BEYİN DAĞARCIĞIMIZ

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
BEYİN DAĞARCIĞIMIZ

SELİM GÜRBÜZER


Madelyn Burley-Allen zihinsel becerilerin geliştirilmesinde en önemli merkez konumunda bulunan beyin için; “Başlı başına kendisi bir evren” derken meğer laf olsun diye bu sözü söylememiş. Belli ki sinir sistemi beynin otomatik kontrol sistemi öncülüğünde çalışan otonom bir sistem olup merkezileşmesini sağlayan sinapslar ve ara nöronlar olarak işlerlik kazanmakta. Böylece sindirim, solunum ve kalbe ait bir takım faaliyetlerin işleyişi beyinle bağlantılı sinir kordonu ve gangliyon gibi bağımsız ağ sistemlerinin koordineli bir şekilde çalışmaları sayesinde otomatik olarak işlerlik kazanmakta. Bu yüzden otomasyon alanında sibernetik bilimin bugüne kadar elde ettiği birçok kazanımlarını sinir sisteminin bu mükemmel işleyiş yapısına borçludur dersek yeridir. Hatta bir takım canlıların beyninde bu günkü buzdolapların keşfine ilham olan soğutucu otomasyon sisteminin varlığı bunun bariz bir göstergesidir zaten. Koşan bir canlı düşünün, ister istemez bu canlı koştukça vücut hararetinin artmasına paralel ısınan kan beyne sıçrayıp canlının ölümüne yol açacağı muhakkak. İşte bu noktada Yunan Fizikçi Herophilos köpek ve koyun gibi bazı memeli hayvanların beyninde kavernöz sinus diye bilinen dural venöz sinüs boşlukta şah damarlardan ayrılan kan damarların oluşturduğu soğutucu işlem görevi yapan bir yapının varlığını keşfetmiştir. İşte bu noktada atalarımızın “Ayağını sıcak tut, başını serin” sözünü boşa sarf etmediği şundan besbelli ki canlı organizmanın işleyişindeki bu soğutucu tertibat günümüz otomatik soğutucu ve ısıtıcı çalışan tüm cihazların keşfini beraberinde getirmiştir.

Bilindiği üzere vücudumuzun en kompleks yapısı diyebileceğimiz sinir sistemimiz merkezi ve periferal (çevresel) sinir sistemleri başlığı altında beyin, omurilik ve sinirlerden oluşmuş bir yapıdır. İşte böylesi mükemmel donatılmış yapı sistemi sayesinde Nöro-sibernetik, Biyo-sibernetik, Psiko-sibernetik, Mediko-sibernetik, Sosyo-sibernetik vs. gibi birçok ihtisaslaşmış yan dallar hayatımızın her alanına girmiş gözüküyor. Sinir sistemi bağlamında merkezi sinir sistemi omurilik ve beyinden oluşan bir yapı olarak konumlanırken periferal sinir sistemi de doğrudan beyin ve omurilikle bağlantılı sinir hücreleri, sinir telleri ve ganglion gibi yapılar olarak konumlanmışlardır. Periferik sinir sistemiyle doğrudan bağlantılı sinir kordonları ise iki grup başlık altında somatik ve otonom sinir sistemi olarak sistem içerisinde yerini almışlardır. Birinci gruptakiler malum iskelet ve kasların kontrolünü sağlarken ikinci gruptakiler de istemsiz çalışan düz ve kalp kasların çalışmasını sağlarlar. Tabii tüm bu faaliyetleri yürütürken de kendi başlarına buyruk değillerdir. Bir kere periferik sisteme doğrudan bağlantılı reseptörlerce algılanan uyarılar öncelikle merkezi sinir sistemince değerlendirilip onaylandıktan sonra periferik sinir sisteme yeniden geri dönüşüm sağlanaraktan effektör (tepki organı; kas ve salgı bezi hücresi gibi) organlara gerekli uyarılar iletilmek suretiyle durum vaziyet bildirilmiş olur. Hem nasıl durum vaziyetin tepki şeklinde bildirilmiş olmasın ki, bu söz konusu yapıyı oluşturan milyonlarca nöron hücreleri devreye girip harıl harıl çalışmaktalar da. Nöronlar malum ganglionlar, beyin ve omurilik gibi sinir merkezlerinin ilk taslağı somatik (gövde), dendrit (bilgi giriş üniteleri) ve akson (bilgi çıkış üniteleri) ünitelerinden oluşan nöronların diğer vücut hücrelerinden en belirgin farkı çekirdeğinin ve sitoplâzmasının akson ya da dendrit yapıda olmasıdır. Ayrıca bu yapı içerisinde nöronlar arasında nöroglia adı verilen ara hücreler vardır ki, bunların sinir sisteminin beslenmesi, solunumu ve gerektiğinde sinirin onarımı gibi görevlerde bulundukları belirlenmiştir. Nöroglia hücreleri aynı zamanda kan damarlarıyla sıkı bir bağ kurabilen yapıda olan ara elemanlardır. Öyle ki bu sıkı bağ ilişkisinin lideri konumunda beyinden gelen sinyallere aracılık rolü üstlenmesi sayesinde kalpte kanın pompalanmasından tutunda daha nice hayati fonksiyonlar icra edilmiş olur.

