Büşra'nın anahtar sembolünden tarikatin karakter eğitimini örneklendirelim inşallah.. Her insan, doğuştan ham anahtardır. İçine doğduğu kültürün etkisi ile bu anahtar işlenmeye başlar. Ana kucağında başlar bu işlem.. 5 duyu organı üzerinden çevre ile girilen iletişim, bu anahtarın dişlerini şekillendirir.. Buna felsefede diyalektik denir. Diyalektiğin iki istikameti vardır. Ya hayvandan aşağı düşürür, veya melekten üstün yapar.. İletişim üzerinden olgunlaşma süreci!.. Bu ham anahtar iki alemden birisine göre şekillenir. Genelde bu şekillenme dünya kapılarını açacak istikamette gelişir. Buna tabiat diyoruz.. Yaşama içgüdsü gereği nefs-i emmare otomatikmen böyle gelişir.. Başına gelen nagatif tecrübeler onun karakterini şekillendirir. Birisinden kazık yer daha ortaklığa girmez. Sever, sevdiğine teslim olur, terk edilir, daha sevmekten korkar.. Hep böyledir.. Başa geldikçe (çile) bu ham anahtarın dişleri şekillenir. Şekillendikçe daha çok kapıları açmaya müsait hale gelir.. Bir de depresyon faktörü vardır.. Anahtar, bir kapıda kırılır ve orada helak olup gider.. Allah korusun, çağımızın en yaygın hastalığı malesef bu.. Dünya böyle hasta yapıyor.. Dünyada her kapıyı açmaya müsait hale gelen anahtarlar ne hikmetse cennetin kapısını açmıyor..
Tasavvuf buna bir metod geliştirmiş. Hakikat denizinden bahşedilen hikmetleri uygulamaya geçirmiş ve tekke kültürünü geliştirmiş.. Bu kültür, islama ters değildir. Bizzat Hz. Peygamber'in sahabede uyguladığı kültürdür. Bu yaşanır. Her nesil bunu yaşamakla mükelleftir. Bu iş kollektif olmak zorundadır, yalnız olmaz!..
Kamil Mürşitler, işte bu bozuk dişli dünya anahtarını alırlar ve ona hakikatin kapılarını açacak dişler nakşederler. Nakşiliğin töresi budur.. Teslimiyet şartı buradan geliyor.. Cızlata cızlata anahtarın dişlerini kazımadan olmuyor bu iş.. Çile faktörü demiştim.. Nasıl ki dünya, kendi çilesini çektire çektire bozuk dişler kazımışsa o nispette Kamil Mürşit, birtakım çileler çektirerek bu bozuk dişleri kırar.. Mesela zenginsen sana bütün malını fakir fukaraya dağıtmanı emreder.. Hatta bu dağıtma işinden namlanacağını bilir, bütün malını satıp parasını ırmağa atmanı emreder.. Bu imtihanlar büyük imtihandır.. Lakin başarıldığı zaman karakterde oluşacak değişimler kalıcı olur..
Kavuşmak istiyorsan Mevla'ya, vur tekmeyi dünyaya..
Gel zaman git zaman bu nefs olgunlaşır. Bilhassa 'Allah' ve 'la ilahe illallah' gibi zikirlerle bu değişimde gaye nedir, hep hatırlatılır, canlı tutulur. Çünkü nefis, olgunlaşırken istikametten şaşmamalıdır. Hangi kapının anahtarı olmaya talip olduğundan gafil olmamalıdır. Artık bu karakteri değişmiş olan nefsin akletmesi, fikretmesi, ibadeti, vehlasılı bütün eylemleri kendisi için değil, ümmet için olur..
Genel hatları ile tarikat metodu budur..
Bu noktada ''ben müslüman olduysam her şey tamam'' diyebilirsiniz. ''Kur'an'ı okur amel eder, kurtarırım'' diyebilirsiniz. Evet, mümin olursun ama müslüman olur musun orası var! Müslüman olmak, teslim olmaktır. Neye, nasıl ve neyin ile teslim olacaksın? Mesele bu.. Sahabenin çektiği çileyi çekmeden gerçekten iman ettiğini sananlar ne büyük bir yanılgı içindedir..
Bu platform malesef istismara çok müsait bir platform. Bu bir gerçek.. Onun için İmam-ı Rabbani kuddissesirruhu hazretleri Kamil Mürşitte şu 5 şartı aramamızı öneriyor.. Bu 5 şart varsa teslim olabilirsiniz diyor.. Çünkü teslim olma şartı bu işin olmazsa olmazlarındandır..
Kamil Mürşitte aranacak 5 şart:
1) Silsilesi olacak!..
