dedekorkut1
Doçent
DÖLLENME BASİT BİR HADİSE Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
İlginçtir döllenmeyi (ilkah) sıradan bir işmiş gibi gören kendini bilim adamı sanan bir takım aklıevvel adamlar maalesef bakteriler, kamçılılar (flagellate) algler, mantarlar, sporlar, yosunlar ve eğrelti otlarının üreme faaliyetlerine de iptidai gözle bakmışlardır. Oysaki üreme faaliyetlerine analitik gözle bakmak yerine ilkellik olarak yaftalamak bu işin bilimle bağdaşır hiç bir yanı yoktur elbet. Mesela bazı bitki örneklerinde tohumlama hadisesi iyi analiz edildiğinde erkek tohumun saldığı kimyasal salgılar sayesinde dişi tohum hücrelerini bulduğu gözlemlenmiştir ki, en basitinden bu tür örnekler bile tek başına döllenmenin gelişi güzel rastgele olamayacağının delili olarak göstermeye ziyadesiyle yeter artar da. Düşünsenize birde tohumu olmayan bir eğrelti otunun yapraklarında spor kesesi içerisinde konumlanmış sperm, su filmi boyunca ortama malik asit gibi bir takım kimyasal uyarıcılar salgılayan archegonia’ya hareket ederek bir anda kendisinin tanınmasına yetip böylece diploit zigottan bir sporofit gelişebiliyor. Derken böylesi bir döllenme hadisesi sayesinde bünyesinde hem erkek hem de dişi spor keseleri bulunduran bir eğrelti otundan kısa sürede kendi köklerini ve gövdesini geliştiren bağımsız bir bitki meydana gelmiş olur. Dolayısıyla şimdi tamda bu noktada bu işin sıradan basitmiş gibi hafife alanlara sormak gerektir, Allah aşkına bunun neresinde iptidai (ilkellik) üreme durumu söz konusudur? Hakeza bir başka üreme faaliyeti örneklerine baktığımızda suda yaşayan birçok canlıların döllenmesi beden dışında gerçekleşebilirken, karada yaşayan canlıların büyük çoğunluğunun ise beden içerisinde yani dişinin nem ortamı yumurta kanallarında gerçekleştiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu tip üreme örneklerde bize gösteriyor ki, tıpkı eğrelti otunda olduğu gibi nasıl ki ortamda yeterli miktarda nem varsa gametofit döllenir ve diploid bir sporofite dönüşerekten sporların üreme hadisesi gerçekleşebiliyorsa, aynen öyle de bu tip üreme örneklerinde kendine özgü bir nem ortamına ihtiyaç hâsıl olaraktan üremesi söz konusudur.
Üreme hadisesine genel çerçevede baktığımızda çoğunlukla üreme hücrelerinin hayati temel programı esasen sperm ve yumurta hücresine dayanır. Nasıl ki bir tohumun programında büyük bir koca ağaç kodluysa aynen öyle de sperm ve yumurta hücrelerinin içerisinde de gelmiş geçmiş tüm ebeveynlerin karakteristik genetik kod özeliklerinden tutunda gelecek kuşaklara aktarılacak olan karakteristik genetik kod özelliklerde kodludur. Bilindiği üzere kadınlarda ergenlik çağına gelmişliğin göstergesi hayız hali (menstruatıon) olup, bu durum rahim duvarının yıkılmasıyla vuku bulmaktadır. Dolayısıyla buluğ çağına erişmiş bir kızın (püberte-erinlik) adet hali 28 günlük dönemin ortasına denk gelip genellikle on dördüncü güne gelindiğinde yaklaşık 50’ye yakın yumurta hücrelerinden bir tanesinin bölünme sürecine girdiği gözlemlenir. Böylece bölünme süreciyle birlikte meydana gelen dört yumurta hücreleri içerisinden döllenme kabiliyetine sahip sadece bir tanesi yumurtalıklardan atılımı gerçekleşebilmekte. Yani bu demektir ki dört tanesinin atılmasına üreme faaliyeti programı gereği izin verilmez. Yukarıda da dedik ya, üreme faaliyeti basite alınacak bir iş değil, tamamen programlanmış bir iş olduğu şundan besbellidir ki şayet yumurtaların dördününde atılmasına