Beynimiz anatomik ve fonksiyonel açıdan üç tabaka zarla kuşatılmıştır. Ve her biri kendi arasında loplara ayrılmış yarım küreler halde ön, orta ve arka beyin olmak bölümlerinden oluşmuş bir yapıdır. Söz konusu bu yapıyı oluşturan yarım küreler boz renkli bir kabukla kuşatılmış olup bu kabuğun içerisinde beynin bir bölgesinden başka bir bölgesine sinir sinyallerini taşıyan akson demetleri denen ak madde de vardır. Öyle ki beyinin sağlı sollu ana eksenini oluşturan her iki yarım küre ak maddeden oluşmuş iki köprüyle birbirine bağlanmışlardır. Böylece bu sayede 1200 - 1400 gr ağırlığında olan insan beynine ait hücreler arası bağlantı kurulmuş olup bu noktada omurilik soğanı vücuttaki solunum, kalp atışı ve kan basıncı gibi otonomik faaliyetleri kontrol ederken beyincik ise vücudun duruşunu ve iskelet kaslarının kasılmasını koordine eder.

Evet, yaratılış kodlarımızda beyne işlevlik kazandıracak böylesi mükemmel donanım varsa bizde varız demektir, yok eğer böyle bir donanımdan mahrumsak varlığımızın bir anlamı kalmayıp fikren zikren yokuz demektir. Gerçekten de düşünen varlık olarak var oluşumuzu anlamlandırabilmemiz ancak beynin her iki lobunun da iyi yönde işletilmesine bağlıdır. Hele bilhassa ön beyinde (uç ve ara beyin), talamus, hipotalamus, hipofiz ve beyin yarım kürelerinin bulunması hasebiyle tüm duyu faaliyetlerimiz talamus aracığıyla nizama sokularaktan anlamlandırılmış olur. Bir başka ifadeyle gerek kendi isteğimiz doğrultusunda irademize bağlı nükseden davranışlar, gerek ruhi ve zekâyla ilgili fonksiyonlar gerekse beş duyunun işlevlerini kapsayacak tüm faaliyetler belli ki bu söz konusu beyne ait istasyonlarda gerçekleşmektedir. Derken zekâ, hafıza, öğrenme, yazı yazma, konuşma ve hayal vs. gibi oluşumlar ön beynin istasyonlarında sahnelenmiş olur. Hakeza konuşma melekesi de beyinle doğrudan irtibata giren bir takım alıcı sinyaller veya bilişsel hislerin beynin talamus istasyonunda değerlendirmeye tabii tutulmak suretiyle buradan beyin kabuğuna taşınıp böylece kelimeler adeta ete kemiğe bürünerekten dilden dökülmesi vuku bulur. Hatta doku ve kasların düzenli çalışması da hipotalamus istasyonunda sinir ve hormonal sistem arasındaki koordinatörlüğünde beyin faaliyetlerine bağlı olarak işlerlik kazanmakta. Nitekim bu alanda yapılan araştırmalar neticesinde beynin sağ yarım küresi vücudun sol yarısını, sol yarımkürenin ise sağ yarısını idare ettiği belirlenmiştir.

Genel itibariyle beyin serebrum (asıl beyin) ve serebellum (beyincik) olmak üzere iki ana başlık altında incelenmekte olup her ikisi arasında konum itibariyle en belirgin fark serebrumun kafatasımızın ön ve üst tarafında bulunması, beyinciğin ise kafatasımızın arka bölmesinde yer almasıdır. Hakeza her ikisinin ortak yönleri ise kendi içlerinde sağ ve sol yarımkürelere ayrılmış olmalarıdır.

Beyincik

Beyincik dışı boz, içi ak maddeden oluşup vücut dengesinde, hareketlerin düzenli işleyişinde ve kasların kasılıp gevşemesinde vazife görür. Ayrıca istem dışı oluşan refleksler beyin kabuğunda değil beynin altı kısmı beyincikte değerlendirmeye tabii tutulması hasebiyle böylesi bir duyu sistemine “bilinçsiz derin duyarlılık” denmektedir. Kelimenin tam anlamıyla bilinç dışı gelişen otomatik refleksler bu sistemin yansıması sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Omurilik soğanı

