mostar
Profesör
- Katılım
- 6 Ara 2009
- Mesajlar
- 1,011
- Tepkime puanı
- 244
- Puanları
- 0
26 YAŞINDA GİTTİ
Fatma Betül ne güzel bir kuldu!
Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var! Fatma Betül kardeşimiz vefat etti...
23 Kasım 2010 Salı 06:53
O ne güzel bir kul
Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek’in (1904-1983) vefatından bir yıl önce kaleme aldığı aşağıdaki mısralar, ölümle bayramı, bayramla ölümü sarıp sarmalayarak, ölümü sevinilecek bir hadiseye; bayrama, şeb-i arûza benzetir:
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!
Evet, ölüm, ölene bayram, bayramda sevinmek ve tahta ata binmek var!
(…)
Telefonumun zili, bir seher vaktinde çaldığında Kurban Bayramı biteli henüz birkaç saat olmuştu. Telefonun diğer ucundan ses veren Salih Bedir, “İbrahim Abi, ağabeyim Bilal, Manisa’da trafik kazası geçirdi, Fatma Betül ablayı kaybettik” dedi.
Aramızdan birkaç gün önce ayrılan Fatma Betül (Aysan) Bedir, 26 yaşında, hamiyetperver bir hanımefendiydi. İyi bir öğrenim görmüş bir İstanbul hanımefendisiydi… Kutlu bir bayramın akabinde, ötelere, kendinden önce, gözleri cennet gören bir kurbanlık gönderen mümine, muvahhide bir kuldu…
Elîm bir trafik kazasında yitirdiğimiz, dünyanın delişmen rüyasına aldanmayan Fatma Betül (Aysan) Bedir, inanan insanların omuzları üzerinde gidip gelen tahta bayram atına binerek, 21 Kasım Pazar günü İzmir Yeşilköy mezarlığına defnedildi…
Hüzün içinde yürüyen dört insan omzunun
Anlamaz birçokları sonsuz güzelliğinden
Yüzü kanlı kız çocuklarının göz uçlarından
Sıyrılır da anlamı dört insan omzunun
Dönülmez serüvenlerin sevincinden hüznünden
Beslenir alevleri bu delişmen uykunun.
Şair dostum Nazir Akalın merhum, yukarıdaki mısraları sanki Fatma Betül için yazmış…
Değerli okuyucu! Sevgi, saygı, marifet, azim, mücadele, ahlâk, cömertlik, iyilik, vefâ, diğergâmlık, genç yaşta ukbâ âlemine yolcu ettiğimiz Fatma Betül’ü tarif eden anahtar kelimelerden bazıları… Ve merhamet, iffet, zerafet ve nezaket…
(…)
Fatma Betül’ü, 11 sene önce Boğaziçi Üniversitesi’ne kimya mühendisliği tahsiline geldiği yılda tanıdım. İzmir’den gelmişti. Hizmetinde bulunduğum Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’na burs müracaatında bulundu.
İki yıl kadar vakfımızdan eğitim desteği aldıktan sonra, “Artık durumum düzeldi, imkânlarım arttı, bursa ihtiyacım kalmadı, bursumu ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma veriniz” diyerek, burs hakkından feragat edişini unutamam.
Daha öğrenciyken, arkadaşlarının dertleriyle dertlenmeye başladı. İhtiyaç sahibi öğrencileri bir bir tesbit etti. Burs müracaat dönemlerinde, Fatma Betül Aysan referansıyla gelenler, bilirdik ki gerçekten ihtiyacı olan talebelerdir.
Okul yıllarında öğrencilere yönelik ilmî, sosyal, kültürel faaliyetlerin plan ve icrasında hep ön safta yer aldı. Önden gidenlerden, öncülerden oldu…
2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi mezuniyetinden sonra da hayırsever kişiliğiyle gönüllü kuruluşlarda hizmetlere râm oldu. Mezuniyetinden bir yıl sonra Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın mütevelli heyetinde yer alarak öğrencilere ve mezunlara yönelik pek çok hizmetin içinde yer aldı.
Veren el oldu. Burs verdi, burs buldu, hayır hasenattan geri durmadı. “Komşusu aç yatarken tok değildir” fermanını kendine düstur edinerek, Kâğıthane’de, Bağcılar’da, Çekmeköy’de fakirlikten toprağa düşmüş insanlara kol kanat gerdi.
