~ Asrevya! ~

  • Konbuyu başlatan Sadece benja
  • Başlangıç tarihi
S

Sadece benja

Guest
Asrevya!.. 9

Bir gün daha devrildi, devrik cümleler görünümünde; son serisini içime fısıldadığım nefeslerimin kıyısından ömrüme… Bir bahar daha düştü sonbaharların elinden, sararıp solarak. Bir şarkı daha düştü dilden, bol İstanbul kokan… Ve sustu sesim. Aldı eline kalemi tuttu yine hüznün o sıcacık ellerinden…


Asrevya!

İçim sesler döküyor suskunluğuma. Adım silik bir geçmişe iz düşüyor. Ağzıma susları hüküm giydiriyor bir el. Oysa en konuşacak yanımdayım Asrevya. Neden sustun dilim? Neden?


Ezbere yaşanmış bir ömürden aklımda kalanların bulduğu tek anlamsın Asrevya. Kalemimden düşse adın, kalemim düşer elimden musallaya… Hecelerim lâl olur.


İzi derin hüzünlerim var takvim yapraklarına asılı. Yırtıp atamıyorum Asrevya. Üzerine gün sayıyor ellerim. Ve günlerim yine hüzünler çengelliyor sayfalarıma.


Sen bir düşü bir ömre biçer misin Asrevya? Gecelerden toplayarak artakalan hayalleri, yüzünün ardına düşen aylara bakıp; “elde var hüzün” diyebilir misin?


Bu şehrin yağmurları iliklere işler Asrevya. Büyük definlerin yüzünü yıkar, ölümlerin ertesi. Puslu camlara bir masalın en çizgisiz halini resmeder. Bu şehrin yağmurları bildiğim çöllerden geçmez Asrevya. Şehrin düzayak yanlarını bırakır kurak… Ve yokuşlara sürür taşıdığı yaşam kırıntılarını.


Masalda kalem mutluluk fırçalarını sürmüyor satırlara Asrevya. Nerdedir mutlu masalların erbabı?


Uzun zamanlar ardından bir gün… Büyük izinler beklemeden yarenliğim, aralayacaktı bildiklerinin kapısını… O denli susarken satırlarca konuşmuş olacaktı belki. Ve gidecekti. Ardından keşkeler bırakmayacaktı askılarda. Yoluna yeni adımlar ekleyecekti. Kaldığı yerinde olacaktı ömrün, hep soluklandığı kıyısında. Bu asudeliğim için uzun bir konuşma biçimiydi. Kaçışlardan yanaydı varlığımın ayakuçları. Soruları askıda bırakmalıydı içim. Cevapsız gitmeliydi… Ansızın… Öyle ye sadece araladığım bir kapının ardına geçip susmaları denemiştim.


Gitmeliydim Asrevya. Beceremedim… Kalmalar dolandı ayaklarıma… Düştüm…


Düşe düşe büyüyen ömrüm uslanmadı hâlâ…


Bu şehrin geceleri uzundur Asrevya. Gündüzlerime bulaşır sürekli. Gideceği yeri yoktur korkularından saklanmak için.

Bu şehrin düşleri ağırdır Asrevya. Bildik acıları yudumlamaz, bildik motiflerle süslenmez…

Bu şehrin anıları işlenir hafızalara, silinmez…


Eflatun imgeler büyüttüm adımdan saklı. Tüm gerçekleri inkâr ettim yüzüme. Bildik Kasımlarım düştü aklıma. Gidip dönmeyen, gidişinin ön adına ölüm ekleyen hayatlar bildim. Bir acı eksik yaşasaydım, böylesi dolu dolu yaşadım diyemezdim Asrevya.


Yaşadım..

Tüm gerçeğiyle hayatı…

Adıma düşülen tüm “mim”leriyle… Ardıma düşen, kendini kendine gömen “vav”lığında… Ve bir kalış edasında, uzun bir var oluş narinliğinde “ye”siyle yaşadım… Rahlesinden geçtim harflerin. Elimden tuttu cümleler… Masallar dizmeye başladı yarenliğim…


Yazdıklarım arasında dolaşan ellerim, hayatıma dizdiğim bir cümeleye veriyor aklını;

Sonbahar girdiğinden beri harflerin ilkbaharına; zaman hep hüznü tutuşturuyor kalemimin ucuna.


Hangi demde gelmişti sonbahar, baharlarıma? Daha kaç mevsim sonbahar? Ya da sonbahar harici mevsim var mı Asrevya?


Yine susmalıyım Asrevya…

Yine masala virgüller atmalıyım sayısız…


Kalemi bir daha elime alana dek uzunca dinlenmeli sözcüklerim…


Son yazıldığın satırda kal! Gelecek ve tekrar masalı sonsuzluğa sürüyecek ellerim…




Tuba Özdemir (yaren)
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (I)

asrevya1by5.jpg



(As-rev-ya! İlk heceye düşmüş yangın… İlk hecelere düşmüş matem…)


Asrevya! Yorgunluğunun bilmem kaçıncı gecesi. Ve kaçıncı satırda silindi hayallerin bilmem. Esaretin ellerindesin. Özgürlüğün için kaç nefes feda etmelisin bilmem. Bildiğim; ölüme dek yaşama direnmelisin. Sen ki kırık olan her hayali temize çekmelisin.

Asrevya!
Kilit vurma diline. Konuş… Haykır… Yalancı baharlara kendini böyle teslim etme. ‘düşlerini ben katletmedim hayatın’ diyemeyecek kadar öksüz müsün kendine? Bir ibrişimle dik benliğini hayallerine.

Asrevya!
Hayatına düşen tüm sükûtların yerine konuş. Konuş ki sesini yazayım defterime, konuş ki sesinin sesteşini bulayım Asrevya!

Esaretin ellerindeyim. Özgürlüğe santim santim uzaklaşıyorum. Umuda bir dalga boyu yakınken çıkan hengâmede kayboluyorum. Geldiğim yerin adı; bilinmez… Asrevya! Çek kurtar beni bilinmezimden.

Asrevya!
Öyle kolay değildir vakitsiz vedaları hiçe saymak. Kaç veda bağışladın ki böyle habersiz gidişin çaldı kapımı? Oysa gitmek her babayiğidin harcı değil. Söylendiği gibi iki hecelik bir basitlik değil. Gitmedim de Asrevya. Gitmedim de, gitme…

Hayata iz sürdüm, sonra bir nefes boyu sürüldüm. Düşlerin ardında kalan bir sürgündüm Asrevya. Nedendi sürgünlüğüm bilmedim. Elime koca bir acı sıkıştırıldı hayat tarafından. Yollarım çizilmişti artık. Yabancı bir rotada günden güne özgürlük biriktiriyorum mahkûmluğumun içinde…

Her yazı hayatımdan kayan bir yıldız… Sen bu yazıların hangi durağısın Asrevya? Sen hayatımın hangi köşe taşısın? Elvedalarımın hangi düş limanısın?

Asrevya!
Uzun bir hayattan yaşamak biçildi payıma. Birilerinin insafına kalmıştı gülmelerim. Seni bana bu denli bağlayan, seni benden böylesi ayıran neydi Asrevya? Kalın çizgilerle mi çizilmişti sınırlarımız?

Asrevya!
Kalemine takılan ‘sus’ları ayıklamakla için ayakta tuttum kendimi. Sen yazmalıydın bense, yazdıklarına bir sus payı niyetinde ağlamalıydım. Bu yıl gitmek yılıydı Asrevya. Giderken yanıma seni de almalı mıydım? Sonbahar görünüşlü yüzün bu şehirden ayrı kalemlere çarpar mıydı? Asrevya! Sesin soluksuzluğa mı hüküm giyerdi uzaklarda…

Asrevya! Sen miydin hayat cümlemin bozuk imlası? Neresinden düzeltmeliydim bu imlâ hatasını?

İki direk arası tel örgüler içindeyim. Yürümem yasak, düşünmem yasak, nefesler ödünç. Yaşamak yasağa eş değerde Asrevya. Sen kadar direnemiyorum artık hayata…

Hayat, yaşayarak tüketiliyormuş. Bir yerlerde belli bir sebepten eksik kalıyormuş hep insan. Benim eksikliğim neydi? Ya çokluğum, çokluğum sen miydin Asrevya?