Beynin alt kısmında beyinciğin yanı sıra omurilik soğanı bulunup beyni omuriliğe bağlayan ak maddeden teşekkül etmiştir Vücuttaki hayati faaliyetlerin merkezi konumunda bulunan omurilik soğanı aynı zamanda solunum, dolaşım, boşaltım ve vücut metabolizmasıyla ilgili faaliyetleri de yürütmekte. Omurilik soğanın devamı boyunca uzanan omurilik ise malum merkezi sinir sisteminin ikinci kordonu diyebileceğimiz 45–50 cm uzunluğunda kuyruk sokumuna kadar uzanan bir sinirimizdir. Peki, bu uzunlukta ki sinir kordonumuz ne işe yarar derseniz, bu noktada cevaben; omurilik üzerinden iletilen sinyallerin vücudun her tarafına yayılan sinir ağına dağılımını aracılık yapması içindir deriz elbet. Nitekim omurların çeperlerinden etrafa adeta kılcal damarlar gibi salkım saçak salınan beyaz renkli sinir ağları vücut içerisindeki tüm organlar arasında iletişim hattı oluşturmaktadır. Hatta sinir ağlarımız beyinle organlar arasında iletişim hattı oluşturmanın yanı sıra beş duyu organımızdan gelen sinyalleri beyne iletilmesinde aracı vazife de görmektelerdir. Madem aracı rol üstlenmiş durumdalar, o halde omuriliğin üstlendiği görevleri genel hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz:

“ -Beyinden vücuda dağılan sinyallere geçitlik yapmak,

-Vücudun iç organları ve salgı bezlerinin faaliyetlerini kontrol ve idare etmek,

- Kasların kasılıp gevşemesinde refleks aracı olmasıdır.”

İşte sıraladığımız omurilik tüm bu faaliyetleri yürütürken tabii ki tek başına değil, aynı zamanda ki kendisine eşlik eden beyin, beyincik ve omurilik soğanıyla birlikte görevini yürütmektedir.

Otonom ve parasempatik sistem

Bilindiği üzere beyinden 12 sinir kordonu, omuriliktense 31 çift sinir kordonu çıkmaktadır. İşte bu iki kanaldan dal budak salan sinir kordonları; duyu sinirleri ve motor sinirlerince iletilen sinyallerce kontrol edilir de. İyi ki de kontrol edilmekteler bu sayede dolaşım, solunum, salgı bezleri, kalp, kas vs. tüm sistemlerin faaliyetleri bizatihi merkezi sinir sistemini oluşturan beyin ve omurilikle bağlantılı motor sinirler aracılığıyla yürütülmüş olmakta. Üstüne üstük yürütülen tüm bu faaliyetler bizim irade ve isteğimiz dışında otomatik olarak gerçekleşmektedir. Ancak şu da var ki neşe ve elem verici soyut melekelerin beynin hangi merkezlerde işlerlik kazandığı konusu tam netlik kazanmış değildir. Hatta buna konuşmak, yazmak gibi melekelerde dâhildir.

Sinir sistemimiz malumunuz birbirinden ayrı iki yapıda olan otonom sinir sistemi ve parasempatik sistem tarafından organize edilirler. Bu iki sistem bir yandan organların çalışmalarını ayarlarken, diğer yandansa birbirlerinin tam zıddı reaksiyonlar göstererekten sinir sistemlerinin organizasyonlarını belli bir ayarda tutup dengelemiş olurlar. Nasıl mı? Mesela bir bakıyorsun sempatik sistem kalbin çalışmasını hızlandırırken diğer taraftan bir bakıyorsun parasempatik sistem de tam aksine yavaşlatmaya yönelik eylemde bulunarak kalp ritmini dengede tutmakta. Bu demektir ki sinir ağımız sırf sempatik sistemle kontrol edilmiş olsaydı hızla çarpan kalbin hacimce büyümesi nedeniyle kalp krizinin nüksetmesi kaçınılmaz hal alacaktı. Yok, eğer sinir ağımız sırf para sempatik sistem tarafından kontrol edilmiş olsaydı bu kez ağır işleyen kalbin yavaşlaması nedeniyle yine kalp krizinin yaşanması kaçınılmaz hal alacaktı. İlla ki her iki sisteminde tek başlarına değil karşılıklı birbirlerine reaksiyon göstererekten çalışır halde olmaları gerekir ki vücutta işleyen pek çok sistemin denge ayarları sağlanmış olsun. Aksi halde her iki sisteminde bağlı olduğu koordinasyon merkezlerinde en ufak bir arızanın nüksetmesi durumunda sinir sisteminin bütününde veya bir bölümünde felç durumu nüksedeceği gibi hafıza kayıpları ve bir takım ruhsal problemleri de beraberinde getirecektir.

