi veriyor bize. Herkes oyunun ne olduğunun farkında da bizim insanımıza anlatamadık.

Şu ânda sıcak para Türkiye�nin geleceğini ipotek altına aldı!

Sıcak parayı şöyle açıklayayım. Türkiye�de sıcak paraya bağımlılık var mı? Var. Ama bundan önce şunu sormak lazım; sıcak para nedir? Sıcak para şu; 1989 yılı Berlin Duvarı yıkılana kadar ülkeden ülkeye sermaye hareketleri IMF�nin yeşil ışığıyla bankaların devlete borç verme şeklindeydi. Portföy yatırımı diye bir şey yoktu. Sıcak para diye bir kavram da yoktu. Ama Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra sermeye hareketlerinin hacminde anormal bir artış oldu. Şekli değişti.
Yani IMF�nin yeşil ışığıyla bankaların devlete verdiği borçlar
süratle tek haneli rakamlara indi.

Ama yerine yepyeni çok daha büyük rakamlar geldi. Portföy yatırımı geldi. Portföy yatırımı şu; Türkiye�de 89�da tam konvertibiliteye geçti. Nedir? Sermayeye sınırsız özgürlük verdi. Eskiden milyon doların üstünde parayı yurt dışına çıkarmak için Bakanlar Kurulu onayı gerekirdi. Şimdi isterse 30 milyar dolarınız olsun, yurt dışına çıkarmak için hiçbir yerden izin almaya gerek yok.
Sınırsız özgürlüğünüz var.

Dünyanın istediğiniz yerine gidebilirsiniz. Bir yabancı Türkiye�ye gelebilir. Dövizini bozdurup istediği kadar Türk Lirası alabilir. Bu Türk Lirası�nı ister bankada tutar, ister hazine bonosu, devlet tahvili alır, ister hisse senedi alır. Karışmayız. Bu gelen paranın fabrika, banka, arsa alımına
�doğrudan yatırım� diyoruz. Menkul kıymet alanına,
daha rahat çünkü istediği zaman satıp çıkabilir, �portföy yatırım� diyoruz.

Veya başka bir sıfat takıyoruz, sıcak para... Bu adam geldi Türkiye�ye menkul aldı, tahvil-hisse senedi. Üç yıl kalacak, beş yıl kalacak diye bir şey yok ki. İsterse dilediği haftasında satıp çıkıp gitmeye kalkabilir. Kimse karışamaz. Bu tür para herkes gibi toplu halde geliyor, toplu halde çıkıyor. Gelirken, bir şeyler anormal derecede iyi gidiyor, aşırıya kaçılıyor. Bu beraberinde sorunlar da üretiyor. Çıkarken de toplu çıkıyor, felakete yol açıyor. Çekirge sürüsünün bir tarlayı basması gibi. Tam anlamıyla mahvediyor. 1995�de, kriz sonrasında bir �üçlü� Türkiye�de bir program yaptı. �İktisat fakültesi mezunları cemiyeti� olarak. Bir önceki Merkez Bankası başkanı Rüştü Saraçoğlu, Dünya Bankası ikinci Başkanı Kemal Derviş, bir de Salih Neftçi... Üçü de Amerika�da tanınıyorlar.
Dünyada saygınlar, isimleri var. Konu, Türkiye ve dünya ekonomisi. Derviş�in konuşmasını hatırlıyorum. Derviş dedi ki, �Biz Dünya Bankası olarak sıcak paraya karşıyız. Sıcak paranın bir şekilde denetlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kontrol altında tutulmalı...

Ya vergilendirerek yada başka bir şekilde. Bunların toplu girip, toplu çıkması engellenmeli. Büyük tahribat yaratıyor. İtibarı yok ediyor. Bir güvensizlik yaratıyor. Bunun sınırlanması, denetim altına alınması lazım bir şekilde. Benim şahsi görüşüm de bu, Dünya Bankası�nın görüşü de bu.�

Yıl 95... aylardan Haziran.... Zaman daraltıyorum. Derviş�in Türkiye�de kendisinin sıcak paraya karşı görüşünü biliyoruz.
Ama arada çok sular akmış köprünün altından.