Yangınların söndüğü ana dek yaşarım, küllenecek kadar kalamam. Ki gelmesi gereken hiç gelmemişken böylesi bir yokluğa katlanamam. Asrevya! Seni silmeye kalksam içimden geriye aklanmış bir ben kalır mı? Saf suya batırılmış bir duyguyla ayakta durabilir mi günler? Bir sen eksik yaşayabilir miyim? Üç isim, üç hece eksik? Senin isminin harflerini çıkarıp alfabemden YİRMİ DOKUZ HARFTEN DÜŞÜREBİLİR MİYİM HAYATI?

Yamaya yamaya giyerim günleri. Ayağı gözyaşlarına takılan gülmelerimi ıslaklığıyla yakarım. Bir söz varsa dilimin ucuna sıkışan, yutarım…

Yaralarıma tuz basma niyetindeyim Asrevya. Adım adım azad olmuş firaklara çarpar bedenim. Sen ki kalmalarımın en asi yüzü… Sus Asrevya…

Aşk hecelerin cellâtların elinde artık... Ve sevda bildiğin bir efsanenin kalıntıları… Şimdi; bir ‘ahh’ uzunluğundaki pişmanlıkların ardına saklanma. İki olumsuzluk arası uçurumlardasın. Bilmem ki bu harf sesleri ne zaman yutarsın?

Asrevya!
Bin bir zırhı büründüm ve sana yazdım. Bir daha seni kalemime dolayacak kadar cesurluk payı biçemem kendime.

Asrevya!
Bilinmez satırlardan düştün hüzne. Kalkmaya çalışsan her yanın acıya sarılır. Eline yüzüne bulaşır aşk öldüren cellâtların kini…

Seni, düşlerimde kalmış o masum kız aklayamaz artık. Seni, düşsüzlüğünde kalmış yalnızlık aklasın…

~Tuba Özdemir~
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (II)

asrevya2cy8.jpg


(Üzgünüm Asrevya, sana susmayı tercih edemiyorum artık…)


Asrevya! Yine sana dönüyor kalem… Yine senle başlıyor nidanın harf resmi…

Zılgıtları ağıtların kucağına bırakan bir şehirde yaslanıyorum hüzne. Ağıt yakmayı bilmeyen gençliğim, acı demliyor dilinde. Yaşadığıma inanır gibi oluyorum bir an. Öldüğümü sanmışlığımın üstünden aylar geçmişken hem de…

Bıkmış nefesler feda ediyorum kendime. Kendime yabancı bir “ben” oluyorum. Senden en uzağım Asrevya. En yakının zannederken kendimi…

Asrevya! Çatık kaşlı bir yazıdan ibaret değilsin dilimde. Aramızda halın harfler sobeleşiyor her vakit. Kaçmalardan bıktım Asrevya. Hangi yolun sonunda katledersin ben suretindeki seni?

Asrevya! Köşe bucak kaçtığın bütün hisler silip süpürdü mutluluğu. Kaçtın, sonun yakalanmanın ta kendisiydi. Sorgun ağır Asrevya. Cezan ağır… Cellâdın keskin balta ile bekliyor seni. Cellâdın seni hecelerine ayırmak için bekliyor Asrevya. Sonun yine yakalanmak olsa da ismini biraz daha yaşatmak adına kaç Asrevya! Kangren düşleri büyütmek yerine savur yağmur sularına…

Yarası git gide derinleşiyor acıya buladığım cümlelerimin. Bir bavul dolusu cümle var defterimde. Yara bandı tutmayacak kadar derin tümcelerim. Okudukça gözyaşlarımın içine ekliyorum yaralarımı. Sen gözyaşının içine yaralı tümceler gömebilir misin Asrevya? Sen baharı beklerken karşına çıkanın bir sonbahar olduğunu öğrendiğin anda, bahar diye bağrına basar mısın sararmış yaprakları? Sen yollarına yirmi dokuz harfle acı döşeyen bir şahsa yara değil de yar diyebilir misin?

Hasarlıdır ismim Asrevya. Dil uçlarına gelmeyecek kadar bedbin… Baş harfimi bile söyleyemiyorum artık. Baş harfim son durağım benim.

Bir intiharın ardına düşmüş mektupta aradım son nefeslerimi. Sonuma bir nefes bile biçemedim Asrevya. Git dedim, “gidemem artık çok geç” dedin. Kal dedim, “yerim burası değil” dedin. Sen eşiğimde acıyı büyüttün Asrevya. Ya kalmalıydın ya da gitmeliydin. Şimdi ben de senin yüzünden kalmadım, gidemedim…

İki satır uzağımda olsaydın kalemimi sana çarpmazdım.

Yorgunum Asrevya! Çıktığımız yollardan cayışından yorgunum. Ne düşünsem düşten ileri gitmeyecek diye yırtıp atıyorum beynimdekileri. Kara kalemlerle ne kadar aydınlanabilirse dünyam o kadarım işte. Satırdan satıra çarparken büyük bir hüznün kırıntıları olduğumu keşfediyorum. Poyraz yemiş yanlarımı bir şairin şiiriyle ayakta tutuyorum. Bir yalanın parçalarıyla doğruya kanat çırpışını seyre dalıyorum.


Aksayan benliğim, yansız hislerim… Adımı, karşıma konulan tek hece yutuyor. Tanımsızım Asrevya! Sana bağlı bir hayatta, sen harici nefesler beslemekteyim terkine. Yangın kokulu gözlerimden içtim kül rengi ezayı. İsmini alfabem bildim Asrevya. Şimdi alfabemi yok etmek için gelen sen olsan bile savaşmak düşer bana. Harflerinden oluşmuş bir dünyamı darağacına götürme Asrevya. Yusuf gibi kuyulara sürme beni…


İlk kez kılıfını çıkarıyorum kelimelerimin. Gitmek mi, kalmak mı arasında yürürken anladım ki ben hep içimden kal diye bağırdım Asrevya. Kal Asrevya. Yerin burası artık. Yerin, bu kalemin ucu. Yerin, yüreğimin kıyısı. Sen de öğrendin ki bu düşte susmak eceline susamakmış Asrevya. Gitme Asrevya!.. Gerçeği olmak varken adına yüklediğim anlamın, düş olmayı tercih etme. Sakat ömrümde sendeleyip düşmemek için düş olma Asrevya… Tüm gerçekliğimle satırlarıma davet ediyorum harflerini…

Kal AsRevYa!..



~Tuba Özdemir~
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (III)

asrevya3lv6.jpg


Susmaktan çok yoruldum. Artık bildiğin sesler hatırına konuş dilim...


Vakit gecenin yarası… Gözümü açtım aydınlı niyetinde. Gündüzlere sığmayınca, geceyi kabullenir oldum. Gecenin en karanlık yerinden yarınlara aydınlıklar biriktirmekti amacım. Aydınlığı gecenin zifiri karanlığından biriktirmek, yarınlarıma karanlık ekmekti. Bildim; ama kulak ardı ettim. Ve geleceğimin portresine kara bir çerçeve biçtim.

Bir ölümün ardından tutulan yaslara hep siyah eklenirdi. Ölü siyahla uğurlanırdı. Ben hangi yanımı öldürmüştüm, hangi yanımı her gün öldürdüm de bu denli siyaha büründüm? Oysa tüm bildiğim siyahlar aynı beyazla kurşunlanıyor. Ve cesedi hep beyazı gölgelenmiş bir kefenle son buluyor.

Bir bir yok oluyorum. Yokluğum giderek “faili meçhul”lere sığınıyor. Kalabalık bir sokak ortasından, günün en aydınlık anında vuruluyorum; ama nedense tutanaklarda sadece “faili meçhul” kalıyorum.

