babacığıma

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Babam,


Ben geldim...

kocaman kızın !
-İyi yaptın be kızım-
Diyemedin bana
Kahvenin önünden geçtim
Her zaman oturduğun sandalyen boştu
Karşılamaya da çıkamamıştın
Eve gittim,
Kapıyı açmadın
Babam ben geldim
Kocaman kızın !
N'olur,
Bırak sarılayım boynuna
Kokunu özledim
Peynirle karışık lehim kokunu
Gözlerini özledim
Yeşil yeşil
Ellerini özledim,

Babam ,
Ben geldim
Kocaman kızın
Sana selam getiremedim kimseden
Gizlice kaçtım geldim
Anam iyi
Merak etme
Kardeşimle kalıyor
Özlem işe başladı
Onur okulda
Ben bildiğin gibi
Kafam bu aralar biraz karışık

Babam ,
Ben geldim
Başıma yıkıldı sanki kasaba
Yoksun...
Dün,
Yine bir adamın peşinden koştum
İki elinde iki poşet
Başında kasket
Sana çok benziyordu babam
Yolunu kestim
Sen değildin babam
Acayip acayip yüzüme baktı
Anlamadı babam
Anlayamadı
Anlatamadım...

Boşuna çaldı telefonlar
Kapı zilleri boşuna
Biliyor musun
Kuru ekmekleri ıslattım dün
Hastanede olduğu gibi
Sonra balkona koydum
Kuşlar seni sordular babam
Çoktandır görünmüyor dediler
Nasıl söylerim babam
Nasıl...

Bakkaldan bir torba yem aldım
Çınar altında kumrulara döktüm
Güvercinlere
Önce çekindiler
İnemediler
Sonra,
Tek tek süzüldüler
Hiçbir şey sormadılar
Galiba anladılar

Çocuklar geçti kapının önünden
Hafif aralayıp bahçe kapısını
Bir şeyler fısıldaşıp
Birbirlerine baktılar
Sonra, biri
Ürkek adımlarla girdi içeri
Şeker kutusunu açtı
Önce kendi aldı
Sonra arkadaşları
Gülümsediler yüzüme bakıp
Seni sordular...

Babam ,
Ben geldim...
Asmada üzüm yok bu sene
Çiçekler kurumuş
Boncuk ta yok ortalarda
Çağırdım gelmedi
Belki senin oralardadır
Kimbilir !

Babam,
Ben geldim...
Erik ağacının altındayım
Burası çok kalabalık be babam
Bir o kadar da sessiz
Yaban otlarını ayıkladım
Güller çiçek açmamış
Belki zamanı değil
Biraz su döktüm
Mezar taşını okşadım Babam
Adını bile yanlış yazmışlar
Biliyor musun
7/12/1999 tarih doğru

Biliyor musun ?
Ben seni çok özledim be babam !
Babam benim !
Canım babam.....


Nurten Altınok
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
BABACIĞIM” DİYEBİLMEK

umutlarimy.jpg


Babacığım”
Çocukluğumda garipserdim bu kelimeyi.
Okuma yazmaya yeni başladığımızda okuduğumuz öykülerde çocuklar “babacığım” derlerdi babalarına.
Şehirli çocukları da öyle derdi.
Biz ise köyde büyümüştük.
“Baba” derdik yalnızca.
Yaş ilerledi, delikanlı olduk.
Garipsedik şehirli çocuklarını.
Bir komşumuzun askerlik çağı gelmiş oğlunun annesine seslenişini duymuştum;
“Tamam mı anneciğim? ” diyordu.
Çok garipsedim.
Evde benim teyze oğlu vardı, ona söyledim. O da şöyle bir sesini kalınlaştırarak “Tamam mı anneciğim? ” dedi. Ve o da garipsedi…

Yıllar geçti, ben baba oldum. 3 oğlum oldu. Küçüklüklerinde belki “babacığım” dedikleri olmuştur… Ama artık yalnızca “baba” diyorlar.
Benim gibi.