Asya krizi, Rusya krizi, bir deprem, bankalarımız tarumar olmuş, öz kaynak bitmiş, siyasiler şaşkın, günü kurtarmak için her şeye razı konumda, gardı düşmüş. Halkın �süngüsü düşmüş� tepki vermiyor. Lodos balığı gibi... Bu ortamda Derviş geliyor. Ekonominin durumuna bakıyor. Kötü, maaş ödeyecek durumda değil. Bankalar berbat, yükümlülükleri karşılayabilecek durumda değil.
Bu durumda ne yapayım diyor. Kalıcı çözüm için pamuk eller cebe gitmiyor.

Dışarısı destek vermiyor. Bankalar aktiflerinin değeri normal değerinin çok altında. Bunlar normal değerini bulursa durum düzelir. Ama zaman lazım. Bunun normal değerini bulması için Türkiye�ye çok sermaye girmesi lazım. Sıcak paraya kapı açıldı. Bankaları, kamuyu düşünerek. �Gelsin de nasıl olursa gelsin!� Bu Türkiye�nin bağımlılığını artırdı. Şimdi o para çıkmasın diye her tür tavizi veriyoruz siyaseten. Şu ânda o sıcak para Türkiye�nin geleceğini ipotek altına aldı. Bambaşka daha büyük sorunları da beraberinde getirdi. Şu anda artık sıcak para çıkabilir mi? Çıkamaz. Ama çıkma girişimi bile Türkiye�yi krize sokar.
Dünya çok bozuldu. Portföy yatırımlarında sıcak paraya bir sınırlama gelirse dünyadaki dengelerde bozulur. Sıcak paranın şu anda ne mal olduğunu herkes biliyor. İzin verdiğinizde bile, gelir dağılımı hem gittiği yerde hem de küresel düzeyde bozularak dünyanın temellerini çürütüyor. Dengelerini bozuyor. Ve artık çıkması korkusu ciddi bağımlılıklarla beraber dengesizliğe de yol açıyor.
Şu ânda Türkiye bu kadar para girdikten sonra sıcak paraya posta koyabilir mi? Hayır, ne girmesin diyebilir ne de gitsin diyebilir. Bu yanlışı 2001�de yaptık. 2001�de her şeye yeni baştan temiz sayfa açma şansımız vardı. Kullanılamadı. Yani şurada bizim bağımsızlık yönünde bir şeyleri düzeltmek için daha ciddi bir kriz yaşamamız şart mı? Evet, geçişler böyle olacaktır. �Aman kriz yaşamayalım� derseniz, �Günü kurtarayım, gelince yemeğe, tüketmeye devam edeyim� dersiniz bugün olduğu gibi. Şu anda Türkiye�de işyerlerinde, medyada, AKP�de �Günü kurtarayım, yiyeceği tüketeyim, fırsatlarla cebimi doldurayım� anlayışı var.
Bu ülkenin geleceğini hiçbiri düşünmüyor.

Ekonomi üzerine yazan bir yazarımız var. Ali Acar� Cezaevinden yazıyor. İzninizle bir yazısından okuyayım: �Türkiye 2001 krizinden sonra düşük kur ve reel faize dayalı para politikalarıyla sıkı maliye politikası uygulamaya başladı. Maliye politikaları yüksek vergilerle milleti ezerken, para politikaları özel sektöre yeni avantajlar sundu. Düşük kur garantisi ile birlikte uluslar arası piyasalardaki likidite bolluğu özel sektör borçlanmasını artırdı. Dışardan düşük faizle kısa vadeli borçlanan şirketler bu kaynakların bir kısmını uzun vadeli yüksek faizli getirilerde değerlendirirken bir kısmı ile de özelleştirme alımları ve yatırımlarda kullandılar. TÜSİAD�ın önemle belirttiği üzere sıkı para ve maliye politikaları uygulandığı müddetçe sorun yoktu. Fakat Amerika hapşırıp dünya nezle olmaya başlayınca işin rengi değişmeye başladı. Amerika�da başlayan durgunluk Avrupa�ya sıçrayacak olursa Türkiye�nin ihracatı düşecek. Bu da ihracata dayalı büyümenin sonunu getirecek. Likidite daralması kurlarda yukarıya doğru bir oynamaya sebep olursa 140 milyar doları bulan özel sektör borçlarının döndürülmesi zorlaşacak.�
Şeklinde TÜSİAD�ın krizle ilgili açıklamasını değerlendiriyor.