izin verilmiş program olsaydı her hamilelik dönemi dört çocuk doğacak demektir ki vay o annenin haline. Programa “ol” emrini veren ilahi güç gelişmiş olan dört yumurta hücresinden sadece bir tanesine döllenip olgunlaşma kabiliyeti vermiştir. Yine de Yüce Allah dilerse programın dışında birden fazla yumurta hücresinin yumurta kanalına geçişiyle birlikte her birinin farklı spermler tarafından döllenip ikiz, üçüz, dördüz denen çokuz bebeklerin doğmasını halk etmekte. Hatta alışılmışın dışında buna benzer bir durumu zigot aşamasında da gerçekleştiğini görebiliyoruz. Nitekim zigot bölünme esnasında bir zar içerisinde birleşemeyecek şekilde ikiye üçe veya dörde ayrılarak gelişirse bu sefer hakiki çokuz üreme hadisesi vuku bulur ki, işte bu tür çokuz hadiselerin ardından hem kız, hem erkek, hepsi kız ya da hepsi erkek çocuklar dünyaya gelecek demektir. Şayet yumurtalıklardan yumurtanın atılmayla başlayan bu süreçte döllenme gerçekleşirse hayız halinin kesilmesiyle birlikte gebelik boyunca kanama hali de görülmeyecek demektir.
Düşünsenize 3 ila 5 mikrometre çapında baş, boyun ve kuyruk kısımdan ibaret spermatozoit hücreleri sayesinde çapı yaklaşık 100 mikrometre olan oositi döllemesiyle birlikte içerisinde tüm insan profilinin (genotipinin) sığdırıldığı bir zigot oluşumu gerçekleşebiliyor. Malumunuz kadının ayda bir yumurta hücresinin yumurtalığından döl yatağı boynuzlarına kadar uzanan yumurtalık kanalına bırakılması gerekir ki döllenme hadisesi vuku bulabilsin. Öyle ki bu söz konusu yumurta hücresi döl yatağı borusunun başlangıcında kanal boyu taşınır bir haldeyken bu süreç içerisinde şayet cinsel ilişki olmuşsa vajinaya bırakılan sperm hücreleri rahim ve döl yatağı kanalından ilerleyerek ovumun (yumurta hücresinin) etrafını çepeçevre kuşatacaklar demektir. Ancak çepeçevre saran onca sperm arasından sadece bir tanesine dölleme nasip olacaktır. Böylece sperm ovumun içerisinde eriyip kaynaşaraktan zigota dönüşecektir. Akabinde embriyolojik süreç başlayacaktır.
İşte görüyorsunuz, döllenme hadisesinde nerden nerelere gelinen noktalarda en nihai hedef vuslat olacaktır. Başlangıçta gamet hücreleri (eşey hücreleri) bir araya gelmeden önce erkek spermatozoon hücrelerinin kendi içinde spermatogenezis olarak gelişim kaydedip üretilirken dişi oosit hücrelerinin de kendi içinde oogenezis olarak gelişim kaydedip üretildiğine şahit olmaktayız. Sonrasında ise malum kendi kaynağında gelişim kaydedip olgunlaşan sperm ve yumurta hücreleri bulundukları mekânlardan döllenme için yola koyulduklarını şahit oluruz. Tıpkı oğlan ve kız çocukların olgunlaşıp buluğ çağına geldiklerinde ana ocaklarından çıkıp gelin güvey olma hadisesinin ta kendisi bir durumdur. Değim yerindeyse kendi öz yurdundan göç edenlerin kar tipi demeden uzun bir yolculuğa çıkmanın akabinde vuslata ermek ya da döllenme (fertilizasyon) denen ilkah hadisesinin gerçekleştiği bir durumdur. Bu hadisede belki kafamızı kurcalayacak olan şu sual akla gelebilir; hadi sperm hücrelerinin hareketli olması dolayısıyla onun yolculuğunu bir noktada anlayabiliyoruz, ama söz konusu yumurta hücreleri olunca hareketsiz olmaları hasebiyle doğrusu kendi yolculuğunu nasıl gerçekleştirdiğini anlamakta zorluk çekebiliyoruz. Biraz üzerinde kafa yorduğumuzda her ne kadar yumurta hücreleri sperm hücreleri kadar hareketli olmasalar da her yumurtlama döneminde bir folikül olgunlaşarak değim yerindeyse yumurta hücresinin kız evinden çıkmasını sağlayıp