Buna karşılık sanalda tanıdığım, hiç yüz yüze görüşmediğim manevi kızlarım ve oğullarım “babacığım” diyor.
“Babacığım”
Şefkat pınarımın çağlamasına,
Sevgi duygularımın tavana vurmasına neden olan kelimeyi kullanıyorlar.
“Ne güzel oluyormuş babacığım diyebilmek” sözleri kulaklarımda çınlıyor.
Ve “Ne güzel oluyormuş ‘babacığım’ denilebilmek” demek geliyor içimden.
Beni yıllarca geriye götürüyor bu sözler.

Bir şair arkadaşımın merhum babası için yazdığı şiiri okuyunca babam geldi aklıma. Duygularını anlatmayı sevmezdi babam. Duygusal olup olmadığını bilmezdik. Hiç de ağladığını görmemişdik. Ta ki ileri yaşlarda eve kapanıncaya kadar.

Askerliği konu alan radyo programlarını mutlaka dinlerdi. Ve ağlardı dinlerken.
En küçük kardeşim askere gittiğinde ise bir odaya kapanmış sesli sesli ağlamıştı babacığım.

Bir defasında birkaç gün bizde kalmıştı annem ve babam, ayrılırlarken 2-3 yaşlarındaki oğlum dedesinin arkasından ağlamıştı. Durağa kadar geçirmiştim onları. Otobüse girerken babamın şu sözünü duydum, ağlamaklı olarak.
“Arkamdan nasıl da ağladı!”

Ömrünün son yıllarında “ansefalopati” denilen bir hastalık nedeniyle giderek hareket ve konuşma yeteneğini ve akli dengesini yitirdi babacığım.

Hastanede yatmıştım bir ara o sıralarda. Anneme telefon etmiştim hastane ankesöründen. Babamın durumunun iyi olmadığını söylemişti ve hastaneden izin alıp yanlarına gelmemi istemişti.
Gittim yanlarına. Babam bilinçsiz bir şekilde yatıyordu yer yatağında.
Bildiğim sureleri, duaları okudum. Rabbim umarım yerine ulaştırmıştır. Bir süre sonra babam son nefesini verdi.
Herkes dedi ki…
“Seni bekliyormuş”
Mekanın Cennet olsun babacığım…

“Babacığım”
Hiç kullanmamıştım bu kelimeyi. Kardeşlerim de kullanmamıştı.
Duysaydı mutlu olur muydu bu kelimeyi babacığım.
Hiçbir zaman da öğrenemedik.

“Babacığım”
Manevi kızlarımdan duyduğumda gözyaşlarımı mutluluktan akıtan kelime…
Hiç gerçek sahibine karşı kullanmadığım kelime.

Babaları yaşayan dostlarım.
Alışkanlık üzere onlara yalnızca “baba” diyorsunuz belki.
Ama bazen “babacığım” dediğiniz de olsun.
Mutlaka mutlu olur, size belli etmese de.
Hatta bu kelimeyi kınıyor gibi görünse de…
İçinde sevgi pınarları akıyor olacaktır mutlaka…

“Babacığım”
Bu kelimeyi mutlaka kullanın dostlar…
Yaşayan babalarınıza.
Sonra bu fırsatı bulamayabilirsiniz.
Üzülürsünüz.
Benim gibi.

Mekanın Cennet olsun babacığım.


Kadir Tozlu
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Bu Adam Benim Babam

.Hatırlarken hatırlatmak adına...

sdc11190y.jpg


Yokluğunda bile sırtımı sıvazlayıp,
"geçecek kızım,
yeniden uzun uzun yürüyüşlere çıkıp
uzun uzun susacağımız zaman gelecek,sabret.
Üstelik bu en güzel yol ve en güzel yolculuk olacak,inan"
telkinleriyle yüreğimi serinleten adam.

Babam...

hep bu karede çakılı kalıyorum.

Kırık dökük,yıpranmış da olsa
en çok bu resminle dertleşiyorum.