1987 sonunda biz bir mini kriz yaşadık Türkiye�de. Dolar 4 ay içerisinde 750 liradan 1450�ye çıktı. Teknisyenler dedi ki, �Sayın Özal, ekonomi hasta� Aspirin�le düzelmez. Yapısal önlemler lazım. Millete anlatalım. Tüketimi kıssın, ayağını yorganına göre uzatsın. Devlet olarak biz de öyle yapalım. Devlet baba öldü! Bundan sonra herkes çaresinin başına baksın. Bundan sonra ayrı bir düzen�� Özal dedi ki, ben bunu dersem millet bana oy vermez ki!.. Eee, seçime gidelim. Kim çıkarsa o ödesin. Peki, o zamana kadar nasıl idare edeceğiz? Faizlerin, fiyatlarını yükselmesini nasıl önleyeceğiz? Çünkü o dengesinin doğal sonucu faizlerin ve fiyatların yükselmesiydi, gelir dağılımını bozardı. Dedi ki, biz talebi kısmak yerine arzı arttıralım. Seçime kadar idare edelim. Arzı nasıl arttıracağız peki? Fiyatların payı da yükselmesin diye. Dışarıdan borç alırız, döviz kurunu da baskı altına alırız. Bol bol ithalat yaparız, mal bollaşır. Dövizlerin bir kısmını Merkez Bankası�nın almasını sağlarız. Aldığı döviz karşılığında fazla para bassın. Parayı bollaştırırız; faizler yükselmesin. İdare ederiz� Tamam!.. 4 Şubat 1988 kararları� Merkez Bankası yasası değiştirildi. Önce yarı konvertibiliteye geçildi. 1989�da tam konvertibilite devreye girdi. Bu seçime kadar bir politikaydı. Seçimden sonra ne oldu? ANAP iyice zayıflamış olarak çıktı ama hâlâ iktidardı. Özal köşke kaçtı. Akbulut�u bıraktı. Halka gerçekler anlatılamadı. Yıpranmıştı...
Anlatılmadı.
Evet, anlatılmadı. O konjonktürde Berlin Duvarı yıkıldı. Üçüncü Dünya Ülkeleri�nin borcu sorundu. Zor günler geçirildi. Arkasından Körfez krizi çıktı. O ortamda Körfez krizi sırasında bunalırken Akbulut da bocalıyordu. Semra Hanım�ın desteğiyle Mesut Yılmaz Anavatan�ın başına seçildi. Bu sefer bürokrat ve teknisyenler dedi ki, �Sayın Yılmaz, seçime iki yıl var. Siz doğruları yaparsanız siyasî hayatınız biter. Gelin, erken seçime gidin. Ondan sonra doğruları yapın; sorunları çözün. Mesut Yılmaz hak verdi anlatılanlara� Erken seçime gitti. 1991 yılında yapılan seçimde halka iki anahtar vadeden tek iktidar oldular. Yapılması gerekenin tam tersini vadedenler� Biz ne yapıyoruz? Dışarıdan gelen kaynakla hâlâ harcıyoruz. Borç büyütüyoruz sürekli. Bu 1991�94 arasında kamu açıklarını hep �samuray piyasası�ndan gelen borçlarla kapattık. Hazine-Merkez Bankası ilişkileri hep sorunluydu. 1994 yılında dış borç uyuşturucu gibiydi. Bulamazsak krize girecektik. Sürekli daha fazlasına ihtiyaç duyuyorduk. Yeteri kadar bulamadık ve 94�te krize girdik. Peki, bu bağımlılıktan kurtulduk mu? Hayır� Bu bağımlılıktan kurtulmamız istenmedi. Tam gaz devam etti. Bulamadık, 2001 krizine girdik. Şu anda bağımlılık o kadar üst düzeyde ki, dışarının istediğini yapmazsak krize gireriz korkusu var TÜSİAD vs.�de� 2006�da kurların yükselişindeki paniği hatırlayın.
Dışarıdan yeteri kadar para gelmezse krize gireriz. Türkiye�de bankalar, büyük patronlar, kamu dengesi kurlarda yükselişe dayanabilecek durumda değil� Yükselmemesi için daha fazla para gelmesi lazım. Cari açığın büyümesi lazım. Peki, bugünkü dünya konjonktürü buna izin verecek mi? Çok zor� Ama bizimkiler şöyle davranıyor: �Biz yine Amerika�yı kırmamak için ne derlerse yapalım. Onu karşımıza alırsak zaten hiç şansımız yok. Hiç olmazsa şansımızı böyle deneyelim� derdindeler�.
Yani sömürge politikası�
Tabiî ki!..