serbest bıraktığın görürüz. Düşünsenize tek bir yumurta hücresini sarıp sarmalayan onu besleyip koruyan folikül yapı bir noktadan sonra beslediği yumurta hücresini bizatihi salgıladığı östrojen hormonu ve takım enzimlerin etkisiyle yuvadan uğurlayabiliyor. Nitekim salgılanan sıvının hem yumuşatıcı hem basınç etkisi sayesinde yumurta hücresini yerinden kımıldatmaya ve karın boşluğuna uğurlamaya ziyadesiyle gücü yeter de. Tabii bu yolculuk burada sona ermez, dahası var. Şöyle ki; bu uğurlayış sırasında yumurta hücresine bir başka yardım eli uzatılır ki, bu el fallop tüpünün (kendisine yumurta kanalı denilen) en dıştaki parçası konumunda hem yumurtaları yakalamak hem de kanalize etmekle görevli ve kendisine infundibulum denen huni şeklinde parça uçtur bu. Böylece yumurta kanalının en uçtaki bu parçacık el sayesinde yumurtalıktan periton boşluğuna bir oosit salınmasıyla birlikte fimbriaların kirpikleri yumurtayı Falllop tüpüne süpürür. Derken sürüklenen yumurta hücresi tünel içerisinde ta ki oğlan evinden yola çıkan damadın (sperm hücreleri) gerdek gecesinde gelin güvey olana kadar bekletilir. Ancak o bekleme süresi içerisinde gelin ile güvey birbirlerine kavuştuklarında şayet döllenme şartları oluşmadıysa döllenme gerçekleşmeyebilir de. Bu durumda ister istemez döllenmeyen yumurta hücresi kendiliğinden eriyip yok olacaktır.
SELİM GÜRBÜZER
İlginçtir döllenmeyi (ilkah) sıradan bir işmiş gibi gören kendini bilim adamı sanan bir takım aklıevvel adamlar maalesef bakteriler, kamçılılar (flagellate) algler, mantarlar, sporlar, yosunlar ve eğrelti otlarının üreme faaliyetlerine de iptidai gözle bakmışlardır. Oysaki üreme faaliyetlerine analitik gözle bakmak yerine ilkellik olarak yaftalamak bu işin bilimle bağdaşır hiç bir yanı yoktur elbet. Mesela bazı bitki örneklerinde tohumlama hadisesi iyi analiz edildiğinde erkek tohumun saldığı kimyasal salgılar sayesinde dişi tohum hücrelerini bulduğu gözlemlenmiştir ki, en basitinden bu tür örnekler bile tek başına döllenmenin gelişi güzel rastgele olamayacağının delili olarak göstermeye ziyadesiyle yeter artar da. Düşünsenize birde tohumu olmayan bir eğrelti otunun yapraklarında spor kesesi içerisinde konumlanmış sperm, su filmi boyunca ortama malik asit gibi bir takım kimyasal uyarıcılar salgılayan archegonia’ya hareket ederek bir anda kendisinin tanınmasına yetip böylece diploit zigottan bir sporofit gelişebiliyor. Derken böylesi bir döllenme hadisesi sayesinde bünyesinde hem erkek hem de dişi spor keseleri bulunduran bir eğrelti otundan kısa sürede kendi köklerini ve gövdesini geliştiren bağımsız bir bitki meydana gelmiş olur. Dolayısıyla şimdi tamda bu noktada bu işin sıradan basitmiş gibi hafife alanlara sormak gerektir, Allah aşkına bunun neresinde iptidai (ilkellik) üreme durumu söz konusudur? Hakeza bir başka üreme faaliyeti örneklerine baktığımızda suda yaşayan birçok canlıların döllenmesi beden dışında gerçekleşebilirken, karada yaşayan canlıların büyük çoğunluğunun ise beden içerisinde yani dişinin nem ortamı yumurta kanallarında gerçekleştiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu tip üreme örneklerde bize gösteriyor ki, tıpkı eğrelti otunda olduğu gibi nasıl ki ortamda yeterli miktarda nem varsa gametofit döllenir ve diploid bir sporofite dönüşerekten sporların üreme hadisesi gerçekleşebiliyorsa, aynen öyle de bu tip üreme örneklerinde kendine özgü bir nem ortamına ihtiyaç hâsıl olaraktan üremesi söz konusudur.