Filistin’deki yetim çocuklar, Sudan’daki fukara Müslümanlar, Çeçenistan’daki mazlum kadınlar hep Fatma Betül’ün ajandasında yer buldu…
Boğaziçi Üniversitesi’nde tahsil gören, yüreği Habib-i Kibriya Efendimizin (sav) aşkıyla tutuşan gönüllerin Kutlu Yolculuk Umre seferlerine çıkmasına vesile oldu.
Genç yaşında ziyaret ettiği Sevgili Peygamberimize (sav) Mescid-i Nebevi’de biat etti! İki cihanın baştacı Resûl-ü Ekrem Efendimize (sav), ismini taşıdığı, kerimesi, Hz. Fatıma’nın (R. anhâ) lisanıyla seslendi:
Mâ zâ alâ men şemme türbete Ahmedâ
En lâ yeşümme mede’z-zemâne gavâleyâ
Subbet aleyye mesâibü’n lev ennehâ
Subbet ale’l eyyam-ı sırna leyâleyâ
(=Ahmed’in (sav) türbesinin toprağını koklayan
Zaman boyunca gailelere maruz kalmasın
Babamın vefatı sebebiyle üzerime öyle musibetler isabet etti ki
Gündüzlere isabet etseydi gece olurdu.)
Fatma Betül, Cennet’ül-Baki kabristanlığında medfun, kutlu sahabelere demir nikabın ardından gıpta ile, iç geçirerek baktı…
Eşim anlatıyor… “Mescid-i Nebevi’de hatim duası yapıyoruz. Kirpikleri gözyaşlarıyla ağırlaşan Fatma Betül’ün annesi Selma Teyze, kızı için, Hz. Allah’tan (cc) hâlis bir gönülle hayırlar niyaz ediyor… Yana yakıla hayır istiyor…”
Sil gözyaşlarını Selma Teyze! İşte duaların kabul oldu. Hayrı ve şerri yaratan Hakk Teâlâ, kızın Fatma Betül için ölümü murad etti.
**
Eskiler, sıralı ölüm istermiş. Tuhaf şey! Ölümün de sırası mı olurmuş! Gafil insan, zamanla, git gide ölüme ulaşacağı, yaşı ilerledikçe peyderpey ölüm iklimine yaklaşacağı zehabına kapılıyor. Heyhat! Ölüme git gide varılmıyor. Ölüm, ansızın insana varıyor, kapısını çalıyor… Ölümle insan, ölümle hayat iç içe. Ölüm, insanoğlunu bir gölge gibi takip ediyor ve ansızın karşısına çıkıveriyor.
Ömür, uzun ya da kısa olmuş ne fark eder? Hayatın uzunluğu ve kısalığı izafi kavramlar değil mi? Kemiyetten ziyade keyfiyet; hayatın içinin nasıl ve neyle doldurulduğu mühim değil mi?
(…)
Haydi, sil gözyaşlarını Selma Teyze! Kızın Fatma Betül yaşadığı 26 seneye güzel işler sığdırdı. Hz. Fatıma da (R. anhâ) 29 yaşında iken, bir Şehbal kuşunun kanadında ahiret âlemine göç etmemiş miydi?
Bundan sonra kavuşmak, buluşmak, inşaallah cennette...
Fatma Betül misali, ölmeden ölen insanlar, ahireti için çalışanlar, öldükten sonra da yaşayacak... Güzel işleriyle, hizmetleriyle, hayır hasenatıyla amel defterleri kıyamet sabahına kadar açık kalacak…
Selma Teyze! Kızın Fatma Betül, Diriliş Şairi misali, ölümden çok, ölüm sonrasını düşünürdü:
Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana.
Şimdi, Fatma Betül için ağıt okumak/yazmak yerine mevlüt okuyalım/yazalım… Ruhuna Fatihalar ikrâm ederek…
(…)
Kimler geldi, neler istediler?
Hepsi de dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Oysa gidenler de senin gibiydiler.
Kedi olalı beri sonunda bir fare tutan mümtaz Türk basınının güzide (!) gazetelerinden birinin sahifelerine düşen yukarıdaki bu şiir, düşünen insanları derinden etkileyecek mahiyette...