Türkiye tam sömürgedir?
Aynen öyle!.. Türkiye şu an tam bağımlı bir ülkedir. Dünyada en iyi sömürülen ülkelerden biridir. Nereye gidiyoruz diye sorulursa, Afrika ülkelerine bakın!.. Biz artık �Muz Cumhuriyeti� olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Bu arada Maliye Bakanı, Avrupa�da �yılın maliye bakanı� seçiliyor.
�Siz bana çok para kazandırın, ben de sizi yılın maliye bakanı seçeyim...� (Gülüşmeler�) Türkiye�ye dikkat edin! Merkez Bankası Başkanı 90�ların ikinci yarısında hep �yılın bürokratı� seçilmiştir. Eğer o gün kriz yaşanmışsa eleştirilmiştir. Haa... buradan bağlantıyı yapalım. Türkiye 1988 sonrasında para politikasını şöyle değiştirdi: Döviz kuru baskı altında tutulacaktı. Enflasyon çıpası olacaktı. Herkese denecekti ki, Türk lirasında durursan iyi getiri elde edersin. En kötü durumda bile enflasyonun 20 puan üstünü vereceğim sana� Bankalarımız böyle yaptılar. Bankacılıkta büyük bir değişim yaşandı 1988 sonrasında� Bir kısmı şube kapattı, Halk Bankası�na döndü. Diğerleri kendini ona göre ayarladı. Ayarlayamayanlar oldu; ama bankacılık çok zorlu bir sürece girdi. 4 Şubat 1988 kararlarıyla faizler yükseltildi. Para kazanmak mı istiyorsunuz? Faaliyetten para kazanmak için çırpınmayın, uğraşmayın. Üretime de kafa yormayın. Dışarıdan borç alacaksınız, döviz. Bunu Türk lirasına çevireceksiniz. Hazine bonosuna yatıracaksınız. �Faaliyet dışı� para kazanacaksınız. Bunu yapamayanlar sermayeyi eritip, tüketecekler.
�Kayıt dışı� ekonomi...
Faaliyet dışı gelirler 88�den beri her yıl büyüyor, büyüyor� Kolay para kazanılıyor. Yabancı sermaye Türkiye�ye yılda %40 dolar bazında mı para kazanmak için geldi. Sömürmek için� Ortalama %4 büyürken %40 getiri verirseniz, nereye gitmesini bekliyorsunuz? Bu 88�den başladı bu zamana geldi. Bugünkü farkı ne? Bugün �dalgalı kur�a geçti. Ama o dönemdeki �faaliyet dışı� gelirleri yaşatmaya devam etmek için kurun hep aşağıya gitmesi lazım� Dalgalı kura geçmeden önce Türkiye�deki bankacı, sanayici, medya devletten korkardı. Öyle devletin karşısına geçmezdi. Devletin dengesini bozmaya çalışmazdı. Ama dalgalı kura geçtikten sonra, �yabancı sermaye ne derse o olacak!� demeye başladılar. Niye?.. Onların faaliyet dışı gelirlerinin devam etmesi için yabancı sermayenin bir dediğinin iki edilmemesi lazım. Hatta o kadar açık ki� Vakıflar yasası mı istiyorlar? Çıkmalı� Ermeni soykırımını(!) Türkiye kabul mü etmeli. Etmeli� Patrikhanenin ekümenikliği kabul mü edilmeli. Edilmeli� Kıbrıs� Amerika ne istiyorsa o olsun.
Bütün üsler açılmalı�
Tabiî� Faaliyet dışı gelirler� Bu bir han-ı yağma� Kimler ortak bu yağmaya?.. Yabancı sermaye ve işbirlikçileri... Yağmalanan kim? Kimin malı bu ülke? Milletin�
AKP�li Yaşar Yakış�ın 2. Irak savaşı başlamadan bir sözü vardı: �Bağdat�a ilk bomba düştüğünde paramızı isteriz�
Tabiî 1 Mart Tezkeresi geçmeyince başka korkular yaşadılar. Şu an Türkiye�deki politikaların özetini söyleyeyim... Türkiye�de kaderleri şu eğilimler bağlı olanlar; büyük patronlar, bankalar, medya, siyasiler ve onlarla işbirliği içinde olan diğer kesimler� Türk lirası değerlenmeye devam etmeli� Niye? Dünyada petrol yükseliyor, her şey yükseliyor. Bu ortamda enflasyonu düşürebilmenin tek yolu �Türk lirasının değerlenmeye devam etmesi�dir. Sabit kalırsa enflasyon yükselir. Dışardan ithal ediyoruz çünkü. Türk lirası değerlenmelidir.