O bisikletin ardındaki koca yüreğe sığınıyorum akşamüstleri,
sen ayağını çekme hayatın çarkından diyorum
büyüsem de inanma !

Küçüğüm daha...Valla...

Bir sabah;herhangi bir sabah,senli bir sabah, avucunda sımsıkı tuttuğun bu emanetle yaklaştın yanıma.”Zamanın kıymetini bilesin diye” dedin

sdc11194v.jpg


sanki,”benden sana hatıra kalsın”dememek için mi?Ayrılığı dilimize yakıştırmazdık ki…
“her akşam yatmadan kurmayı ihmal etme sakın” ve “diğerlerine duyurma,alınmasınlar” tembihleri arasında yutkunmak düştü payıma,bildin.

O sabah gittin ve gittiğine ayarlı kaldı emanetin…

sdc11196r.jpg


“Baba !Şunun tuşlarını tamir ettirsen ne olur?Bazı harfler yazmamakta direniyorlar”
“Bizimkinin diğerlerinden farkı da bu işte,sen ne yazarsan yaz,kafasına göre kuruyor cümleleri.
Böylesi daha iyi değil mi?”

Gözlerinde o muzip pırıltıyı yakalıyorum yine.
“Ama Baba!...”sızlanmaları arasında uzatıyorum elimdekini,kahkahayı koyveriyor nihayet. “Ne güzel yazmışsın işte bak,
özgür bırak daktilonun tuşlarını ki şevkini arttırsınlar senin”

sdc11198.jpg


Yine yeniliyorum ya sana,ah ki sana
Ben yeniden şımarmak isterken dizlerin dibinde,
Yeni bir vefat yıldönümünde...
Seninle...

alıntı/nur zelal...

...​
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Babama mektup

di-HSI3.jpg


Ne özledim seni bir bilsen
Nasıl tütüyorsun burnumda,
Yutkunamıyorum seni andıkça,
Hatta nefes alamıyorum
Cüzdanımdaki resmine baktıkça
Issız gecelerimde
Hayaline kapılıyorum sessizce
Şimdi olsaydı diyorum,
Okşasaydı saçlarımı,
Islak gözlerimi silebilseydi,
Bu kadar erken gitmeseydi de
Telimi duvağımı görebilseydi.
Yaşasaydı da dağ dağ gerilerde olsaydı.
Telefonda duyabilseydim sesini,
Rüzgârlar getirseydi kokusunu,
Bir mektubu bir selamı gelseydi
Yılda bir, hatta on yılda bir görseydim,
O benim buğulu gözlerimden
Ben onun mis kokulu ellerinden öpseydim.
Koklasaydı bağrına basa basa
Saçının her teline
Bin buse kondursaydım.
Göğsünde uyusaydım
Bastığı yerlere sürseydim yüzümü
Ama hasret koymasaydı gözümü
Babam deseydim doya doya
Beraber yudumlasaydık çaylarımızı
Beraber yaşasaydık yaşayamadıklarımızı
Sadece rüyamda değil,
Yanımda görebilseydim.
Babacığım keşke seninle aynı gün ölebilseydim.
Ardında aslında mutsuz bir nefes bıraktın,
Kulağımda çınlayan bir hoş ses bıraktın.
Hakkın yoktu, inan hiç hakkın yoktu
Beni çok erken yetim bıraktın.
Ah! Bir bilsen seni ne çok özledim.
İnan o çocuk ruhumla
Gelirsin diye yıllarca bekledim.
Hiç inanmadım öldüğüne,
O çizgili pijamalarınla
Pencerenin önünde buluvereceğim sandım hep,
Uzansam tutacağım sandım
Günde bin kez uzandım,
Bir kez bile tutamadım.
Gördüğüm her ak saçlı adamı
Sensin sandım zaman zaman
Karşımdasın gibi gördüm kimi an
Ama kayboldun duman duman.
Ah bir bilsen babacığım,
Bu yetimlik ne yaman.
Sen gittin gideli sevmiyorum bayramları,
Yalan değil kıskanıyorum
Babalı olanları…
Hele o babalar günü var ya babacığım;
O gün kahroluyorum.
Sanki, derin
Sanki, dipsiz kuyularda boğuluyorum.

