BÜYÜK PATLAMA VE DİRİLİŞ

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
BÜYÜK PATLAMA VE DİRİLİŞ

SELİM GÜRBÜZER

19. yüzyılda doğmaya başlayan materyalist akım evrenin sonsuz yıl öncesinden var olduğundan dem vuraraktan yaratılmadığı tezini ortaya atmıştır. Hatta Nobel kimya ödülü sahibi İsveçli fizik-kimya bilim adamı Svante August Arrhenius canlı varlıkların zerre tanecikler şeklinde yıldızlar arası uzayda ezelden beri var olduklarını, zaman içerisinde evrimleşerek yaşayan varlıklara dönüştüğünden dem vurmuştur. Oysaki birçok bilim adamı tarafından da belirtildiği üzere uzayda çok sayıda mor ötesi (ultraviyole) ışınların varlığı bu tür oluşumların yaşamasına geçit vermeyeceği yönündedir. Hem kaldı ki sonsuz yıl öncesinde evrenin varlığından söz etmekte yaratılış hadisesiyle taban tabana zıt bir fikir akımıdır. Zıt olduğu şundan belli Yaratılış fikriyatını destekleyen Platon’a göre yaşadığımız dünya gezegenlerin en eskisidir. Dikkat edin eski demekle yaratılış sıralamasına vurgu yapılmakta. Böylece materyalistlerin öncelik ve sonralık yaratılış halkalarını inkâr eden beyanları kendiliğinden çökmüş olmakta. Hele ki 20. Yüzyılda yapılan birçok ilmi çalışmalar ve özellikle kâinatın bir başlangıcının olduğunu dile getiren Big-bang teorisi sayesinde bu tür materyalist düşünceler tarihin çöplerine bir çırpıda atılmasına yetmiştir diyebiliriz de.

Her neyse gelinen noktada bilim dünyasında geniş bir şekilde kabul gören Big-bang teorisiyle evrenin en eski 13,8 milyar öncesine dayanan tek bir noktadan genişleyerek bugünkü halini almış mükemmel bir kâinat nizamın ortaya çıkmasının anlaşılması üzerine bu kez materyalistler evrenin tesadüfen kendi kendine meydana geldiği fikrini işlemeye başlamışlardır. Oysa kâinatın kendi kendine meydana gelmesi asla mümkün sebep olamaz. Yoktan var olma ya da vardan yok olma kudreti ancak Yüce Allah’a has mutlak mümkün sebep ve sıfattır. Nitekim kâinatın yaratılışıyla alakalı kozmoloji (evren bilimi) ilmin verilerine baktığımızda her şey atomun yaratılış şifrelerinden kodlu olduğunu görürüz. Tüm kâinat en iyimser tahmini rakamlarla 15-20 milyar öncesinden nötron, proton ve elektron plazmasından ibaret tek devasa atom kütlesinin (on üzeri yetmiş dokuz, yani 1079 atom sayısı büyüklüğünde) ilahi kudretin ol emri doğrultusunda big-bang denen büyük patlamayla açığa çıkan gaz bulutlarından (atom ve elektron tozlarından) meydana gelmiştir. O halde ilk patlayan parçacıkların ‘Ol’ emri dışında kendi kendine meydana gelir rastgele mükemmel bir nizam oluşturması asla mümkün değildir. Zira Allah-ü Teâlâ; “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece ‘Ol!’ dememizdir. O şeyde hemen oluverir” (Nahl suresi, 40. ayet) diye beyan buyurmakta. Böylece ayet mealinden anlaşıldığı üzere yaratılan canlı cansız her şey Allah’ın ‘Ol!” emri doğrultusunda misyonunun icra etmektedir Nitekim kâinatta cereyan eden tüm yaratılış kanunlarına tefekkür gözüyle baktığımızda hemen her alanda ve canlı cansız tüm varlıklar üzerinde külli iradenin tecelli dairelerini pekâlâ görmek mümkün.