Psikolojik olarak bir �rehavet ortamı� oluşturulmalı ki Amerika da burada çıkarlarını rahatlıkla...
Tabii ki. Türk Lirası değerlenmeye devam etmeli. Bunun her ikisini nasıl etkileyeceğini söyleyeceğim. Türk Lirası değerlensin ki enflasyon düşsün. Enflasyon düşsün ki faizler gerilesin. Faizler gerilesin ki menkul-gayrimenkul fiyatları yükselsin, çok daha güzel faaliyet dışı gelirler yaratılsın. Menkul-gayrimenkul değerleri yükselsin ki bunları yabancılara teminat gösterip daha çok kredi alalım, Türk Lirasının değerlenmesini daha da hızlandırmaya çalışalım. Bu bir �saadet zinciri�. Bundan kimlerin nemalandığı belli.
Kimler mesela?
Faaliyet dışı gelirleri yaratmak üzere kimler pozisyon aldıysa onlar. Peki bu faaliyet dışı gelirler nedir? Faaliyet dışı gelirler toplamı sıfır olan bir oyundur orta vadede. Birilerinin kazancı eninde sonunda başka birinin cebinden çıkacaktır. Farkında olsalar da olmasalar da. Türk Lirası değerlendikçe ne olur? Üretenler tüketmeye doğru gider. Borçlarını ödeyemezler. Ödeyemedikçe ellerinde avuçlarında ne varsa her şeyi satarlar. Her şeyini kaybederler. Nüfusun yüzde ellisi üretimle uğraşır Türkiye�de. Sanayide de böyle... Hizmet sektörü de bunlara bağlıdır. O zaman şu görünüyor. Halkımızın yüzde doksanı her şeyini kaybedecek. Bu politikalar birilerini ihya edecek. Dışarıdakiler ve içerideki işbirlikçiler. Ama yüzde doksan her şeyini kaybedecek. Bu politikaların Türkiye�nin sorununu çözmesi mümkün değil, imkânsız!
Bu Türkiye�yi tasfiye programı dersen daha kolay olur. Güçlendirme değil Türkiye�yi tasfiye programı. Şöyle söyleyeyim. Gönüllü kölelik diyeceğim ama tam açıklamıyor. Çünkü bu kadar köleye ihtiyacı yok dış güçlerin. Bir kısmı canını da kaybedecek. Geri kalanlar da önüne konanla yetinecek. Şu anda Türkiye tam bağımlı, dünyanın en iyi sömürülen ülkelerinden biri. Geleceğimizi tüketiyoruz. Yani arkadaşın yazdığı doğru. Ama durum çok vahim.
Uğur bey, siz şimdi burada bir kaos tablosu çizdiniz. Belirsiz bir ortam... Bu şartları tersine çevirecek anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı bütün samimi unsurların, her kesimden samimi unsurların vatanın selameti için, kurtuluşu için, Kurtuluş Savaşı�nı unutmamış, geçmişini unutmamış, milli mücadeleyi insanların hafızasında...
Uyanması lazım. Şu anda Türkiye�deki rejim demokrasi midir? Hayır değil. Türkiye�de monarşiyle anarşi karışımı garip bir şey var. Tek parti iktidarı olduğu zaman, yasama, yürütme, yargı bağımsızlığı kalmıyor zaten. Meclis bizde olması gerektiği anlamda fonksiyonel değil ki. Seçim yasasının, siyasi partiler yasasının bir sürü problemi var; uzatmayayım o tarafı. Bakın demokrasilerde güçsüzlerin de hakkı teslim edilir. Azınlık, çoğunluk tartışması hiç yapılmaz. Uzlaşı rejimidir.
Ama anarşi tam tersine. Güçlüyüm, haklıyımdır. İstediğimi yaparım. Başkalarının kendisine yapmasını istemediği şeyi başkalarına yapma hakkını kendinde görür. Peki tarihte böyle devirlerde ne olmuş? Böyle devirlerde olan şudur; dağınık dağınık güçsüzler tek tek tüm güçlülere haraç ödüyor ve kaybediyorlar. Buna son vermenin bir tek yolu var. Tüm güçsüzler birleşecek, güçlülere posta koyacak! Bunu tersine çevirmenin başka hiç bir yolu yok! Peki, bu güçlüler de böyle olduğunu biliyor tabii. O güçsüzlerin bir araya gelmesini engellemek zorunda mı? Bu onlar için de hayati mesele mi? Bu ülkenin güçsüzlerinin bir araya gelmesini, uyanmasını engellemek için birileri her şeyi yapacak. Diğer tarafta çırpınacak. Bir araya gelip kaderini değiştirmek için. Şu anda kim daha güçlü? Kimin dediği oluyor? Güçlüler bir araya gelmeyi engellemek için her yolu deniyorlar.