Neşe Yılmaz
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com


Baba Çınar Ağacıdır...

di-D602.jpg

Ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz,
işte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.
Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde.
Sizi fark etmediğiniz halde yağmurdan, güneşten koruyormuş meğer o gölge.

Siz de aile kuruyorsunuz, baba oluyorsunuz,
sizin de gölge yaptığınız ve koruduğunuz birileri oluyor
ama o gölgeyi çok arıyorsunuz.

Babanız öldüğünde büyüyorsunuz.
Artık soru soracağınız, öğreneceğiniz, azarını duyacağınız,
takdirini alacağınız, akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz,
korkacağınız bir babanız yoksa büyüyorsunuz.

Yarınınızdan sorumlu tuttuğunuz, her istediğinizi almak zorunda olan o kişi yoksa artık...

Hep sessiz ağlayan, suskun seven, en zor dönemde bile yıkılmaz görünen,
sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık...
Büyüyorsunuz o zaman işte.

Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, babasız kalmak.

Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur...

alıntı...
 

kedi

Üye
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
1,581
Tepkime puanı
373
Puanları
0
Yaş
34
büyüdük ama nasıl büyüdük .
 

cicek demeti

Sükut
Katılım
7 Ocak 2011
Mesajlar
11,683
Tepkime puanı
3,778
Puanları
0
Ah bakmasaydim bu sayfaya gozyaslarim sel oldu :crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying::crying:
 

cicek demeti

Sükut
Katılım
7 Ocak 2011
Mesajlar
11,683
Tepkime puanı
3,778
Puanları
0
Babama denizler kadar siir yazsam yetmez,babama dunya kadar yazi yazsam yetmez..

iNNELILLEHI VE INNE ILEYHI RACIUNNNN..
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Babacığım… evde misin?

di-CGOL.jpg

- Çok güzel yapmışsın, aferin.. Eve gidince, bu resmi babana göster, tamam mı?

- Ama, öğretmenim…

- Evet?

- Anneme göstersem olur mu?

Minik parmaklarıyla çizip kalbiyle boyadığı uğur böceği resmini babasına gösterememekten korkan o çocuğun öğretmenini yeni tanıdım. Adı Fazilet. Güler yüzlü, idealist bir anaokulu öğretmeni. Evliliğine dair de idealleri var şüphesiz. “Nişanlımla birlikte yazılarınızı hiç kaçırmıyoruz.” diyor. Sıra anne-baba olmaya gelince, biraz endişeli… “Yuvamı büyük şehirde kurmak istemiyorum!” diyor. Alıp başını gitmek istiyor. Minik öğrencileriyle yaşadıkları, Fazilet öğretmene, evlerde giderek büyüyen, büyüdükçe normal karşılanan, normalleştikçe de fark edilmeyen “anne-baba” boşluğunu hatırlatır olmuş. O genç kafada devâsâ bir endişe büyümeye başlamış. Bense bütün yüreğimle, Fazilet öğretmeni haksız çıkarmak istiyorum. Yıllar sonra şöyle bir bakıp “Nasıl da hata etmişim!” dedirtmek istiyorum. “Boş yere endişelenmişim!” desin arzu ediyorum.

Kabul edelim; evlerde bir uğur böceği resminin salınıp duracağı bir boşluk var. Çocuklarımızın çocukluğunu ıskalıyoruz. Hele de babalar, hele de babalar… Yanı başımızdan geçen cennet kokulu kelebeğe neredeyse dönüp bakmıyoruz bile… Her defasında ilkbahar heyecanlara boğar beni… Nereye koşacağımı, hangi köşede durup hangi çiçeği seyredeceğimi şaşırırım. Fakat sonunda bakarım ki, güller tomurcuklarını açmış, ağaçlar çiçeklerini savurup meyveye durmuş… Bazen olur ki, ancak güzün fark ederim baharı ıskaladığımı. Acaba evimizin neşe dolu tomurcuklarını da ıskalıyor olamaz mıyız?