Malumunuz her yaratılanın bir öyküsü olduğu gibi yokluk öyküsü de söz konusudur. Şöyle ki; Yüce Allah’ın takdiriyle başlangıçta güneş ve tüm gezegenler adeta dondurulmuş hamur şeklinde yekpare gaz ve toz bulutu halinde (nebula) tek bir atom üzere cem olmuşlardı. Sonrasında cem olmuş bu tek bir atom yine Yüce Allah’ın takdiri ve “Kün” emriyle big-bang denen patlamayla açığa trilyon rakamlarla ifade edilebilecek miktarlarda büyük bir enerjinin çıkmasıyla birlikte tüm uzay yanardağ misali atom parçacıkları lavlarına dönüşmüştür. Akabinde her bir atom parçacıkları soğumaya yüz tuttuğunda her birinin gruplar halinde yörüngelerine oturtulduğu, böylece aralarındaki çekim kuvvetinin etkisiyle hızlı bir şekilde dönen atom ve elektron tozlarından oluşmuş uzay cisimciklerine dönüşmüşlerdir. Özellikle bu uzay cisimcikleri arasında insanın konuk olacağı seçilmiş gözde bir gezegen vardır ki, o hepimizin yakından tanıdığı milyarlarca sene sürebilecek hazırlıkların neticesinde ağır metallerin birleşmesinden doğan, aynı zamanda gezegenler arasında en müstesna yeri olan dünya gezegeninden başkası değildir elbet. Anlaşılan o ki, dünyamızın gezegenler arasında en seçilmiş olmasının arka planında Yüce Allah’ın eşrefi mahlûkat ilan ettiği insanı en iyi şekilde konuk etsin diye müstesna kılınmıştır.

Ne diyelim, işte görüyorsunuz Big-bang patlamasıyla büyük bir diriliş yaşayan her bir atom parçacığı çekirdekleri bir yandan galaksileri oluşturacak gaz kütlelerine dönüşürken, öte yandan da her bir atom parçacığının galaksi (spiral mi, elips mi, küre şeklinde mi) biçimlenmesi vuku bulur. Böylece biçimlenen her bir o galaksi seyr-i âlem eyleyeceği yörüngesinde konumlanır. Düşünsenize bir incir çekirdeğinden koca ağacı gün yüzüne çıkaran Yüce Allah, elbette ki bir atom çekirdeğinden sınırsız bir kâinat ağacı gün yüzüne çıkarması kudretinin ve azametinin bir göstergesidir. İşte o ilk büyük patlayış denen big-bang hadisesiyle kâinatın yaratılış öyküsü tamamlanmış olur. Derken bir bakıyorsun aydınlık güneşimiz yaratılışından bugüne bir an olsun hiç boş durmayıp 4,6 milyar yıl öncesinden bugüne dek hem etrafına ışık saçıp ısıtıyor hem de bağrından solar wind denen proton ve elektron yüklü partikülleri içeren güneş rüzgârlarını (parçacık akımları) uzaya fırlatıp big-bang hadisesinin küçük taslağı diyebileceğimiz iyonizasyon olayına katkı sağlıyor. Böylece atom üretiminde kaynak rol oynamış oluyor.

Yukarıda belirtilen veriler ışığında güneş sadece ısı ve ışık üretmiyor, aynı zamanda elektron yüklü parçacık üretimini de gerçekleştiriyor. Üstüne üstük üretilen atomlardan üst atmosferde kimyasal gaz ve alevli toz bulutlarının oluşumunu ihmal etmeyecek üretimdir bu. Nasıl mı? Mesela galaksileri meydana getiren yoğunluk bakımdan düşük hidrojen bulutları bunun tipik misalini teşkil eder. Besbelli ki hidrojen buralarda başıboş bir bulut oluşumu olarak değil bilakis ekmek su ihtiyacı gibi bir fonksiyon üstlenmiş konumdadır. Öyle ki üretilen bulutların bir noktasında başlayan vorteksi andırır spiral bir dalgalanmayla galaksinin ilk nüvesi denen çekirdeğin yoğunluğunda artış meydana gelir. Malumunuz yoğunluk arttıkça vorteks dalgalanmaların hızı da o oranda artış kaydedip çekirdekte sediment halde toplanmalarını beraberinde getirir. Böylece çökelek halde yıldız kümelerinin temelleri atılmış olur.