Sinir sistemi

Evet, yukarıda da belirttiğimiz üzere sinir kordonlarımız dendrit ve akson denen nöron hücrelerinden meydana gelmiştir. Öyle ki sinir akımı sinir kordonu boyunca nöron hücrelerince işleme tabii tutulup pek çok kimyasal ve elektriksel olayların cereyanı gerçekleşiverir. Öyle ki sinir kordonu boyunca ilerleyen sinir akımı bir yandan dendrit bağlantısıyla ilgili hücrelere iletilirken diğer yandan da akson tarafından bir sonra ki hücreye doğru aktarılma işlemleri yürütülmüş olur. Hatta bu iki nöron hücresinin birbirine bitişik olmadığı arada çok küçük boşluğun varlığı tespit edilmiş olup, bu aralığa sinaps denmektedir. Sinapslar daha çok gelen mesajların dilini çözme görevi yapıp “evet ya da hayır” şeklinde değerlendirmeye tabii tutmakta. Böylece ‘evet’ onayını alan unsurlar hücre içerisine geçebilirken “hayır” alanlarda hiçbir işleme tabii tutulmazlar. Oldu ya, bir şekilde program dışı beklenmedik arızi bir durumda ‘evet’ onayıyla sızmayı başaranlar, bu kez akson, nöronların sinaps denen özelleşmiş bağlantı noktaları aracılığıyla durum vaziyeti üst karar mercilere bildirilip tıpkı bilgisayar anti virüs programında olduğu gibi karantinaya alınmış olur. Anlaşılan o ki sistemin en ufak sızmaya tahammülü yoktur. Hatta akson, sinaps boşluklarına komşu hücreler aracılığıyla beyinle koordineli çalışan ilgili merkezlere durum vaziyet bildirilip böylece yanlış işlemlerin düzeltilmesi cihetine gidilir.

Son derece modern teknoloji ile donanmış günümüz insanı, ilk insanlara göre beynini daha fazla kısmını kullanıyor kullanmasına ama hale geriye kullanılmayan önemli açığın hala açıkta kaldığı bilinen bir gerçekliktir. Öyle ki insan hayatı boyunca beynini ne kadar çalıştırırsa çalıştırsın beyindeki sinir hücrelerinden ancak küçük bir kısmını kullanıma alabiliyor. Yani daha geride kullanılmayan bir sürü alan bırakmakta. Dolayısıyla halk arasında sıkça; “Fazla bilgi öğrenmek insan aklını oynatır” söylemi kendiliğinden çürütülmüş olur. Belli ki insan hayatı boyunca ne kadar beyin fırtınası yaparsa yapsın beynin tüm kapasitesini tam olarak kullanamayacaktır. Yine de her şeye rağmen kâinatta kendini aşma arzusunda olan tek varlık insandır. Madem kendimizi aşma iştiyakıyla yanıp tutuşuyoruz o halde ne diye aklım çalışmıyor bahanesiyle beyin kapasitemizi sınırlı tutmaya mahkûm edelim ki.

Yüce Allah, topraktan halk eylediği Âdem’e isimlerini de öğretip böylece beyin dağarcığını tam kapasiteyle çalışır bir şekilde donanımlı kılmıştır. O halde insanı en mükemmel bir şekilde donanımlı kılan aynı zamanda onun ihtiyaçlarını ezeli ilmiyle bilip insan ve kâinatla birlikte geçmişe-geleceğe mutlak hâkim Yüce Mevla’mıza ne kadar çok şükretsek azdır.

Sinir sisteminin daha gelişmiş şekli omurgalı canlılarda mevcut olup, bu sistemin hiyerarşik tepesinde oluğu andıran kanallar arasına simetrik şekilde sıralı dizilmiş kıvrımlardan oluşan beyin dağarcığımız yerleştirilmiştir. Beynin iki yarım küresi iki ana eksenli bir kanalın yanı sıra ön, arka ve şakak (temporal lob) olarak üç ana lobdan teşekkül edip bu yapının aşağıya doğru uzanan merkezi oluk (sulcus centralis) kanalının ön lobu alın kısmını (frontal) oluştururken, diğer kısımlarını da yan (paryetal ve arka loblar (oksipital) oluşturur. Böylece merkezi kanalın ön lob bölgesi bir takım akl etme gibi faaliyetlerde bulunurken arka lob bölgeler ise daha çok duyumlarla ilgili faaliyetlerde bulunmakta. Hele bilhassa beyin dağarcığımız sinir sisteminin merkezinde konumlanması hasebiyle ipleri elinde tutup tüm yürüteceği faaliyetleri merkezden çevreye doğru iletişim hattı üzerindeki omurilik ve periferi (çevre) sinir ağı koridoru üzerinden gerçekleştirmiş olur. Belli ki bu koridor üzerinde tüm faaliyetlerin yürütmek adına beyinde ortalama 10 milyar sinir hücresi ve sinir hücreleri birbirine bağlayan milyarlarca sinir lifleri sırf bu iş için görevlendirilmiş durumdalardır. Derken bizler de bu arada gece gündüz demeden harıl harıl işleyen mükemmel donanımlı bu sistemin ne kadar karışık bir yapı olduğu idrak etmiş oluruz. Peki böylesi son derece komplike bir yapıyı daha da anlaşılır kılmak için nasıl tanımlayabiliriz derseniz en basitinden nasıl ki bir hücrenin yapısını genel hatlarıyla incelediğimizde hücre zarı, sitoplâzma ve çekirdek diye tanımlarız ya, aynen öyle de bir sinir hücresini de dışta zar, iç kısmı sitoplâzma, çekirdek ve nissl cisimciklerinden oluşan bir yapı olarak tarif edebiliriz pekâlâ. Hatta bu yapıyı ağaç veya otsu bitkilerin yaprak gövde ve kök düzeninin bir başka versiyonu şeklinde inşa edilmiş bir yapı olarak da tanımlayabiliriz. Ayrıca bu yapı içerisinde sinir hücresinin zarından (mebran) dışarı uzanan saçak şeklindeki dendritler haberleşme sisteminin birinci basamağını oluşturup gelen mesajları anında yanı başında ki akson demetlerine iletmektedir. Akson ise gövde uzantısı ikinci bir basamak konumda bir nevi gelen mesajların ne anlama geldiğini çözen editör rolünde veya şifre ayıklayıcı bir mekanizma olarak görev yapmaktadır. Öyle ki ikinci istasyonda kendisine iletilen şifreleri çözmekle kalmayıp harmanlayıp ileteceği mesajları bağlı olduğu kas liflerine de nakl etmekte. Oldu ya, akson kendisine gelen mesajları ayıklarken bir başka sinire iletme kanaatine vardı, bu durumda kendi kendine baloncuk (ganglion-düğüm) oluşturup komşu sinir hücrelerin gövdesi veya dendriti ile irtibata geçmesi sonucunda snaps (bağlantı) oluşturacaktır.

