dedekorkut1
Doçent
BİLGİ TOPLUMU
SELİM GÜRBÜZER
Bilgi toplumu çağın meselelerine vakıf, aynı zamanda olayları yerinde ve zamanında kritik edebilen toplum demektir. Bilmek kıyas etmektir zaten. Madem öyle, önce kendi iç dinamiklerimize vakıf olmalı sonra dış dinamiklerle nasıl baş ederiz bunun derin muhasebesini yapmak gerekir.
Şu bir gerçek bizim çağdaşlıktan dem vuran batıcılarımızın pek çoğu Batının cilalı boyalı uygarlığına göbekten bağlıdırlar, ama bu nasıl bağlılıksa Batı dünyasını da tam kavramış sayılmazlar. Şayet kavramış olsaydılar Batı’nın satıh üstü cilalı boyalı plastik yenilikleri yerine teknolojik donanımını alıp bilgi çağının gereklerini yerine getirmiş olmaları icab ederdi. Bakınız İbn-i Haldun körü körüne taklitçiliğin temel nedenlerini sıralarken; bilhassa şuursuz hayranlık, psikolojik tatminsizlik ve galiblerin üstünlüğünü onların görgü kurallarında ve müesseselerinde arama duygusuna bağlar. O halde bu tespitten hareketle bir an evvel bu güzel ülkemizin ufkunu objektif ve sübjektif bilgilerle donatacak ‘Bir elde Kur’an bir elde bilgi teknoloji” donanımlı neslin yetiştirilmesi gerekir. Yetiştirilsin ki, Bilgi toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerleyip modern çağ dedikleri çağın en üst seviyelerine sıçrayabilelim. Mutlak Bilgi
Bilindiği üzere objektif ve sübjektif veriler, Yüce Yaratıcı’nın ezeli ilminden kullarına bahş ettiği bilgi yüklü mesajlardır. Hiç kuşkusuz ilk verilen mesajdan şu anlam çıkar: bilginin asıl kaynağının Allah olduğudur. Sonrasında ise bilgimizi içinde bulunduğumuz toplum oluşturur. Madem ilmin kaynağı Yüce Allah, o halde kulları üzerinde tecelli eden isimleri, yani Âdem’e kodladığı isimleri kavramak ve bezm-i eleste verdiğimiz söze sadık kalmamız icap eder. Hem madem Dünya fani ahiret baki, o halde geçici olan bilgilere değil ebediyete mal olacak bilgilere talip olmak gerektir. Ki, maddenin özünde nesnellik vardır, bu yüzden ebediyete mal olacak veri olmaktan acizdir, ölümlü olması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Üstüne üstük maddeyi ne kadar büyültürsek büyütelim, ya da ne kadar minimize (küçültürsek) edersek edelim eninde sonunda yine sınırlı kalıp her daim yok olmaya mahkûmdur. Şüphesiz Yüce Allah’ın El-Âlim ismi hürmetine eşyanın tabiatına vakıf olabiliyoruz. Hatta El-Âlim isminin tecellisiyle fizik ötesi bilgilere de vakıf olunabiliyor. Kaldı ki bir mümin ilim öğrendikçe kulluğunun bilincine varabiliyor. Derken bu sayede dünyanın geçici olduğunu ahretin ise ebedi olduğunu idrak etmiş oluruz.
Şayet Allah’ın mutlak bilgisinin tecellisinde istifade etmek diye bir derdimiz varsa ilmede yönelmemiz gerekir. Fert fert kendimizi ilme adayalım ki, Erdemli Bilgi toplumu olmak yolunda hedefimiz hayalin ötesinde hakikatin ta kendisi olsun. Ancak bunun için ilk önce azim ve gayret gerekir sonrada itidal üzere yol almak lazım gelir. Nasıl ki bir fikir ortaya koyarken 'övme-yerme-itidal' tarzında üç değişik yöntem izleniyorsa, hakikat yolunda da ‘Objektif -Sübjektif - Mutlak ’ bilgi sacayağı üzerine itidal bir yol izlememizde fayda vardır elbet. Dikkat ettiyseniz fikri tartışmalar için üç değişik yöntem dedik, çünkü ortada itidallik olmayınca dünyevi olan için değişik türden familya demek durumundayız. Hele hele televizyon ekranlarında ve meydanlarda ateşli siyasi kısır çekişmelerin tavan yaptığını gördüğümüzde itidal üzere bir orta yol takip etmenin çok doğru bir yöntem olduğunu daha da fark etmiş oluruz. Siyasi uzlaşmazlıklar malum çoğu kez ya aşırı övme şeklinde ya da tam tersi aşırı yerme şeklinde kendini göstermektedir. Öyle ki, kurtlar sofrasında itidallik devreden çıkınca kimi kahramanlıktan dem vurmakta kimi de hainlikle dem vurabiliyor. İşte koyu cehalet ortamları bu ya, bir bakıyorsun övgü yağdıranlar kahramanının hatalarını görmezlikten gelirken sövgü yağdıranlar da hasmının doğrularını bile görmezlikten gelip hainlikle damgalayabiliyor. Oysa bilgi toplumu olmak veya vakıalara analitik açıdan bakmak diye bir derdimiz varsa bu tür övgü ve eksenli metotlarla bir arpa boyu yol alamayacağımız muhakkak, mutlaka itidalliği elden bırakmayaraktan analitik düşünce biçimi bir yol takip etmek mecburiyetimiz vardır. Zira ‘Bilgi Toplumu’ olmanın yolu ifrat ve tefritten uzak analitik düşünce tarzı bir usul geliştirmekten geçer.