Pılımı pırtımı toplayıp saniyelerin gözüne çarpıyorum hece hece yalnızlığı. Saliseler geçiyordu üstümden, kruvazör niyetinde. Zamanı öldürmeye yelteniyordu içimdeki akrep. Oysa yirmi dört saatten yirmi dört yaraya ulamıştım dünyamı. Yirmi dördü de içimi yaktı…

Bir bedende bir düzineyim Asrevya. Bir ruhta bin… Oyuncaklarla yaşama gülümsemek için geç bir zaman artık. Şimdi cümlelerle oynuyor beynim. Bu oyunda hep düşüp kalkıyorum. Her yanım yara bere… Her yanım vurgun… Tehlikeli bir oyunda ölüm kalım savaşı vererek mutsuzluk diziyorum. Dizgim hatalı, harflerim kırık…


Kelimelerimin kapısı aralı… Her an yazıya dönüşmeyi bekliyor içimdeki ses. Ne konuşacak kadarım ne de susmaktan yanayım Asrevya… Kendime tek muhalifim ben. Tezatlardan tezat beğenmem kendime. Kendim varken en karşımdaki bile yandaşım olur. Bana karşı ben savaşından ölüm aklar beni. Ki hangi yanımı tutsam ölümün kucağıdır zaten. Bir savaşsa yamaçlarımdaki, biri yok olmalı biri kalmalı… İkisi de benim… Bana karşı ben… Ya ben ölücem ya da yine ben… bir yanım sadece sağ çıkacak bu mübarezeden. Ölüm ardında, ölüm tadından koşturup duruyorum Asrevya. Yok, mu musalla suretindeki kelimelerden tabut ören?

Anlamı uzun olan bir cümle bulanıklığıyım. Hangi kelime beni özetleyebilir ki? Hangi dil lisanımı konuşur?

Ne demeliydi ki içim bunca yanmışlığı üzerine? Herkese ve her şeye rağmen yalnız değilim yalanının ardına saklanıp koyu bir yalnızlığı yudumladığında, ne söylemeliydi? Onda acıyı dem tutturan hayatına mı kızmalıydı? Ya da bitmez tükenmez ağıtları mı diline dolamalıydı? Kimden başlamalıydı ağıt yakmaya? En suçlusu kimdi bozulan hayatımın? En suçlusu gidenler miydi? Gitmeyip acı çektirenler mi? Bir bilinmezlik üçgeni arasından oradan oraya savruluyorum Asrevya. Kendime sorduğum soruların bile cevaplarını bulamıyorum. Aşikâr değilim. Hafi bir ömrün kalıntılarını taşıyorum. Yine ben mi suçluyum Asrevya. Yoksa tüm konuşmalarımı çalıp bana sadece susmayı bırakanlar mı?

Payıma bir son yazılmış. Ne kadar didinsem boş Asrevya… Öyle geçti ki vakit. Sen bile kurtaramazsın artık beni. Sen bile yarama merhem olmazsın Asrevya. Sen bile…

Oysa hep senden sanmıştım acılar. Yokluğunla varlığın arasında sürüp giden ömrüme. Bir yok olup bir de var olduğunu ispatlamak adına yollara düşmüştüm. Bilmeliydim ki tüm şüpheler, tüm ispatlama düşleri varlığın olunca oluyordu Asrevya.

Asrevya!..Geç bir zaman. Git desem gitmezsin belki şimdi. Ama gel desen ben de gelemem. Her şey için geç Asrevya. Yoruldum adına düşler biriktirmekten. Harflerin kalemime dolanmasın artık… Ki adımı unuttum adını yazmaktan… Yorgunum Asrevya… Sana susmayı kabullenecek kadar… Geç bir zaman. Artık düşme satırlarıma. Ki sen satırlarıma düştükçe ben acılara düşüyorum… Ki sen yazılınca ben siliniyorum…

~Tuba Özdemir~
 

Kerem Buldu

Doçent
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
564
Tepkime puanı
1
Puanları
0

Mavi satırlar :Tuba ÖZDEMİR...
kırmızı satırlar :Hasan KARADENİZ

Sabaha çok var... Nasılsa ne yazsak sonu hüzne çıkar. Mutluluklarımız hüzünlerden oluşma bir darağacına asılır seher vakitlerinde. Mutluluğun göz yummasını bekliyoruz, saat acının eşiğine yürümekte. Yürünecek yollardan eksiltiyoruz adımlarımızı. Yazacak kadar soluk dolduruyoruz heybemize.
Nerden başlamalı ki? Hayat ortak sıfatlar eklemiş miydi
isimlerin yanına? Acıdan kaç tür olurdu usta?
Giden mi gitmekten şikâyetçi olurdu yoksa kalanın mıydı suç? Hanginin ayakları sürçmüştü mutluluğa?
Kalana kalmak yakışıyor da, gidende gitmek
niye iğreti duruyordu? Yakasına iğnelenmiş hüzünlerden
bir düş arıyordu kendine. Öyle bir düş olmalıydı ki
silkip atmalıydı tüm heceleri. Aşk yıkılmalıydı karşısında,
susmayan ama bir türlü de tarif bulmayan üç hece yerinden saymalıydı onun düşünde. Sevda gömülmeliydi kanlı kuyulara.
Yar her yaranın acıtanı olduğunda dile gelirdi ya,
satırlarda yar mutluluğun tezadı mıydı ki usta?

Niyetim yakmaktı acılarımı… Yangından bir kıvılcım sıçradı.
Ben de tutuştum. Acıya sürgün yaşamlarım oldu benim yıllar süren. Hayattan gizlice çalıp sevinç sanrılarını, bölüşürken Yar'la...
Ahhh aslında bilememişim ömrümden çaldığımı. Şimdi koşuyorum otobüslere yetişmek için. Sabıkalı yüzümü ve yorgun bakışlarımı saklayarak...

"HEP GECİKEN BİRİ KENDİNE YETİŞEMEZ "

diyor durakta bilet satan yaşlı adam. Topla valizini ve anılarını, usulca çek git buradan. Acı her yerde acı.
Geldiğin yerden geri dön kendine. Denizlerde yıka yaralarını.
Asi ırmaklar kırbaçlasın tenini. Ve çaldıklarını geri ver
yürüdüğün gecelere. Yar sevmek YAR'dan düşmektir.
Seveceksen Yâr’i acıyı da al koynuna…


Yar dikenli yolların ayrımında beklerdi demek ki.
Renk yüzü bilmemiş kara bir kalemdim oysa.
Başkalarına nasıl verebilirdim renkli mutluklar.
Ben ki derme çatma iki sözcükten ibaret biliyordum dünyamı.
Yar ne çok dil bilirmiş sensizliğim. Ne çok harf sığarmış yamalı defterime. Adından başlarmış hüznün yol tarifi. Kekeme kalırmış ardından söylediğim tüm ezgiler. Oysa şimdi sus ya da konuş ne fark eder ki? Sesinin kulağıma çarpan tınısı fersahlarca uzakmış düş limanlarımdan. Bilemedim... Yine yanılgının köşesine vurdum uslanmaz başımı. Aynı sonları karalıyorum yine.
Aynı ismin üzerine çizikler atıyorum. Geçiyorum ömür denilen uçurumdan. Ellerim ceplerimde düşersem bir daha kalkmıycam. Satır aralarına mim düşüyorum saklı dünyamdan.
Satır aram dolu. Satırlar ağlamaktı. Gel desem gelmez
bir hayalin durağındayım. Azad et beni hayat,
yoksa mahkûmluğum hırçınlığıyla tüm aşk dizelerini parçalayacak

Sana olan tutsaklığımdan aşıramadım, umutlu cümlelerimi.
Sesine yakın bir nota bulamadım türkülerimde...
Detone olmuş bir şarkının anlamsız cümleleri kaldı dilimde.
Geri dönüyorum on adımla sınırlı duvar aralıklı yürüyüşlerime… İçimde yüzünden kalma belkilerle.

"HİÇ BİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİLDİR"

diyor yaşlı duvar... Bak kız kulesi yerli yerinde.
Ve martılar hala çok seviyorlar simit yemeyi.
Aşk barutu ıslatan yağmurdur Taksim meydanında.
Bak! Seni bekliyor İstanbul’un sevgi tepeleri…
Yanarak öğrendiğin yangınların adıyla tutuştur acılarını.
Peşinden koştuğun otobüsler bekliyor seni..(s)aklandığın duraklarda...

