"Ayaklandırma projesi" başladı !..

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
GetAttachment.aspx





"Ayaklandırma projesi" başladı !..



“Türkleri, Kürtlere karşı ayaklandırma projesi başladı. Öcalan da bunun içinde. “Türk’le Kürt birlikte olmak zorunda mı” diye soran bazı yazarlar da projeye dâhiller.” H.Bülent KAHRAMAN


Neşe Düzel'in Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi, siyaset bilimci, yazar, sanat eleştirmeni Hasan Bülent Kahraman ile röportajı:

NEŞE DÜZEL: Bu anayasa referandumu, siyasette büyük kırılmalara yol açacakmış gibi görünüyor. Önce milliyetçilerden başlayalım... MHP referandumda “hayır” derken, Büyük Birlik Partisi “evet” demeye karar verdi. Birçok MHP’linin de “evet” diyeceği söyleniyor. Milliyetçiler arasındaki bu bölünme nereden kaynaklanıyor?
HASAN BÜLENT KAHRAMAN: Milliyetçiler arasındaki bölünme, Anayasa değişikliğinden çok daha eski bir tarihte başladı. İlk bölünmeyi, BBP’nin kazada ölen Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu getirdi. Şöyle anlatayım... Devlet, 1975’te başlayan iç savaşta, sokaktaki bir takım ülkücüleri kullandı. O ülkücüler devlet tarafından kullanıldıktan sonra 12 Eylül’de hapse atıldılar. Bu durum onlarda bir türlü inanamadıkları, kabul edemedikleri bir krize yol açtı. Oysa anlayamadıkları bir şey vardı.

Neydi anlayamadıkları?
Faşizmin daima iki türü vardır. Bir, halk faşizmidir. Yani ‘sokak faşizmi’dir. İki, ‘devlet faşizmi’. Önce, faşizme ortam hazırlamak için birtakım örgütler kullanılır. Sonra da faşizmin ikinci türü olan ‘devlet faşizmi’ gelir. Devlet faşizmi, kullanmış olduğu sokak faşizmini ortadan kaldırır, onu hapislere tıkar. Çünkü devlet faşizmi iktidarı sokakla bölüşmez. Sokak faşizmi biraz mafya türü bir örgütlenmedir ve devlet faşizmi, bu kontrolden çıkmış gücün kendisi için tehlikeli olacağını düşünür.

Niye MHP kendisini hapse atan 12 Eylül’ün anayasasını savunuyor şimdi?
Devlet faşizmi iki temel üstüne oturur. Bir, kendine bağlı bir bürokratik diktatorya kurar. İki, toplumu homojenleştirir. Devlet faşizminin kurduğu toplumda etnik, dinsel, dilsel, sınıf farklılıkları reddedilir. 12 Eylül Anayasası da böyledir. 12 Eylül Anayasası, bürokratik hegemonya ve homojen toplum yaratma ülküsüdür. Gerçek şu ki, sokak faşizminden gelen milliyetçi kanatlar, 12 Eylül’ü hiç bir zaman içlerine sindiremediler. Bu yüzden onlar şimdi referandumda “evet” diyorlar. Devletin kurumsal yapısıyla özdeşleşmiş olan MHP ise referandumda “hayır” diyor. Çünkü MHP, sonradan devletle ortak oldu. Ordu ve bürokrasiyle iç içe geçti ve devletin bürokrasisinin bir parçası haline geldi.

Peki, 12 Eylül’de işkence gören milliyetçiler MHP’nin bu ‘hayırcı’ tavrını nasıl değerlendiriyor?
Dehşet içinde izliyorlar, kabul edemiyorlar. MHP’nin üst yönetimiyle tabanı arasına müthiş bir kopukluk girdi. MHP ilk defa tabanını tutamıyor. Tabanla yönetim arasında şu anda ciddi bir problem var. Tabanın bir bölümü CHP’ye ve AK Parti’ye gidiyor.

Aynı kırılma Kürt kesiminde de görülüyor. Barış ve Demokrasi Partisi BDP de referandumu boykot ediyor. KADEP ve HAKPAR ise “evet” diyor. Ayrıca MHP’de olduğu gibi birçok BDP’linin de “evet” diyeceği söyleniyor. Kürtler neden bölünüyor?
Kürtlerin neden bölündüğü sorusunun tek kelimelik cevabı ‘demokrasi’dir. Büyük eksiklikler ve belirsizlikler olsa da, her şeye rağmen Kürtlerin, Türkiye’de var olmak için 1983’ten beri ileri sürdükleri şartların önemli bir bölümü AK Parti döneminde gerçekleştirildi. Mesela Kürtçe televizyon, anadilde konuşmak, Kürtçe isim koymak, Kürt meselesinin kabulü ve Kürt açılımı tartışmaları... Bütün bunlar...

Evet...
Bütün bunlar, Kürtlerin 1983’ten beri süregelen temel arayışlarının karşılanması ve taleplerin artık demokratik yoldan karşılanacağının anlaşılması demektir. İşte bu durum Kürtlerin şiddetten kaçması, uzak durması sonucunu doğurdu. Bütün hadise budur. On sene evvel PKK’ya ve Öcalan’a karşı böyle direnen Kürt aydınları kitlesi ya da bir Kürt tabanı var mıydı? Yoktu. Ama Abdullah Öcalan, demokratikleşme başladıktan sonra büyük bir hata yaptı.