Şu da var ki, beynin içerisinde herhangi bir aksiyon oluşturmak için illa özel bir gayret gerektirmiyor. En basitinden beş duyumuzla alakalı gönderilen sinyallerin bağlantılı olduğu beyin merkezine ulaşması yetebiliyor. Nitekim beş duyu organımızdan gelen uyarıcı mesajlar, kendine has alıcı (reseptör) hücreler üzerinde elektrik akımı oluşturabilmekte. Öyle ki oluşan elektrik akımı sinir hücresinin yapısını teşkil eden dendrit, gövde (soma) ve akson istasyonlarına aktarılıp bu sayede ara istasyon görevi üslenmiş sinir hücrelerin oluşturduğu düğüm şeklinde gangliyonlara elektriksel mesaj olarak iletilmiş olur. Derken elektrik akımı şeklinde gelen mesajlar burada bir takım analizleri yapılarak en son kontrol merkezi olan beyne gönderilir. Öyle anlaşılıyor ki irritabilite denilen uyarılabilme ve kondiktivite denilen uyartıları taşıma işlemleri sıradan işler değil. Belli ki ikili hesaplama programın gereği iletilen uyarıların (impuls) karşılık bulması sinir hücrelerinin vereceği “Evet” ve “Hayır” cevabına bağlı olarak en iyi şekilde neticelen işlerdir. Tıpkı bu elektrik kontağında “evet ve hayır” anlamına gelen “kapat (0) ve aç (I) “denen açılır kapanır anahtar düğmeyle çalıştığı şekliyle dijital ekranda sayısal rakamların harflere dönüşmesinde olduğu gibi neticelenip sahne almakta. Sinir sistemi bundan da öte sisteme giren bazı olumsuz sinyaller karşısında gerektiğinde icraatını durduran (inhibasyon) ve gerektiğinde gelen olumlu mesajlarla faaliyete geçmesini bilen (eksitasyon) mükemmel bir donanım olarak da dikkat çeken bir yapıdır. Mesela ağız kısmı son derece vagus ve fasiyal sinir çiftlerin oluşturduğu sinir ağı bakımdan zengin olup, özellikle üst damağın mukoz zarı, azı dişleri vs. alt çene (mandibula) ve üst çene (maksillar) çiftlerine iletişim bir sinir uzantısının iletişime geçmesi sayesinde sindirim işlemleri start alabiliyor. Hatta dilin ön yüzünün tat alma fonksiyonu yüz sinirinin (Chorda tympani) bir lifi tarafından aktif hale getirilir. Böylece yüz travmalarında sinir lifinin ansızın kesilmesi tatlı, tuzlu ve ekşi algılamaların hissedilmemesine neden olup Yunus misali “Bir ben vardır benden içeri” dediği ortada bir uyaran var birde uyarılan sistemlerin varlığının yanı sıra her ikisi arasında aracılık yapan sinir sistemi ve hormonal sistemin varlığı da söz konusudur. Sinir sistemi elektrik yüklü sinyallerle haberleşmeyi sağlar. İç salgı bezleri ise hormonların bir nevi iletişim dili olup hipofizin ön lobunda hipotalamustan salgılanan kendine özgü maddelerin etkisiyle işlerlik kazanır. Görüldüğü üzere iç salgı bezleri kendi hormonlarını kana taşıyarak organlar üzerinde hem emir hem de düzenleyici görev yapmaktalar. Bundan ötürü iç salgı bezleri bulunduğu organın şekline ve tipine göre hormon adını alırlar. İç salgı bezlerinin organlar üzerinde yeterince gerekli düzenlemeler icra etmesine rağmen, oldu ya vücut iklimimizde birtakım arızı durumlar nüksetti diyelim, bu durumda ne yapılacak diye hemen de telaşa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü bu kez feedback (negatif geri tepme) denen geriye doğru iletişim mekanizmaları devreye girip hormon salgısı ya azaltılarak ya da çoğaltılarak bir şekilde vücudun denge ayarı sağlanır. Mesela kan şekeri yükseldiğinde düşüren, düştüğünde yükselten sistemler her an göreve hazır vaziyette vücudumuzda mevzi almış durumdalardır. Demek ki başlangıçta hipofiz bezi tarafından iletilen bir cümlelik anlatım, emri altında ki iç salgı bezlerince uygulanıp belirlenen hedefe ulaştıktan sonra, bir bakıyorsun lüzumu hallerde bir cümlelik feedback bağlantısıyla ‘maksat hâsıl olmuştur’ deyip sabit bir cümle haline dönüşebiliyor. Fakat bazı durumlarda var ki feedback bağlantıları hâlihazırda olmakla beraber mesajlarda bazı gecikmeler nüksedebiliyor. Elbette ki böylesi durumlarda da durduk yere hemencecik hiçte telaşa kapılmaya gerek yoktur, hani komutanlar askerlerin iki ellerini uzattırarak parmaklarının titreyip titremediklerini kontrol ederler ya, aynen öylede vücudumuzda da sinir sistemine ait karşılıklı birbirini kontrol eden negatif geri tepme bağlantılarının varlığı söz konusudur. Gerçekten de ellerimizi uzattığımız da çoğu kez inceden inceye titrediğini gözlemleriz. Ve bu titreme hali maraz bir durum olmayıp, aslında sinir sistemi üzerinde karşılıklı kontrol mekanizmaların cerayan ettiği negatif geri tepme (feed-back) bağlantıların bir yandan nöronları çekip gevşetirken, diğer yandan da denge ayarlamaları yapmasına paralel nükseden hafif nitelikli diyebileceğimiz normal titreme durumudur. Bir başka ifadeyle ellerim titriyor diye doktor kapısına koşturacak cinsten bir vaka olmayıp vücudun kendi içerisinde gerçekleştirdiği gecikmeli mesaj niteliğinde bir dinamik denge ayar operasyonudur. Hakeza sıtma nöbetine tutulan bir hastanın titremesi de karışı koyulan mikroba karşı verilen bir savaşın gereği vücut hararetinin yükseltilmesine yönelik bir tür feedback hamlesidir. Zaten bunun aksi bir durum ortaya çıksa aynı yönde tesir etme anlamına gelen pozitif geri tepme vuku bulur ki, bunun anlamı ölüm demektir. Düşünsenize bir sistem sürekli tahrip olduğunda bir noktadan sonra her türlü müdahaleye karşı kayıtsız kalabiliyor. Dahası çöküş sürecine girmiş bir sistemin tüm denge ayarları maksimum seviyelerde alt üst olacağından artık sıfır noktasına kaçış denilen sistemin durma olayının gerçekleşmesi kaçınılmaz hal alacaktır. İster buna alın yazısı, ister pozitif geri tepme denilsin, isterse beyin ölümü denilsin sonuçta her şey fani, fakat baki kalanın ancak ve ancak “Allah” olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Çünkü kontrolden çıkan her sistemin bir gün mevta olmaya mahkûmdur. Feed-back mekanizmasının cenderesinden çıkan bir hasta hangi hastalığa yakalanmışsa o hastalıkla ilgili laboratuar bulguları ya maksimum seviyelere doğru sürekli yükseliş gösteren eğriler şeklinde ya da sürekli minimum seviyelere inmiş eğriler tarzında kendini gösterecektir. Bu sürekli iniş veya çıkış eğriler aslında önüne geçilmez pozitif geri tepme denilen bir tükeniş, bir yok oluş işareti sayılır ki; buna kısaca dinimiz ecel demektedir.