Anneler, her şeye rağmen, canhıraş bir çabayla anne olmanın boşluğunu doldurmaya çalışırken, babalar sanki koşmaktan yorulmuş gibi. Fazilet öğretmen, “Demek ki babasını göremiyor.” diyor minik öğrencisi için. Ben içimdeki daha kötü ihtimali söylemeye korkuyorum: Ya babasını görüyor da, resmini gösteremiyorsa… O küçük bedende saklı büyük ruhun, sevdalarıyla gökleri sarıp sarmalamaya hazırlanan masum kalbin kendini ortaya koymasıdır resim aslında. Kâğıda düşen bir çocuk kalbidir; renklere renk katan sonsuz bir çocuk hayâlidir. Uğur böceği resmi, “Ben buradayım; bak artık bir şeyler yapabiliyorum” deyiştir. Gel gör ki, varlığın vadilerine duygu duygu taşan, hayatın denizine coşkulu bir ırmak gibi biriken minik ruhun yankılarına karşılık veren olmuyor. “Hoş geldin!” “Şükür ki, buradasın! Seni seviyorum. Varlığını anlamlı buluyorum.” diyecek baba bulunamıyor. Çocuğun hayata uzanan damarlarında nabız yavaşlıyor. Çocuk kalbinin kıpırtıları boşlukta sönüyor. Bu boşluğu bir ömür içinde taşımaya hazırlanıyor. Ve daha acısı, şimdiden boş yanının farkında. Babanın eksikliğini biliyor ama kendisinden ummadığımız bir nezaketle eksikliği içine atıyor. Biliyor ki baba eksikliği öyle ulu orta söylenmez. Fazilet öğretmenden sakladığım bir ihtimal daha var ve daha da acı: Ya babasına resmini gösteriyor da, babası resmini gördüğünü göster(e)miyorsa… Çok tatlı bir yüzün aynasız ve ışıksız bırakılması gibi… Güzeller güzeli bir tablonun duvardan indirilip mahzene atılması gibi… Kalbini sevinçlere açacak bir gövdeden yoksun oluyor çocuk. Baba var, resim var, resmi gören baba var; resmi yapanı görecek niyet ve incelik yok…

Uzmanlar söylüyor. Çocukların yetim ve öksüz büyüdüğü bir çağda yaşıyoruz. Öyle bildiğimiz türden bir yetimlik ve öksüzlük değil söyledikleri. Çocuklar annelerinin varlığına rağmen öksüzler. Çocuklar, babalarının varlığına rağmen, hatta babalarının varlığı yüzünden yetim imişler. Yokluğu hissedilmeyen ve dolayısıyla hiç aranmayan şeyden daha acı bir kayıp var mıdır? Kimsenin yitiği değilseniz, kim bulur sizi? Evde fiziksel olarak var oldukları halde, duygusal olarak yok olduklarını fark etmeyen anne-babaların çocuklarını hangi yetimhane kabul eder? Yetimhanelerin kabul etmediği çocuklardan daha yetimi var mı? Paranız yoksa, bilirsiniz ki parasızsınız; para ararsınız, bulamazsınız ya da bulursunuz, ona göre