Modernizmin içine düşen ve düştüğü yerden de bir daha çıkamayan günümüz insanı, ölümsüzlük sevdasında… Ölümü hiç düşünmediği gibi, ölümü tedai ettiren nesneleri de görmezden geliyor; görmek istemiyor…
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın giriş kapısının üzerine yazılan “Her canlı ölümü tadacaktır” kelâmıyla göz göze gelen akl-ı evvellerin çıkardığı gürültü işte bu yüzden…
Ölümlü insan, ne hikmetse ölümü düşünmüyor; düşünmek istemiyor. Oysa her gün insanlar gidiyor; insanlar ölüyor... Oysa gidenlerin hepsi de onlar gibi, bizim gibi. Biz, hiç gitmeyecek gibiyiz, onlar da hiç gitmeyecek gibiydiler. Sen de hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Hiç gitmemek, gitmek istememek, nafile bir uğraş! Günler, aylar, mevsimler geçiyor, insanoğlu nihai menziline her saniye, bir adım daha yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor... Ve bu süreçte ölüm sıralı gelmiyor; ansızın gelip çatıyor.
(…)
Ölüm de insan için, bizim için... Faniye, nihayetinde yakışan şey, ölümdür. Ölüm, insana, işte böyle, yedi aylık taze gelin Fatma Betül gibi yakışmalı. İnsan, ölümü kendine işte böyle yakıştırmalı. Çünkü ölüm, bir mukadderat… Ölüm bir hakikat... Ölüm bir vakıa...
Şairler Sultanı’nın dediği gibi günler, geceler, mevsimler, yıllar, ömürler geçiyor; gidenlerden geriye ‘duvarlarda resimler, mezarlarda isimler’ kalıyor... Genç yaşta aramızdan ayrılan merhume Fatma Betül kardeşimizde olduğu gibi...
Annesi Selma Teyze, babası Nuri Amca, ağabeyleri Necati, Ahmet Faruk, Mehmet Fatih, acılı eşi Bilal Bedir, Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşları, sevenleri ve belki bu satırların okuyucuları Fatma Betül’ü –belki iki damla gözyaşı eşliğinde- sütunlarımızda misafir ettiğimiz mütebessim çehresiyle hatırlayacak… Mütebessim ve mütevekkil...
(...)
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun Erenler…
İbrahim Ethem Gören,sözün bittiği; kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde, kardeşi Fatma Betül için okuyucularından Fatihalar istirham ediyor.
Fatma Betül ne güzel bir kuldu!
Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var! Fatma Betül kardeşimiz vefat etti...
23 Kasım 2010 Salı 06:53
O ne güzel bir kul
Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek’in (1904-1983) vefatından bir yıl önce kaleme aldığı aşağıdaki mısralar, ölümle bayramı, bayramla ölümü sarıp sarmalayarak, ölümü sevinilecek bir hadiseye; bayrama, şeb-i arûza benzetir:
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!
Evet, ölüm, ölene bayram, bayramda sevinmek ve tahta ata binmek var!
(…)
Aramızdan birkaç gün önce ayrılan Fatma Betül (Aysan) Bedir, 26 yaşında, hamiyetperver bir hanımefendiydi. İyi bir öğrenim görmüş bir İstanbul hanımefendisiydi… Kutlu bir bayramın akabinde, ötelere, kendinden önce, gözleri cennet gören bir kurbanlık gönderen mümine, muvahhide bir kuldu…
Elîm bir trafik kazasında yitirdiğimiz, dünyanın delişmen rüyasına aldanmayan Fatma Betül (Aysan) Bedir, inanan insanların omuzları üzerinde gidip gelen tahta bayram atına binerek, 21 Kasım Pazar günü İzmir Yeşilköy mezarlığına defnedildi…
Hüzün içinde yürüyen dört insan omzunun
Anlamaz birçokları sonsuz güzelliğinden
Sözcükler çıkagelir umulmadık bir vecdle
Dönülmez serüvenlerin gülünden dikeninden Yüzü kanlı kız çocuklarının göz uçlarından
Sıyrılır da anlamı dört insan omzunun
Dönülmez serüvenlerin sevincinden hüznünden
Beslenir alevleri bu delişmen uykunun.
