Ayakta Ölmek, Diz Üstü Yaşamaktan İyidir

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
İnsan bu… Depreşen duyguları, delişmen yanlarıyla “küçük bir alem” mesabesindeki her varlığın, hayata dokundurduğu bir noktası muhakkak vardır. Kimisi marufu konuşup, erdemli bir yaşamın çizgisinde sebat etme gayreti gösterir. Kimisi kötülüğün girdabında boğulmayı göze alabilecek kadar münker de ısrar eder. Kimisi de söyledikleriyle davranışları arasında bir ahenk bütünlüğü bulunmadığından “ne / kim” olduğu da muhaldir. Elbette ki; “Söz ile hareket, akide ile ahlak arasında mutabakat kurmak kolay değildir. “Zihinlerin münadiler tarafından işgal edildiği zamanlarda “hakkı” ayırt etmek ve onun temsilcisi olabilmek, ateşten bir koru avucunda taşımak kadar zordur.

Sözün güzelliği yaşama yansımalarına bakılarak anlaşılabilir. Her konuşulan doğruyu ifade etmediği gibi, her eylem de savunulan düşüncelerin pratiği değildir. Söz ile hareket arasında bazen uçurumlar olduğu gibi, bazen de tamamen örtüşmeler görülebilir. Çünkü bilgeliğin, güzelliğin ve gücün yaşama aktarımları hep farklı ola gelmiştir. Kimilerin de ses getiren bir yaşama dönüşmüşken, kimilerin de ise havai söylemlere kapı aralamıştır. Gündelik hayata biraz yükseklerden katılmaya çalışan böylesi insanların dünyalarında “mütevazi” sayılabilecek pek bir şey yer almaz. Çünkü onların kriterlerindeki ölçü diğerlerinden farklıdır. Onlar kum taneleri üzerine kurdukları şatolarından bakarlar insanlığa. Seyre daldıkları “insanlık” ise kıyısından / köşesinden bu hayata tutunmaya çalışanlardır.


Amerika’da beyaz ırkçılığın yaygınlaştığı yıllarda (1960), zenciler üzerine kurulan baskılar ve saldırılar zenci toplumunun ikiye ayrılmasına sebebiyet vermiştir. Bir grup, Amerika’daki beyaz ırkçılığı karşı mücadele vermiştir. Diğer grup ise, o zaman için güçlü sayılan beyaz ırka savaş açmak yerine, Amerika’lı beyazlara daha da yakınlaşarak “iyi zenci (!)” olma projesini geliştirmişlerdir. “İyi zenci (!)” olma projesinin temel esası: “Kendinizi beyaz efendilerinizin mutluluğuna adayacaksınız ve beyaz efendileriniz mutlu olduğunda siz de mutlu olacaksınız.” Böylece ölüm riskinin azaldığı ama bedensel ve beyinsel köleliğin başladığı bir süreç oluşturulmuştur. Bütün ömrünüzü, “beyaz adamı” memnun etmek için harcayacak ve onu memnun ettiğinizde de psikolojik olarak siz de memnunmuşsunuz gibi davranacaksınız.

Sanırım günümüzde tam da bu noktaya gelip dayandık. Beşerin fıtri doğasını ifsad edenlere karşı, kimilerimiz hiç bir bağlantı kurmadan ondan uzak durmaya çalışıyoruz. Ama yine kimileri geçici faydalar (!) adına içinde yer almakta hiçbir sakınca görmemektedirler. Bunlar ego odaklı hesaplarından, toplumda meydana gelebilecek hasarları nazarı dikkate almazlar. Görünürde aynı inancın esaslarını paylaşsak da, modern cahiliyeyi hepimiz aynı hassasiyetle oku(ya)madığımızdan, ona karşı tavrımızda farklılıklar oluşuyor. Birimizin kınadığını, diğeri beğeniyle karşılayabiliyor.