İfrat-Tefrit
Bilgiye ulaşmayı müessese açısından baktığımızda ise bambaşka bir tabloyla karşılaşırız. Nasıl mı? Mesela bir bakıyorsun medreseler konusunda fikir beyanında bulunanlar içerisinde ifrata (aşırıya) kaçanlar olduğu gibi, az olsun benim olsun düşüncesinden hareketle tefrite (normalden aşağı) sarılanlarda var. Anlaşılan ortada bütün kabahati medreselere yükleme hastalığı veya aksayan yönlerini görememek denen basiretsizlik söz konusudur. Bikere bu mevzuda ön yargılı davrananların çoğu statükocu kesimden oluşmakta. Dolayısıyla ön yargılı kesimi fazla ciddiye almamak gerekir. Aksi halde kıymetli zamanımızı boşu boşuna harcamış oluruz. Diğer bir kesimde okullu olmayı kabul etmezler. Neyse ki günümüzde bu tip düşünceye eskisi kadar pek rağbet eden kalmadı, bu yüzden okul üzerinden tartışma yapılmamakta, daha çok medrese üzerinde tartışma yapılmakta. Ancak bu tartışma medreselerimizin lehine değil, maksadını aşacak aleyhine bir tartışmadır. Belli ki bir takım akademisyenlerimiz medreseleri son çöküntü noktasından değerlendirdikleri için bu hususta ifratta sınır tanımamaktalar. Elbette ki tenkit ettikleri noktalarda haklı oldukları hususlar vardır. Dahası medreseyi itibarsızlaştırmaya yönelik el insaf dedirttirecek türden bir ifrat yaklaşımdır bu. Oysaki topyekûn reddetme anlayışı objektif bakış anlayışla bağdaşmayacak bir yaklaşımdır. Kaldı ki ortada okullu olmaya karşıt tavır sergileyende yok.
SELİM GÜRBÜZER
Bilgi toplumu çağın meselelerine vakıf, aynı zamanda olayları yerinde ve zamanında kritik edebilen toplum demektir. Bilmek kıyas etmektir zaten. Madem öyle, önce kendi iç dinamiklerimize vakıf olmalı sonra dış dinamiklerle nasıl baş ederiz bunun derin muhasebesini yapmak gerekir.
Şu bir gerçek bizim çağdaşlıktan dem vuran batıcılarımızın pek çoğu Batının cilalı boyalı uygarlığına göbekten bağlıdırlar, ama bu nasıl bağlılıksa Batı dünyasını da tam kavramış sayılmazlar. Şayet kavramış olsaydılar Batı’nın satıh üstü cilalı boyalı plastik yenilikleri yerine teknolojik donanımını alıp bilgi çağının gereklerini yerine getirmiş olmaları icab ederdi. Bakınız İbn-i Haldun körü körüne taklitçiliğin temel nedenlerini sıralarken; bilhassa şuursuz hayranlık, psikolojik tatminsizlik ve galiblerin üstünlüğünü onların görgü kurallarında ve müesseselerinde arama duygusuna bağlar. O halde bu tespitten hareketle bir an evvel bu güzel ülkemizin ufkunu objektif ve sübjektif bilgilerle donatacak ‘Bir elde Kur’an bir elde bilgi teknoloji” donanımlı neslin yetiştirilmesi gerekir. Yetiştirilsin ki, Bilgi toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerleyip modern çağ dedikleri çağın en üst seviyelerine sıçrayabilelim. Mutlak Bilgi
Bilindiği üzere objektif ve sübjektif veriler, Yüce Yaratıcı’nın ezeli ilminden kullarına bahş ettiği bilgi yüklü mesajlardır. Hiç kuşkusuz ilk verilen mesajdan şu anlam çıkar: bilginin asıl kaynağının Allah olduğudur. Sonrasında ise bilgimizi içinde bulunduğumuz toplum oluşturur. Madem ilmin kaynağı Yüce Allah, o halde kulları üzerinde tecelli eden isimleri, yani Âdem’e kodladığı isimleri kavramak ve bezm-i eleste verdiğimiz söze sadık kalmamız icap eder. Hem madem Dünya fani ahiret baki, o halde geçici olan bilgilere değil ebediyete mal olacak bilgilere talip olmak gerektir. Ki, maddenin özünde nesnellik vardır, bu yüzden ebediyete mal olacak veri olmaktan acizdir, ölümlü olması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Üstüne üstük maddeyi ne kadar büyültürsek büyütelim, ya da ne kadar minimize (küçültürsek) edersek edelim eninde sonunda yine sınırlı kalıp her daim yok olmaya mahkûmdur. Şüphesiz Yüce Allah’ın El-Âlim ismi hürmetine eşyanın tabiatına vakıf olabiliyoruz. Hatta El-Âlim isminin tecellisiyle fizik ötesi bilgilere de vakıf olunabiliyor. Kaldı ki bir mümin ilim öğrendikçe kulluğunun bilincine varabiliyor. Derken bu sayede dünyanın geçici olduğunu ahretin ise ebedi olduğunu idrak etmiş oluruz.