Şair dostum Nazir Akalın merhum, yukarıdaki mısraları sanki Fatma Betül için yazmış…
(…)
Fatma Betül’ü, 11 sene önce Boğaziçi Üniversitesi’ne kimya mühendisliği tahsiline geldiği yılda tanıdım. İzmir’den gelmişti. Hizmetinde bulunduğum Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’na burs müracaatında bulundu.
İki yıl kadar vakfımızdan eğitim desteği aldıktan sonra, “Artık durumum düzeldi, imkânlarım arttı, bursa ihtiyacım kalmadı, bursumu ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma veriniz” diyerek, burs hakkından feragat edişini unutamam.
Daha öğrenciyken, arkadaşlarının dertleriyle dertlenmeye başladı. İhtiyaç sahibi öğrencileri bir bir tesbit etti. Burs müracaat dönemlerinde, Fatma Betül Aysan referansıyla gelenler, bilirdik ki gerçekten ihtiyacı olan talebelerdir.
Okul yıllarında öğrencilere yönelik ilmî, sosyal, kültürel faaliyetlerin plan ve icrasında hep ön safta yer aldı. Önden gidenlerden, öncülerden oldu…
2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi mezuniyetinden sonra da hayırsever kişiliğiyle gönüllü kuruluşlarda hizmetlere râm oldu. Mezuniyetinden bir yıl sonra Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın mütevelli heyetinde yer alarak öğrencilere ve mezunlara yönelik pek çok hizmetin içinde yer aldı.
Veren el oldu. Burs verdi, burs buldu, hayır hasenattan geri durmadı. “Komşusu aç yatarken tok değildir” fermanını kendine düstur edinerek, Kâğıthane’de, Bağcılar’da, Çekmeköy’de fakirlikten toprağa düşmüş insanlara kol kanat gerdi.
Filistin’deki yetim çocuklar, Sudan’daki fukara Müslümanlar, Çeçenistan’daki mazlum kadınlar hep Fatma Betül’ün ajandasında yer buldu…
Boğaziçi Üniversitesi’nde tahsil gören, yüreği Habib-i Kibriya Efendimizin (sav) aşkıyla tutuşan gönüllerin Kutlu Yolculuk Umre seferlerine çıkmasına vesile oldu.
Genç yaşında ziyaret ettiği Sevgili Peygamberimize (sav) Mescid-i Nebevi’de biat etti! İki cihanın baştacı Resûl-ü Ekrem Efendimize (sav), ismini taşıdığı, kerimesi, Hz. Fatıma’nın (R. anhâ) lisanıyla seslendi:
Mâ zâ alâ men şemme türbete Ahmedâ
En lâ yeşümme mede’z-zemâne gavâleyâ
Subbet aleyye mesâibü’n lev ennehâ
Subbet ale’l eyyam-ı sırna leyâleyâ
(=Ahmed’in (sav) türbesinin toprağını koklayan
Zaman boyunca gailelere maruz kalmasın
Babamın vefatı sebebiyle üzerime öyle musibetler isabet etti ki
Gündüzlere isabet etseydi gece olurdu.)
Fatma Betül, Cennet’ül-Baki kabristanlığında medfun, kutlu sahabelere demir nikabın ardından gıpta ile, iç geçirerek baktı…
Eşim anlatıyor… “Mescid-i Nebevi’de hatim duası yapıyoruz. Kirpikleri gözyaşlarıyla ağırlaşan Fatma Betül’ün annesi Selma Teyze, kızı için, Hz. Allah’tan (cc) hâlis bir gönülle hayırlar niyaz ediyor… Yana yakıla hayır istiyor…”
Sil gözyaşlarını Selma Teyze! İşte duaların kabul oldu. Hayrı ve şerri yaratan Hakk Teâlâ, kızın Fatma Betül için ölümü murad etti.
**
Eskiler, sıralı ölüm istermiş. Tuhaf şey! Ölümün de sırası mı olurmuş! Gafil insan, zamanla, git gide ölüme ulaşacağı, yaşı ilerledikçe peyderpey ölüm iklimine yaklaşacağı zehabına kapılıyor. Heyhat! Ölüme git gide varılmıyor. Ölüm, ansızın insana varıyor, kapısını çalıyor… Ölümle insan, ölümle hayat iç içe. Ölüm, insanoğlunu bir gölge gibi takip ediyor ve ansızın karşısına çıkıveriyor.