davranırsınız. Peki ya çok paranız olduğunu bilirken, birden, son anda paralarınızın hepsinin sahte olduğunu fark ederseniz, ne yaparsınız? Varmış gibi duran, ama aslında yok olan bir anne-baba daha çok yetim ve öksüz etmez mi çocuklarını? Sokak çocuğu olduğu fark edilmiyorsa çocuklarımızın, kim tutar ellerinden? Saçlarını okşamamız eksik kalıyorsa, bakışımız gözlerinden uzakta duruyorsa, ellerinin sıcağı avuçlarımıza dokunmuyorsa, çocuğumuzu kelimenin tam anlamıyla sokakta bırakmış olmuyor muyuz? Köprü altına terk edilmiş gibi sevincini paylaşmamızdan uzağa mı koyduk çocuğumuzu? Evden kaçmış bir çocuğu düşünün. Nasıl da pencere önüne sessizce sokulur da, evinin sıcağını özler; anne-babasından sıcak bir çağrı bekler… Vardığı her kapıda, için için beslediği ama kendine bile itiraf etmekten çekindiği yuva özlemi içinde nasıl kaynayıp durur?

İlk fırsatta pencereden bir bakın; okuldan dönen çocuğunuz nasıl giriyor eve? İtilip kakıldığı, unutulup sıradanlaştırıldığı bir yetimhaneye girer gibi mi? Özene bezene çizdiği, parmaklarının arasına bütün bir ruhunu akıtarak boyadığı uğur böceği resmine babasının kocaman ruhuyla karşılık vereceğinden şüphe mi ediyor yoksa? Duyuyor musunuz minik dudaklarından neler döküldüğünü: “Baba burada mısın? Baba benimle misin? Baba benim misin?”

Tatlı mı tatlı bir yüzün kıpır kıpır kıvrımlarında, umut dolu gözlerin ışıl ışıl bakışlarında kendimize yer edinemiyorsak, neredeyiz biz, ne ederiz biz?

Nerede babalar… Yok da yok musunuz? Yoksa, var da yok musunuz?

Uğur böceği resminin üzerine tebessümünüzle kocaman bir güneş gibi doğup renklere renk katmaya, çocuğunuzu parmaklarınızın ucunda uğur böceği gibi geleceğe uçurmaya var mısınız?

Yok da yok musunuz?

Yoksa, var da yok musunuz?

Senai Demirci
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Babacığım ceketin “sen” kokuyor