Seyirsiz yolların seyyahlığında atıyorum adımlarımı.
Hayat kapımın musallaya bakan yüzünü hüzünler dolduruyor.
Diline lisansızlık gömüyorum aşk, başka hiçbir şey seni sen
yapmaya yetmiyor. Kız kulesi bile anlamıyor halimden.
Susmayı marifet bilmiş yanlarımı destekliyorum her seher vakti. Şimdi gece yarılandı. Sabaha çok değil artık. Yine hüzünler öldüreceğiz aşk meydanlarında. Yine musallaya dizeceğiz
mahlasları. Acıları avuçlayacağız parmaklarımızla. Bilindik mevsimlerden yürüyeceğiz yine hazana. Dikenli tellerde
kalan harflerden tırnak arasına hece hece düş dizeceğiz.
Ve bir gün o en beğendiğimiz şiirin en anlamlı dizesinde
ölümlerden ölüm beğeneceğiz...

Sarı duvarlar, gri kapılar ardında ölümlerden ölüm beğeniyorum.
İç büken acılar arşınlanıyor damarlarımda...
Zaman kuruyorum şakağıma. Sana gidiyor diye trenler.
Düşünmeden geçiyorum turnikeleri. Vurup da cümleleri alnının çatısından... Kendimi Yusuf’un kuyularına atıyorum.
Ağzımda tuzlu bir ıslaklık yanı-yorum...
Ama incitmeden düşlerimi kuyuma atılan ipi baştan sona tırmanacağım. Bileklerimdeki incelmeğe aldırmadan...
İÇİMDEKİ KUYUYA DÜŞ... BEN TUTARIM SENİ...


Tuba ÖZDEMİR : Yaren
Hasan KARADENİZ :Feylesof
 

Kerem Buldu

Doçent
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
564
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Asrevya yazısını okuduktan sonra "tuba özdemir" ismini aramaya başladım.. harika yazmış... severek okuduğum bir tarz...


eklenti için teşekkürler...
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (IV)

asrevya4nr6.jpg


Elleri ceplerinde bir düşün hırpalanmış kalıntılarıyım… Düşsüzlüğümle acı yamıyorum üç harflik imlâma. Hayata biraz daha mutlu soluk eklemek için masallara ihtiyacım olduğuna inanıp çocukluğumun masalsı kelimelerine vuruyorum kendimi. “Bir varmış bir yokmuş…”diyor tozlu beynimde biriken eski kitaplar. Doğruluğunu kavrıyorum çocukluk masalımın. Bir vardım bir yoktum… Bir inadına var olmayı seçmiştim bir de her şeye rağmen yok olmayı…

Dilim kurudu zaman… Kelimelerim çöl çatlağı. Harflerim kuraklığıma yıkılan yas tanecikleri. Seraplardan bozma bir hayalin kâbusundayım. Susuzluğuma ek ölümüme susuyorum. Kefenlenmiş yazılar saklıyorum ceplerimde. Asrevya! İsmini kefenlenmiş yazılarımı uğurladığım musallaya düşürüyorum. Hem de kefenlenemeyecek kadar paramparça olmuşken bende.

İlk önce “as” düştü cebimden. Ve sonra “rev”… “ya” yı kurtarmak için ölümlere sürdüm ömrümü. Sahibine yaşayan ceset hükmü kazandıran bir ben, seni kurtarmaya yetmedi Asrevya. İsmin düştü musallaya. Keskin sözcüklerim yetmedi ismini oradan kazımaya.

Kefensiz, ölümsüz ölümlerin kollarındasın Asrevya. Benim yaşamam için mi katlediyorsun ismini? Yapma Asrevya iki ceset bizi hayat yokuşlarından siler süpürür. İki ölü isim bizi mahlaslara gömdürür…

Asrevya! Susmanın en koyusunu denedim sana. Kelimelerimi içime büktüm. Sonra konuştum sayfalarca… Bitti dediğim anda düştü ismin paslanmış sesimin meskeni ağzıma…

Asrevya! Sonsuz acılarımı ezberimden geçirdim de düştün kalemime. Siluetlere dipnot düştüm çehreni. Hep bir muamma olman için, çalınmaman için, başka yüreklere başka dillere sığınmaman için kendimden bile sakladım seni.

Denklemler içine hapsettim seni Asrevya! Bilinmez sayıların sonsuzluğunda bulunmazsın. Açıklanmadıkça hep bir gizsin Asrevya…

Şimdi…
Kimse dokunmayacak adının kayıp anlamına. Kimse seni uzaklığıma yakılmış bir türkünün asi mısralarında aramayacak. Ben ölene dek yaşatacağım ismini. İsmini düşlerime bürüyüp göz bebeklerime süreceğim. Ömrümde, acımı en anlamlı kılan ismini sürgünlerde sıralayacağım Asrevya!

Biliyorsun ki yazıldıkça yıkık hayallere eş bir ses oluyorsun Asrevya. Her yarada acıyanın acıtan rolünü oynuyorsun. Oysa sen, bilinmekten uzak en mahfi düş… Oysa sen, sesinin yamaçlarına hüzün dolduran ve her harfiyle ömrümün mutluluklarını tüketen bir ölüş…

Asrevya! Tanımadık yüzlerin tanımadık satırlarına girme… Oralarda büyüme. Sen ki benim “en”lerimi doldurduğum uzun kelimelerimin tek faili… Başka kalemlerin boyunduruğuna gitme Asrevya, solup kalırsın satırlarda.

İsmini her kalemime doladığımda dilimin en parlak kelimelerini üfledim sana. Sen bilmeden ne çok sen yazdım ne çok sen biledim hayatıma. Ne çok, senli ağlamalara vurdum gözlerimi. Kirpiklerimi kaç kez sen diye kapattım. Adını sayıkladım kâbusa dolanmış rüyalarımda. Adını düştüm siyaha dolanmış anılarıma. Fakat biz senle “an”lardan bile uzaktık Asrevya.

Defalarca dilinmiş bir saatten bir salise bile düşmedi payımıza. Bizliklerden geçmedi cümlelerimiz. Ben hep adımı unutup Yaren oldum satırlarda sense Asrevyaydın; ama sadece benim satırlarımda…

Bağlaçlarla bile bağlanamadık Asrevya...

Günün aksi vurmuyor yüzüme. Mat bir renkle dolduruyorum heybemi. Yaralı sanrılarıma tuz basıyorum. İmleçlerle kaydırıyorum hayatımı. Manidarane birkaç sözcüğü beynimin esrarengiz yanlarında zabıtlara geçiriyorum. Yağız bir hüznün ellerinden tutuyorum sımsıkı, bırakmıyorum…

Reel bir zamandan lümey’a’larla dolu rüyalara sızıyorum Asrevya… Gümanlı bir güzergâhtan ilerliyorum ırak şahikalara. Şebden bir libas biçiyorum kendime. Karanlığa eş oluyorum.
Gidenlerin ardından süregelen yadigârlığım iç cebime sıkıştırılmış hayat hikâyemin en süslü yalnızlık terimi Asrevya…

Yoklukların içinde var olmaya çalışan yorgun yüreğim, ismini içine hapsettiğim efsanene son noktayı koyamıyor Asrevya. Bit(e)miyorsun…

Ötesi ne Asrevya? Hadi dünü bildik, bugünü öğrendik, yarını tahmin ettik: ama ötesi ne? Ne zaman susulursun kalemimde? Daha kaç gün, kaç ay, kaç yıl katmalıyım acılarımın üstüne?

Ne gel demeye dilim varıyor Asrevya ne de sana “sus”ları denemeye. Yazılmışlığınla yaşıyorsun satır dünyamın içinde.
Kara kalemimden satırlarıma dökülen bir yazısın Asrevya. Satırlardan ötesi olmayan düşüm…
Hep öyle kalacaksın…
Ve ben yaşadıkça yazılacaksın AsRevYa…

~Tuba Özdemir~
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (V)

asrevya5zh6.jpg


Issızlığa gömülü bir serencamdan kaçarken gürültülü bir düşün kelime aralarında buluyorum kendimi. Bildiğim tüm diyarları siliyorum seyyahlığımın rotasından. Bu kez gözümü açmadan gideceğim (s)onsuzluğa. Ayaklarıma sınırsız çöllerin kumları vuruyor Usta! Hani mavi kıyının dalgaları?