Sakın ola ki beyine et parçası deyip es geçmeyenseniz, zira beyni hafife almakla pişman olabilirsiniz. Bakın insan kafatasına yaklaşık 1,5 kilogram ağırlıkta yerleştirilmiş olan beyin, belki de kainatta yaratılanlar içerisinde en kompleks yapıda donatılmış organımızdır. Öyle ki okyanus ötesini aşacak türden uzakta sandığımız birçok olaylar ve nesneler beynimiz içerisinde yoruma tabii tutulup bir filim şeridi şeklinde izler halde gözümüzde canlanması hasebiyle aslında bize çok yakındırlar. Hakeza ışık yılı uzaklıkta ilan ettiğimiz yıldızlar beynin görüntü merkezine çoktan yerleşmişler bile. Bundan da öte oturduğumuz herhangi bir mekânın görüntüsünü her daim içerimizde taşırız. Bu noktada ister istemez biz mi bulunduğumuz mekânının içerisindeyiz yoksa mekân mı bizim içerimize geçmiş durumda mı sorusu aklımıza takılacaktır. Doğrusu şimdiye kadar paylaştığımız her mekânın hep içerisinde olduğumuzu sandık. Hâlbuki oturduğumuz mekân bizim içerimizdedir. Bizi yanıltan oda veya salon değil, belki de bizi yanıltan bedenimizin fiziki olarak bulunduğumuz mekânda bulunmasıdır. Sanki bu olay yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusu gibi bir şeydir bu. Yani bir anlamda bedenin soyut olarak beyinde yer almasıdır. Düşünsenize ip üzerinde atlayan bir akrobatın ters takla atlayıp, tekrar ip üzerinde durabilmektedir. Görenler akrabotun hareketlerine hayran kalırlar. Oysa bu yapılan hareketler beynin her iki durumda da denge hesabının ortaya koyduğu bir duruştur. Hatta akrabot beynin bu denge ayarını yakından görmüş olsaydı işte o zaman şaşkınlıktan akli denge kaybına uğramasıyla birlikte her an tepe taklak seyircilerin üzerine düşmesi an meselesidir. Bu yüzden beynimiz hakkında iyi bir hayat okuyucu ve beş duyumuzdan gelen uyarıları elektrik sinyaline dönüştürerek yorumlayıp anlamlı hale getiren mükemmel bir hazinedir şeklinde tanımlama yapsak yeğdir. Nitekim yukarıda da bahsettiğimiz gibi insan beyni 10 milyar adet sinir hücresinden meydana gelip, bir o kadar da karar merkezleri mevcuttur. Düşünsenize bir bilim adımı 10 milyar sinir hücresinin birbirleriyle olan bu kadar sayıda bağlantıları görüpte hala Allah’a iman etmiyorsa pes doğrusu. Dolayısıyla milyar rakamla ifade edilen beyin sinir sisteminin merkezi konumunda olduğundan onu karizmatik bir lider ilan edebiliriz.