2z757.jpg


Babacığım ceketin “sen” kokuyor
“Ben babamın ilk göz ağrısı ve en iyi dostuydum. Geçen hafta ilk defa bir babalar gününü babasız geçirdim. Babası hayatta olan herkesin babasına sarılmasını ve kucaklamasını arzu ediyorum.
Bazıları, ‘babanız öldü artık kendi hayatınıza dönün’ diyor. Bilmedikleri bir şey var ki babam hala bizimle birlikte yaşıyor.”
***
Bunlar, geçtiğimiz hafta babalar gününü ilk defa “babasız” geçiren, Büşra’nın sözleri…
Geçenlerde, babasına yazdığı bir mektupla çıkageldi. Güzel gözleri, yaralı yüreğinin kan sızan derelerinden devşirdiği hüzün çiçekleriydi.
Büşra’nın babası Mehmet Bey’le ilk defa 1992′de Maraş’ın doyumsuz yaz akşamlarında tanışmıştım.
Koşması küheylanları kıskandıran bu kahramana, Kahraman Maraş dar gelirdi.
Son Kurban Bayramı’nda Doğu’daki kardeşlerini yalnız bırakmamak için arkadaşlarıyla birlikte Hakkari’ye gitmek üzere yola koyulurlar.
Hepsi kırk arkadaştırlar.
Ahır dağının eteklerinden aşka yelken açmış bir ece gibi bereketli ovaya bakan Maraş’ta gün batımıdır.
On altı saatlik gece yolculuğunun ardından, Hakkâri’ye ulaştıklarında Sümbül dağında gün çoktan ışımaya başlar.
Bayramın birinci günü, şehrin sokaklarında akşama kadar bir kapıdan diğerine koşarlar.
Mehmet Bey, dönüş yolunda ölümün, karlı dağlarda, kıvrılarak uzayıp giden buzlu yollarda kurduğu ardı arkası gelmeyen pusuların sonuncusunu savuşturamaz.
İşte Büşra o kahraman şehidin kızıdır…
Elinde tuttuğu mektub, babasınadır.
Hem de babasının kalemiyle…
……………..
Babacığım!
Bu satırları, senin kaleminle yazıyorum.
Ceketinin cebinden aldım.
Kızma bana babacığım.
İzinsiz almak istemedim.
İzin alacaktım ama… Sen yoktun.
Kalemi alırken dayanamadım, ceketine sarılıp ağladım.
Ceketin gözyaşlarımla ıslanırken bir şey fark ettim.
Babacığım biliyor musun, ceketin “sen” kokuyordu.
Son Kurban Bayramı’nda Doğu’daki kardeşlerini yalnız bırakmamak için arkadaşlarınla birlikte Hakkari’ye gitmiştin.
Bayram namazından sonra eve gelmeye vakit bulamamıştın. Ve yine kırk yıldır hep bayramın ilk günü, en evvel öptüğün babaannemin elini de öpememiştin.
Hakkari’ye vardığınızda gün bir hayli ilerlediğinden, hemen işe koyulmuşsunuz.
Açılan kapılardan şaşkın yüzlerle bakanlara:
“Biz Kahramanmaraş’tan geldik, sizin kardeşleriniziz” diyerek, yeni bir kapıya koşmuşsunuz.
Son paketi de ihtiyaç sahibine bıraktığınızda Sümbül dağları da karanlığa gömülmüş.
Ve dönüş yolculuğu başlamış.
Karanlığın kollarında durgunlaştığını fark ederek, “Bir derdin mi var?” diye soran arkadaşına;
“Seneye daha çok kurban keselim, olur mu? Çalmadık kapı bırakmayalım.” demişsin.
Birlikte ağlamışsınız.
Otobüs, karanlıkta ölümün pusu kurduğu karlı yollarda yol alırken bir anda araç kaymaya başlamış.
Korkunç bir gümleme sesiyle sarsılan otobüs, beton bir bariyere çarpmış.
Sonra bir ses daha… Sen, tutunacak dalı olmayan, kanadı kırık bir kuş gibi camdan dışarı uçmuşsun.
Bir an sessizlik… Derken feryatlar yükselmeye başlamış.
“Mehmet Abii!”, “Mehmet Abii!”
Arkadaşların, kar kelebekleri gibi üşüşmüşler başına.
Kimisi kendini tutamayıp yüksek sesle ağlamaya başlamış.
İçlerinden biri, “Sakin olun, burası ana yol, mutlaka araba geçer.” diye teskin etmeye çalışmış.
Uzaklardan, farlarıyla gecenin karanlığını delerek gelen bir araba görünce, sevinmişler…
Sen baygın bir halde buzların üzerinde yatarken güçlükle nefes alıp veriyormuşsun.
Gelen araç, ne yazık ki, bir kamyonmuş. Bu yolda bir sonraki araba kim bilir ne zaman geçer, diyerek seni o kamyona bindirmişler. Gecenin ayazında kamyon uzaklaşırken, ardından dökülen gözyaşları inciler gibi düşmüş buzların üzerine.