Kelimeleri ruhumun derinliklerine gömdüm. Uykum masalını sordu yine. “ Asrevya nerde?” Uyuyakalmış satırlarında dedim, kalemim tarafından uyandırılmayı bekliyor. Uykum diretti uyanmasına. Gördüm ki seni yazalı ben tükenmiş dünyamda.

Asrevya! Uzun soluklu hayat derlememden bir dipnot bırakacağım imza niyetine: ‘satırlarda yaşadım’

Aslımın payı paydasına uymuyor Asrevya. Ne yazsam az, ne desem çok… Hayallerimin kırık dallarında gözbebeklerim… Bir gün düşeceğim en sağlam hayalimden gerçeğin tam ortasına. Düşlerin düşlerimden tutmaz mı Asrevya?

Ben adım adım karanlık boşluklara sürüyüp saklarken adını, sen her hecenle sorgulanıyorsun Asrevya. Kayıt altına alınıyor harf kıvrımların. Bilmezlerdi ki zabıtlara seni düşenler senin bile kendin olmaktan bihaber yaşadığını.

Asrevya sen bile bilmezken adına düşen ihtilali, başka yüreklere seni nasıl sığdırabilirim ki? Seni sana bulduramazken hüznümün haritası, başka yüreklere verebileceğim tek adres çıkmaz sokaktı… Seni satırlara gömülü bir efsane olarak bırakmaktı amacım. Sırlarım sayısız kere çözülmemeliydi Asrevya. Kalemimi her sonbaharda toprağın en dibine yadigâr kılınca, susmayı biçince kalemime masalın çıktı yine alfabemin kıyısına.

Ömrüme bir masal eklemiştim. Ve bu masala bir son karalamadan gitmemeliydim harflerden. Biliyorum uzun sürecek Asrevya, sana bir son karalamak çok vakti içine sığdıracak. Ki daha tüm konuşmayıp yuttuklarım dökülmedi aklıma. Düşündükçe düşüyor yazılacaklar parmak uçlarıma.

Hayatıma kalemimle iz damıttığım sürece a-z arası yokuşlarımda hep duraklarım olacaksın Asrevya. ‘Elif’ ten başlayıp ‘ye’ de son bulacaksın. Tırnak arasına sıkıştırdığım nice alfabenin tek öznesi kalacaksın.

Masalının her hali kâğıda işlenmiyor Asrevya. Yazarın kelimelerden çalıyor. Tek yol yazılman mı dersin Asrevya? Tek çare harf harf düşmen mi satırlara? Bildiğin gibi değil Asrevya. Her masal yazılarak anlatılmıyor. Yakınımda olsaydın, beyaz satırlara karaladığım yarım bir yüzden dökülen iki damla gözyaşında masalının mahfi yanlarını görebilirdin. Fakat uzaksın Asrevya. Yüzünün nisânî duruşu vurmaz gözüme. Ben ki martın soğukluğunda kundaklandım sıkı sıkıya asiliğe. Gel demeyi düşlesem ağzım dilimi parçalar Asrevya. Aklımdan geçenleri en içlerime gömmek becerebildiğim. Her geçen gün biraz daha gömüldün Asrevya. Her geçen gün bir yazı daha atıldı toprak niyetinde, içimdeki sen yana.

Ben kendimle bu kadar kanlı bıçaklıyken sana nasıl zeytin dalı uzatırım Asrevya? ‘Gel’ desem, gelmeyi becerebilir misin? Yollarımdaki dikenlere rağmen kanayarak gelmeyi seçer misin?

Sorularımı cevabını beklemeden düş askısına asıyorum. Canım yana yana içimdeki kini bırakıyorum dudaklarımdan. Gelme Asrevya! Gelme!

İsmini ölümle birlikte bıraktım avuçlarıma. Bir gün zamanı geldiğinde biri iliştirilecek yakama. Masal bitmedi Asrevya. Yazan seni yazmaktan yorulmadı. Gel/ gelme arası nidalarda ‘gelme’ kazandı.
Gelmesen ne olur ki Asrevya?
Hepsi hepsi harflerin kızgın ateşlere dokundurulup asılır kalemime.
Hepsi hepsi yangınlarımı kül edip gittiğin yerlerde kalırsın işte…

“Ne günlerdi gülüm ey!” bir anının kıyısında bile dolaşmadık Asrevya. Aynı şarkıya aynı sebepten gözyaşı dökmedik hiç… Aynı yara kabuk bağlamadı benliğimizde.

Asrevya! Bitmedi masal… Bi-te-me-di…

Dilimdeki “gel”leri tüketenler yazmayı bıraktı bana. Bana düşen sadece yazmak Asrevya. Bana düşen paramparça olmuş bir hayatı temize çekmek…

Satırlarda yaşayan masalsı düş… Yazıldıkça kocaman defterlerde arayacaksın anlamını. Bulamayacaksın… Seni senden saklayacağım Asrevya. Körebeli bir sanrıda gözü bağlı olan da sen olacaksın, aradığın da… Ve yine o iğrenç uğultu çalacak kulağının kapısını: Bulamayacaksın…

Masallar gerçeklik şerbetinden tatmaz Asrevya. Satırlarda yaşarlar. Bana düşen sadece yazmaksa, uzun soluklu bir ömürde her acıdan bir nebze dolayıp kalemime, adına kusacağım tüm ıstıraplarımı.

Tüm sabahlarım uykuya dalıyor Asrevya. Gecelerim uykusuzluğa bürünüyor. Kimliğim yıllanmış bir acının portresini yansıtıyor; Baba adı: ölüm… Anne adı: yok…

Bu kadar acıyla ayakta kalabilir miyim Asrevya. Yeni acılara açılır mı yüreğim?

Şimdi bileklerimde bir masalın ağrısıyla örülmüş kelepçe… Ayaklarımda satırlardan oluşma bir pranga… Suçluyum Asrevya! Temyize gidiyor düşlerim. Ya ölüm ya af düşer payıma. Afsa ömrümün dengi daha yazılacak çok şey var Asrevya. İdamsa düşlerimin kefeniyle son sözümü söyleyeceğim sana…

Karar: af…

Daha bitmedi Asrevya. Yazılacak çok şey var. Masal tökezlemelere rağmen kaldığı yerden devam ediyor Asrevya! İyi aç gözlerini fısıldayacağım tüm susulmuşluklarımı…

~Tuba Özdemir~
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
84887639he1.png

Çıkmaz bir sokaktan,sana çıktı yollarım…

Yalnızlığı giyinmiştim,sen gelince çoğaldım…

Gönlüm dost'a kaydı,o gün yalnızlığım bitti…

Yıkandım sevdanla,akarsular beni kıskandı…

Hiç yanılmadım,sendin sevda çektiğim dost…

Acılarımı sildin,en ummadığım anda geldin…

Hissettim gelişini,kucaklamak için bekledim…

Sensiz geçmezdi seneler,yetmezdi sevgiler…

Sen gelmesen de,ben çaresiz beklerim…Senin gelmeni…

Uzakları yakın eden günleri özlerim…Seni görmek isteğim...​
 

sualsiz

Üye
Katılım
3 Ara 2007
Mesajlar
12
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
İstanbul
Asrevya yazısını okuduktan sonra "tuba özdemir" ismini aramaya başladım.. harika yazmış... severek okuduğum bir tarz...


eklenti için teşekkürler...


yorumunuz için teşekkür ederim... kalemim adına en büyük nişanem olan masalımı sitenizde görmek mutlu etti beni...

aramışlığınız bulunmuştur sanırım :)
 

Kerem Buldu

Doçent
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
564
Tepkime puanı
1
Puanları
0
yorumunuz için teşekkür ederim... kalemim adına en büyük nişanem olan masalımı sitenizde görmek mutlu etti beni...

aramışlığınız bulunmuştur sanırım :)

asıl yorumumuza mazhar olan yazınız içiniz biz teşekkür ederiz...
sizi burada görmek bizi onure etti..

sizi dün bir yazar arakadaşa sorduğumda daha avvel takip ettiğini söylemişti... uslubunuz ezelden aşikâr sanki kalbimizde..
sağolun..
 