Beyin genelde loplardan oluşup kendine has alt ve üst merkezleri vardır. Bu lopların her biri birbirlerine bağlı kendi çapında elektronik merkezi fonksiyon üstlenirler. Mesela beyin kabuğunun arka lobunda görme fonksiyonu icra eden görme merkezi, şakak kısmında ise işitme ile ilgili merkezler mevcuttur. Çalışma mekanizması elektrokimyaya dayanmaktadır. Şöyle ki yukarda bir nebze değindiğimiz üzere duyu organları vasıtasıyla gelen uyartılar çeşitli santrallerde birleştirilip (integrasyon) değerlendirilerek işlenmekte (bilgi işlem-İnformation processing), derken bu bilgiler akabinde “Evet” (and), “Veya” (or) ya da “Değil” (not) şekline dönüşerek üçlü karara bağlanabilmektedir. Yani sinirler tarafından iletilen mesajlar 60 ila 70 mili volt (Mili volt:1/100 volt) arası seviyelerde seyreden bir elektrik enerjisine dönüşüp akabinde beyne ulaşmaktadırlar. Bu enerji hiç kuşkusuz sodyum ve potasyum molekülleri tarafından temin edilmektedir. Böylece gelen sinyaller beynin karanlık hard diski alanında işlenip, ekrana görünüm olarak yansır. Buradaki görünümden maksat bir ses, bir konuşma veya görme şeklinde algılanabileceği gibi hissetmek tarzında da algılanabilir. Mesela ayağımıza bir diken battığında duyu organları vasıtasıyla sinirler tarafından algılanan bilgiler (enformasyon) kimyasal bir terkiple elektrik enerjisine çevrilip beyne iletilerekten bildirilmesi bu kabildendir. Bir başka ifadeyle beyin sadece kendisine gelen sinyallerin gereğini yapıp ayağımızı çekmemiz noktasında refleks tarzı cevaba dönüştürür. Hakeza beyne gelen bir takım ses dalgaların matematik analizi yapılıp sonra değerlendirilmesi de bir bambaşka mucizevî olay gibi gözükmektedir. Çünkü çoğu kez sıradan, basit ve şuursuz sandığımız hava atomlarının titreşimleri geçte olsa bir zaman sonra mana yüklü bir mucize olduğunu fark ederiz. Anlaşılan o ki beyin gelen mesajları sadece yazılıma çevirmekle kalmayıp mesaj nakletme kapasitesinin 210.000.000.000 olarak gerçekleştiği deryayı umman bir âlem olduğu gözükmektedir. Beynin diğer geri kalan kısımları ise elektrokimyadan uzak gibi görünen uyarılmayan sessiz bölgeler olarak tanımlanıp, belli ki buralar daha çok ruhi faaliyetlerle ilgili hadiseler cereyan etmekte. Her ne kadar materyalistler ruh gerçeğinden uzak kalsalar da, ruhun şuur sahibi her insana has bir durum olduğu gerçeğini değiştiremiyeceklerdir. Bu yüzden bir bilge insan şuuru tarif ederken “İlim ilim bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” demekten kendini alamamıştır. Kelimenin tam anlamıyla şuur kendini bilme prensibine dayalı bilinç demektir. Bilme olayının en mükemmel hali ise bildiğini bilmek olsa gerektir. Belki buna bildiğini yaşamakta denilebilir ki, işte bu noktada ruh devreye girmektedir. Zaten ruh melekesini çözmek insan gücünün üstünde bir olgudur. Nitekim Rabbül âlemin; “Sana ruhtan soracaklar. De ki, o Allah’ın bir emridir. İnsanlar ondan çok az şey bileceklerdir.” (İsra, 85) diye beyan buyurmakta.

