Bir Astral Seyahat Macerası

ahze21

Yasaklı
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
550
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
46
Kırpıştırdığı göz kapaklarını ağır bir şekilde araladı. Beyninin derinliklerinden gelen, kurt ulumalarına benzeyen seslerden kurtulmak için başını sert bir şekilde sağa ve sola salladı. Ağrımaya başlayan kafasını iki elinin arasına alarak çevresine bakında. Gördükleri karşısında afallamamak zordu. İnanılmaz! Gözlerini iyice ovuşturduktan sonra daha da iyi anlamıştı. Evet, uçaktaydı.

Uçağın sağ tarafındaki pencerenin yanında oturuyordu. Kendi koltuğunun yanında iki koltuk daha vardı. İçeride üçlü sıra bir ortada ve bir de solda vardı. Heyecan ve korku ile bir anda ayağa kalkınca kafasını üstünde bulunan eşya gözlerine çarptı. Darbenin vermiş olduğu acıyla gözleri yaşla dolmuştu. Durumunu anlamak için etrafına bu kez daha sakin bakmak zorunda kaldı. İçeride boş yer kalmamacasına yolcularla doluydu. Kabin görevlileri uçağın ön tarafından başlamış, servis yapıyorlardı. Endişeli gözlerle çevresini incelemeye devam ederken, ağrıyan başını avucuyla ovuşturarak düşündü. İyi de, kim, nasıl ve neden buraya getirmişti onu?

Zihnini yokladı ama boşa çabaladığını bir süre sonra anladı. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Okuduğu bazı kitaplardan astral seyahat, tayy-i mekan tarzı, ruhun bedenden ayrılmasıyla ilgili hikayeler okumuştu ama bunlar sadece ruhani seyahatlerdi. Burada, şu koltukta oturan, etiyle, kemiğiyle kendisiydi. Kolunu çimdikledi. Acımıştı. Kulağına hafiften, cızırtılı bir şekilde kaptan pilotun, anlamadığı dilden yapmış olduğu anonsu geliyordu. Acaba çevresindekiler de mi yabancı bir dille konuşuyor diye kulak kesildi, aksine, konuşulanları anlıyordu. Garip hareketlerinden işkillenmiş olacaklar ki, bir kısım yolcular dönüp ona, kimi meraktan, kimi ayıplayarak, kimisi de tersleyerek bakıyordu. Korkusu utanca dönüşmeye başlayınca başını omuzlarının arasına gömdü. Yolcular insan değil de sanki başka bir galaksinin, uzak köşesindeki, küçük bir gezegeninden gelmiş gibiydiler. Şimdi hem utanıyor hem de korkuyordu. Gözlerini uçağın dışına çevirdi.

Uçağın küçük penceresinden pembe bulutların perdelemeye çalıştığı güneşin tuluunu seyretti bir süre. Kalp atışları monotonlaşıyordu.

2

Sessiz ama heyecanlı, ürkek ama meraklı bir şekilde etrafı süzmeye devam etti. Yanında oturan şahıs beyaz saçları, ütülü takım elbisesi ve mütebessim çehresiyle ona güven vermişti. Tereddütlerini bertaraf edip sual etmeliydi. Nihayetin karar vermiş soracakken o şahıs ona doğru döndü ve sözü ağzından kaptı;

- Evladım! Görürüm ki endişelisin. Hiç endişe etme. Seni buraya getiren benim patronum. Bu uçak onun ve muhtelif yerlerindeki gizli kameralarla izlenmekteyiz. Beni, sadece seni uyarmak gayesiyle gönderdi. Eğer söyleyeceğim kurallara uyar ve nihayetinde son durağa ulaşmakta sabır gösterirsen,kendisi sana ömür boyu rahat yaşayabileceğin miktar parayı taahhüt ediyor. Kural basit; başkalarını varlığınla rahatsız etmeyeceksin, patronun yaptırdığı servislere teşekkürle karşılık vereceksin ve son olarak da, şu küçük pencerenden bakarak dışarıda görmüş olduğun manzarayı seyrederek patronumun gücünü hayal edeceksin.

Bunları söyledikten sonra izin isteyip, bir şey söylemesine vakit vermeden kalkıp uçağın pilot bölümüne girip kayboldu. Şaşkınlıktan ağzının açık kalmış olduğunu fark ederek kapattı. Adamı ve ulaşabileceği miktarı düşünmeye başladı. Yüzünden hafiften bir gülümseme belirmişti.

Güneş semanın tam zirvesinde tüm gücüyle etrafı ışıtır ve ısıtırken uçak havayı delerek yol alıyordu.

3

Zaman çabuk geçip, tükenmeye başlamıştı. Çevresindekilerle tanışmaya ve kaynaşmaya başlamıştı bile. Kime durumunu anlatsa, hepsinden de aynı cevabı almıştı. Kendileri de uyandıklarında buradaymışlar. O şahısla görüşmüşler. Aynı taahhüt onlara da yapılmış ama endişe edilecek bir şey yok, her kim söylenenleri yerine getirse vaat edilen miktarı alacakmış. Neşesi gönlüne ve de göz bebeklerine geri gelmişti. İnsanlarla konuşmak, gülmek, eğlenmek onu rahatlatmış, uçağa ülfet etmesine sebep olmuştu. Sonuçta endişe etse de etmese de uçaktan kurtuluş yok gibiydi. Durdurun! İnecek var! Diyemezdi ya.