EbVa

Üye
Katılım
31 Mar 2007
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Burada ruha dokunnan çok güzel söz dizimleri var ..Teşekkkur ederim ruhumun derinliklerine dokunduğunuz için..
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
"içinde insana kendisini buldurtan" yazıların sahibi buradaysa, yazılara da devam o zaman..
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya!.. (VI)

asrevya6to3.jpg


İki dirhemlik an uğruna zamandan kaçıyorum. Rüzgâr çarpıyor yalnızlığımın harf boşluklarına. İmlecim üşüyor… Ve her gözyaşımda bir alt satıra düşüyor. Hangi satırdasın Asrevya? Büründüğün kimliklerin sığınağında mı unuttun adını? Seni bulmak için daha kaç satır düşmeliyim hayatımdan?

Üç noktayla başlayan ömürde çoktan paçalarını sıvayıp giryelere yürüdü yüreğim Asrevya. Çoktan suskuların parantez içlerine gömdü seslerini. Şimdi dar geçitli bir harfsizlik ensemde… Uykusuzluğumu alfabeme yama yapıyorum. Küçük kapılardan geçip büyük mutluluklar ülkesine gitmek istiyorum Asrevya. Zoraki uyuyorum farklı bir diyara göz açmak için; ama yine kâbusundayım Asrevya. Yine haykırarak uyanıyorum satırlardan.

Vakit bizim için hiç tam vakti vurmadı Asrevya. Aynı akreple yelkovanın içine sığmadı hayatımız. Saniyeden başlayıp yıllara yürüyen zaman dilimleri düştü üzerimize. Kesişmez yollar doldurdu sen-ben arası boşlukları. Büyük bir düş muharebesinde aynı tarafı bile paylaşmıyoruz Asrevya. Bir tarafta hüznüyle yok ettiğin hırçınlı ben, diğer yanda masalına defalarca düğüm atıp o masalın tek zerresinde dahi aslını oynamayan sen. Ne yapmalı Asrevya? Kendimi mi savunmalı? Kendimi yok etmek adına seni mi tutmalı?

Kirpiklerim parmaklığa bürünmüş ve göz kapaklarımda büyük bir düş… Satırlarda, ömrümdeki ünlemleri besliyorum Asrevya. Fonda bir acı inletiyor kabuk bağlamış yaralarımı. Daha ne kadar aynı yol üzerinde dikenlere basarak yürüyebilirim Asrevya? Daha ne kadar kalbi bir düşe satılmış failliğimin yakasında iğreti durabilirim?

Yakışmıyordu Asrevya, bir masalın haritasını çizmek avuçlarıma. Çizilmiş masallar bulmalıydım Asrevya. Bir bir sıkıştırıp ceplerime uygun vakitlerde yürürlüğe koymalıydım. Belki o zaman daha az yanardım Asrevya. Belki o zaman silgiler dokunurdu kara damlalarıma. Çalıntı masalların figüranı olurdu kalemim. Baştan sona yazılmış bir düşün uygulayıcısı…

Yok Asrevya… Başka kalemlerin harfleriyle olamam. Başka mürekkeplerde boğulur lisanım. İyisi mi çizmek bu masalı avuçlarıma, kanaya kanaya…

Ben masalların çocuklara anlatıldığı bir öğretinin eşiğinde büyüdüm Asrevya. Okumayı masallarda öğrendim… Hiçbir masalda çıkmadın karşıma Asrevya. Kalemim seni döktü satırlara. Masalları tersine döndürecek bir surette, varlığının ispatını döktürdün hecelere. Bildik bir masalın aynı tadı vermesi olmayacak yazılanlar. Mutlu sonların mutsuzluk iplerindeki asılmışlığı vuracak beyinleri. Sen bile kendine ağlayacaksın belki. Sen bile kendinden bu kadarını ummayacaksın… Her yazıda son bulup yine her yazıda can bulacaksın. Seni yazarak yaşatabilirim ancak…

Asrevya! Cesaretimin harf yüzü… Bu kadar saklanmasaydın düşlerime belki bu kadar içime ağlamazdım. Seni bu denli aforoz etmişken dilimden bin bir ağıtla dönmezdin. Asrevya neye yazdıysam kalemim kırılmak istedi hep. Seni cümlelendirmek için kendimi harfe indirgedim. Şimdi belki de bundan asudeliğim haykırıştır benim…

Yanlış bir zamanın gün doğumundayım. Bakışlarım bile acıyı döküyor ellerime. Kalemim masalında yorgun hissediyor kendini. Yazıyorum, yazdıkça yüreğimi karalıyorum Asrevya. Yazdıkça siperlerime acı sözler düşüyorum. Kaleminden çıkanları aklıma döktüğüm Yitik Umut’tan sözler düşüyor kalem ucuna; “dilimi dikenli tellere sardım, konuşsam senden önce ben kanarım.” Ve daha birçok söz vuruyor dilimin kıyılarına…

Kendi kalemimin yazdıklarından uzak, kaleminin tümcelerine sığınıyorum yazarın. İçim acıyor. Bak Asrevya, masalında yeni kişiler soluk buluyor. Gecenin en koyu renginden, sabahın ilk ışıklarına dek kurulan düşlerin hüzünlerinden, bir yama bulup yamar kalemine benliğim. Öyle vurur ki kelimeler satır canlarımı; satır çizgilerim yok olur gözlerimden. Satırlarım birbiri üstüne yığılır. Düş savaş olur bir an.

Bilenler bilmeyenlere seni anlatmasın Asrevya… Bilenler bilmeyenlerden seni saklasın… Ki sen kendine bile, bilmeyenlerden daha uzaksın… Kalemime pelteklik bulaşıyor Asrevya… Sen dışında her şeye kapatıyorum ağzımı. Kül rengi bir düş yine karargâh kuruyor efsaneme. Yine küllere gömüleceğim Asrevya. Yine yanıp yanıp söneceğim…

Adını ömrüme serlevha yaptım Asrevya… Şimdi kim sorsa beni sana çıkar yol… Kim sorsa seni bana düşen susmak oluyor. Ötesi de yok ki Asrevya. Adımın tezadına düşmüş üç heceden ötesi yok…

Susmuyor dilim Asrevya. Kalem kâğıttan uzak duramıyor. Ne yapayım Asrevya? Nasıl öldüreyim kendi masalımı? Silmeyi denesem izi belli oluyor artık aklımın defterlerinde. Silmesem yazdıkça hüzün işleniyor her bir harfime. Adıma küsüyor kalemim. Yağmurlar hecelerimi yağmalıyor. Yazılacaklar aklımdayken kaleme ihtiyaç mı duyar ellerim Asrevya? Parmaklarım yaslanmışken koca bir masalın ardına, ölüm o parmakları düşten çekince mi olurdu Asrevya?

Biliyorum bitmeyecek… Biliyorum son değil…

Ben noktasını koyamıyorum Asrevya…

Kır kalemimi ötesi yok…


~Tuba Özdemir~
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (VII)

arsevya7pr1.jpg


Zaman, kapımı çalıyor ikindiye bakan sureti ile… Gözlerim ardımdaki yollarda unutulan ayak izlerinde arıyor gidenlerin suretini. Artık geç… Giden gitti avuçlarına tüm suretlerini sıkıştırıp. Giden gitti, gidenleri kalanlar cümlesinde toplayıp…

Canımın içine ansızın bir sızı düşüyor.
Yıpranıyorum…
Yine de masalına bir nokta koyup çekip gidemiyorum Asrevya. Virgüllerle bağlıyorum acılarımı birbirlerine. Sana dair birçok soru ekliyorum heybemdeki senli satırlara. Şimdi nerdesin Asrevya? Hangi şehir saklıyor içinden bir kırık hemze gibi geçtiğim geçmişini? Hangi şehir sana yetiyor Asrevya? Yarım kalmıyor mu yine yaşayacakların, yaşadıkların… Kurtaramıyor musun düşlerini anıların soğukluğundan? Geçmiş hangi acını aklına kazıyor Asrevya? Geçmişinin hangi paragrafında adım geçiyor yarayla karışık?