Hafıza (bellek)

Hafıza güçtür. Allah korusun insan hafızasını kaybetse gerçekten güç ifadesinin mana ve ruhunu daha iyi anlayacaktır. Hafıza olmadan hiçbir şey akılda tutulamayacaktı. Öyle ki beynimiz takriben bir milyar civarında bilgi saklama kapasitesine sahiptir. Bu kadar bilgi kapasitesine sahip insan yukarıda da belirttiğimiz üzere beyninin ancak %10’unu kullanabilmektedir. Düşünebiliyor musunuz %10’luk kullanımla bile insanoğlu kâinata meydan okuyabilmekte. Dahası var; bikere her şeyden önce insan eliyle yapılan bilgisayarlar herhangi bir kokuyu ya da bir lezzeti belleğinde tutup yorumlayamazken, etten yaratılmış beyin dağarcığımız bir bakıyorsun hemen hemen tüm kokuların yanı sıra ekşi, tat her ne varsa hemen hepsini yorumlayıp kimini burnumuzda kimini ise dilimizde sahne aldırabiliyor. Demek ki beynimiz hem yorumlama hem de akılda tutma denilen meleke var. Bu melekeler sayesinde günlük hayatta sıkça kullandığımız şifre veya telefon numaralarını aklımızda tutabilmekteyiz. Tabii ki akılda tuttuklarımızın bir kısmı geçici, bir kısmı da kalıcı olarak yansımaktadır. Herhangi bir travmaya maruz kalmadıysak kalıcı melekelerimiz ömür boyu emrimize amade olarak tüm bilgiler beyin hard diskinde hazır bulundurulabilmektedir. Geçici bilgilerin kayd olduğu hard diskimiz ise ismi üzerinde geçici, yani yeni bilgiler devreye girdikçe eskiler kayıttan düşüp unutulabiliyor. Hele hele yaşlandıkça bilgi kaybına büsbütün uğrayabiliyoruz da. Belli ki beyin hücreleri zaman içerisinde etkisini yitirebiliyor. Hele bilhassa bu noktada sinir hücreleri beynin yıpranmasına paralel multipotent özelliğini yitirip kendisini değim yerindeyse elden ayaktan düşercesine yenileyemez hale girebiliyor. Unutmayalım ki insan vücudunda her gün 50 -100 bin arasında sinir hücresi hayata veda etmektedir. Ölen hücreler ile birlikte bilgilerde kaybolabilmekte. Zekâmız zindeliğini yitirdiği gibi bölünmelerin hız kesmesiyle birlikte dönüşü olmayan bir yol ayrımına girmiş olurlar. Kaldı ki enformasyon kayıpların açtığı gedikler kontrolsüz üremeleri beraberinde getireceğinden dolayı beyin hücreleri ister istemez ur denen tümörlere maruz kalacaktır. Yine de her şeye rağmen bilgilerin akılda kalması kadar unutmakta büyük nimettir tarzında düşünmekte fayda var. Düşünsene başımıza gelen her türlü elem verici hadiseleri unutmasaydık halimiz nice olurdu. Belli ki yüzümüz hiç gülmeyeceği gibi olan bitene kayıtsız kalıp derbeder olacaktık. Anlaşılan o ki; Yüce Allah hafıza ve unutma melekesini birbirini dengelesin diye yaratmış.

Beynimizin en kolay yaptığı iş olumsuz olan her ne varsa onu derhal programlayabilmesidir. Madem öyle zihin kodlarımızı hep olumlu pozitif bakış açısıyla beslemekte fayda var. Bunun için evvela kendimizi olumlu düşünmeye veya her şeye güzel bakmaya alıştırmak, dilimizi de olumlu cümleler kurmaya alıştırmak gerekir. Nitekim eline, diline, beline sahip olan icabında kâinata meydan okuyabiliyor da. O halde kul olmanın idrakiyle dua ederken “Allah’ım hayırlı değilse üniversiteyi bana kazandırmayı nasip etme” yerine “Allah’ım bana hayırlı üniversiteler kazanmayı nasip eyle” tarzında hiçbir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın umut dolu bir dil kullanmakla olumlu düşüncelerle zihin kodlarımızı besleyebiliriz. Dolayısıyla siz siz olun kullanacağınız cümlelerinizde asla olumsuz ve karamsar kelimelere yer vermeyin. Hani bir söz vardır ya “Güzel gören güzel düşünür, güzel bakan güzel görür, güzel rüya gören mutlu olur” diye. İşte bu tür akıl dolu sözler hepimizin kulağına küpe olsun ki, atalarımızın öğütledikleri “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır “ sözünden maksat hâsıl olmuş olsun.

Vesselam.
 
Üst