Üreme hadisesine genel çerçevede baktığımızda çoğunlukla üreme hücrelerinin hayati temel programı esasen sperm ve yumurta hücresine dayanır. Nasıl ki bir tohumun programında büyük bir koca ağaç kodluysa aynen öyle de sperm ve yumurta hücrelerinin içerisinde de gelmiş geçmiş tüm ebeveynlerin karakteristik genetik kod özeliklerinden tutunda gelecek kuşaklara aktarılacak olan karakteristik genetik kod özelliklerde kodludur. Bilindiği üzere kadınlarda ergenlik çağına gelmişliğin göstergesi hayız hali (menstruatıon) olup, bu durum rahim duvarının yıkılmasıyla vuku bulmaktadır. Dolayısıyla buluğ çağına erişmiş bir kızın (püberte-erinlik) adet hali 28 günlük dönemin ortasına denk gelip genellikle on dördüncü güne gelindiğinde yaklaşık 50’ye yakın yumurta hücrelerinden bir tanesinin bölünme sürecine girdiği gözlemlenir. Böylece bölünme süreciyle birlikte meydana gelen dört yumurta hücreleri içerisinden döllenme kabiliyetine sahip sadece bir tanesi yumurtalıklardan atılımı gerçekleşebilmekte. Yani bu demektir ki dört tanesinin atılmasına üreme faaliyeti programı gereği izin verilmez. Yukarıda da dedik ya, üreme faaliyeti basite alınacak bir iş değil, tamamen programlanmış bir iş olduğu şundan besbellidir ki şayet yumurtaların dördününde atılmasına izin verilmiş program olsaydı her hamilelik dönemi dört çocuk doğacak demektir ki vay o annenin haline. Programa “ol” emrini veren ilahi güç gelişmiş olan dört yumurta hücresinden sadece bir tanesine döllenip olgunlaşma kabiliyeti vermiştir. Yine de Yüce Allah dilerse programın dışında birden fazla yumurta hücresinin yumurta kanalına geçişiyle birlikte her birinin farklı spermler tarafından döllenip ikiz, üçüz, dördüz denen çokuz bebeklerin doğmasını halk etmekte. Hatta alışılmışın dışında buna benzer bir durumu zigot aşamasında da gerçekleştiğini görebiliyoruz. Nitekim zigot bölünme esnasında bir zar içerisinde birleşemeyecek şekilde ikiye üçe veya dörde ayrılarak gelişirse bu sefer hakiki çokuz üreme hadisesi vuku bulur ki, işte bu tür çokuz hadiselerin ardından hem kız, hem erkek, hepsi kız ya da hepsi erkek çocuklar dünyaya gelecek demektir. Şayet yumurtalıklardan yumurtanın atılmayla başlayan bu süreçte döllenme gerçekleşirse hayız halinin kesilmesiyle birlikte gebelik boyunca kanama hali de görülmeyecek demektir.
Düşünsenize 3 ila 5 mikrometre çapında baş, boyun ve kuyruk kısımdan ibaret spermatozoit hücreleri sayesinde çapı yaklaşık 100 mikrometre olan oositi döllemesiyle birlikte içerisinde tüm insan profilinin (genotipinin) sığdırıldığı bir zigot oluşumu gerçekleşebiliyor. Malumunuz kadının ayda bir yumurta hücresinin yumurtalığından döl yatağı boynuzlarına kadar uzanan yumurtalık kanalına bırakılması gerekir ki döllenme hadisesi vuku bulabilsin. Öyle ki bu söz konusu yumurta hücresi döl yatağı borusunun başlangıcında kanal boyu taşınır bir haldeyken bu süreç içerisinde şayet cinsel ilişki olmuşsa vajinaya bırakılan sperm hücreleri rahim ve döl yatağı kanalından ilerleyerek ovumun (yumurta hücresinin) etrafını çepeçevre kuşatacaklar demektir. Ancak çepeçevre saran onca sperm arasından sadece bir tanesine dölleme nasip olacaktır. Böylece sperm ovumun içerisinde eriyip kaynaşaraktan zigota dönüşecektir. Akabinde embriyolojik süreç başlayacaktır.