Ömür, uzun ya da kısa olmuş ne fark eder? Hayatın uzunluğu ve kısalığı izafi kavramlar değil mi? Kemiyetten ziyade keyfiyet; hayatın içinin nasıl ve neyle doldurulduğu mühim değil mi?
(…)
Haydi, sil gözyaşlarını Selma Teyze! Kızın Fatma Betül yaşadığı 26 seneye güzel işler sığdırdı. Hz. Fatıma da (R. anhâ) 29 yaşında iken, bir Şehbal kuşunun kanadında ahiret âlemine göç etmemiş miydi?
Bundan sonra kavuşmak, buluşmak, inşaallah cennette...
Fatma Betül misali, ölmeden ölen insanlar, ahireti için çalışanlar, öldükten sonra da yaşayacak... Güzel işleriyle, hizmetleriyle, hayır hasenatıyla amel defterleri kıyamet sabahına kadar açık kalacak…
Selma Teyze! Kızın Fatma Betül, Diriliş Şairi misali, ölümden çok, ölüm sonrasını düşünürdü:
Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana.
Şimdi, Fatma Betül için ağıt okumak/yazmak yerine mevlüt okuyalım/yazalım… Ruhuna Fatihalar ikrâm ederek…
(…)
Kimler geldi, neler istediler?
Hepsi de dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Oysa gidenler de senin gibiydiler.
Kedi olalı beri sonunda bir fare tutan mümtaz Türk basınının güzide (!) gazetelerinden birinin sahifelerine düşen yukarıdaki bu şiir, düşünen insanları derinden etkileyecek mahiyette...
Modernizmin içine düşen ve düştüğü yerden de bir daha çıkamayan günümüz insanı, ölümsüzlük sevdasında… Ölümü hiç düşünmediği gibi, ölümü tedai ettiren nesneleri de görmezden geliyor; görmek istemiyor…
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın giriş kapısının üzerine yazılan “Her canlı ölümü tadacaktır” kelâmıyla göz göze gelen akl-ı evvellerin çıkardığı gürültü işte bu yüzden…
Ölümlü insan, ne hikmetse ölümü düşünmüyor; düşünmek istemiyor. Oysa her gün insanlar gidiyor; insanlar ölüyor... Oysa gidenlerin hepsi de onlar gibi, bizim gibi. Biz, hiç gitmeyecek gibiyiz, onlar da hiç gitmeyecek gibiydiler. Sen de hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Hiç gitmemek, gitmek istememek, nafile bir uğraş! Günler, aylar, mevsimler geçiyor, insanoğlu nihai menziline her saniye, bir adım daha yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor... Ve bu süreçte ölüm sıralı gelmiyor; ansızın gelip çatıyor.
(…)
Ölüm de insan için, bizim için... Faniye, nihayetinde yakışan şey, ölümdür. Ölüm, insana, işte böyle, yedi aylık taze gelin Fatma Betül gibi yakışmalı. İnsan, ölümü kendine işte böyle yakıştırmalı. Çünkü ölüm, bir mukadderat… Ölüm bir hakikat... Ölüm bir vakıa...
Şairler Sultanı’nın dediği gibi günler, geceler, mevsimler, yıllar, ömürler geçiyor; gidenlerden geriye ‘duvarlarda resimler, mezarlarda isimler’ kalıyor... Genç yaşta aramızdan ayrılan merhume Fatma Betül kardeşimizde olduğu gibi...
Annesi Selma Teyze, babası Nuri Amca, ağabeyleri Necati, Ahmet Faruk, Mehmet Fatih, acılı eşi Bilal Bedir, Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşları, sevenleri ve belki bu satırların okuyucuları Fatma Betül’ü –belki iki damla gözyaşı eşliğinde- sütunlarımızda misafir ettiğimiz mütebessim çehresiyle hatırlayacak… Mütebessim ve mütevekkil...
(...)
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun Erenler…
İbrahim Ethem Gören,sözün bittiği; kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde, kardeşi Fatma Betül için okuyucularından Fatihalar istirham ediyor.