Cündioğlu’nu sevmek ‘sabır’ ister!

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Cündioğlu’nu sevmek ‘sabır’ ister!

Cündioğlu’nu sevmek ‘sabır’ ister!
“Tanrı'nın yerine acı ve ızdırabı koymakla başlar insanın hikâyesi…”

Bazı kardeşlerimizden, sitenin adını DücaneKültür olarak değiştirmemiz konusunda tatlı serzenişler alıyoruz sık be-sık.

Neden Cündioğlu’nu kendi ‘ciddî’ alanımıza alıyoruz?

Ve Cündioğlu neden ‘ciddî’ye alınmalıdır ‘bizce’ye dair gecikmiş bir yazı olsun bu.

Hem de isim değişikliği tavsiye eden kardeşlerimize bir cevap…


Bugünkü çok-cevaplı uzun yazısından kısa bir bölüm alacağım müsaadenizle. Bunun üzerinden birinin söylediklerini sevmenin ve sevmemenin ‘ne’ye bağlı olduğunun ‘kendi’mce üstünden geçmek arzusundayım.


Tanrı'nın yerine acı ve ızdırabı koymakla başlar insanın hikâyesi.

İyi ve kötü birbirinden ayrılır. İyi ve kötü. Doğru ve yanlış. Güzel ve çirkin.

Kısacası akıl ve kalb, başka bir deyişle ruh ve beden!

***

Doğada karşıtlık olur ama çelişki olmaz!

Tezad mümkün, ama tenakuz aslâ.

Bu nedenle, büyüdükçe ikiye yarılıyoruz. Sevmeyi öğrenmeye çalışırken ölüyoruz.

Seve seve ölmüyoruz, bilâkis sevmek için ölmek zorunda kalıyoruz.

Aklen.

Aklından vazgeçmedikçe, yaşam, talibini sînesine almıyor çünkü. Aklından, yani frenlerinden...

Değerlerinden...

Evet, toplumun değerlerinden...


Daha önce hiçbir felsefe kitabında rastlanmamış, tamemen kendime ait bir önerme sunacağım şimdi:


“Kendi aklını seven Cündioğlu’nu sevemez.”

Ve kendi aklından vazgeçmesini öneren hiçbir kişi ve disiplini…


Cündioğlu parantezindeki akıl sahipleri şunu diyor ‘ben’ce:


Menzile ulaşmak için en hızlı yol, olup bitecek olana izin vermektir.

Yani ‘kendisinin öldürülmesi’ne…

Kendisine, kendisinden geçmesi için izin vermelidir, ‘yürüyen’ insan!


En büyük payı ‘teslim oluş’a vermesi bundan bütün ‘eski’ kitapların.

Bizi farklı kalıba sokacak olan manevi simaya teslim olmayı öğrenmek zorundayız ‘Kitab’a göre.

Arayış içerisindeki kişi hiçbir şey yapmaz, sadece gelecek olan sürece izin verir.

Bu bizi ‘benlik’imizin ötesine taşıyacak bir süreçtir.

Akılla kavranmaz; çünkü bu kalbin sırlarındandır.

Biz menzilin yolunu bilemeyiz, fakat kalbimizde yaşayan ‘o’ bilir…



Âh elinden benliğin dâd elinden benliğin

Mâni’-i Didâr-ı Hak’tır feryâd elinden benliğin


Özeti şudur, denilenlerin:

“Dünyada olacaksın; fakat dünyanın olmayacaksın”

Var mısın, kalabalıklar içinde yalnız kalmaya?

Dış dünyada yaptığın ne olurusa olsun, manevi olarak dikkatinin hep kalp üzerinde olmasına?


“Büyüdükçe ikiye yarılıyoruz” bundan…

Simyacıların ‘opus’ yada ‘çürüme’ dedikleri safha.

Çürüme… ölü bedenlerin parçalanıp yok olması!

Bilincin ‘eski’ yapıları, yenisi doğmadan önce parçalanmalıdır çünkü…

Bir iç gözlem safhası. Jung’un ‘kuluçka’ devresi…

Ruhun ihtiyaçlarını dış değerlerle yargılamamayı öğrenme devresi...

Aklından vazgeçmedikçe, yaşam, talibini sînesine almıyor çünkü. Aklından, yani frenlerinden...

Değerlerinden...

Evet, toplumun değerlerinden...

“Sufilik yolu, bize, kadınsı değerlere ait bekleyiş ve sabrı öğretmek için egodan/nefs daha derin olan şeylere güvenmeyi ve teslim olmayı öğretir” diyor , epeski kitaplardan biri.



Kültürlerin karşı koymadığı doğu yönelimli erkek davranışlarını ele geçirmek için ‘sabır’ derecesini yükseltmeye yönelik bir ‘kadınsı ruhanî çalışma’ yöntemine ihtiyacımız vardır.


Fakat bu bizim kültürümüzün çok da alışık olmadığı çalışma tarzı, büyük intibak sıkıntıları doğuragelmiştir.



Şöyle diyor Lao Tsu:


“Beklemek için sabrın var mı?

Çamur gidip su temizleninceye kadar

Hareketsiz kalabilir misin?

Doğru hareket kendiliğinden ortaya çıkıncaya kadar…”


‘Çamur gidip su temizleninceye kadar’ Cündioğlu okumaya, dinlemeye, anlamaya çalışmaya katlanabilir miyiz?

Ya, ‘sabır’ derecesini yükseltmeye yönelik bu ‘kadınsı ruhanî çalışma’ tarzına…

Seve seve ölebileceğimiz bir zaman gelecek mi, dersiniz?

Yoksa ‘Kâf-ı kanaat’i her devirde aynı sayıda bir bölük ‘anka’ mı beklemeye devam edecek?

Sözümüz cümle hemân ‘kıssa-ı cânân’ olsun isterdim ben de.

Ama hiç olmamış. Olmayacak da!..

Ne olsa ‘erkek’ milletiz, değil mi?



Elif Bilge Ceylan
 
Üst