Bize haber vermeye cesaret edememiş, Süleyman Amcamı aramışlar.
Kaynar sular dökülmüş amcamın başından aşağıya.
Van’da, televizyondan kaza haberini izlerken seni gören bir kadın, oğlundan kendisini hastaneye götürmesini istemiş. Oğlu;
“Anne, sen onu tanımazsın ki !” demiş ama annesinin verdiği cevap, isteğinden daha da şaşırtıcı babacığım:
“Dün gece rüyamda bir çiçek bahçesi gördüm, bahçenin girişinde bana dediler ki, burası veli bir zat’a aittir. İçeri girince televizyonda izlediğim Mehmet Bey’i gördüm, beyazlar içindeydi. ‘Oğlum, sen ne yapıyorsun burada?’diye sordum. Bana, ‘Ben burada güllerimi topluyorum, çiçeklerimi topluyorum.” dedi.”
Ve bir gün…
Rüzgârın buz kestiği bir gün…
Sen geldin babacığım.
Kalabalıkların elleri üstünde geldin. Sevenlerin kalbine sarılı geldin.
Buz gibi beyaz bir kefene bürünmüş geldin.
Evin önü, ana baba günüydü. Annem, kardeşim Sena ile bizi, kalabalığı yararak, senin yanına götürdü. Kalabalığın arasından yürürken başı dikti. Sonra gözlerini senin o siyah gözlerine son defa dikerek;
“Sen hiç üzülme. Taşıdığın bayrağı kızların devraldı.
Hiç düşmeyecek.
Söz veriyorum, kızların sana saliha evlat olacak.” derken, kederden erişilmez bir kale olmuştu sanki.
Annem; “Sen bizi incitmedin, Rabbim de seni incitmesin” derken, sen her zamanki gibi yine tebessüm ediyordun.
Doya doya öptük o gün senin ellerinden, yanaklarından.
Ölüm seni güzelleştirmişti babacığım. O gün, ölümün güzel şey olduğunu gördüm senin güzel yüzünde.
Soğuk bir kış günü seni kabre koydular. Küreklerin kabre taşıdığı her toprak parçası seni bizden biraz daha ayırdı. Kur’an sesleri kürek seslerine karıştı. Ve sen, bizden bütün bütün ayrıldın babacığım.
Biz annemle eve döndük.
Odan boştu.
Son giydiğin ceket asılı duruyordu; içinde sen yoktun babacığım.
Ayrılığın her geçen gün dayanılmaz bir hâl alıyor.
Kalbimizdeki hüzün çiçekleri her geçen gün büyüyor babacığım.
Bir kere daha o sıcak gülüşünü görmek, sana sarılmak, bağrına yaslanıp sevgimizle dolu kalbinin atışlarını dinlemek, siyah saçlarını okşamak istiyorum.
Bizi yetim bıraktın babacığım…
Bu acıyı yaşamayan bilmez.
Bilmezler ki bir yerde, ışığı yanan bir evde yetimlerin yüreği de yanıyordur.
Geceleri gelip hani bizi öper, koklar, üstümüzü örterdin ya baba… Odamıza gelirken ki ayak seslerini, saçlarımda gezinen ellerini, sımsıcak nefesini özlüyorum baba.
Baba sana sesleniyorum. Hadi yeter bu kadar şaka.
Dayanamıyorum bu hasrete.
Nefes alamıyorum baba.
Beni ilkokula sen götürmüştün.
İlk burs ve yardım toplantısına da… Ben o zaman daha çok küçüktüm. Talebelere burs verilecek, diye yardım toplanırken ben de çıkarıp kolumdaki küçük bileziği vermiştim. Herkes “Bu çocuk neyin ne olduğunu bilmeden nasıl bileziğini veriyor? ” diye merak etmişti.
Vermeyi çocuk yaşta öğretmiştin bize babacığım
Yakında mezun olacağım, evleneceğim, çocuklarım olacak ama sen olmadığın için hayatımda bir şeyler hep eksik olacak babacığım.
Bir yanım hep ağrıyacak, sol yanım hep acıyacak…
Bu satırları senin kaleminle yazıyorum.
Ceketinin cebinden aldım.
Kızma bana babacığım.
İzin alacaktım ama… Sen yoktun…
Kalemi alırken dayanamadım, sarıldım ceketine ağladım.
Üzülme, annem fark etmedi baba.
Ceketin, gözyaşlarımla ıslanırken bir şey daha fark ettim,
Ceketin gül kokuyordu.
Güleç yüzlü babacığım,
Gül kokulu babacığım!
Ceketin “sen” kokuyordu.


alıntı...


:glgl:glgl:glgl​
 

superbaba

Üye
Katılım
30 May 2012
Mesajlar
1
Tepkime puanı
1
Puanları
0
"Babacığım" Diyebilmek başlıklı yazımın altında ismimle yayınlanmasından onur duydum...
Teşekkür ediyorum...

Kadir Tozlu
 
Üst