Tüm kesimlerin...
Farklı düşünenlerin, bu ülkede yaşayanların çıkarı için birşeyler yapılmasını mevcut politikaların buna hizmet etmediğini... Böyle düşünen herkesin kayıtsız şartsız bir araya gelmesi lazım.
Güç olmak için de siyasi birlik...
Tabii. Burada mesela cumhuriyet mitingleri çok önemliydi. Birilerini çok korkuttu. Orada laikliği ön plâna çıkardı medyamız; güçsüzlerin bir araya gelmesini engellemek için. Laiklik, Türkiye�de herkes aynı şeyi anlamıyor o kavramdan. Ama orada başka söylemler de vardı. �Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye.� Ben hayatımda ilk defa mitinge gittim. 14 Nisan�da Tandoğan�da... Niye? Bu politikalara tepki duyduğum için gittim ben oraya. Bu politikalar Türkiye�yi yok ediyor. Çağlayan�a gittim. Orada da bayağı bir kalabalık vardı. Bu kalabalıklar kimi en çok korkuttu biliyor musunuz? Türkiye�de bu politikaları destekleyenleri çok korkuttu. Konuyu saptırmak zorunda kaldılar. Evet... Güçsüzler dağınık kalacak, güçlüler talana devam edecek. İstedikleri bu! Yani mesela benim derdim ne? Benim inancım bu halkın daha kötü günlere düşmemesi lazım. İnsanların inancını kaybedecek noktaya gelmesi gibi o kadar çaresiz bir duruma düşmemesi lazım.
Peki umutlu musunuz?
Şöyle söyleyeyim; ben �umut� kelimesini lügatimden çıkardım. İnançlı insan bir şeyi yapma-yapmama noktasında umuduna göre karar vermez. İnancı ne gerektiriyorsa onu yapar. Sonuç alamayacağını bilse de. Bir şey daha söyleyeyim. Bu dünyada iyiler mi kazanır, kötüler mi kazanır?
İnançlı insanın yapabileceği şeyler vardır, yapamayacağı şeyler vardır. Diğerlerinin yapabildiği şeyleri inançlı insan yapamaz. İnanç bir zaaf haline dönüşür inançsızlar karşısında. Bu dengesizliği ters çevirecek tek şey tüm inançlıların bir araya gelebilmesidir.
Ama hakikaten inançlı olanların, şekilde değil. Tüm güçsüzler bir araya gelmeli. Tüm kaybedenler bir araya gelmeli. Kader birliği... Yani burada oportünist insanlar �Umutluyum, para kazanayım, şöyle yapayım�. Bu öyle şey değil.
Varlık-yokluk meselesi...
Varlık-yokluk meselesi. Yani ben şöyle söyleyeyim. Ben ya insan gibi yaşarım. İnançlı insanlar da vardır. Allah düşünme yeteneğini bir tek insana vermiş. Bu yeteneğimi kullanmazsam benim hayvandan farkım kalmıyor ki! İyiye kullanmıyorsam bu sefer daha da kötüsü oluyorum, şeytanlaşıyorum. Ben ya insan gibi yaşarım, bunun için mücadele ederim. Zaten onun dışındaki yaşamak da yaşamak değildir.
Son olarak eklemek istedikleriniz...
Son olarak, burada son yüz-iki yüz yıldır yaşananları dikkate alıp hepimizin ders çıkarması lazım. Yakın tarihte hepimiz hatalar yapmış olabiliriz. Gerçekten iyi niyetli, inanan insanlar bir araya gelmeli. İyi niyet yeterli değil. Aklımızı da iyi kullanmalıyız. Aydınlanma hepimiz için çok önemli. Eğer insanımızı cehaletten kurtarabilirsek her türlü sorunu çözebiliriz. Bugün sorun olan farklılıklar dahi önemsiz kalır. Önemli olan, bu kader oyununda detay farklılıklara değil ortak paydaya bakmamız lazım. Şekilci olmamamız lazım.
 
Üst