Bilinmediğin surette hep sır kalırsın Asrevya. En mahfi düşün en tenha yönüne saklanır mısın? Yoksa sen de mi bana kendini sormaktasın?
Sus Asrevya!..
Tükenişime bir sebep feda etme… Ben ki kalakalmışım hecelerinin tel örgülerinde. Ben ki düşmüşüm yüz üstü satırlara. Şimdi bana, yazmaktan başka ne düşer Asrevya? Payıma kalmadı ki mutluluk…

Geceyi yarıladı yine kalemimin karası. Adımdan düştü yine adının artakalanı. Bileklerime dizildi ağlamaklı kelimeler. Alnıma vuruldu yine susmuşluğumun sebebi ebkemliğim.

Asrevya! Satırlarım birer zılgıttır tüm sustuklarıma. Acının eş değerindedir adın. Söyle Asrevya; gitmeler neyin eseridir? Ya dönmeler, onca gitmişliğin üzerine hangi sebeptendir? Neden gidilmişliğin üzeri toz kaplamışken giden geri gelir? Neden Asrevya? Şimdi, bırakılan ‘buyur’ edebilir mi geleni dünyasına? Nasıl güvenebilir gelenlerin bir daha gitmeyeceğine? Öyle ya, bir gidiş bağlamıştır o düşü gitmelerin saflarına. Bir gidiş mecburi sonlar kazımıştır alınyazısına. Madem gidenin gözleri geriye bakar bir gün, o halde neden gidilir Asrevya? Neden?

Asrevya! Bahar, kapımdan içeri adımlarını attı soluk rengiyle. Dilimdeki şarkılar üşüdü, düştü notalar. Katledildi üç heceye yıllar. Kalemimde yaşayan sana ne demeli Asrevya… Hecelerle kurulan düş bozumlarına ne demeli…

Büyümekten korktuğum satır aralarında büyümüşüm meğer Asrevya. Yaşadığımı unutturan ölmeler seslenmişim kulaklarıma. Çekimlenmemiş birçok fiil vuruyor aklımın tümcelerini. Gözlerime yeni yaşlar sarıyorum. Ölümlerin ocağında yaramı susuyorum. Sen ölümler bilir misin Asrevya? Daha hayata sunulacak soluğun çokken soluklanamamayı, düşlerle kurulan bir hayata kâbuslarla başlamayı bilir misin?

Hangi satırda aslın saklı Asrevya? Hangi düşte gizli öznelikten sıyrılır varlığın? Yoksa daha yıllar boyu sırlanmalı mısın?

Gece şehrimin koyu çizgilerini dokuyor ilmek ilmek. Masalın sonunda tezadıma yerleşen ismin, elma gibi gökten düşerek adımın yanına mı yerleşecek? Kirpiklerimden süzülen hüzünlü kırıntılar hayatımdan hangi soru işaretlerini döker ceplerime? Peki ya ceplerim bu soruların altında ezmez mi bedenimi Asrevya?

Yorgunluğumun bilmem kaçıncı direnişidir satırlarda. Kaç uyku bozmuşluğu vardır kalemin sen adına.

Asrevya!
Kuyuya düşen Yusufî harflerimi kim çekip kurtaracak? Hangi kalem adın kadar manidar bir öz biçebilecek? Bu düşün içinden hüznün yolları geçti Asrevya. Yol ayrımı bol bir masalın orta noktasındayım. Dönmem, yangındır… Gitmem, azap…

Yalnızlığın hangi kucağına düşürülür masalın Asrevya? Kaçıncı gözden yaş olup akacaksın damla damla? Oysa masalıma gülücükleri tutturacaktım çengelli iğnelerle. Mutlu sonlar kazıyacaktım. Gökten elmalar düşecekti bir bir... Olmuyor Asrevya… Ne yapsam da adını yazınca mutluluk eklenemiyor masalıma. Adını yazınca başlıyorum yine bildik yaralarımı tuzla yıkamaya.

Asrevya!
Kesişmiş yollarımızda hiç beğenmediğimiz rolleri oynamaktı belki hayatımız. Ne sen Asrevya lığından memnunsun ne de ben masal kazıyan halimden. Kırıklarla büyüdü bu masal Asrevya. Sarılıp da yeniden devam etmedi hiç. Bir gün en can acıtıcı yerinden kesildi kırıklar… Ve tek nefes kaldı masal… Bıraktı Asrevyasını musallada. Şimdi yazan ben, yaşayan ben… Sen, giden…

Asrevya!
Adının düştüğü musallalar bitiriyor ömrümü. Elimde avucumda hüzünden başka bir şey yok… Darağacına asamıyorum kalemimi. Ne sen yokluğunla bitebiliyorsun satırlarda ne de ben kalemime ‘yazma’ hükmü çıkarabiliyorum… Düştüğü satırdan devam ediyor acı düşüm… Gidenlere rağmen kalanla devam ediyor…

Harflerin bir ölümün aynası oluyor Asrevya… Kefene düşen üç hece As-Rev-Ya…

Bitmedi, bitmeyecek musallana seslenişlerim…

~Tuba Özdemir~
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Susacak kadar kelimesiz,yazacak kadar bensizim…
Bilinmek yaksa da canımı;
Söylesene (h)içimin en (h)iç yanı!
Ölsem biter mi bu hiçlik?
Sen;şakağına el yordamıyla bir kurşunluk acıların değil,
bin atımlık yalnızlıkların dayandığı bir bahar gününde
herşeyimi yıkıp gittin...
 
M

Murat Sâki

Guest
Tuba Özdemir ismini ben-de ilk defa duyanlardanım.Zira böylesine kallavi bir kalemin yazılarını ikinci şahıslar yerine hem sitemize üye olmuş bulunmuşken bizzat kendi zamirinden okumayı tercih ederim.

Ayrıca sayın;Arsilya bu denli güzel nesirlerden bizi haberdar ettiğiniz için teşekkür ederim.
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (VIII)

asrevya8io1.jpg


Uzun bir suskunluk ardından başlayıp bitmeler arasında kol gezen düşlerim, yine tutuşuyor kalemin ince yanına. Ve yine bildiğim dillerden en anlaşılır hüznüm çıkıyor ortaya; Asrevya!

Küflü harflerimin yakasında bir masal büyütüyor ömrüm. İsmi susturulmuş kimliklere mahlas biçiliyor beynimin tezgâhlarında. Bu masalı dizmesem nefeslerimin kıyısına, acaba kaç satır yaşardım Asrevya? Hangi satırda düşerdim dikenli bilinmezliklere? Kaç defa konuşabilirdim ki böylesi uzun? Kaç defa yazabilirdim…

Susmayı istedim, satırlarca yazıp bir ömür derinliğinde ve bir hayat bilmecesinde susmayı. Beceriksizliğimin harfleri elimde yankılandı yine… Bu kez susmadım Asrevya. Bu kez yılların susulmuşluğunu döktüm. Avuçlarımda sakladığım hüzünler satırlarda yaşattı gerçeğini. Ne çok olmuştu mavilere yazımı yaslamayalı. Ne çok olmuştu içimdeki paslı yarayı kanatmayalı.


Sahil boyu yürüyorum acılarımda. Ayağımı kanatıyor anılar. Bilirsin ki bu düşte acımamak yalan olurdu Asrevya. Bu düşte konuşmak zor olurdu. Ki dili var mıydı düş yutmuşluğumun? Ömrü konuşacak kadar uzun muydu?

Saklımda bir hayat var. İç cebime sıkışmış nazarların hükümranlığı ellerimde. El yordamıyla buluyorum düştüğü yerden ömrümü. Kısık sesli bir sanrı ile geçiyorum hayat denen oyunun orkestra çukurundan. Şehrin ezan sesleri kaplıyor kulağımı. Bin heceyle âminlere yeltenirken dilim, ağzımın düğümlerini nasıl yırtabilecek elim?

Bu masal kadar masalım Asrevya. Aslım yok… Herhangi bir şehrin izbe köşesinde, harfler dökmek için yaşamış bir hayalim sadece. Yüzüm yok. Uzun düşünmelerime düşülecek bir cevap yok… Adım yok… Masalın kıyısına, yaşadığımın ispatını düşürüyor sadece kalem. Yaşıyorum, hayat parantezine alınmayan bir cümlede. Yaşadığım kadar kaçıyorum oysa hayattan. Gizli bir gerçeğin çizgisine gömüyorum çehremi. Hangi aynaya dönsem yüzüm bilinmez artık… Ben “yok”um Asrevya… Masal yazmak için masal oldu gerçeğim…

Bir masal ne kadar yazılır Asrevya? Kaç satırlık ömrü vardır? Yazanı susmalı mıdır artık? Çekilip kıyısına karalar dizmekten uzaklaşmalı mıdır diz boyu? Ne çok sorum var Asrevya… Ne az cevap…

Zamanıma masal dokuyan kalemim masalın sonunu verebilir mi avuçlarıma? Diyebilir mi ki “ve masal bitti Asrevya!”