İşte görüyorsunuz, döllenme hadisesinde nerden nerelere gelinen noktalarda en nihai hedef vuslat olacaktır. Başlangıçta gamet hücreleri (eşey hücreleri) bir araya gelmeden önce erkek spermatozoon hücrelerinin kendi içinde spermatogenezis olarak gelişim kaydedip üretilirken dişi oosit hücrelerinin de kendi içinde oogenezis olarak gelişim kaydedip üretildiğine şahit olmaktayız. Sonrasında ise malum kendi kaynağında gelişim kaydedip olgunlaşan sperm ve yumurta hücreleri bulundukları mekânlardan döllenme için yola koyulduklarını şahit oluruz. Tıpkı oğlan ve kız çocukların olgunlaşıp buluğ çağına geldiklerinde ana ocaklarından çıkıp gelin güvey olma hadisesinin ta kendisi bir durumdur. Değim yerindeyse kendi öz yurdundan göç edenlerin kar tipi demeden uzun bir yolculuğa çıkmanın akabinde vuslata ermek ya da döllenme (fertilizasyon) denen ilkah hadisesinin gerçekleştiği bir durumdur. Bu hadisede belki kafamızı kurcalayacak olan şu sual akla gelebilir; hadi sperm hücrelerinin hareketli olması dolayısıyla onun yolculuğunu bir noktada anlayabiliyoruz, ama söz konusu yumurta hücreleri olunca hareketsiz olmaları hasebiyle doğrusu kendi yolculuğunu nasıl gerçekleştirdiğini anlamakta zorluk çekebiliyoruz. Biraz üzerinde kafa yorduğumuzda her ne kadar yumurta hücreleri sperm hücreleri kadar hareketli olmasalar da her yumurtlama döneminde bir folikül olgunlaşarak değim yerindeyse yumurta hücresinin kız evinden çıkmasını sağlayıp serbest bıraktığın görürüz. Düşünsenize tek bir yumurta hücresini sarıp sarmalayan onu besleyip koruyan folikül yapı bir noktadan sonra beslediği yumurta hücresini bizatihi salgıladığı östrojen hormonu ve takım enzimlerin etkisiyle yuvadan uğurlayabiliyor. Nitekim salgılanan sıvının hem yumuşatıcı hem basınç etkisi sayesinde yumurta hücresini yerinden kımıldatmaya ve karın boşluğuna uğurlamaya ziyadesiyle gücü yeter de. Tabii bu yolculuk burada sona ermez, dahası var. Şöyle ki; bu uğurlayış sırasında yumurta hücresine bir başka yardım eli uzatılır ki, bu el fallop tüpünün (kendisine yumurta kanalı denilen) en dıştaki parçası konumunda hem yumurtaları yakalamak hem de kanalize etmekle görevli ve kendisine infundibulum denen huni şeklinde parça uçtur bu. Böylece yumurta kanalının en uçtaki bu parçacık el sayesinde yumurtalıktan periton boşluğuna bir oosit salınmasıyla birlikte fimbriaların kirpikleri yumurtayı Falllop tüpüne süpürür. Derken sürüklenen yumurta hücresi tünel içerisinde ta ki oğlan evinden yola çıkan damadın (sperm hücreleri) gerdek gecesinde gelin güvey olana kadar bekletilir. Ancak o bekleme süresi içerisinde gelin ile güvey birbirlerine kavuştuklarında şayet döllenme şartları oluşmadıysa döllenme gerçekleşmeyebilir de. Bu durumda ister istemez döllenmeyen yumurta hücresi kendiliğinden eriyip yok olacaktır.