Ne yaptı?
Demokratikleşme başladıktan sonra PKK’yı devreye soktu. PKK’nın uyguladığı şiddet üzerinden bazı siyasal sonuçlar elde etmeye çalıştı. Bu kendiliğinden de olmadı. Demokratikleşmeyi engellemek, yeniden militer bir çözüm önermek ve AK Parti’yi yıpratmak için Türkiye’nin derin devleti devreye girdi.

Kürt halkı bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyor?
Şimdi Kürt halkı yani taban, şu anda PKK şiddetini anlamsız görüyor. “Yahu biz, bu şiddetin sonucunda istediğimiz bazı sonuçları elde ettik, bazılarını ise elde etmedik. Ama bu süre içinde kırk bin kişi öldü. Ve hâlâ da asker olarak, PKK militanı olarak ölmeye devam ediyor. Artık yeter! Şurada bir duralım, nefes alalım. Bundan sonrası, artık demokratik mücadeleyle gerçekleştirilecek yeni bir proje!” diyorlar. Şiddetten büyük ölçüde uzaklaşan Kürt taban artık şiddet yoluyla alınabilecek hakların alındığını, yolun sonuna gelindiğini düşünüyor. Ayrıca Kürtler şu anda ilerisi için yeni bir siyasal talepte bulunmaya da hazır değiller. Şu da unutulmamalı. Son 15 yılda İstanbul’a 7,5 milyon nüfus göç etti.

Bunun ne kadarı Kürt kökenli vatandaşlar?
Neredeyse tamamı Kürt. Şehirlere gelen bu yeni nüfus, Türklerle Kürtler arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyonu sağlıyor. Demokratik mücadele bilincinin doğmasına imkân hazırlıyor. Nitekim bu yeni gelen nüfus şehirlerin merkezlerine dökülüp olay çıkarmadı.

Öcalan son avukat görüşmelerinde, böyle giderse orta şiddette bir savaşın yaşanacağını ve şehirlerde de şiddetin başlayacağını söyledi hep. Sizce mümkün değil mi?
Bugüne dek, Kürtleri Türklere karşı ayaklandırmak suretiyle bir sonuç elde edemedi. Her şeye rağmen Türk-Kürt ayrışması olmadı. Şimdi yeni bir proje başladı. Türkleri Kürtlere karşı ayaklandırma projesi bu. Öcalan da bence böyle bir talebin içinde. “Türklerle Kürtler bir arada yaşamak zorunda mı” diye soran basındaki bazı yazarlar da bilerek ya da bilmeyerek bu projenin içinde yer alıyorlar. Kürtler ve Türkler birlikte yaşamalı mı sorusunu sordunuz mu, o soru zaten ‘yaşamasın’ anlamına gelir ve bu ırkçı bir taleptir. 1984’ten beri devam eden 40 bin kişinin öldüğü bu savaşta bile bu soruyu ne Kürtler sordu ne de Türkler.

BDP, bu anayasa değişikliğindeki hangi maddeyi Kürt çıkarlarına aykırı buluyor?
Hiçbir maddeyi Kürt çıkarlarına aykırı bulmuyor. “Anayasa’nın tamamı değiştirilmediği için değişikliği reddediyoruz” diyor. Bu anlaşılabilir bir mantık değildir. Anayasa’nın tamamını değiştirmek ayrı bir projedir. Onu ben de istiyorum ama niye bu değişikliğe “hayır” diyeyim? Daha demokratikleştirilmiş bir anayasayla yola devam etmek daha iyi değil mi? Cemal Süreya’nın bir benzetmesi vardı. “Arı su içeceğim diye susuzluktan ölmek bu” derdi. BDP’nin içine düştüğü durum bu.

12 Eylül Anayasası gibi çok ciddi bir konuda BDP’nin bu tutumu Kürtler tarafından nasıl karşılanıyor?
Kürtlerin bölünmesi şeklinde karşılanıyor. Tahminim şu ki, Kürtlerin önemli bölümü, BDP’nin boykotuna rağmen “evet” diyecek. Daha komünel bir toplumsal yapısı olduğu için Güneydoğu’da boykota uyulur ama Batı’da uyulmaz. Kürt meselesi dediğimiz zaman artık sadece Güneydoğu Anadolu’yu odak almaktan da vazgeçelim artık. Fırat’ın doğusu deniyor. Acaba Fırat’ın batısında kaç milyon Kürt yaşıyor? Dünyanın en büyük Kürt şehri İstanbul oldu. Artık Batı’daki sosyo-ekonomik bölüşümü de işin içine katmadan Kürt meselesini anlamak ve çözmek mümkün değil. AK Parti’nin en büyük başarısı da Kürt meselesini bu noktaya getirebilmesi oldu. Büyük şehirlere göçen kitleyi, yerel yönetimler aracılığıyla sisteme ve şehre entegre etti AK Parti.
 
Üst