Birimizin hayır, olmaz dediğine, diğeri kendisince gerekçeler sunarak evet, olur diyebiliyor. Aynı kaynaklara dayanmadan ya da dayansak bile bu kaynaklardaki sarih emirleri “ama, lakin…” gibi mazeret geliştiren durumlara dönüştürerek kendilerince açık kapı bırakanlar var oldukça, hepimiz “aynı” inancın sahipleri olsak bile “ayrı” durduğumuz görülüyor.

Bir Müslüman için aslolan ne şekilde olursa olsun yaşamak mıdır, yoksa bu hayatın sahibinin koyduğu kuralları muhafaza etmek midir? Ruhi faziletlerin hiçe sayıldığı, inanç esaslarına değil, çıkar hesaplarına göre işlerin yürütülmeye çalışıldığı zaman, Müslüman bu çarkın dişlilerinden olmamak için mücadele vermelidir. Aynı ölçülere sahip olmayışımız aynı alanda bulunamayacağınızın bir işaretidir. Onlarla aranızdaki her şeye bir sınır getirmek zorundasınız. Peygamber’imize daha Mekke’deyken o toplumun ileri gelenlerinin “kadın, mal, şöhret, otorite” gibi tekliflerde bulunduklarını kaynaklardan bilmekteyiz.

Peygamberimizin oradaki siyasi tavrı, bizim için bir örnektir. “Güneşi sağ elime ayı sol elime verseniz bu davadan vazgeçmem.” Sözünün günümüzdeki karşılığı şudur: Rabbimizi vahyin ışığında anlamak ve anmak çizgisinde birleşemiyorsak, yaşam tarımız sizinkinden ayrıdır. Kimlerle nerelerde neler uğruna bir arada bulunulduğu büyük önem taşımaktadır. İmanın tehlikeye gireceği tutumlardan ve ortamlardan şiddetle kaçınmak gerekir.

“Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla eğlenildiğini işittiniz mi artık o kafirlerle oturmayın. Ta ki başka söze dalıncaya kadar… Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz. “(Nisa /140) Ruhsal ve bedensel bir özgürlük için hayatın her alanında ve aşamasında sadece gönülden Allah’a tevekkül etmek gerekir. Salih amel olarak tezahür edecek iman için S.Kutub, cahiliyeyle sıcak hiçbir ilişkinin kalmamasını sıklıkla vurgular. İnancın yaşama dönüştürülmesi safhasında oluşturulan baskılar karşısında ödün vermek (ayet çerçevesinde düşünürsek) sömürülmeye kapı aralamaktır.

Değerlerimizin hâkir görüldüğü ortamlarda, ısrarla bulunma çabası “Müslüman şahsiyet” kavramına gölge düşürür. Maddi olarak büyümek, popülerlik hırsıyla bir yerlere gelmek adına, kimi haksızlıklara göz yumuluyorsa temelde çatırdayan bir şeyler var demektir. Dik duruşun bozulmasına mahal verecek işlere kalkışmak, eğilip /bükülmeleri beraberinde getirecektir. Baskın kültürle iç içe yaşamak onun rengine boyanmayı kaçınılmaz kılar. “Etiketlenerek” yaşamaya çalışmak ise, bir Müslüman için gerçek anlamda yaşamak değildir.


“Yeryüzünün halifesi” (Fatır /39) olarak yaratılan insanın “Müslüman” sıfatıyla attığı her adım, dinen belirlenmiş çerçevede karşılık bulmalıdır. İnsanın “Müslüman” olduğunun farkındalığını unutması sıradanlaşması için yeter sebeptir. Onu etrafındakilerden temel fark bu bilinci uyanık tutmasıdır. Hayatımızın standartlarını ne biz, ne de var olan koşullar tayin eder. Olaylara karşı tavrımızı da ne hissi, ne de kaynağı vahye dayanmayan düşünceler belirlememelidir. “İman merkezli seçimlerin yaşamımıza yansıması gerekir.”


“Size” tek bir öğüdüm var: İster tek başınıza, isterseniz de başkalarıyla beraber olun ama sakın ha Allah’ın huzurunda olduğunuzu unutmayın. “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette ahiret yurdu, takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’am /32)



Raziye Tekgül
 
Üst