Her bir yolcu farklı bir işle meşguldü. Kimi kulaklık takmış müzik dinliyor, kimi kocasının, kaynanasının duymasını istemediğinden, sesini kısarak, onları yanındakine çekiştiriyor, kimisi ise çeşitli içkiler içip, dostlarıyla kumar partisi çeviriyordu. Eğlenceleri merakını cezp edip, yanlarına gitmesine neden oldu. Hepsi neşeden seslerini yükseltmişler, kahkahalarını uçak içinde pervasızca yayıyorlardı. Zaman onlarla çarçabuk akmıştı ama çok geçmeden bir güvenlik görevlisi gelip onları, verilen rahatsızlık dolayısıyla, uyardı. Uyarı dikkate değerdi. Ödülü kaçırmak istemezdi. Yine de o şahıslardan bazıları görevliye kulak asmayıp, sarhoşluğun etkisiyle sersem gibi bir oraya bir buraya tosladıktan sonra koltuklarına bir kütük gibi yığıldılar.

Yerine geldiğinde penceresinden dışarı bakıp bir süre rotanın nereye doğru çizilmiş olduğunu çözmeye çalıştı. İyiden iyiye alışmıştı buraya. İnsanlar da yabancı gelmiyordu artık ona. Küçücük penceresine kızıl bir boya çalan güneşin guruba doğru kayışını fevkalade haz alarak seyretti.

4

Gökyüzü şimdi güneşsizdi ama ışığını emaneten ay ve yıldızlara vermişti. Sema, ona göz kırpan binlerce göze sahip bir ceylan gibiydi. Her yer kararmıştı ama daha da bir güzelleşmişti uçsuz bucaksız feza.

Geçen uzun süre içindeki düşünceleri de etkilemişti. Şimdi içerideki sesler onu rahatsız etmeye başlamıştı. Çok ses çıkaranlara müdahale etmek istiyor ama alacağı ödülü düşünerek tahammülünü zorluyordu. Bari durumun ciddiyetini anlatayım da ona göre tedbir alsınlar diye düşünüp yanlarına vardı. Sarf ettiği nasihatler birkaçını etkiledi ama diğerleri yanlarından kovdular onu. Neden böyle yapıyorlardı ki? Patronun beğenisini kazanıp ödülü kapmak istemezler miydi? Düşünceler zihnini yormaya başlamıştı. Artık yorulmaya da gelemiyordu. İçinden bir his seyahatin yakında nihayet bulacağını söylemese dayanamayabilirdi. Sabretmeliydi.

Korkunç bir gürültü oldu. Bir patlama. Uçaktakilerin kulaklarını bir süre sağır etti. Ardından gelen sarsıntılar, onlara işitemediklerini hissettirdi. Bu hiç de iyiye alamet değildi. Pencereden dışarıya baktığında kendi tarafındaki kanat motorunun infilak ettiğini ve alevler içinde kara bir duman çıkardığını müşahede etti. Kalp atışları hızlanmış, bir mıh gibi çakılmıştı koltuğuna. Yolcuların büyük bir bölümü de onun vaziyetini takınmışlardı. Gözlerini içeride gezdirince bazısının eşyalarını kucaklarına alıp, sımsıkı sarıldıklarına, bazısının başlarını eğip iki dizi arasına koyup sıkıca elleri ve kollarıyla sardıklarına ve bazılarınınsa durumun vahametini umursamayıp oyun oynamaya devam ettiklerini esefle gördü. Bu nasıl bir akıldı ki, az sonra ölebilecek olmalarına rağmen oyuna dalıyorlardı.

Uçak hızla irtifa kaybetmeye başlamıştı ama bütün iç organları sanki onunla aşağıya değil de yukarıda kalmak istiyorlardı. Nefes alıp vermesi de zorlaşmıştı. Büsbütün gömülmüştü koltuğuna şimdi. Aklına gelen bütün duaları bütün damarlarında hissederek okudu. Yaşadığı dehşetten şıpır şıpır damlayan gözyaşlarının farkına bile varamamıştı. Bir aralık gözünü dışarıya çevirdi. Karanlık, koyu karanlıktı. Derken garip bir şey oldu. Bir dinginlik doldurdu yüreğini. Patronun denemelerinden biri olabilir miydi bu. Evet o denemeye devam ediyor olabilirdi onları. Sabretmesi lazımdı. Hem bu düşünce öyle bir rahatlatmıştı ki onu, uçak düşüyordu ama sanki o uçmaya başlamıştı.