Şayet Allah’ın mutlak bilgisinin tecellisinde istifade etmek diye bir derdimiz varsa ilmede yönelmemiz gerekir. Fert fert kendimizi ilme adayalım ki, Erdemli Bilgi toplumu olmak yolunda hedefimiz hayalin ötesinde hakikatin ta kendisi olsun. Ancak bunun için ilk önce azim ve gayret gerekir sonrada itidal üzere yol almak lazım gelir. Nasıl ki bir fikir ortaya koyarken 'övme-yerme-itidal' tarzında üç değişik yöntem izleniyorsa, hakikat yolunda da ‘Objektif -Sübjektif - Mutlak ’ bilgi sacayağı üzerine itidal bir yol izlememizde fayda vardır elbet. Dikkat ettiyseniz fikri tartışmalar için üç değişik yöntem dedik, çünkü ortada itidallik olmayınca dünyevi olan için değişik türden familya demek durumundayız. Hele hele televizyon ekranlarında ve meydanlarda ateşli siyasi kısır çekişmelerin tavan yaptığını gördüğümüzde itidal üzere bir orta yol takip etmenin çok doğru bir yöntem olduğunu daha da fark etmiş oluruz. Siyasi uzlaşmazlıklar malum çoğu kez ya aşırı övme şeklinde ya da tam tersi aşırı yerme şeklinde kendini göstermektedir. Öyle ki, kurtlar sofrasında itidallik devreden çıkınca kimi kahramanlıktan dem vurmakta kimi de hainlikle dem vurabiliyor. İşte koyu cehalet ortamları bu ya, bir bakıyorsun övgü yağdıranlar kahramanının hatalarını görmezlikten gelirken sövgü yağdıranlar da hasmının doğrularını bile görmezlikten gelip hainlikle damgalayabiliyor. Oysa bilgi toplumu olmak veya vakıalara analitik açıdan bakmak diye bir derdimiz varsa bu tür övgü ve eksenli metotlarla bir arpa boyu yol alamayacağımız muhakkak, mutlaka itidalliği elden bırakmayaraktan analitik düşünce biçimi bir yol takip etmek mecburiyetimiz vardır. Zira ‘Bilgi Toplumu’ olmanın yolu ifrat ve tefritten uzak analitik düşünce tarzı bir usul geliştirmekten geçer.
İfrat-Tefrit
Bilgiye ulaşmayı müessese açısından baktığımızda ise bambaşka bir tabloyla karşılaşırız. Nasıl mı? Mesela bir bakıyorsun medreseler konusunda fikir beyanında bulunanlar içerisinde ifrata (aşırıya) kaçanlar olduğu gibi, az olsun benim olsun düşüncesinden hareketle tefrite (normalden aşağı) sarılanlarda var. Anlaşılan ortada bütün kabahati medreselere yükleme hastalığı veya aksayan yönlerini görememek denen basiretsizlik söz konusudur. Bikere bu mevzuda ön yargılı davrananların çoğu statükocu kesimden oluşmakta. Dolayısıyla ön yargılı kesimi fazla ciddiye almamak gerekir. Aksi halde kıymetli zamanımızı boşu boşuna harcamış oluruz. Diğer bir kesimde okullu olmayı kabul etmezler. Neyse ki günümüzde bu tip düşünceye eskisi kadar pek rağbet eden kalmadı, bu yüzden okul üzerinden tartışma yapılmamakta, daha çok medrese üzerinde tartışma yapılmakta. Ancak bu tartışma medreselerimizin lehine değil, maksadını aşacak aleyhine bir tartışmadır. Belli ki bir takım akademisyenlerimiz medreseleri son çöküntü noktasından değerlendirdikleri için bu hususta ifratta sınır tanımamaktalar. Elbette ki tenkit ettikleri noktalarda haklı oldukları hususlar vardır. Dahası medreseyi itibarsızlaştırmaya yönelik el insaf dedirttirecek türden bir ifrat yaklaşımdır bu. Oysaki topyekûn reddetme anlayışı objektif bakış anlayışla bağdaşmayacak bir yaklaşımdır. Kaldı ki ortada okullu olmaya karşıt tavır sergileyende yok.