2) Kur'an'a uyacak. Farzlardan, emir ve yasaklardan hiç eksiği olmayacak..
3) Sünnete uyacak. Sünnete muhalif bir ibadeti olmayacak..
4) Nafile ibadetleri dahi terk etmeyecek.. Edeplere uyacak..
5) Yetiştirdiği müridlerde dahi, ağırlıklı olarak, bu vasıflar olacak..
Eğer bu 5 şartı gözlemleyebiliyorsanız korkmadan (bu büyük karakter değişimine) teslim olabilirsiniz. Tek başına böyle bir işe girişmek inanı delirtebilir.. Beyin bu işi kolay kolay kaldıramaz.. Muhakkak bir Kamil Mürşitin gözetimi altında olmalıdır. Mürid, gördüğü rüyaları, zuhuratları, geçirdiği halleri şeyhine anlatmalıdır. Şeyh efendi, ona göre dersini değiştirir, ona göre ne yapması gerektiğini telkin eder.. Niye şeyh? Çünkü onu da yetiştirip şeyh yapan bir evvelcesi vardır. Bu metod elden ele, elden ele ta Resulullah sallallahualeyhivesellama kadar ulaşır.. Değişen zaman ve şartlara göre, gene ilahi hikmetler gereği usûllerde eklemeler, değiştirmeler yapılmıştır. Bu metod, her metodta olduğu gibi, dinamik bir metodtur..
Tek bir tarikatten söz edilemez. Çünkü farklı coğrafyaların anahtara kazıdığı dişler farklı farklıdır.. Nasıl ki coğrafî şartlar toplumların geleneklerini başka başka şekillendirmişse tarikatlerde usûllerini buna göre şekillendirirler..
Tarikat, tekke kültürü, tasavvuf geleneği, toplum içinde ki işlevi.. Müthiş bir şey bu.. Yaz yaz bitmez.. Anlamak gerek.. Öyle dışarıdan bakıp kolayca 'şirk' demek ve hemencecik hükme varmakla olmaz bu işler.
Yazık, şu Pinokyo'nun diğer çocuklar gibi çanlanma arzusu vardır ya, ne çileler çeker, ne hasretlikler.. Sonunda çektiği çilelerden yalan söylemeyi terk eder, canlı çocuk olur ya.. Bir baba vardır orada, rabıta edilen.. Çocuğunu seven, çocuğunda sevdiği.. Kamil Mürşitin rolünü iyi anlamak gerek.. Aslında her hikaye tasavvufu anlatır.. Bu doğru düzgün anlaşılsa romanı da, filmi de, sanatı da, şiiride biz yapacağız ama yok işte.. Suyunu çekti.. Eskiden bunu başarmışız.. Estetik, tasavvufi derinlikten çıkar.. Tasavvuf, aslında medeniyet mimarlığıdır.. Tasavvuf yoksa taklitçilik oluşmaya başlar.. Yok olursunuz. Toplum olarak sıfırı tüketirsiniz. Ne bilim gelişir, ne sanat.. Biter.. Zaten şu an her alanda sıfır olmamızın sebebi mânevî derinliğimizi kaybetmiş olmamızdan kaynaklanıyor.. Tanzimat dönemi osmanlı aydınları bu noktayı müthiş ıskalamışlar. Ama nasıl ıskalamışlar.. Hiçbirisi görmez mi arkadaş! Allah korusun.. Bu feraset bir tek Necip Fazıl'da var.. Ne Âkif'te ne de başkalarında..
Hele Âkif başlı başına bir konu.. Herkes onun hamasetine hayrandır lakin altı dolu değil.. Âkif'in bir Berlin ve Japonya seyahati vardır.. Okusanız şaşırırsınız.. Yüksek yüksek binaları, yolları, köprüleri görmüş, gelip ''onların dini bizim yaşantımız, bizim dinimiz onların yaşantısı'' demiş geçmiş.. Bu mudur yani! La arkadaş, niye böyle olmuş, biz nerede ipin ucunu kaçırmışız, neyi keşfetmişlerde yükselmişler, hangi toplumsal dinamikleri işletmişler??? Bi sor, bu soruları bi zahmet kendine sor da! Âkif'te bu soruların hiçbirisine yanıt bulamıyorsunuz. Böyle olmaz işte.. Âkif'in ruhuna saygım vardır lakin yazılarında bir fikir çilesi bulamıyorum.. Sorgulamamış.. Sorgulamayınca da doğal olarak hayranlığa kaymış.. Açıkcası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Âkif'e olan hayranlığı beni endişelendiriyor. Hayranlık iyi bir şey değil.. Eleştirmesini bileceksin..