5

Uçak yüksekten düşmüş olmanın vermiş olduğu hızla şiddetli bir şekilde yere çakılmış ve bir kıyamet manzarası yıldırım hızıyla sarıyordu her yanı. Sonra, alev alev enkazın içinde bir bilinç uyandı. Etrafına bakındı. Çevredeki insanların atmış oldukları korkunç çığlıkları baştan duyamasa da sonradan işitmeye başladı. Çığlıklardan birisi, yanan elbiselerini üzerinden çıkarmaya çalışırken çığlık bile atamayan ama dehşeti yüzünden belli olan birazdan da tamamen alev dolu bir çukura düşen bir zavallıya aitti. Uçakta bebeğini kucağından bir anne vardı. Şimdi o, kundağı kan kırmızı olmuş yavrusunun üzerine bastığını bile fark etmeden yanmaktan kaçmaya çalışıyordu. Dayanamadı. Gözlerini daha fazla açıp tutamadı. Bir şeyler yapmalıydı. Kalkmaya yeltendi ama o da ne, kımıldayamıyordu. Uçağın parçalarından birine vücudu bir bütün halinde sıkışmıştı. Çabaladı ama nafile uğraştığını fark etti. Mücadeleyi bırakmak istemiyor, kurtulmayı arzuluyordu ama bitkin vücudunun ona karşı koymasına karşı koyamayıp, vazgeçti. Neden sonra kendini bırakıverdi arkaya. Görmek istemediklerinden ve bitap halinden dolayı gözlerinin kapanmasına, çaresiz izin verdi. Huzur sarmıştı o karanlık dünyada şimdi onu.

6

Karanlık bir âlemdeydi şimdi. Uzaktan bir ışık belirdi. Sonradan ışığın ortasında bir siluet oluştu. Garip ama, birini anımsatmıştı, çözemedi. Yorgundu, hem de çok. Işığa yetişmek için uğraştı. Ama o değil, ışık ona doğru geliyordu. Bir anda gözünü kör edecek yoğunlukta aydınlık peyda oldu. Gözünü kapattı. Tekrar açtığında ne yapacağını şaşırdı çünkü kendini su altında buldu. Çırpınarak kurtulmaya çalıştıysa da üste varamadı. Gözüne o ışık yine göründü. İçinden bir el uzanıyordu ona doğru. Can havliyle sarıldı o ele. Dışarıya çıkarıldığında nefes nefese kalmıştı. Kurtarıcısının yüzüne çevirdi gözlerini, evet ya, bu simayı tanıyordu. Mahalledeki camiinin hocasıydı bu. Yüzünü endişeyle inceliyordu. Biraz daha bakınca bıyık altından hafif bir tebessüm fark etti. Garipsemişti.

Biraz dinlendikten sonra hafızası tek tek yerine gelmeye başlamıştı. Hatırladıkça yüzünde taaccübün meydana getirdiği pembelik peyda oluyordu. O akşam mahalledeki muhterem hoca efendiyi evlerine sohbet için çağırmışlardı. Hoşbeş ederken konu konuyu açmış ve de sohbet peygamberlerin ve 4 büyük kitabın neden gerektiğine gelmişti. Hoca efendi açıklıyor ama kendisi oralı olmuyordu. Bütün kolu komşu sohbeti bırakmış onu ikna için seferber olmuşlardı. Derken üstüne gelinmesinden hoşlanmayıp, kalkmış ve de havuzun yanına kadar gelmişti. İşte orada film kopmuş, gözünü uçakta açmıştı. Şimdi hoca efendiye mahçup mahçup bakıp, pembeleşen yüzünü saklamaya çalışıyordu. Hoca ise mütebessim çehresiyle ona bakıyordu. Ona olup biteni anlatamazdı. Diğer misafirlerin dalga konusu mu olacaktı bu yaştan sonra. Anlatmamaya karar verdi. Saklayacaktı. Hoca efendiye ayağının kaydığını ve nasıl oldu da düştüğünü anlayamadığını söyledi. Sonra hocanın ağzından çıkan sözleri dinleyince ikinci kez şok oldu;

- İnsanlar düzgün yürüsünler, hata edip de günah havuzuna düşmesinler diye rabbimiz peygamberleri irşat ve tebliğ için gönderdi. Karşılığında alacağımız mükâfatı da bildirdi. Uçakta ki gibi sana ne yapman gerektiğini söyleyen biri olsaydı hata edip havuzun yanına yaklaşmaz ve düşmezdin. Mükâfatı dert etme sakın, daha da büyüğünü Allah taahhüt ediyor, a beyim!

ahmet alp altay
 

SERHADO

Paylaşımcı
Katılım
17 Tem 2011
Mesajlar
111
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Birader paylaşımın gerçekten çok harikaydı bizi bir nebzede olsa aydınlattığın için allah razı olsun
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
iyi de nasıl bir hikaye ki bu. insan hiç mi düşmeyecek, ayagı takılmayı bırakalım kendisi atlayacaktır havuza. zihnin sürekli bir teyakkuz halde olma iddiası dogru degildir. melek degil, insan olan düştügünde sana el vereni görmesini de bilendir. yüzme biliyorsa kendisi kalkar hatta. peygamberler bunun için gönderildiler demek daha dogru olmaz mı? :)
 
Üst