Anlaşılan o ki, çökelek halde bir çekirdekte nice koca galaksi silsilesi âlemler yüklüdür. Ve Yüce Allah (c.c) “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti, ona ve arza isteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesinde) gelin!’ buyurdu. “İsteyerek geldik” dediler” (Fussilet, 11) aye-i celilesiyle daha bilim adamları semanın duman halinde olduğunu bilim adamlarının bu durumu daha keşfetmeden asırlar öncesinden Kur’an’da beyan etmişti zaten. Keza Kur’an’da kelamı edilen dumanımsı gaz bulutları merkez kaç kuvvet fiziki çekim kuralları çerçevesinde katılaşıp sonrasında basınç altında sıkışaraktan her biri irili ufaklı küremsi top yumaklarına dönüşür de. Ve bu söz konusu küremsi gaz yumakları yoğunlaştıkça iç bünyelerinde ısı artışıyla birlikte semanın ışık yayan kandilleri olurlar. İşte semada bu şekilde konumlanan her bir gök cismi, her bir galaksi âlem ve her bir yıldız âlem tıpkı güneş sistemi gibi bir senfoni orkestra eşliğinde kendi diriliş muştularını kutlayıp böylece tüm kâinatta canlı cansız tüm varlıklarla merhabalaşmış oluyorlar. Yeni bir hayatla buluştukları şundan besbellidir ki dünyamızda var olan elementlerin bir bakıyorsun yıldızlar ve daha uzakta bulunan nebulalar üzerinde de bir benzerinin veya aynısının var olduğu gerçeği ile yüzleşebiliyoruz. İşte bu tür ortak noktalar aynı hamurun mayası olduğunun bir göstergesi diyebileceğimiz Big-bang olayının akabinde oluşan yeniden doğuşun muştuları nitelikte göstergelerdir. Nitekim bilim adamlarının kahır ekseriyeti dünya kabuğunun başlangıçta yekpare halde, yani bitişik olduğunu, sonradan konveksiyon akımları ile arz kabuğu üzerinde kırılmalar ya da çatlakların oluşmasıyla birlikte birbirinden ayrıldığı yönünde hem fikir görüş bildirmekteler. Bu durumda öyle anlaşılıyor ki birbirine yapışık olan yeryüzü böyle bir olayın ardından kıtalara ayrılmış gözüküyor. Malumunuz karalar arasındaki boşlukları da denizlerle doldurmasıyla da dünyamız bugünkü halini almıştır. Nitekim Atlantik ötesi dediğimiz kıta önceden denizlerle kaplı bir kıta değildi, bilakis Atlantik’in ‘S’ harfi şeklinde spiral olması Avrupa ve Afrika'nın batı kıyı şeridi ile kuzey ve güney Amerika’nın doğu kıyı şeritlerinin önceden bitişikliğine bir işaret teşkil eden ve sonrasında birbirlerinden ayrıldıklarının bariz göstergesidir. Derken dünya haritamız yaşanan bu hadiseler eşliğinde son şeklini böyle almış olur. Hele dünyamızın geçirmiş olduğu oluşum sürecini daha da bilimsel çalışmalarla iyi analiz edildiğinde çatlakların izlerini pekâlâ görmek mümkün olabileceği gibi dünyanın çeşitli yerlerinde birbirine benzer özelliklere sahip bitki florasının izlerini de görmek her an mümkün. Zira Rabbü’l âlemin bu hususlarda “Bundan sonra arzı yaydı. O arzdan suyunu ve otlağını çıkardı” (Naziat, 30–31) beyan buyurmakla öncesinde kıtaların bitişikken sonradan nasıl yayılarak ayrıldığına işaret etmekte. Kaldı ki gelinen noktada günümüzde jeoloji bilimi alanında ilerlemeler sayesinde artık eski çağlara ait bulunan her bir taş örneklerinin yaşından tutunda, sertliğine, cinsine, hangi alana ait olduğu gibi pek çok özelliklerinin en ince ayrıntısına kadar tüm sicili ortaya konulabiliyor. Örnek mi? İşte Hindistan’da bulunan bir takım taş numunelerinin milyonlarca yıl öncesinde ekvatorun güneyine ait taşlar olduğunun belirlenmesi bunu tipik misalini teşkil eder. Bakınız bu hususlarda Rabbü’l âlemin: ”O inkârcılar görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hâlâ inanmıyorlar mı” (Enbiya, 21/30). diye beyan buyurmakta. Yine Yüce Allah (c.c) Kuran’da geçen dünya haritasının oluşumunu hatırlatan şu ayette: “Andolsun yarıkları, çatlakları ve kırıkları olan, kaynak aktarma ve bitirme özelliğine sahip parçalı yere!” (Tarık suresi ayet:12) diye beyan buyurmakla, yani bir anlamda mealen “O çatlayışla arza kasem olsun ki, o keskin bir hükümdür” gerçeğine işaret ediliyor. Jeologlarca kayaların dilini ve tabiatını okumaya çalışıldığında dünyamızın 4,5 milyon seneden beri var olduğu bir durum söz konusudur. Bu durumda anlaşılan