Bildiğim yerlerin eşiğine saklanıyorum. En çok kendimden kaçıyorum Asrevya. En çok kendime küsüyorum…

Yine gece… yazıyorum…
Uykusundan firar ediyor gözlerim. Ayağım karanlığa takılıyor. Aydınlığın üstüne düşüyorum, daha bir kararıyor geceler.

Düşlerimi yırtıp atmadım Asrevya. Sadece sayfalarca yazdım. Her yazdığım sayfada hayattan bir gün daha çevirdim belki. Her satırda bir daha düştüm. Şehirlere gömdüm siluetlerimi. Gölgemi adımın içine diktim. Adıma büyük puntolu yalnızlıklar kurguladım Asrevya. Adıma ödünç alınmış gitmeler astım. Mahlaslara vurdum kendimi. Adım kaçtı ardımdan. Geriye ne kaldı Asrevya? Gitmelerden geriye hangi kalış kaldı?

Yorgunum…
Yol boyu susmalarım var alnıma yazılmış. Omuzlarımda bir yaranın ayak izleri. Yarayı mı kazımalıyım Asrevya? Yoksa alışmalı mıyım yaralara?

Kaybolduğu satırdan buluyorum harflerimi. Masala uzun soluklu cümleler ekliyorum, bitmediğini resmetsin diye…

Bir adım ötemde katliamlar düşüyor tarihe. Sadece ürkek kalıyorum. Bildiğim tüm katletmeler, kelimeler asmak sanırdım darağacına.

Uzunluğuna zılgıtlar eklenmiş zamanın cümleler arası intihar boşluklarındaydım Asrevya. Her acıya müşterekti imgem. Tüm suçların zanlısı gibiydi sicilim. Kentin morglarında bir düş yatıyordu yarı diri. Ölmüyordu… Ölemiyordu… Yaşa(ya)mıyordu (da)…

Seyirsiz yolların seyyahlığında, sürgünler armağan ediyorum peltek kalemime. Adım atsam kendimden düşecek kadar yorgunum Asrevya. Vapurlar geçiyor ıssız limanlarımdan.
Pusuyorum…
Yıllanmış halatlar gibi bekliyorum, geldiğinde tutacağım gemiyi.

Masalın satırlarına vurduğum gözlerime Kız Kulesi çarpıyor Asrevya. Hırçın dalgalar eşliğinde Kulenin efsanesine gömüyorum, sağ yanımın sol yanımdan sakladığı harfleri. Ne kadar hüzün varsa kirpiklerime sıkışmış, uğurluyorum karşı kıyıya. Süleymaniye sokaklarında yankı buluyor içim. Adım Beyazıt’ta düşüyor kesme kayalara. Yine bir Sultanahmet çiziyor elim. Ve kalemim yine Asrevya yazıyor.
Anladım ki hep aynı hayat şarkımın sen nakaratındayım Asrevya.
Yaşadıkça susmayacak kalemimdeki notan…


~Tuba Özdemir~
 

benja

Asistan
Katılım
1 Ara 2007
Mesajlar
282
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Asrevya! (IX)

asrevyakalemvc5.jpg


Bir gün daha devrildi, devrik cümleler görünümünde; son serisini içime fısıldadığım nefeslerimin kıyısından ömrüme… Bir bahar daha düştü sonbaharların elinden, sararıp solarak. Bir şarkı daha düştü dilden, bol İstanbul kokan… Ve sustu sesim. Aldı eline kalemi tuttu yine hüznün o sıcacık ellerinden…

Asrevya!
İçim sesler döküyor suskunluğuma. Adım silik bir geçmişe iz düşüyor. Ağzıma susları hüküm giydiriyor bir el. Oysa en konuşacak yanımdayım Asrevya. Neden sustun dilim? Neden?

Ezbere yaşanmış bir ömürden aklımda kalanların bulduğu tek anlamsın Asrevya. Kalemimden düşse adın, kalemim düşer elimden musallaya… Hecelerim lâl olur.

İzi derin hüzünlerim var takvim yapraklarına asılı. Yırtıp atamıyorum Asrevya. Üzerine gün sayıyor ellerim. Ve günlerim yine hüzünler çengelliyor sayfalarıma.

Sen bir düşü bir ömre biçer misin Asrevya? Gecelerden toplayarak artakalan hayalleri, yüzünün ardına düşen aylara bakıp; “elde var hüzün” diyebilir misin?

Bu şehrin yağmurları iliklere işler Asrevya. Büyük definlerin yüzünü yıkar, ölümlerin ertesi. Puslu camlara bir masalın en çizgisiz halini resmeder. Bu şehrin yağmurları bildiğim çöllerden geçmez Asrevya. Şehrin düzayak yanlarını bırakır kurak… Ve yokuşlara sürür taşıdığı yaşam kırıntılarını.

Masalda kalem mutluluk fırçalarını sürmüyor satırlara Asrevya. Nerdedir mutlu masalların erbabı?

Uzun zamanlar ardından bir gün… Büyük izinler beklemeden yarenliğim, aralayacaktı bildiklerinin kapısını… O denli susarken satırlarca konuşmuş olacaktı belki. Ve gidecekti. Ardından keşkeler bırakmayacaktı askılarda. Yoluna yeni adımlar ekleyecekti. Kaldığı yerinde olacaktı ömrün, hep soluklandığı kıyısında. Bu asudeliğim için uzun bir konuşma biçimiydi. Kaçışlardan yanaydı varlığımın ayakuçları. Soruları askıda bırakmalıydı içim. Cevapsız gitmeliydi… Ansızın… Öyle ye sadece araladığım bir kapının ardına geçip susmaları denemiştim.

Gitmeliydim Asrevya. Beceremedim… Kalmalar dolandı ayaklarıma… Düştüm…

Düşe düşe büyüyen ömrüm uslanmadı hâlâ…

Bu şehrin geceleri uzundur Asrevya. Gündüzlerime bulaşır sürekli. Gideceği yeri yoktur korkularından saklanmak için.
Bu şehrin düşleri ağırdır Asrevya. Bildik acıları yudumlamaz, bildik motiflerle süslenmez…
Bu şehrin anıları işlenir hafızalara, silinmez…

Eflatun imgeler büyüttüm adımdan saklı. Tüm gerçekleri inkâr ettim yüzüme. Bildik Kasımlarım düştü aklıma. Gidip dönmeyen, gidişinin ön adına ölüm ekleyen hayatlar bildim. Bir acı eksik yaşasaydım, böylesi dolu dolu yaşadım diyemezdim Asrevya.

Yaşadım..
Tüm gerçeğiyle hayatı…
Adıma düşülen tüm “mim”leriyle… Ardıma düşen, kendini kendine gömen “vav”lığında… Ve bir kalış edasında, uzun bir var oluş narinliğinde “ye”siyle yaşadım… Rahlesinden geçtim harflerin. Elimden tuttu cümleler… Masallar dizmeye başladı yarenliğim…

Yazdıklarım arasında dolaşan ellerim, hayatıma dizdiğim bir cümeleye veriyor aklını;
Sonbahar girdiğinden beri harflerin ilkbaharına; zaman hep hüznü tutuşturuyor kalemimin ucuna.

Hangi demde gelmişti sonbahar, baharlarıma? Daha kaç mevsim sonbahar? Ya da sonbahar harici mevsim var mı Asrevya?

Yine susmalıyım Asrevya…
Yine masala virgüller atmalıyım sayısız…

Kalemi bir daha elime alana dek uzunca dinlenmeli sözcüklerim…

Son yazıldığın satırda kal! Gelecek ve tekrar masalı sonsuzluğa sürüyecek ellerim…



~Tuba Özdemir~
 
Üst