o ki dünyamız gaz yığınından son şekli halini alıncaya dek bir sürü değişim ve dönüşümlerden geçip mesela ilk evvela denizlerin canlılarla şenlendirildiği, akabinde eşrefi mahlûkat ilan edilen insanın kıyamete kadar sürecek olan dünya misafirliğinin elverişli şartlarının tam tekmil çerçevesine oturtulduğu olgunlaşmış bir evreyle süreç tamamlanmış olur. İlginçtir galaksilerin oluşumu dünyamız kadar pek uzun sürmüyor. Bir başka ifadeyle dünyamızı oluşturan kıtalar milyonlarca yılda tamamlanmasına rağmen, bir bakıyorsun galaksiler altı saniye gibi kısa bir zaman diliminde oluşumunu tamamlamış oluyor. Ki, Fizik bilginleri bu durumu Big-bang denen büyük bir patlama sürecinin neticesi bir oluşum olarak görürler. Keza ‘zaman’ denilen olguda büyük patlamayla vuku bulan bir oluşum olarak görülür. Kelimenin tam anlamıyla zaman denen mefhum Yüce Yaratıcının Kün (Ol!) emriyle oluşmuş bir olgudur. Nitekim Yüce Allah (c.c); “Bir şeyi istediğinde, O’nun buyruğu “ol” demekten ibarettir, hemen oluverir” (Yasin suresi, 82) ayetiyle beyan buyurarak değil şu an ki yaşadığımız zaman dilimimiz, kıyamet günü gelip çattığında da Allah’ın ‘kün’ emriyle bir zaman dilim kapanıp yeni bir zaman diliminin açılacağının oluşumunu müjdelemekte. Böylece Big-bang diyebileceğimiz kıyamet patlamasının ardından yeniden dirilişe geçeceğimiz muhakkak. Öyle ya, nasıl ki kâinatın oluşumunda Big-bang hadisesiyle bir atom çekirdeğinden tüm galaksiler yaratılıp ve her yaratılana da hem “doğuş zaman' hem ‘ecel zaman’ tayin ediliyorsa, aynen öyle de kıyametin kopmasıyla tüm insanlık kabir âleminden İsrafil (a.s)'ın Big-bang suru üflemesiyle ahiret zaman dilimine geçiş yapacaktır. İşte görüyorsunuz olacak olan veya yok olacak olan her şey Yüce Allah’ın “Ol” emrinde gizli. Nitekim “Ol’ emriyle hayat bulan kâinat nizamını oluşturan elementler, bir bakıyorsun gün be gün entropisinin (enerjinin değersizleşme halinin) artmasıyla birlikte merkezden uzağa genişleyip geri döndürülemeyecek bir şekilde yine “Ol” emriyle bozulmaya, nizamsızlığa doğru evrildiğini gözlemlemekteyiz. Bunun anlamı bir gün bu sınırsız kâinat kitabının sayfalarının kapanıp her fani gibi evrenin de bir gün ecelinin dolacağı gerçeğidir. Hiç kuşkusuz büyük patlama veya büyük tufan sonrası dünyamızın samanyolu galaksisi içerisinde konumlanmasıyla birlikte oluşan dağ oluşumları, buzullaşma, yağmur, volkanik oluşumlar ve kıtaların kayması gibi bir dizi olağan üstü gerçekleşen pek çok hadiselerin daha büyük çaptası er ya da geç bir gün mutlaka kıyamet koptuğunda da yaşanacaktır. Böylece kıyamet koptuğunda dünya ve dünya içinde her ne varsa bunlardan örneğin tüm bitkiler kökleriyle birlikte savrulacak, dağlar, taşlar, kayalar büyük bir patlamayla çamurlu sel haline dönüşecek, okyanuslar kabarıp büyük bir tsunami vuku bulacak ve en nihayetinde gök kubbe ve yeryüzü iç içe geçip tüm canlıların ölümüyle birlikte büyük kıyametin tüm aşamaları tamamlanmış olacaktır. Ve bu durumda her şeyin fani olduğunu tek baki olanın Yüce Allah olduğu gerçeğine kıyametin bizatihi kendisi hali lisaniyle şahitlik edip “Ya baki entel baki” diyerekten ahiret hayatına geçiş yapılacaktır.
 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
BÜYÜK PATLAMA VE DİRİLİŞ-2
SELİM GÜRBÜZER

Bakınız, Allah Teâlâ bir ayet-i celilesin de; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (deveranında), akıl sahipleri için ibret verici deliller vardır” (Al-i İmran, 190) diye beyan buyurmakla yaratılış kanunlarına dikkat kesilmemiz murad etmektedir. Dikkat kesildiğimiz de yer çekimi kanunundan tutunda termodinamik kanunlar, elektrik yükünün korunumu kanunu, momentumun korunumu kanunun ve hareket kanunları gibi bir dizi tüm tabiat kanunlarınınım ilahi kanunlara tabi olarak yaratılışlarından bugüne evrimleşmeye uğramaksızın “Ol” emri doğrultusunda yüklenmiş oldukları program dâhilinde fonksiyon icra ettikleri görülecektir. Var, o halde bu durumda bize “Her şey Zat-ı Vacib-ül Vücud Yaratıcının ol emriyle vücut bulmaktadır” fermanının gereğini yapmak düşer.

Vesselam.
 
Üst